08 Nisan 2022

,

Bulaşık


Bugün solculuk, sağın söyledikleri kadardır. Sağın bıraktığı alanda yaşamak, varlığını sağa borçlu olmaktır. Sağ, bir gün “oksijen zararlı” dese nefes almayı bırakacak birçok solcu vardır. Solculuk, en yavan kimlik siyasetidir. Sol, egemenlerin açtığı kum havuzunda kimliğini din gibi savunmak demektir.

Bu durum, sosyalistlerin teorik, ideolojik ve politik çabalarını da vuruyor. Tüm bu çabalar, bir süre sonra sağa göre şekilleniyor. Marksizm-Leninizm, buradan budanıyor, sağ-sol didişmesine malzeme kılınıyor, sağın kalıbına dökülüyor. O didişmeyi nesnel maddi zeminde anlaması, buradan strateji ve taktik geliştirmesi gereken Marksizm-Leninizm, egemenlerin iç dalaşına malzeme ediliyor. Bu dalaş, ülkede Marksizm-Leninizmin idrakini ve edinimini de imkânsızlaştırıyor. 

Meselâ herkes, en fazla Feuerbach kadar dinsiz olabiliyor. Ona yönelik Marksist eleştiri, hükmünü yitiriyor. Lenin’in eleştirileri ise tümüyle şahsileştirilip çöpe atılıyor. Marksist külliyatta sola yönelik eleştiriler görülmüyor, bugün her örgüt, sola yönelik eleştirinin önünü almak için çabalıyor, tüm hamlelerini buna göre yapıyor. Sol denilen pazardaki payını kimse kaybetmek istemiyor.

* * *

Sosyalistler, düzen içi sağ-sol kavgasının, o kayıkçı dövüşünün parçası hâline geliyorlar. Bir süre sonra sağ, solu biçimlendiriyor. Bugün bu nedenle ülke solu, batıdan gelen fonların neticesinde, tümüyle Sanders-Corbyn-Baerbock çizgisinin tercümesinden ibaret. 

Batı kaynaklı metinler tercüme ediliyor, sloganlar bile oradan aktarılıyor. Oradaki sağcılığın benzeri burada illaki bulunuyor. O sağın kültürel-ideolojik hâlinin ayna görüntüsü oluşturuluyor. Çünkü solculara, ABD, İngiltere veya Almanya ölçüsünde ülkeye bakmanın solculuk olduğu öğretiliyor. Bu öğrenilen şey, solculuk zannediliyor. Dolayısıyla kimse, fonlardan, oraların ideolojik salgısına teslim olmaktan, bu ülkelerin siyasi tercihlerini buranın asli zorunluluğu olarak satmaktan rahatsız olmuyor.

Sağın kalıbına dökülen sol, ister istemez, sağdaki birey merkezciliği içselleştiriyor. Biri o bireyin bedenine, diğeri ruhuna sesleniyor. Neoliberalizmi savunan sağ ve sol görüşler, burada harman ediliyorlar. Sağ, kendi bireyliğine ve dişine uygun bir sol inşa ediyor. İkisi, beden ve ruh olarak düzen siyasetinde birleşiyor. Solcu belediyenin suya ve ulaşıma yaptığı zamma yönelik eleştiriler, bu sebeple sağcılıkla örtüşüyor. 

Sol, bu bağlamda, Silikon Vadisi’ni, Yeşiller’i, Yeni İşçi Partisi’ni ve Amerikalıların Demokrat Partisi’ni sol zannedip kendisini bu çizgiye bağlıyor. O nedenle Putin eleştirileri havada uçuşuyor, ama orada varlık mücadelesi veren halk cumhuriyetleri görülmüyor. Dün Rojava-ABD ilişkilerine toz kondurmayanlar, nedense o halk cumhuriyetleriyle Rusya arasındaki ilişkiye küfretme gereği duyuyorlar. Doğal olarak gidip Azak Taburu gibi faşistlerin yanına oturuyorlar.

* * *

Kimlik siyaseti, bu ülkede pespaye biçimlerine kavuşuyor. Sol, kendisine ancak sağ kadar alan açıldığını biliyor. Hesabını buna göre yapıyor. Bu sebeple yol alamıyor. Yolu devrimcileştiremiyor. Sorumluluklarından kurtulmayı “özgürlük ve sosyalizm” diye pazarlıyor.

Ankara ahalisi, Sivas’tan gelen heyeti “bulaşık” kabul ediyor. Bu kelime, bir anlamda Bolşevik’e denk düşüyor. Çünkü Ankaralılar, gelen heyetin Bolşeviklerle müttefik olduklarına dair propagandadan etkilenmişler.

Söz konusu bulaşıklıkla mücadele, sadece sağın değil, solun da meselesi. Solun bir kesimi de Sovyetler’in terli elini kirli buluyor. Devlet ve devrim arasındaki gerilim, riskli kabul ediliyor. Solcular, gerilimin iki ucuna savruluyorlar. Ya devrimsiz devleti ya da devletsiz devrimi savunuyorlar. Kemalizm eleştirileri, burjuva ideolojisi ve devlet değil, Sovyetler’le kurulan ilişki bağlamında yapılıyor. Sovyetler, doğu despotizminin uzantısı olarak görüldüğü için, Kemalizm bu çerçevede ele alınıyor. Ona batılı bir ayar verilmek isteniyor. Liberallerin Kemalizm okuması ile sosyalistlerin Kemalizm okuması giderek örtüşüyor. Mustafa Kemal’den liberal veya sosyalist önder imal etme yarışı, devrimsizlikle ve sosyalizmsizlikle neticeleniyor.

Aynı çizgi, bugün Ukrayna savaşı ile ilgili tartışmalarda kendisini ortaya koyuyor. Despot Rusya, ilerlemenin, aydınlanmanın, modernleşmenin, demokrasinin düşmanı olarak takdim ediliyor. Bu anlamda Rusya, Kovid virüsünün yerini alıyor. Egemenler, pandemi sürecinde edindikleri tahakküm kurma imkânını yitirmek istemiyorlar. O liberallerin ve sosyalistlerin öve öve bitiremedikleri Batı, bugün Rus edebiyatını, müziğini, sporunu yasaklıyor. Sermaye ile ilişkili gördükleri her şeyin “tek sahibi biziz” diyorlar. 11 Eylül, 2005 Paris İsyanı, Pandemi ile birlikte yerleşikleşen baskı rejimi, sol eliyle meşrulaştırılıyor.

* * *

Özgürlük sermayeyle; eşitlik devletle ilişkilendiriliyor. Teorik, ideolojik ve politik düzeylerde sol içi tartışmalar bu düzlemde ilerliyor. 

Popper, “ben ömrüm boyunca eşitliğe karşı özgürlük için mücadele ettim” diyor. Gustave Le Bon, 1789’da emekçilerin, ezilenlerin asıl sloganının “eşitlik” olduğunu söylüyor, o kitleye karşı egemenlere akıl veriyor. Devrimci kalkışmaları “akıl hastalığı” olarak görüyor. O hastalığın tedavisi için devlete ve sermayeye reçeteler sunuyor.

Bugün pandemi sürecinde Popper ve Le Bon’un yerini solcular, sosyalistler aldı. CHP şahsında emperyalizmin önerdiği, istediği, dayattığı her şeyi bugün solcular, sosyalistler savunuyor. Asıl, bulaşıklığa onlar karşı.

Bulaşıklık, kirlilik, halkla, sınıfla, ezilenle ilgili. Bunların değdiği her şeyden arınmak istiyor solcular. Kendi özel sokaklarına, özel dairelerine, özel metaverse’lerine çekilmek istiyorlar. Tüm sorumluluklardan arınma konusunda tek bahane ise AKP! AKP’yi çok seviyorlar…

Küçük burjuva, arınıklığı, biricikliği, özel oluşu seviyor. Bolşeviklikten ve proleterlikten nefret ediyor. Egemenlerin sadece kendisine işaret ve işmar etmesini istiyor. Bunun için türlü taklalar atıyor. Halk, işçi ve ezilen düşmanlığı, bugün sol küçük burjuvazinin alamet-i farikası.

Eren Balkır
7 Nisan 2022

0 Yorum: