10 Nisan 2022

,

Başkan Gonzalo

Dünya genelinde “Başkan Gonzalo” olarak bilinen Manuel Rubén Abimael Guzmán Reynoso, 11 Eylül 2021 günü öldü. Birçokları, onun öldürüldüğünü söyledi.

29 yıldır tecritte olan Gonzalo, hapiste kaldığı süre boyunca her türden psikolojik ve fiziksel işkenceye maruz kalmış bir isimdi.

Ben, onun böylesi koşulların sonucu olarak öldüğünü düşünenlerdenim. Bir politik tutsak öldüğünde hatalı olan, her daim onu hapse tıkan devlettir. Devlet, Gonzalo’nun çift taraflı zatürre sebebiyle öldüğünü, bunun da Kovid’den kaynaklandığını iddia ediyor. Bu kadar iyi korunan bir mahkûma Kovid’in nasıl bulaştığı ise merak konusu. Tabii bu noktada aklıma Mumya Ebu Cemal gibi isimler geliyor. Bu tür tutsaklarda virüs, bir tür biyolojik silâh gibi kullanılıyor.

Gonzalo’nun yaşındaki bir kişi, Kovid’e direnemeyecek bir sağlık durumuna sahipti. Onu hapse tıkanlar, bu gerçeği tabii ki biliyorlardı.

Burjuva basını, Gonzalo’nun ölümü sonrası damlara çıkıp bağırmak için hiç vakit kaybetti: “Terörist katil öldü!”, “Maoist gerilla lideri hapishanede öldü” vs.

Jacobin gibi dergilerse alelacele oturup hakaret ve küfür yüklü saçma sapan yazılar döşendiler ve Gonzalo’nun kendisinin de “aşırılık” olarak gördüğü Lucanamarca Katliamı [1983’te kasabadaki 69 kişinin öldürülmesi olayı -ç.n.] ile Parti karşıtı ajitatör ve muhbir Maria Elena Moyano’nun cesedinin dinamitlenmesi olayını dillerine doladılar.

“Solcu” isimler bu türden, Gonzalo’nun da aşırılık olarak kabul ettiği olayları Peru Komünist Partisi’ni katillerden, sosyopatlardan ve yaptıklarından pişmanlık duymayan işkencecilerden oluşan bir çete gibi takdim etmek için kullanıyorlar. Tuhaf olan şu ki kimse, Fidel Castro öldüğünde onun altına imza attığı devrimci “aşırılıklar”den dem vurmuyor. Genelde solcular, Castro öldüğünde onun hatırası önünde eğilip Castro’ya övgüler dizmeyi tercih ettiler. Sadece kimi Troçkistler, sosyal demokrat gruplar veya Castro’ya “faşist” diyen bazı Maoistler onu lanetle andılar.

Hepimizin de bildiği gibi Batı Solu, eleştirel düşünme veya ideolojik ilkelere bağlılık gibi hasletlerden yoksun bir akım. Dolayısıyla Batı Solu, hep eklektik bir yığın ıvır zıvırla yetiniyor, bu yetinme hâli, onu nasıl oluyorsa iyi hissettiriyor, eylemsizliğini bu şekilde örtbas ediyor. Bu anlamda gösterdiği tepkilere zerre şaşırmamak gerek.

Gonzalo’nun ölümü, sosyal demokrat Pedro Castillo’nun iktidarının ilk cicim aylarını yaşadığı sırada gerçekleşti. Gençlik yıllarında PKP karşısında konum alan, gidip Peru devletine partiyle mücadele konusunda destek sunan, bu noktada uzun yıllar köylü milis (rondero) olarak çalışan Castillo, sosyal demokratların ve revizyonistlerin hüsnükuruntularının, bunun yanında, Fujimoricilerin dile getirdikleri boş lafların aksine, ne PKP’ye gizliden destek sunan biriydi ne de Marksist-Leninist’ti. O, aslında Latin Amerika’da seçim yoluyla iktidara gelmeyi hep bilmiş olan “Sol” popülistlerin solculuğu da şaibeli çizgisine mensuptu.

Seksenlerde Castillo PKP’nin düşmanıydı, şimdi de düşmanı. Castillo, Gonzalo’nun na’aşının yakılıp Pasifik Okyanusu’na savrulmasına bu sebeple izin verdi. Çünkü aklınca o, Gonzalo’nun hayaletinin ve ömrünü adadığı partinin dirilip kendisinin yandaş olduğu Peru devletini yıkmasına mani olmak istiyordu.

Üstelik bugün, bir yandan da Castillo türünden liderlerin komünist hareket için faydalı olup olmadıkları meselesini eleştirel süzgeçten geçirip yeniden muhakeme etmenin vakti. Bıçak kemiğe dayandığında, zora geldiklerinde böylesi isimler, genelde halkın asli çıkarları aleyhine hareket ediyorlar, gelirin eşit dağıtılması fikrine bile itiraz ediyorlar.

Castillo da hemen “teröriiist!” diye bağırıp duran koroya katıldı. Halkın dostu olsaydı, Gonzalo’nun na’aşının alınıp cenaze töreniyle yoldaşların omuzlarında taşınmasına ve partisinin doğduğu Ayakuço dağlarına gömülmesine izin verirdi.

Peki Gonzalo’nun yönettiği PKP hiç mi eleştirilmedi? Tabii ki eleştirildi. Güneşin altındaki her şey eleştirilir. Biz Marksistiz, varolan her şeyin eleştirilmesi ilkesine bağlıyız.

Ama tabii Mao’nun Stalin’in başta olduğu Sovyetler’e yönelik geliştirdiği ilkeli Marksist eleştiri ile komünist hareketleri ve mücadeleleri esasta olumlu gören Marksist eleştirmenlerimizin ilkesiz ve kötü niyetli eleştirileri arasında temel bir fark olduğunu görmek gerek.

Peru Komünist Partisi, iyi ki varoldu. Başkan Gonzalo, iyi ki ülkesinin içinde bulunduğu hâli derinlemesine inceledi. O, ülkesine ve halkına aşkla bağlıydı. Hayatını riske attı, kendi hürriyetini silâhın gücüyle kitleleri dönüştürmek, bu uğurda öğrencilerini örgütlemek için feda etti.

Bazı aşırılıkların altına tabii ki imza atıldı, bazı hatalar tabii ki yapıldı ama şunu da görmek gerekiyor: Gonzalo’nun ve hayatlarını birçoklarının “tarihin sonunun geldiğini” söylediği, “komünizm projesinin hükmünü yitirdiğini” iddia ettiği koşullarda bu proje için feda eden yoldaşlarının verdiği mücadele, komünizm davasına soluk oldu.

Kremlin’de dalgalanan o solmuş kızıl bayrağın yırtıldığı, Deng Xiaoping’in Çin’i emperyalizmin masal diyarına dönüştürdüğü koşullarda bazı yoldaşlar hainleri, faşist bir subayı, elindeki İncil’le halk içerisinde Amerikan propagandasına âlet olan bir rahibi veya CIA’in desteğini arkasına almış, ona muhbirlik yapan bir STK mensubunu halkın adaletiyle tanıştırmak için soğuk bir And gecesinde eylem saatinin gelmesini bekliyorlardı. PKP kadroları oturup beklemediler, ülkeyi eylemle dönüştürmeye cüret ettiler. İyi ki de ettiler.

Peru’daki mücadeleden ve orada elde edilen deneyimden çıkartılacak birçok ders var. PKP’nin yayınladığı eserlerin yanında ben, ayrıca Kenny Lake’in PKP’nin erken bir tarihte böylesi bir konumu nasıl alabildiği sorusunu ele alan “Gramsci ve Gonzalo” başlıklı makaleyi okumanızı öneririm. Bunun yanında, Lima’daki mücadelenin belirli bir kısmını ele alan “Düşmanlarımızın Ensesindeyiz” başlıklı yazı da okunmalı. Diğer önerdiğim yazı ise Filipinler Ulusal Demokrasi Cephesi’nin Gonzalo’nun ölümü sonrası kaleme aldığı yazı.

Revizyonistlerin ve tüm kötü niyetli isimlerin mide bulandırıcı bir huyları var. Bu insanlar, Filipinler söz konusu olduğunda “iyi Maoist”, Peru söz konusu olduğunda ise “kötü Maoist” kesiliyorlar. Neyse ki Cephe’nin kaleme aldığı yazı, bu duruma son verdi.

Biz hepimiz komünistiz ve içimizde tek bir “kötü” komünist bile yok. Halka hizmet yolunda eline silâh alan her komünist, iyi komünisttir. “Artık yeter” diyen her komünist iyidir.

Gonzalo da Huey Newton, Jose Maria Sison, Che vs. kadar iyi bir komünisttir. Kendisinin ve partisinin ortaya koyduğu eser, mirasımızın parçasıdır. Bu eser, tüm yönleriyle incelenmeyi hak etmektedir.

“Gonzalo Yoldaş, Marksizm-Leninizm-Maoizmi Peru ve başka ülkelerdeki devrimci mücadeleden çıkartılan derslerle zenginleştirmeye çalışmış bir proleter enternasyonalistti. O, çeşitli ülkelerde ulusal kurtuluş, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin mevziler ve zaferler kazanmasından başka bir şey istemedi, bu amaca hizmet etmek adına uluslararası planda yürütülen muhtelif çalışmalara tüm coşkusuyla katkı sundu. Başkan Gonzalo, Maoizmin ve halk savaşının önderi, Maoizmin her yerde geçerli olduğunu gür sesiyle dile getiren isimlerden biriydi. O, tüm dünya genelinde faaliyet yürüten yeni devrimci komünist kuşağı adına Maoizmi hem muhafaza etti hem de onu zenginleştirdi.

Başkan Gonzalo’daki Maoizm savunusu ve onun liderliğinde ilerleyen Peru devriminin ortaya koyduğu deneyim, Peru ve tüm dünyada sayısız ilericiye, devrimciye, sosyaliste ve komüniste ilham verdi. Bugün bu insanlar, Gonzalo Yoldaş’ın teorisini ve pratiğini incelemek için Marksizme, Leninizme ve Maoizme başvuruyorlar, bu bağlamda, ilgili teori ve pratiğin güçlü ve zayıf yanlarını, elde ettiği zaferleri ve yaptığı yanlışları, kazandığı mevzileri ve geri çekilmeye yönelik hamleleri inceliyorlar, bu inceleme esnasında devrimci mücadeleyi zafere taşımak adına esası hiç değişmeyen, biçimsel açıdan yeni olan koşullar dâhilinde çıkarttıkları derslerden yararlanıyorlar.”

Black Like Mao
19 Eylül 2021
Kaynak

0 Yorum: