Dünya
genelinde “Başkan Gonzalo” olarak bilinen Manuel Rubén Abimael Guzmán Reynoso,
11 Eylül 2021 günü öldü. Birçokları, onun öldürüldüğünü söyledi.
29
yıldır tecritte olan Gonzalo, hapiste kaldığı süre boyunca her türden
psikolojik ve fiziksel işkenceye maruz kalmış bir isimdi.
Ben onun böylesi koşulların sonucu olarak öldüğünü düşünenlerdenim. Bir politik tutsak öldüğünde hatalı olan, her daim onu hapse tıkan devlettir.
Devlet,
Gonzalo’nun çift taraflı zatürre sebebiyle öldüğünü, bunun da Kovid’den
kaynaklandığını iddia ediyor. Bu kadar iyi korunan bir mahkûma Kovid’in nasıl
bulaştığı ise merak konusu. Tabii bu noktada aklıma Mumya Ebu Cemal gibi
isimler geliyor. Bu tür tutsaklarda virüs, bir tür biyolojik silâh gibi
kullanılıyor.
Gonzalo’nun
yaşındaki bir kişi, Kovid’e direnemeyecek bir sağlık durumuna sahipti. Onu
hapse tıkanlar, bu gerçeği tabii ki biliyorlardı.
Burjuva
basını, Gonzalo’nun ölümü sonrası damlara çıkıp bağırmak için hiç vakit
kaybetti: “Terörist katil öldü!”, “Maoist gerilla lideri hapishanede öldü” vs.
Jacobin gibi
dergilerse alelacele oturup hakaret ve küfür yüklü saçma sapan yazılar
döşendiler ve Gonzalo’nun kendisinin de “aşırılık” olarak gördüğü Lucanamarca
Katliamı [1983’te kasabadaki 69 kişinin öldürülmesi olayı -ç.n.] ile
Parti karşıtı ajitatör ve muhbir Maria Elena Moyano’nun cesedinin
dinamitlenmesi olayını dillerine doladılar.
“Solcu”
isimler bu türden, Gonzalo’nun da aşırılık olarak kabul ettiği olayları Peru
Komünist Partisi’ni katillerden, sosyopatlardan ve yaptıklarından pişmanlık
duymayan işkencecilerden oluşan bir çete gibi takdim etmek için kullanıyorlar.
Tuhaf olan şu ki kimse, Fidel Castro öldüğünde onun altına imza attığı devrimci
“aşırılıklar”den dem vurmuyor. Genelde solcular, Castro öldüğünde onun hatırası
önünde eğilip Castro’ya övgüler dizmeyi tercih ettiler. Sadece kimi
Troçkistler, sosyal demokrat gruplar veya Castro’ya “faşist” diyen bazı
Maoistler onu lanetle andılar.
Hepimizin
de bildiği gibi Batı Solu, eleştirel düşünme veya ideolojik ilkelere bağlılık
gibi hasletlerden yoksun bir akım. Dolayısıyla Batı Solu, hep eklektik bir
yığın ıvır zıvırla yetiniyor, bu yetinme hâli, onu nasıl oluyorsa iyi
hissettiriyor, eylemsizliğini bu şekilde örtbas ediyor. Bu anlamda gösterdiği
tepkilere zerre şaşırmamak gerek.
Gonzalo’nun
ölümü, sosyal demokrat Pedro Castillo’nun iktidarının ilk cicim aylarını
yaşadığı sırada gerçekleşti. Gençlik yıllarında PKP karşısında konum alan,
gidip Peru devletine partiyle mücadele konusunda destek sunan, bu noktada uzun
yıllar köylü milis (rondero) olarak çalışan Castillo, sosyal
demokratların ve revizyonistlerin hüsnükuruntularının, bunun yanında,
Fujimoricilerin dile getirdikleri boş lafların aksine, ne PKP’ye gizliden
destek sunan biriydi ne de Marksist-Leninist’ti. O, aslında Latin Amerika’da
seçim yoluyla iktidara gelmeyi hep bilmiş olan “Sol” popülistlerin solculuğu da
şaibeli çizgisine mensuptu.
Seksenlerde
Castillo PKP’nin düşmanıydı, şimdi de düşmanı. Castillo, Gonzalo’nun na’aşının
yakılıp Pasifik Okyanusu’na savrulmasına bu sebeple izin verdi. Çünkü aklınca
o, Gonzalo’nun hayaletinin ve ömrünü adadığı partinin dirilip kendisinin yandaş
olduğu Peru devletini yıkmasına mani olmak istiyordu.
Üstelik
bugün, bir yandan da Castillo türünden liderlerin komünist hareket için faydalı
olup olmadıkları meselesini eleştirel süzgeçten geçirip yeniden muhakeme
etmenin vakti. Bıçak kemiğe dayandığında, zora geldiklerinde böylesi isimler,
genelde halkın asli çıkarları aleyhine hareket ediyorlar, gelirin eşit
dağıtılması fikrine bile itiraz ediyorlar.
Castillo
da hemen “teröriiist!” diye bağırıp duran koroya katıldı. Halkın dostu olsaydı,
Gonzalo’nun na’aşının alınıp cenaze töreniyle yoldaşların omuzlarında
taşınmasına ve partisinin doğduğu Ayakuço dağlarına gömülmesine izin verirdi.
Peki
Gonzalo’nun yönettiği PKP hiç mi eleştirilmedi? Tabii ki eleştirildi. Güneşin
altındaki her şey eleştirilir. Biz Marksistiz, varolan her şeyin eleştirilmesi
ilkesine bağlıyız.
Ama
tabii Mao’nun Stalin’in başta olduğu Sovyetler’e yönelik geliştirdiği ilkeli
Marksist eleştiri ile komünist hareketleri ve mücadeleleri esasta olumlu gören
Marksist eleştirmenlerimizin ilkesiz ve kötü niyetli eleştirileri arasında
temel bir fark olduğunu görmek gerek.
Peru
Komünist Partisi, iyi ki varoldu. Başkan Gonzalo, iyi ki ülkesinin içinde
bulunduğu hâli derinlemesine inceledi. O, ülkesine ve halkına aşkla bağlıydı.
Hayatını riske attı, kendi hürriyetini silâhın gücüyle kitleleri dönüştürmek,
bu uğurda öğrencilerini örgütlemek için feda etti.
Bazı
aşırılıkların altına tabii ki imza atıldı, bazı hatalar tabii ki yapıldı ama
şunu da görmek gerekiyor: Gonzalo’nun ve hayatlarını birçoklarının “tarihin
sonunun geldiğini” söylediği, “komünizm projesinin hükmünü yitirdiğini” iddia
ettiği koşullarda bu proje için feda eden yoldaşlarının verdiği mücadele,
komünizm davasına soluk oldu.
Kremlin’de
dalgalanan o solmuş kızıl bayrağın yırtıldığı, Deng Xiaoping’in Çin’i
emperyalizmin masal diyarına dönüştürdüğü koşullarda bazı yoldaşlar hainleri,
faşist bir subayı, elindeki İncil’le halk içerisinde Amerikan propagandasına
âlet olan bir rahibi veya CIA’in desteğini arkasına almış, ona muhbirlik yapan
bir STK mensubunu halkın adaletiyle tanıştırmak için soğuk bir And gecesinde
eylem saatinin gelmesini bekliyorlardı. PKP kadroları oturup beklemediler,
ülkeyi eylemle dönüştürmeye cüret ettiler. İyi ki de ettiler.
Peru’daki
mücadeleden ve orada elde edilen deneyimden çıkartılacak birçok ders var.
PKP’nin yayınladığı eserlerin yanında ben, ayrıca Kenny Lake’in PKP’nin erken
bir tarihte böylesi bir konumu nasıl alabildiği sorusunu ele alan “Gramsci ve
Gonzalo” başlıklı makaleyi okumanızı öneririm. Bunun yanında,
Lima’daki mücadelenin belirli bir kısmını ele alan “Düşmanlarımızın
Ensesindeyiz” başlıklı yazı da okunmalı. Diğer önerdiğim yazı ise
Filipinler Ulusal Demokrasi Cephesi’nin Gonzalo’nun ölümü sonrası kaleme aldığı
yazı.
Revizyonistlerin
ve tüm kötü niyetli isimlerin mide bulandırıcı bir huyları var. Bu insanlar,
Filipinler söz konusu olduğunda “iyi Maoist”, Peru söz konusu olduğunda ise
“kötü Maoist” kesiliyorlar. Neyse ki Cephe’nin kaleme aldığı yazı, bu duruma
son verdi.
Biz
hepimiz komünistiz ve içimizde tek bir “kötü” komünist bile yok. Halka hizmet
yolunda eline silâh alan her komünist, iyi komünisttir. “Artık yeter” diyen her
komünist iyidir.
Gonzalo
da Huey Newton, Jose Maria Sison, Che vs. kadar iyi bir komünisttir. Kendisinin
ve partisinin ortaya koyduğu eser, mirasımızın parçasıdır. Bu eser, tüm
yönleriyle incelenmeyi hak etmektedir.
“Gonzalo Yoldaş,
Marksizm-Leninizm-Maoizmi Peru ve başka ülkelerdeki devrimci mücadeleden
çıkartılan derslerle zenginleştirmeye çalışmış bir proleter enternasyonalistti.
O, çeşitli ülkelerde ulusal kurtuluş, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin
mevziler ve zaferler kazanmasından başka bir şey istemedi, bu amaca hizmet
etmek adına uluslararası planda yürütülen muhtelif çalışmalara tüm coşkusuyla
katkı sundu. Başkan Gonzalo, Maoizmin ve halk savaşının önderi, Maoizmin her
yerde geçerli olduğunu gür sesiyle dile getiren isimlerden biriydi. O, tüm
dünya genelinde faaliyet yürüten yeni devrimci komünist kuşağı adına Maoizmi
hem muhafaza etti hem de onu zenginleştirdi.
Başkan Gonzalo’daki Maoizm
savunusu ve onun liderliğinde ilerleyen Peru devriminin ortaya koyduğu deneyim,
Peru ve tüm dünyada sayısız ilericiye, devrimciye, sosyaliste ve komüniste
ilham verdi. Bugün bu insanlar, Gonzalo Yoldaş’ın teorisini ve pratiğini
incelemek için Marksizme, Leninizme ve Maoizme başvuruyorlar, bu bağlamda,
ilgili teori ve pratiğin güçlü ve zayıf yanlarını, elde ettiği zaferleri ve
yaptığı yanlışları, kazandığı mevzileri ve geri çekilmeye yönelik hamleleri
inceliyorlar, bu inceleme esnasında devrimci mücadeleyi zafere taşımak adına
esası hiç değişmeyen, biçimsel açıdan yeni olan koşullar dâhilinde
çıkarttıkları derslerden yararlanıyorlar.”
Black Like Mao
19 Eylül 2021
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder