25 Nisan 2022

,

Rosa Luxemburg

Yüce tuttuğum isimlerden biridir Rosa Luxemburg. O, hem cesur hem sevdalı hem de devrimci. Ondaki tutkulu aşk ve devrimcilik, Leo Jogiches’in şahsında birleşip vücut bulmuş. Rosa, aynı zamanda siyasetin sofuluk ve hayasızlık olmadığını kanıtlamış, ikisinin de siyaseti itibarsız kılma aracı olduğunu ortaya koymuş bir isim.

Nisyan iklimi galebe çalıyor yüzyılımıza. Tebcil ettiğimiz tek şey, değer yitimidir, eşyanın ve insanın eskimesidir. İçinde yaşadığımız şehir, kendisinin ebedi olduğunu söyleyip duruyor. Herkes, sınır bilmez rahatları ile ne kadar önemli olduğunu gazetelerdeki yeriyle tartıyor. Biz, sadece tek bir oyundan bahsedip duruyoruz: demokrasimizin gerçekleşmesi mümkün tüm sistemler içinde en iyisi olduğuna inanıyoruz.

Luxemburg da az çok böyle düşünüyordu. Proleter demokrasinin gerçekleşmesi mümkün tüm rejimler içerisinde en iyi rejim değildi elbette, ama onu kimse henüz tecrübe etmemişti.

Peki devrim artık yoksa devrimcilerden nasıl bahsedeceğiz? Onlar, o muhteşem kadın ve erkekler, hafızanın lanet ettiği kurbanlar mıdır?

Devrimciler, cesaret gibi ruhun birçok vasfını kendi şahıslarında cisimleştirmiş kişilerdir. Ölümünün arifesinde, Karl Liebknecht ile birlikte saklandığı, Berlin’deki bir mahallede bulunan o küçük evde Rosa şunları yazıyordu:

“1831’de, Paskeviç’in yağmacı askerleri Praga varoşlarına hışımla daldıktan sonra yağmacı askerlerinin Polonya’nın başkentini istila edip isyancıları katlettiği o yılda Bakan Sebastiani, Paris Temsilciler Meclisi’nde ‘Varşova'da artık düzen hâkim’ diyordu.

Ebert ile Noske’nin burjuva basını ve küçük burjuva ayaktakımının sokaklarda mendillerini sallayıp ‘Yaşasın!’ diye haykırarak karşıladıkları ‘muzaffer birlikler’in subayları da ‘Berlin’de düzen hâkim’ diyorlardı. […] ‘Varşova’da düzen hâkim!’ ‘Paris’te düzen hâkim!’ ‘Berlin’de düzen hâkim!’ […] Sizi gidi aptal dalkavuklar! Sizin ‘düzen’iniz kumdan kale. ‘Yarın devrim bir kez daha ayağa kalkacak, silâhlarını çekecek’ ve savaş davulları eşliğinde sizi dehşete düşürerek şu sözü haykıracaktır:

‘Vardım, varım, var olacağım!’ […]”[1]

Bu sözler, Rosa Luxemburg’un yeryüzündeki varlığını izah eden sözlerdi. Ertesi gün sosyalist savunma uzmanı Noske’nin komuta ettiği paramiliter örgüt Gönüllü Muhafızlar (Freikorps) üyesi bir askerin başına sıktığı kurşunla katledildi. Noske, kısa süre önce “biri var ki av köpeklerimizi salacağız üzerine” diyen kişiydi.

Aynı makalede Rosa tanıklığını şu şekilde aktarıyordu:

“Bu çatışmadan devrimci proletaryanın nihai zaferine ulaşması beklenebilir mi? Biz, Ebert-Scheidemann iktidarını yıkıp sosyalist bir diktatörlüğü kurma beklentisi içinde miydik? Bu soruyla ilgili tüm değişkenler titizlikle dikkate alındığı takdirde söz konusu soruya ‘Kesinlikle hayır’ cevabını verebiliriz. Devrim davasındaki zayıf halka, subayların kendilerini karşı-devrimci amaçlar doğrultusunda halka karşı kullanılmalarına hâlen daha imkân veren askerlerdeki politik hamlıktır. Bu bile tek başına mevcut konjonktürde devrimin kalıcı bir zafer elde etmesinin mümkün olamayacağının kanıtıdır. Diğer yandan ordudaki hamlıksa, Alman devriminin genel anlamda ham olmasına ait bir belirtidir.”

Takvim yaprakları bu satırlar yazıldığında 14 Ocak 1919 tarihini gösteriyordu. Rosa ve Karl Liebknecht 15 Ocak’ta katledildi. Onlarla birlikte Almanya da öldü ve başka bir Almanya doğdu.

Peki ama yaşamak neydi? İnsanın basit bir vasfı değil miydi?

“Polonya’da ve Almanya’da ortaya koyduğum devrimci pratiğe dönük tüm çalışmalarımda beni başarıya götüren asli ilke şuydu: Her zaman kendin ol.”[2]

Kendi olmak. İçinde kendisini sürekli yeniden üreten yaratıcı güçle uyumlu hareket eden Rosa Luxemburg, kendisiyle hiç durmadan kavga etti, yeniden başlayabilmek adına, eylemlerinde, polemiklerinde ve düşüncelerinde hep bir adım geri atıp ileri atıldı.

Rosa Polonyalı, dolayısıyla Rustu (çünkü Polonya, Çar imparatorluğu tarafından ilhak edilmişti), hem Almanya’da hem de Polonya’da ajitasyon çalışması yürüttü. Lehçesi Almancası ve Rusçası kadar iyiydi, aynı zamanda Fransızca, İngilizce ve İtalyanca metinleri okuyabiliyordu. Hep yabancı olmakla suçlandı. Politik ekonomi ve doğa bilimleri okuduğu İsviçre’de, hatta ailesinin yaşadığı Polonya’da bile kendisini oralı hissetmesine izin verilmedi. Almanya’da ise sürekli Yahudi kimliği hatırlatıldı kendisine.

Ortaokuldan mezun olduğu dönemde Marcin Kasprza üzerinden sosyalist fikirlerle tanıştı. Sayısız insanı örgütlemiş olan Kasprza, Rosa’nın ruhu üzerinde önemli bir tesir bıraktı.

Rosa, önce doğa bilimleri, ardından da ekonomi alanında önemli çalışmalar yapacağı Zürih’e gitti. Zürih, çok sayıda devrimci göçmenin, bilhassa Polonyalıların bulunduğu bir şehirdi.

Orada aynı kafadan insanlarla bir grup oluşturdu. “Eşdüzeyliler Grubu” ismini alan grupta Rosa’nın yanında Adolf Warszawski, Feliks Dzierzynski, Cesaryna Wojnarowska ve Leo Jogiches bulunuyordu. Jogiches’le birlikteliği ömrünün sonuna dek devam etti.

Bildiğimiz kadarıyla, dedikoduları hesaba katmazsak, üç adamı sevdi: Biri ismi pek anılmayan Leo Jogiches, birinin adı bilinmiyor, biri de Clara Zetkin’in oğlu. Seçici bir insan olan Rosa, faaliyetlerinin kıyaslanmasına hep karşı çıkan bir isimdi.

Leo Jogiches, politik açıdan mücadelenin içinde olan önemli bir simaydı. Bolşevik çizgisine mensup olmayan (Lenin’e karşı çıkan) bir tür Bolşevik olarak hiçbir zaman öne çıkmak istemedi, hep perde gerisinden kaldı. Gizli faaliyetler ondan sorulurdu.

Jogiches, Rosa’ya âşıktı, hem de özgürlüğünden feragat edecek kadar. Bu özelliği ve hiçbir şey yazmamış olması, onun kişiliğini görünmez kıldı. Politikaya mutlak bağlılıktan kaynaklanan bu özgürlükten feragat etme hâli ve ilgisizlik, çiftin bir arada yaşamasına da maniydi. Oysa Rosa, bunu çok istemişti.

