Rosa Luxemburg etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rosa Luxemburg etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2023

,

Boş İşler


O kan gölünün ve katledilmiş “Spartakistler”in cesetlerinin arasında uzanan harabelerin üzerindeki duman henüz daha kalkmamışken, “düzen”in kahramanları, yeni kurdukları yönetimin etrafına alelacele siperler kazdılar. Ebert hükümeti, kendi iktidarını takviye etmeye dönük coşkulu çabası ve enerjisiyle yola koyuldu. O, bundan böyle ülkeyi süngüyle yönetecek. Sezar gibi Ebert de muhafızlarını resmi geçitte yürütüyor, sonra da o askerlere hitap ediyor. Berlin sokaklarını ölü ve yaralıların kapladığı günlerde Ebert, hükümeti adına cesur askerlerine şükranlarını iletiyor ve onlara ulusal meclisi silâh zoruyla koruma görevi veriyor.

Ocak ayının 11’inde “yüce komutan” Noske, o herkesin bildiği, Hindenburg, von Kessel ve Hohenzollern rejiminin tüm görevlilerinin derlediği istihbarat bilgilerine başvurdu: “Doğuda ellerinde tabancalar, arabalara doluşmuş onca Spartakist, tek tek evleri yağmalıyor. Ortada politik bir hareket olduğunu söylemek yanılgı olur. İsyanın yegâne amacı, hırsızlık ve yağma.” Hükümetin sabrı tükeniyor, şimdi artık “ağır topçu birlikleri” ve makineli tüfekler sözünü söyleyecekler. Bu eli kanlı küstah siyasetçi, sözünün sonunda şunu söylüyor. “İşçi sınıfı, hep birlikte Spartakist Birliği’ne karşı çıkmalıdır.”

Scheidemann gibiler, iktidarlarını bu şekilde, karşı-devrimci ordunun maddi yardımıyla, burjuvazinin manevi desteğiyle ve devrimci Berlin işçilerinin cesetleri üzerinde tesis etmek istiyor.

Ne var ki bu hesaplamada bir hata var. Bugün elini kire bulaştırmadan Ebert ve Scheidemann’a yardım eden ordu ve burjuvazi, kan döke döke topladıkları mahsulün tadına varmak istiyor. Bu unsurlar, “sosyalist” hükümete sahte sosyalizm bayrağını sallayıp proleter kitleleri sıkı bir kontrol altında tuttuğu, “manevi” etkileri aracılığıyla devrimi ve sosyalizmi boğabildikleri sürece destek sunarlar. Fakat gelgelelim o büyü bozuldu. Geçen hafta Ebert hükümeti ile devrim arasındaki mesafe iyice açıldı. Bugün artık tüm çıplaklığıyla görülüyor ki Ebert ve Scheidemann, ülkeyi ancak süngüyle yönetebilir. Fakat mesele eğer buysa, o süngü, ülkeyi Ebert ve Scheidemann olmadan da yönetecektir. Bugün burjuvazi, kılıcın diktatörlüğünü açıktan ilân etmeye hazırlanıyor, amacı, eski “düzen”i tümüyle yeniden tesis etmek. Tägliche Rundschau, gazetesi şunu yazıyor: “İsyancılar askeri mahkemeye çıkartılmalı, sonrasında hapse atılmalı. Biri bile dışarıda kalmamalı. Ülkenin her bir karış toprağında asayiş yeniden tesis edilmeli. 9 Kasım’dan beri ortalıkta görünmeyen polis, yeniden eski düzeyine ve önemine kavuşmalı, polis gücü, tekrar silahlandırılıp gerekli tüm yetkilere kavuşturulmalı.”

Noske’nin muhafızlarının lideri Albay Reinhardt da sıkıyönetim ilân edeceğini söylüyor. “Ben askerim ve tek başına karar alacağım” diyen Reinhardt, kimseden, hatta hükümetten bile emir almaya ihtiyaç duymadığını söylüyor. Üçüncü Muhafız Alayı kendi sorumluluğu üzerinden Ulusal Meclis’i silâh zoruyla bizatihi meydana getirmeye kararlı olduğunu açıkça dillendiriyor. Berlin ve kenar mahallelerinde subaylar, keyfi bir tutum içerisinde, kendi sorumlulukları kapsamında insanları gözaltına alıyorlar.

Bu sebeple, karşı-devrimci subay kolordusu, Ebert hükümetine karşı başkaldırıyor ve tüm gidişatın aksi yönde bir seyir içerisinde olduğunu herkesin bilmesini sağlıyor: Ebert ve Scheidemann, sobanın üzerindeki burjuvaziye ait kestaneleri topluyor. Burjuvazinin “sosyalist” hükümeti devrimci işçilerin elinden kurtarmak zorunda kalması durumunda o vakit oyun sona erer ve burjuvazi, ortada herhangi bir sebep dahi olmadan, Ebert ve Noske gibi iki yeni siyasetçisi yerine kılıcın diktatörlüğü için ellerinde daha mahir adaylar olduğunu düşünür.

Bir de üçüncü taraf var: Haase partisi, “tüm sosyalist eğilimler”i içeren bir koalisyon hükümeti kurmak için mevcut krizi kullanmaya çalışıyor. Bu politika, Haase’nin devrimin tüm iç çelişkilerini ayrımların görünmediği bir çorbanın içinde boğmaya dönük gizli politikasıyla uyumlu. Söz konusu politika, tüm çelişkileri gizlemeyi, iğrenç bir taviz siyaseti dâhilinde kitlelerin kavgaya yönelik enerjilerini yok etmeyi amaçlıyor. Buna göre sahne, sadece “tavizde bulunan” Ebert, Scheidemann, Landsberg ve Noske gibi isimlere kalmalı. Scheidemann’ın politikaları yürürlükte kalmalı, sadece personel değiştirilmeli, böylelikle “tüm sosyalist eğilimler”, bu personelle ortak bir hükümet kurmalı.

Bugün katledilen proleterlerin cesetleri ve Scheidemann gibilerin kan üzerine kurulu sefahat âlemleri karşısında “Spartakistler”in öfkesi, on kat arttı, bugün onlar, yumruklarını o sefil uzlaşma siyasetini benimseyip devrim davasına ihanet edenlerin karşısında sıkıyorlar. Haase ve etrafındaki isimlerin “tüm sosyalist eğilimler”in oluşturacağı koalisyon hükümetine dair boş sözleri, gerçekte Scheidemann ve Bağımsızlar’dan oluşan eski o bilindik ikilinin pratikte yeniden sahneye çıkmasından başka bir şeye denk düşmüyor. Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi’nin (USPD) pratikte “birleşme süreci” konusunda yaptığı en önemli şey, Ebert-Haase hükümetini personeldeki değişiklikle birlikte yeniden diriltmekti. Ebert ve Scheidemann, USPD’nin gazetesi Freiheit’ta hasımlarına yönelik dillerini sertleştirdikçe, bu yalandan gerçekleştirdikleri bombardıman, partinin rezil bir biçimde çöküşe sürüklenmesine neden oldu. Yaşadıklarından çıkarttığı onca derse ve 28 Aralık günü Scheidemann gibilerle kurduğu ortaklıktan ayrılmak zorunda kalmasına karşın parti, bugün yeni şirket yöneticileri idaresinde, bu yeni düzene geçiş yapmak istiyor.

Bu anlamda, mevcut kriz, üç seçeneğin gündeme gelmesine neden oluyor:

* Ebert ve Scheidemann, burjuvazinin süngülerinin desteğini alarak, statükoyu sürdürmek ve iktidarlarını muhafaza etmek istiyor.

* Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Parti, kimi isimleri değiştirerek, 9 Kasım’da yaşanan gelişmeye, Ebert-Haase hükümetine geri dönmek istiyor.

* Son olarak, burjuvazi ise 9 Kasım öncesi döneme, kılıcın o aleni diktatörlüğüne geri dönmek istiyor.

Tüm bu seçenekler ve ilgili kişilerin ortaya koyduğu tüm çabalar boş, çünkü bu çabalar, miadını doldurmuş, artık geride kalmış tarihsel aşamaları temel alıyorlar. Devrim yolu, gerisin geri 9 Kasım’a döndürülemez, çevrilemez, hatta 9 Kasım’dan önceki o muhteşem döneme bile geri dönülemez. Ayrıca açmaza sürüklendiği koşullarda Ebert’in saltanatının altındaki toprağın kaymaması imkânsız.

Geçen haftaki kriz, kendisine karşı olan unsurlar attığı her adımı takip ediyor olsa da, devrimin içteki gücüyle ve mantıksal gelişimiyle proletaryayı iktidarı fethetmeye itmesi, sosyalizmin gerçekleşme imkânı bulması sebebiyle belirli bir politik öneme ve tarihsel içeriğe sahiptir. Devrime karşı olan bu unsurlar, kaba güçle belirli bir süre üstünlük sağlasa bile, gelişme sürecinin akışını durduracak, devrimin zafer yürüyüşüne mani olacak güçten yoksundurlar.

Bu gerçeğin en yalın yansıması, bu haftanın yıkıntıları üzerinde hiçbir seçeneğin yaşama şansının bulunmuyor oluşudur. Yarın ya da ertesi gün kriz ne tür bir sonuç üretirse üretsin, ona ne tür bir çözüm bulunursa bulunsun, atılacak tüm adımlar geçici ve boş olacaktır. Bırakalım makineli tüfeklerin o çıplak gücü veya USPD’nin kitleleri aldatmayı öngören planı galebe çalsın, en kısa sürede devrimin o ilkel gücü, yani ekonomik mücadeleler, tüm bu oyunlara bir son verecektir.

Devrim, emekle sermaye arasındaki genel hesaplaşma denilen temel meseleyi tekrar tekrar ön plana çıkartacak. Bu hesaplaşma, iki can düşmanı arasında dünya tarihi boyunca yaşanan çatışmayla ilgilidir ve bu çatışma, ancak göğüs göğse yaşanan, bu iki düşmanın birbirlerinin gözlerinin içine baktığı uzun bir iktidar mücadelesi dâhilinde çözüme kavuşturulabilir.

Devrim, yorulmak nedir bilmeden, günbegün yürüttüğü çalışmaya yeniden başladığı vakit, son dönemin tanık olduğu yıkıntılar ve ceset yığınları, az çok ortadan kalkmış olacak. “Spartakistler”, geçmişte belirledikleri ve zihinlerine mıh gibi çaktıkları gayeleri doğrultusunda yollarını yürümeye devam edecekler. Biliyoruz, her hafta toprağa verdiğimiz yoldaşlarımızın sayısı artıyor, ama bir yandan da destekçilerimizin sayısı da yüz kat artıyor. Savaş koşullarında yürürlükte olan sıkıyönetimde yoldaşlarımız zindanları ve hapishaneleri doldurdu. Ebert ve Scheidemann’ın “sosyalist” hükümetlerinde ise Friedrichshain Mezarlığı’ndaki çukurları dolduruyorlar. Buna karşılık, proletarya, büyük kitleler hâlinde, kararlılıkla sürdürülen devrimci mücadelenin bayrağı altında toplanıyor. Bugün “birlik” palavrasının ve demagojik gevezeliklerin iğvasına kapılan, bunlara esir olan insan sayısı artık çok az. Bu da demek oluyor ki yakın dönemde yaşanmış hayal kırıklıkları ve gözlerdeki perdenin kalkmasına neden olan gelişmelerin ardından yarın proleter kitleler, taviz nedir bilmeyen, yalpalamayan, yüzleşeceği düşmanların ve tehlikelerin sayısına takılmayan, sağa sola bakmadan tarihin çizdiği yolu zafere dek yürüyen partiye daha sıkı ve daha büyü bir inançla sarılacaklar.

Rosa Luxemburg
13 Ocak 1919
Kaynak

15 Ağustos 2022

, ,

Luxemburg’un Burjuva Feminizmi Eleştirisi

Luxemburg’un Burjuva Feminizmi Eleştirisi

ve İlk Dönem Toplumsal Yeniden Üretim Teorisi


Sermaye Birikimi

Luxemburg, “kadın sorunu” konusunda çok fazla metin kaleme almadı.[1] Ama bu onun çalışmalarının feminist devrimci tarihin dışında tutulması gerektiği anlamına gelmiyor. Bilâkis, Luxemburg’un çalışmaları, bilhassa onun politik ekonomi eleştirisi, ilerici feminist politikanın ve kadınların özgürleşmesi mücadelesinin tarih boyunca yaşadığı gelişme ve bugünkü hâli için önemli bir dizi referans noktası sunuyor. Luxemburg’un “kadın sorunu” konusunda yazdığı makaleler ve Sermaye Birikimi’nde yer alan bir dizi tez üzerinden Luxemburg’un teorisini bir adım öteye taşıyalım ve “Luxemburgcu feminizm mümkün müdür?” sorusunu soralım. Ayrıca Luxemburg’un burjuva feminizmini nasıl eleştirdiği üzerinde duralım.

Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde, on beş yıllık hazırlık sürecinin ardından, Rosa Luxemburg, Sermaye Birikimi isimli çalışmasını kaleme aldı (Berlin 1913). En kapsamlı teorik eseri ve Marksist ekonominin en özgün, en yararlı örneği olarak Sermaye Birikimi: Emperyalizmin Ekonomik İzahına Katkı, Luxemburg’un 1906-1916 arası dönemde Alman Sosyal Demokrat Parti’ye bağlı okulda verdiği politik ekonomi derslerine hazırlanırken kaleme aldığı Politik Ekonomiye Giriş isimli çalışmanın devamı idi.[3] Özetle, Sermaye Birikimi, kapitalist tekelleşme sürecinin, kapsamı genişlemiş olan yeniden üretimin ve emperyalizmin mevcut koşullarını bilimsel açıdan inceleyip açıklamanın bir yolunu ortaya koyuyor, bu açıklama dâhilinde, kapitalist uzam ile kapitalizm dışı uzam arasındaki dinamik ilişkiyi dikkate alıyordu. Luxemburg’un tespitine göre, Marx sermayeyi uzamsal açıdan belirleyen unsuru ihmal etmiş, ondaki sermaye eleştirisi sadece “zaman”a odaklanmış, yani, kapitalist yeniden üretimin iç dinamiklerinin zamansal boyutunu ele almıştı. Buna karşılık Luxemburg ise sermayenin kendisine dışsal olan, kapitalizm dışı katmanları tüketme güdüsünden müteşekkil olan özünü ortaya koymaya çalışıyordu.[4] Luxemburg’un amacı, kapsamı genişlemiş yeniden üretim teorisini ve analizin sadece zamansal değil, uzamsal boyutunu da içeren klasik ekonomi eleştirisini dillendirmekti. Kapitalist birikimin uzamsal sınırlarını tayin eden unsuru Peter Hudis “uzamsallığın diyalektiği” olarak adlandırdı.[5]

Marx’taki tutarsızlıkları dillendirdiği, Kapital’in ikinci cildinde kapsamı genişlemiş yeniden üretim süreci ve birikim meselesine yönelik yaklaşımındaki “kusurlar”ı ortaya koyduğu için hem dostları hem de düşmanlarınca sert bir biçimde eleştirilen Luxemburg[6], Sermaye Birikimi ile ilgili eleştiriler konusunda Franz Mehring’e yazdığı mektupta şunları söylüyordu:

“En genel manada ben, kitabın kısa vadede dirençle karşılanacağının pekâlâ farkındaydım. Maalesef bugün bizdeki teoriye galebe çalan ‘Marksizm’, keçi güden ihtiyar amcalar misali, kırıntı da olsa her türden yeni fikirden korkuyor. Ben de çalışmayı kaleme alırken öncelikle mücadele konusunda daha yapılacak çok şey olduğu gerçeğini dikkate aldım.”[7]

Lenin, Luxemburg’un “Marx’ı tahrif ettiğini” söyledi[8]. Luxemburg’un kitabı, o Alman Sosyal Demokrat Partisi içerisindeki revizyonist eğilimlerle kıyasıya mücadele etmiş olmasına karşın, “Marx’ı revize eden bir çalışma” olarak yorumlandı. Marx’ı “düzeltip” sosyalist ilkeleri, devrimci eylemi ve enternasyonalizmi çöpe atan oportünist akıma ve “taklitçi” unsurlara örgütlenmiş sosyal demokratlara karşı duran Luxemburg, ekonomik hayatın içerisinde yeni ortaya çıkan olguları ve derinleşen ekonomik krizi açıklamak ve bunlara doğru cevaplar sunmak amacıyla, canlı bir Marksist fikriyatı ısrarla savundu. Politik örgütlenme, devrimci felsefe, milliyetçilik veya militarizmle ilgili çalışmaları sıklıkla analize tabi tutulurken, nedense politik analizi, ekonomi teorisi ve geride bıraktığı miras pek fazla ele alınmadı.[9] Ingo Schmidt’in ifadesiyle: “Solcular, Luxemburg’un politikaya odaklanmış çalışmalarıyla ilgilenirken, ekonomiyle ilgili çalışmalarına pek fazla zaman ayırmadılar.”[10]

Her ne kadar Sermaye Birikimi, yayınlanması sonrası Sosyal Demokrat Parti içerisindeki oportünist reformist ve revizyonist unsurların, ayrıca Kautsky türünden ortodoks Marksistlerin ağır eleştirilerine maruz kalsa da Luxemburg’un görünüşe göre Marksizmi şüpheli bulunduğu için eleştirilen tek çalışması bu değildi. Bu eleştiriler, çoğunlukla onun eserlerinin itibarını ortadan kaldıracak ucuz psikolojik ve muhafazakârlığı doğallaştıran laflar ile dile döküldü, ayrıca Luxemburg’un çalışmalarının Marksist metinlere aşina olmadıkları, içerik olarak acemice oldukları iddia edildi. Bu tür bir eleştirinin en güzel örneğini Der proletarische Sozialismus [“Proleter Sosyalizm”] isimli çalışmasında Werner Sombart veriyor:

“En öfkeli sosyalistler, en güçlü hınçla yüklü olanlardır. Bu, olağan bir durumdur. Ruhu zehirli, gözlerini kan bürümüş bir kişi olarak Rosa Luxemburg’daki hınç dört kat daha fazladır: Çünkü o hem kadın, hem yabancı hem Yahudi hem de topaldır.”[11]

Alman Komünist Partisi içerisinde bile Luxemburg, “Komintern’in frengisi” olarak anılıyordu. Hatta Weber, bir keresinde onu “hayvanat bahçesine ait bir kişi” olarak nitelemişti.[12] Dunayevskaya’nın bu değerlendirmelerin yapıldığı döneme ilişkin tespiti şu şekilde:

“Artık zehirli bir hâl almış olan erkek şovenizmi, tüm partiye sızmıştı. Gerçek feminist olduğuna dair mitin gölgesinde yaşayan, Kadın ve Sosyalizm kitabının yazarı August Bebel ve tüm Enternasyonal’in asıl teorisyeni olan Karl Kautsky’de bile bu şovenizmin izleri mevcuttu.”[13]

Dunayevskaya’nın cinsiyet temelli toplum analizinde aynı zamanda Victor Adler’in August Bebel’e yazdığı mektubun Luxemburg ile ilgili kısmına da yer verilmiş:

“Dili zehirli olan bu kaltak, henüz o kadar da zarar verebilmiş değil, çünkü bir maymun [blitzgescheit] kadar zeki olsa da onda sorumluluk duygusundan eser yok ve aynı zamanda yegâne dürtüsü, neredeyse tüm varlığını ele geçirmiş olan, kendisini haklı çıkartma arzusu.”[14]

Burada görüldüğü kadarıyla, önde gelen kadınlara saldırırken muhafazakârların başvurduğu politik taktiklerden yararlanılıyor, bu anlamda, Luxemburg’un çalışmaları, biyolojisi, kadın oluşu üzerinden çöpe atılıyor. Sermaye Birikimi kitabının teorik ve yarı teorik eleştirilerinde Luxemburg’un kadın teorisyen, öğretmen ve devrimci olarak edindiği tecrübe dikkate alınıyor.

Luxemburg’un asarı, feminist açıdan nadiren analize tabi tutuldu. Feministler, Sermaye Birikimi ile pek fazla ilişki kurmadılar.[15] Onun çalışmalarını yorumlayan feministler ise genelde onun kişisel hayatını ele aldılar, teorisine nispeten az temas ettiler.

Luxemburg’un “kadın sorunu” konusunda pek kalem oynatmamış olması, ondaki feminizmin sadece kişisel hayatı ve kişisel ilişkileri düzeyinde yorumlanmasına katkıda bulundu. Kişisel hayat ve kişisel ilişkiler önemli konular olsa da tarih çalışanların kadını ve tecrübelerini görmezden gelmesine neden olabiliyorlar. Bu noktada şu soruyu sorup, cevabını vermeye çalışalım: Luxemburg’un “kadın sorunu”nu ele alan az sayıdaki metni ve konuşması, ondaki feminizm konusunda bize neler söylüyor?

Luxemburg’un Burjuva Feminizmi Eleştirisi

Luxemburg, kendisini sadece kadın işçi gruplarını örgütlemeye adamış biri değildi. Bu alandaki çalışması, genellikle perde arkasında faaliyet yürüttüğü için gölgede kaldı. Çalışma hayatının kadın kurtuluşu için önemini ve zorluklarını anlayarak, sosyalist kadın hareketinin örgütsel çalışmalarını hararetle destekledi. Desteğini genellikle yakın arkadaşı Clara Zetkin ile işbirliği yaparak gösterdi. Zetkin’e yazdığı mektuplardan birinde, kadın hareketine ne kadar ilgi duyduğunu, bu hareketin çalışmalarından heyecan duyduğunu görebiliyoruz: “Kadın hareketiyle ilgili o uzun mektubu bana ne zaman yazacaksın? Hatta kısacık bir mektup bile olur, rica ediyorum senden!”[16]

Kadın hareketine olan ilgisiyle ilgili olarak, bir konuşmasında şunları söylüyordu: “Yoldaş Zetkin'in bu iş yükünü hâlâ omuzlayabildiğine hayret ediyorum.” [17] Son olarak, kendisini nadiren feminist olarak kabul etmesine rağmen, Luise Kautsky'ye yazdığı bir mektupta şöyle yazmıştı: “Kadın konferansı için mi geliyorsunuz? Bir düşünsenize, bir bakmışsınız feminist olmuşum!”[18]

“Perde gerisinde” kadın çalışması yürüten, “kadın sorunu”na özel olarak ilgi gösteren Luxemburg, kadın hareketinin yüzleştiği sınıf sorunuyla ilgili açık bir tartışmaya girişti. 1912’de “Kadınların Oy Hakkı ve Sınıf Mücadelesi” başlıklı konuşmasında Luxemburg, burjuva feminizmini eleştirdi ve iddialı bir şekilde şu cümleleri sarf etti:

“Monarşinin kendisi ve kadınların haklarından yoksun olması durumu, egemen kapitalist sınıfın en önemli araçları hâline geldi. […] Konu, burjuva hanımların oy vermesi olsaydı, bekleneceği üzere kapitalist devlet, gericiliğe etkin bir biçimde destek sunardı. ‘Erkeklerin ayrıcalıklarına’ karşı mücadelede dişi aslan kesilen bu burjuva kadınların çoğu, oy hakkına kavuşsalar, muhafazakârların ve din adamlarının teşkil ettikleri gerici kampa uysal kuzular gibi koşarlardı.”[19]

Feodalizmden kapitalizme geçişte, bireysel haklara dayalı modern hukuk kavramının felsefesiyle birlikte kadınların oy hakkı sorunu önemli bir rol oynadı. Rosa Luxemburg için, kadınların oy hakkı sorunu, proleter kadınların zaten mevcut olan “politik olgunluğunu” resmileştirdiği için taktiksel bir sorundu. Bunun, anlamlı ve zaten elde edilmiş olan münferit bir oy hakkını desteklemek değil, kadın sosyalist hareketinin kadınların kurtuluşu ve en genel manada emekçilerin kurtuluşu mücadelesi için bir strateji geliştirebileceği herkese oy hakkını destekleme meselesi olduğunu vurgulamaya devam etti. Bununla birlikte, oy hakkını elde etmeye yönelik liberal legal strateji, sınıfı kapsamıyor, kapitalist sistemi devirmeyi zinhar amaçlamıyordu. Luxemburg’a göre, liberal bir siyasi proje çerçevesinde metafizik bir olgu olarak ele alınan “bireysel haklar”, öncelikle özel mülkiyeti ve sermaye birikimini korumaya hizmet ediyordu. Liberal haklar, fiili maddi toplumsal koşulların bir yansıması olarak ortaya çıkmıyor, sadece soyut ve yüzeysel olgular olarak ele alınıyor, bu da fiilen uygulanmasını veya devreye sokulmasını imkânsız hâle getiriyordu. Küçümseyici bir şekilde iddia ettiği gibi: “bunlar, artık herhangi bir pratik anlamı koruyamayacak kadar sık ele alınan ve papağan gibi tekrarlanan sadece biçimsel saçmalıklardır.”[20]

Luxemburg, kadınların oy hakkı mücadelesi de dâhil olmak üzere her anlamda geleneksel sivil haklar tanımını reddetti ve oy hakkı mücadelesinin ulusların kendi kaderini tayin hakkı mücadelesi ile benzerliğine dikkat çekti:

“Çünkü tarihsel diyalektik, ‘ebedi’ hakikatlerin ve ‘haklar’ın olmadığını ortaya koymuştur. […] Engels’in sözleriyle, ‘Şimdi burada iyi olan, başka bir yerde kötüdür’ veya bazı koşullar altında doğru ve makul olan, diğerlerine göre saçmalık ve zırvalık hâline gelir. Tarihsel materyalizm, bize bu ‘ebedi’ gerçeklerin, hakların ve formüllerin gerçek içeriğinin yalnızca belirli bir tarihsel çağda çevrenin maddi toplumsal koşulları tarafından belirlendiğini öğretmiştir.”[21]

Rosa Luxemburg'un “Kadınların Oy Hakkı ve Sınıf Mücadelesi” makalesinden yapılan alıntıda öne sürdüğü şey, başlangıçta on sekizinci yüzyılın sonları ve on dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren sosyalist feminizm çerçevesinde ortaya atılan ve tartışılan klasik sorunlara dairdir: kapitalist yeniden üretimde burjuva feminizminin rolü ve kâr elde etmenin bir aracı olarak feminist hedeflerin kullanılması. Kapitalizm krizde olduğunda, restorasyonu söz konusu olduğunda veya daha fazla sermaye birikimi için “müttefiklere” ihtiyaç duyduğunda, ister kadın, ister çocuklar, ister beyaz olmayan ırklar isterse LGBTIQ kişileri olsun, kullanıp atabileceğini düşündüğü veya ilerleyen süreçte metalaştırma işleminde faydalı olabileceğine kanaat getirdiği tüm marjinalleştirilmiş “ötekileri” yasal liberal politik çerçevesine entegre eder:

“Dolayısıyla birikimin temel koşullarından biri, gereksinimlerine uyan ve sermayeyi harekete geçiren canlı emek arzıdır. […] Bu nedenle, birikime eşlik eden değişen sermayedeki aşamalı artış, kendisini büyüyen bir işgücünün istihdamında ifade etmelidir. Peki bu ek iş gücü nereden gelir?”[22]

Luxemburg’un ekonomik teorisine göre, kapitalist üretim tarzı kendisini, artık yaratan kapitalist üretimdeki eşzamanlı bir genişleme ile temellük edilen artı değerin yaratılması suretiyle yeniden üretir. Bu nedenle, üretimin eskisinden daha büyük bir hacimde yeniden üretilmesini sağlamak gereklidir, yani sermayenin genişlemesi, herhangi bir bireysel kapitalistin hayatta kalmasını yöneten mutlak yasadır.

Rosa Luxemburg, Sermaye Birikimi’nde, kapitalizmi sürekli krizler üreten ve zorunlu olarak talep ve kendini genişletmenin nesnel sınırlarıyla karşı karşıya kalan bir toplumsal ilişki olarak anlamak için gerekli önermeleri belirler. Bu anlamda, çeşitli “kapitalist olmayan formasyonlar” aracılığıyla gerçekleşen toplumsal üretim ve sermaye birikimi sürecinin analizine dayanan bir emperyalizm teorisi geliştirir:

“Emperyalizmin ekonomik kökeninin açıklamasının özellikle sermaye birikimi yasalarından [doğru bir anlayışla] türetilmesi ve onunla uyumlu hâle getirilmesi gerektiğine hiç şüphe yoktur, çünkü bir bütün olarak emperyalizm, genel empirik gözleme göre, özel bir birikim yönteminden başka bir şey değildir. […] Emperyalizmin özü, tam olarak sermayenin eski kapitalist ülkelerden yeni bölgelere yayılmasından ve bu ülkeler arasında cereyan eden yeni alanları ele geçirmek için verilen rekabetçi ekonomik ve politik mücadeleden ibarettir.”[23]

Belirli kapitalist ülkeler tarafından gerçek birikimi ve dış ticaret yoluyla ilişkilerini soyutlayan Marx’ın aksine, Luxemburg, genişletilmiş yeniden üretimin ideal tip bir kapitalist toplum bağlamında tartışılmaması gerektiğini iddia eder.[24] Genişletilmiş yeniden üretim meselesinin anlaşılmasını kolay kılmak adına, Marx, dış ticareti soyutlar ve münferit bir ulusu inceler, dünya piyasasının yasası olan değer yasasının egemen olduğu ideal bir kapitalist toplumda artı-değerin nasıl gerçekleştiğini ortaya koyar.[25] Bu noktada Luxemburg, Marx’la aynı fikirde değildir. Luxemburg, sosyal sermayenin dolaşımındaki ve yeniden üretimdeki değer ilişkilerini metaları yaratan üretim sürecinin kendine özgü özelliklerini göz ardı ederek analiz eder. Bu yaklaşımı dâhilinde Luxemburg, bir bütün olarak işleyen piyasaya bakar, yani satışların “tüccarın müdahalesi olmaksızın” doğrudan gerçekleştiğini varsaydığı kapitalist dolaşım sürecini analize tabi tutar.

Marx, artığın önemli bir bölümünün somut bireyler yerine sermaye tarafından emildiğini göstermek ister. Soru, “kim” değil, “neyin” artık metaları tükettiğidir. Luxemburg ise sermaye birikimini kapitalist ve kapitalist olmayan sistemler arasındaki uluslararası meta mübadelesi düzeyinden başlayarak analiz eder. Luxemburg’un onca itirazına rağmen, gene de Marx’ın değişen sermaye sorununa ilişkin analizinin, kendisinin sosyal-ekonomik teorisinin anahtarı olan sermaye birikimi yasası sorununu ortaya koymanın temeli olarak hizmet ettiğinin farkındadır. Aynı şekilde, bu argüman dizisi, üretken ve üretken olmayan emek arasındaki son derece önemli ayrımın anlaşılmasına imkân tanımaktadır.[26] Bu ayrım olmadan, neoklasik ekonomiye ve onun liberal feminizmle ortaklığına özgü bir tepki olarak toplumsal yeniden üretim teorisini anlamak, neredeyse imkânsız olurdu. Luxemburg, Sermaye Birikimi’nde tam da bu nedenle Marx’tan alıntı yapar:

“Daha önce üretken olmayan işçiler üretken olanlara dönüştürüldüğünde veya nüfusun daha önce çalışmayan kadın ve çocuklar ya da yoksullar gibi kesimleri üretim sürecine çekildiğinde, emekçi nüfus artar.”[27]

Bu tür bir ekonomi ve “emek nüfusunun” liberal bir yaklaşım dâhilinde üretime dâhil edilmesinin demokratikleştirme potansiyelinin düşük olduğunu, ezilen sınıfı özgürleştirmek gibi bir niyetinin olmadığını görmek gerekir. Haklar, kimlik düzeyinde (maddi toplumsal düzeyin aksine) çok dikkatli bir şekilde ve yalnızca öncelikle kapitalist üretim tarzının yeniden üretimini korumak için tasarlanmış formüle göre bahşedilir. On dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren burjuva kadınlar, sınıf sisteminin ortadan kaldırılmasını düşünmediler; aksine onu desteklediler. Dahası, burjuva feminizmi, kapitalizmi ve kişinin kendi sınıfsal konumuna onay verdi, işçi kadınların haklarını hiçe saydı. Sermaye birikim süreçleri, modern devlet, liberalizmin özlemleri ve ardından burjuva feminizmi hep aynı yolda ilerledi:

“Biçimsel düzeyde, kadınların siyasi hakları, burjuva devletle oldukça uyumlu bir şekilde örtüşür. Finlandiya, Amerikan eyaletleri, birkaç belediye, kadınlara eşit haklar politikasının henüz devleti devirmediğini, sermayenin egemenliğine halel getirmediğini ortaya koyuyor.”[28]

Luxemburg, kadınların oy hakkı hareketinin rolünün, yalnızca burjuva kadınların işçi hakları ve proleter kadınların toplumsal hak mücadelesini desteklemekteki basit başarısızlığı nedeniyle değil, aynı zamanda kadınların hane içindeki yeniden üretim işine dayalı toplumsal ilişkilerden doğan ezilme durumunu olumlama sürecine aktif katılımları nedeniyle de gerici olduğunu söylüyor.

Luxemburg’un iktisat teorisinin merkezinde duran yöntemsel unsur, klasik politik iktisatla çatışmadır. Bu nedenle, eleştirisinin konularının aynı zamanda tam olarak kapitalizmi mümkün kılan, liberalizm, feodal monarşiden kapitalizme geçişte burjuvazinin oynadığı rol gibi toplumsal olgu ve süreçleri de içermesi gayet doğal bir durumdur.

Haklar, yasalar ve günümüzün toplumsal sözleşmeleri, kapitalizmin olumlanmasında biçimsel düzeyde önemli bir tarihsel rol oynayan kurumlardır.[29] Ama aynı zamanda burjuva feminizmi, kapitalist sınıf yapılarının baki kılınmasında önemli bir rol oynar. Bir yandan, burjuvaziye mensup kadınlar, yalnızca egemen sınıf içindeki kadınlara oy hakkı verilmesini isterler, bir yandan da bireyci bir bakış açısı üzerinden, en genel anlamda kadınların konumu ile ilgili meselelerle ve kadına yönelik zulmün sınıfla bağlantılı sebepleriyle hiç ilgilenmezler. Luxemburg’a göre, burjuva kadının rolü çok önemlidir, çünkü o, varlığıyla, yerleşik toplumsal ilişkilerin sürdürülmesine, daimî kılınmasına aktif olarak destek sunar:

“İş veya meslek sahibi birkaç kişi dışında, burjuvazinin kadınları toplumsal üretimde yer almazlar. Onlar, adamlarının proletaryadan zorla aldıkları artı değerin ortak tüketicilerinden başka bir şey değiller.”[30]

Luxemburg, burjuva kadınların hedeflerini proleter kadınların desteklediği hedeflerin karşısına koyarak, buradaki sorunun yalnızca toplumsal cinsiyetle ilgili değil, aynı zamanda sınıfla ilgili bir sorun olduğunu söyler. Evrensellikten dem vurup genel olarak kadınlar hakkında konuşmak hiçbir derde deva olmaz, çünkü sınıf analizi olmadan toplumsal cinsiyet analizi, indirgemecidir.

Üst sınıflara mensup kadınlar, çoğunlukla piyasa süreçleri çerçevesinde üretime katılmamakta ve böylece işçi sınıfının sömürülmesiyle elde edilen artı-değeri tüketmektedirler, dolayısıyla bunlar, toplumsal ilişkilerin yeniden üretiminde birer “asalak” işlevi görürler:

“Onlar, toplumsal bedenin asalaklarının sırtından geçinen asalaklardır. Başkalarının artıklarından beslenerek geçinen bu asalaklar, bir asalağın yaşama ‘hakkı’nı savunmada, sınıf egemenliğinin ve sömürünün doğrudan temsilcilerinden genellikle daha azgın ve daha zalim olurlar.”[31]

Böylece Luxemburg, burjuva kadının tek toplumsal rolünün mevcut düzeni sürdürmek ve yeniden üretmek olduğunu belirtir ve onları kurtuluş mücadelesinde müttefik olarak görmez:

“Mülk sahibi sınıfların kadınları, toplumsal olarak hiçbir işe yaramayan varlıklarının geçimini sağlamak için gerekli araçları temin ettikleri emekçilerin sömürülmesini ve köleleştirilmesini her zaman fanatik bir şekilde savunacaklardır.”[32]

Luxemburg, burjuva feminizmine yönelik sert eleştirisinde yalnız değildir. Diğerlerinin yanı sıra Clara Zetkin ve Alexandra Kollontai, özellikle liberal kadınların, kadınların kurtuluşu konusundaki gerici tutumlarına bakış açılarını göz önünde bulundurursak, çok fazla katkıda bulunmuş isimlerdir. Sosyalist kadınların evrensel talepleri, toplumsal maddi gerekçelerin ve güdülen davaların neticesi olarak gündeme geldiler ve en nihayetinde sosyalist kadınlar, aynı sınıfa mensup erkeklerle üst sınıftaki kadınlardan daha fazla ortak noktaya sahiplerdi. Üstelik bu ortaklık, tarihsel planda kadınların işgücü piyasasına girerek erkek işgücünün değerini düşürdüğünün düşünüldüğü, emeğin fiyatının azaldığına inanıldığı bir dönemde inşa edildi. Sosyalist kadınlar, kadın işgücü sorununa ilişkin olarak, kadınların iş yükünün, hane içinde yeniden üretim emeğiyle daha da ağırlaştığına dikkat çekiyorlardı.

“Kadınlar, kapitalizm ve aile yaşamındaki bağımlılıkları nedeniyle iki kat baskı altındalar”[33] diyen Clara Zetkin’i, toplumsal yeniden üretim teorisinin “birinci dalgası” içerisinde yer alan bir isim olarak görmek mümkün. Bu konuda önemli bir başka örneği ise Luxemburg sunuyor. Ailenin toplumsal rolü konusunda 1912’de yaptığı bir konuşmada Engels’e atıfta bulunarak, piyasadaki emek ile evdeki emek arasında ayrım yapıyor, böylece toplumsal yeniden üretim teorisinin ilk temellerini atıyor:

“Bu tür bir iş [çocukları yetiştirmek veya ev işleri], harcanan binlerce küçük çabanın eşlik ettiği fedakârlığın nasıl yapıldığına, onca enerjinin nasıl harcandığına bakılmaksızın, bir çırpıda kenara itilen, mevcut kapitalist ekonomi bağlamında üretken görülmeyen bir iştir. Bu tür işler, işçinin özel meselesidir, mutluluğu ve bereketi ile alakalı bir meseledir, dolayısıyla, mevcut toplumumuz için yok hükmündedir. Kapitalizm ve ücret sistemi hüküm sürdüğü sürece, yalnızca artı değer üreten, kapitalist kâr yaratan bu tür işler üretken olarak kabul edilirler. Bu açıdan bakıldığında, bacaklarıyla patronunun cebini para dolduran müzikhol dansçısı üretken bir işçi iken, proleter kadınların ve annelerin evlerinin dört duvarındaki tüm emekleri verimsiz kabul edilir. Bu, kulağa acımasız ve çılgınca geliyor, oysa şu anki kapitalist ekonomimizin vahşiliği ve çılgınlığı ile örtüşen bir durum bu. Bu acımasız gerçeği açık ve duru bir biçimde görmek, proleter kadının birinci görevidir.”[34]

Luxemburg, esasında kadınların dezavantajlı konumda oluşlarının sebebini kapitalist üretim tarzı yerine basitçe kadın ve erkek arasındaki “çelişki” olarak gören ideolojinin analiz noktasında yüzleşeceği önemli sorunun altını çiziyor. Luxemburg’a göre söz konusu uyarı, kadınlara yönelik baskıyı sermaye ve emek arasındaki çelişkinin bir ürünü olarak yorumlamak yerine, tarih ötesi ve liberal feminizm doğrultusunda yorumlamanın ne kadar yanlış ve indirgemeci olduğunu ortaya koyuyor:

“Burjuva kadınların dilinde iyiden iyiye karşılık bulan kadınların eşitliği çağrısı, esasen maddi hiçbir zemini bulunmayan, köksüz birkaç cılız grubun kadın-erkek karşıtlığından dem vuran, bir anlamda kapristen başka bir şey olmayan saf ideolojisinden başka bir şey değildir. Kadınlara oy hakkı talep eden süfrajet hareketinin gülünç niteliğini bu ideoloji gayet iyi ortaya koymaktadır.”[35]

Neoliberalizm, toplumsal cinsiyeti sermayenin sınıf çıkarları doğrultusunda başarılı bir şekilde istismar eder. Bu nedenle bugün piyasaya ve onun yeniden üretilmesine karşı direnişi esas alan antikapitalist stratejiler oluşturmak, ayrıca bir yandan da kapitalist üretim tarzının genel çerçevesi dâhilinde işleyen yeniden üretim süreçlerine ve hane denilen alana odaklanmak gibi önemli bir görevi üstlenmek zorundayız.

İster ulusal isterse uluslararası düzeyde ele alınsın, piyasa ve devlet arasındaki ilişkiye dair, sistem temelli analizlerin kapitalist üretim tarzının karşısına çıkartılacak kısa veya uzun vadeli seçeneklerle ilgili tartışma için gerekli çıkış noktaları olarak gereklilik arz ettiği bir dönemde, Luxemburg’un yaptığı burjuva feminizmi eleştirisi ve onun toplumsal yeniden üretim teorisiyle kurduğu bağ, sadece alana giriş konusunda önemli bir referans noktası sunmakla kalmıyor, aynı zamanda paralel yapılar arasında onların yan yana gelen ilerici hedefleri temelinde ittifaklar inşa etmek için en uygun politik modeli inşa ediyor.

Ankica Čakardić
25 Şubat 2018
Kaynak

Kaynakça:
Yayına Hazırlayanlar: Adler, Georg, Peter Hudis ve Annelies Laschitza, 2011, The Letters of Rosa Luxemburg, Çeviri: George Shriver, Londra: Verso.

Arrighi, Giovanni 2004, “Spatial and Other “Fixes” of Historical Capitalism”, Journal of World-Systems Research, 10, 2: s. 527–39.

Bellofiore, Riccardo 2010, “Finance and the Realization Problem in Rosa Luxemburg: A Circuitist Reappraisal”, Libcom.

Yayına Hazırlayanlar: Bellofiore, Riccardo, Ewa Karwowski ve Jan Toporowski, 2014, The Legacy of Rosa Luxemburg, Oskar Lange and Michał Kalecki: Volume 1 of Essays in Honour of Tadeusz Kowalik, Basingstoke: Palgrave Macmillan.

Bulajić, Žarko 1954, “Predgovor našem izdanju [Yugoslavya baskısına önsöz]”, Roza Luksemburg içinde, yayına hazırlayan: Paul Frelih [Paul Frölich], Belgrad: Izdavačko preduzeće ‘Rad’.

Cámara Izquierdo, Sergio 2006, “A Value-oriented Distinction between Productive and Unproductive Labour”, Capital & Class, 30, 3: s. 37–63.

Cox, Robert 1983, “Gramsci, Hegemony, and International Relations: An Essay in Method”, Millennium: Journal of International Studies, 12: s. 49–56.

Yayına Hazırlayanlar: Day, Richard B. ve Daniel Gaido, 2012, Discovering Imperialism: Social Democracy to World War I, Historical Materialism Book Series