Jogiches açısından devrimci olmak, yaşama pratiğinin o ihtişamına farklı bir anlam katıyordu. Muhtemelen yüz yıl sonra o, devrimin aristokratlarından biri olmakla suçlanacaktı. Çok zengindi, ketumdu, kibardı, fazla cesurdu, dik kafalıydı, haşindi, içki kaçakçıları dâhil kendisinin de ait olduğu, sanatına sahip çıktığı yeraltı dünyasında faal olan tüm insanların dostuydu.

Politika, onun için önemliydi. Grubun ruhu olan Rosa, o politikanın bir parçasıydı çünkü. Leo servetini Rosa için harcadı, çıkarttığı gazetelere para aktardı, ona destek oldu, kıyafetlerini o aldı. Ufak zevklerin adamıydı. Görünüşünü dert edinen Rosa, bir gün Jogiches’e yazdığı mektubunda “yarın konuşma yapacağım toplantı için hangi şapka uygun düşer?” diye soruyordu.

Jogiches Yahudi olsa da Yahudi olmakla pek ilgilenmiyordu. Rosa’ya ilham veren, onu eğiten Jogiches’ti. Bir seferinde kendisine yazdığı mektupta Rosa, tüm fikirlerini bir anda aktarmasını istediği için kendisinden özür diliyordu.

Rosa ve Liebknecht katledildiğinde, Alman Komünist Partisi’nin başına Jogiches geçti.

Leo, bilhassa 1860’ta yaşanan büyük pogromların, katliamların ardından Yahudilerin yaşadığı, işçi kenti Vilna’dan geliyordu. Katliamlar sonrası kırdan şehre kaçıp sığınan Yahudiler burada proleterleştiler. Jogiches, onları 18 yaşında örgütlemeye başladı. Rusça bilmeyen Leo, süreç içerisinde Yidce öğrendi.

Zürih’ten ayrıldıktan sonra Rosa ile birlikte çok şey yaptı. Polonya’daki partiyi kurdular. İşçilerin Davası isminde bir gazete çıkarttılar. Paris’te basılan gazetenin yayın yönetmenliğini Rosa üstlendi. Tüm makaleleri Rosa kaleme alıyor, altına farklı isimler yazıyordu. Bu süreç 1898’e dek devam etti.

Rosa sonra August Bebel, Paul Singer, Franz Mehring gibi isimlerle bağ kurdu. Sosyal Demokrat Parti’ye bağlı önemli gazetelerde çalıştı. Bernstein ardından Kautsky’ye saldıran yazılarıyla ün kazandı. Sonrasında başlığı her şeyi anlatan Reform mu Devrim mi? kitabını kaleme aldı. 1899’da saldırı sırası, parlamentarizme gelmişti. 1904’te Amsterdam’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kongresi’nde Jaurès, kendisini ağır bir dille eleştiren bir konuşma yaptı, Rosa bu konuşmayı büyük bir heves ve incelikle tercüme etti.

Ardından 1905 yılı gelip çattı. Rusya’daki devrimin bir yankısı olarak Rusya’ya bağlı Polonya ayaklandı. Leo, Polonya’ya geldi. 1905’te düzenlenen genel greve Leo ve Rosa birlikte katıldı. Burada Polonya Sosyal Demokrat Partisi’nin yayın organı Kızıl Bayrak’ı çıkarttı. Birlikte tutuklandılar. Rosa, kardeşinin ödediği 2000 ruble ile serbest kaldı. Leo ise sekiz yıl ağır hapse çarptırıldı, ama kaçmayı bildi.

Rosa, sonrasında Kitle Grevi, Politik Parti ve Sendikalar isimli çalışmasını kaleme aldı. Bu kitabında Rosa, genel grevle ayaklanmacı grevi seçim pratiği ile kıyasladı. Liebknecht ile birlikte 1915 yılında Spartaküs Birliği’ni kurdu. Birkaç kez hapse atılan Rosa, bir seferinde “imparatora hakaret ettiği” gerekçesiyle mahkûm edildi. Her seferinde içeri girerken sahip olduğu sakinliği ile çıktı.

Ufak tefek bir kadın olarak Rosa yazarken altına minder koymak zorunda kalıyordu. Bu koşullarda 1917 devrimi sonrası Rus Devrimi çalışmasını kaleme aldı. Sadece Leo ve Rosa, Almanya’daki politik ortama destek veriyor, onu savunuyordu:

“Geniş halk kitlelerinin kuracağı düzenin, basının hür ve prangasız olduğu, toplanma ve örgütlenme hakkının sınırsızca uygulandığı koşullar olmaksızın düşünülemeyeceğini, o tartışma götürmez hakikati herkes bilir.”[3]

Luxemburg’a göre hürriyet, proletarya diktatörlüğün “yaşamsal bir unsur”uydu.

Lenin, Bir Adım ileri İki Adım Geri isimli çalışmasını yazınca Rosa bu çalışmayı eleştirdi. Böylelikle ikili arasındaki polemik de başlamış oldu. 1914’te Rosa, savaşa destek veren sosyalistlerle ve Kutsal Birlik ile mücadele içine girdi. Prusyalıların eğittiği subayları ve onlar arasında açığa çıkan yolsuzlukları eleştirdiği için bir yıl hapis yattı. 1915’te hapishanede Junius Broşürü’nü kaleme aldı.

Rosa öldürülene dek hedefe kitlenmiş bir mızrak gibi yaşadı hayatı. Devrimci politikaya ve hayata aşkla bağlı olan Rosa, Jogiches’i de tutkuyla seviyordu. Hayata ve politikaya duyduğu sevgi, onu modern tarihte nadir görülen bir isim hâline getirdi.

Rosa, düşmanlarının “şirret kadın” olarak andığı bir kişilikti. İki ilham perisi vardı; biri mutluluk, diğeri devrim. Rosa Luxemburg’da gizem, sınır tanımaz bir yolculuktu.

Leo Jogiches’e gönderdiği mektuplar, sıradan aşk sözcüklerini değil, politik raporları ve Bernstein ile Kautsky gibi isimlerle yürütülen tartışmalarla bağlantılı sözcükleri içeriyordu. O mektuplarda Lenin’den bahsediliyor, Alman sosyal demokrasisinin taktikleri tartışılıyor, örgütün görevleri üzerinde duruluyor, Polonya Krallığı ve Litvanya’daki sosyal demokrat faaliyet ele alınıyordu. Mektuplar, “aşkıma, benim biricik sevdama” diye bitiyordu. Mektuplar da Rosa’nın hayatına benziyordu: “Bahar için şu ceketi alsan mı ne dersin?” türü sorularla bezeliydi.

“Kitle” anlayışı, onun kişisel pusulasıydı.

Rosa, nesnel duruma iman etmezdi. Tek hesaba kattığı şey, kişisel veya öznel güçtü. Kitleler, devrimci düşüncenin suretiydi.

Savaşa karşı isyanların yaşandığı gerçeklikte, 1918 yılında, işçi ve asker konseylerinin kurulduğu koşullarda imparator tahttan indirildi. Almanya’da cumhuriyet ilân edildi. Aynı gün ilân edilen diğer bir cumhuriyet de Liebknecht ve Rosa’nın cumhuriyetiydi.

Sosyal demokrat parti iktidarı ele geçirdi. Liderlerinden biri olan Ebert, gözü pek Spartakistlerin imha edilmesinin şart olduğunu söyledi. Bunun üzerine, sosyalist bakan Noske liderliğinde bir Gönüllü Muhafız Alayı kuruldu. Bolşevizmle mücadele etmek amacıyla kurulan bu alayın mirasına sonrasında Nazizm sahip çıktı.

Berlin’de sosyalistlerden ve bağımsız isimlerden oluşan bir ekip, hükümette çoğunluğu teşkil eden sosyalistleri devirip iktidarı almak istedi. Berlin Komünü denilen süreç böylece başladı. Rosa o günlerde, “Spartaküs Birliği, hükümet çalışmalarına katılma fikrine karşı çıkmaktadır. Spartaküs Birliği, aynı zamanda hükümete girme fikrine de karşı çıkmaktadır. Spartaküs Birliği, proleter kitlenin büyük çoğunluğunun bu yönde, açık, yalın ve muğlaklığa izin vermeyecek netlikte bir istekte bulunması dışında, hiçbir şekilde hükümet olmayacaktır” diye yazıyordu.[6]

Hapishaneden çıkan ve ayaklanmaya karşı olan Rosa, ilk gününden itibaren ona destek oldu. Gönüllü Muhafız Alayı, Rosa’nın peşine düştü. Rosa ve Liebknecht’in başına ödül kondu. Her gece farklı evlerde kalındı. 12 ve 13 Ocak günleri Neukölln mahallesinde işçilerin oturduğu bir binada kaldılar. Ertesi günü ise Wilmersdorf’ta bir burjuva ailenin evinde geçirdiler. Orada son yazılarını kaleme aldılar. 15 Ocak günü saat akşam dokuzda askerler geldi. Migreni olan Rosa o sırada yatakta yatıyordu. Elindeki küçük bir bavul ve birkaç kitap, ayrıca iyimserliği ile evden ayrıldı. Askerler, Liebknecht ve Rosa’yı Eden isminde bir otele götürdüler. Rosa, birinci katta tutuldu. Burada Yüzbaşı Pabst tarafından sorgulandı. O sırada, cinayetle suçlanan hafif süvari eri Runge, otelin giriş kapısının yanında ayakta duruyordu. Runge, Rosa’nın başına tüfeğinin dipçiğiyle vurdu. Yere yuvarlanan Rosa, sürüklene sürüklene bir arabaya bindirildi. Bir tapınakta başına sıkılan kurşunla katledildi. Cesedi Landwehrkanal ismindeki kanala atıldı. Liebknecht ise aynı gün Eden Oteli’nin yakınlarında öldürüldü.

Rosa Luxemburg’un ölümüyle birlikte gizlilik uzmanlığını ömrü boyunca konuşturmayı bilmiş olan Jogiches ortaya çıktı. Lenin’e bir telgraf yazan Jogiches, hiç tanışmadığı bu isme şunu söyledi: “Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht son devrimci görevlerini ifa etti.” Kendisine kaçmasını söyleyen Radek’e şu cevabı verdi: “En azından bizim mezar kitabelerimizi yazmak için birilerinin burada kalması gerek.”

Rosa’nın yazılarından kalanları güvenli bir yere sakladıktan sonra katillerinin peşine düşen Leo, Berlin’i karış karış dolaştı. Bu sırada yakalandı. Bir polisin sıktığı, sırtına saplanan kurşun ölümüne neden oldu.

Rosa ve Liebknecht’in katilleri sonrasında yargılandılar. Er Runge, “cinayet teşebbüsü” sebebiyle iki yıl iki haftaya mahkûm edildi. Rosa’nın öldürüldüğü gün görevli olan Yüzbaşı Vogel ise cesedi rapor etmediği, onu yasadışı yollardan ortadan kaldırdığı için dört ay ceza aldı.

Natacha Michel
5 Mart 2021
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Bkz.: Rosa Luxemburg, “Order Prevails in Berlin,” Ocak 1919, MIA. Türkçesi: “Berlin’de Düzen Hâkim”, İştiraki.

[2] Bkz.: Rosa Luxemburg’un Leo Jogiches’e gönderdiği 1 Mayıs 1899 tarihli mektup, The Letters of Rosa Luxemburg içinde, yayına hazırlayan: Georg Adler, Peter Hudis ve Annelies Laschitza, çev. George Shriver (Londra: Verso, 2011).

[3] Bkz.: Rosa Luxemburg, The Russian Revolution, çev. Bertram Wolfe (New York: Workers Age Publishers, 1940), 5. Bölüm.

[4] Daha fazla ayrıntı için bkz.: J.P. Nettl, Rosa Luxemburg, Cilt 2 (Londra: Oxforward University Press, 1966), s. 484-92.

[5] Bkz.: Rosa Luxemburg, Comrade and Lover: Rosa Luxemburg’s Letters to Leo Jogiches, yayına hazırlayan ve çeviren. Elzbieta Ettinger (Londra: Pluto Press, 1981).

[6] Rosa Luxemburg, What Does the Spartacus League Want?, Aralık 1918, MIA.

0 Yorum: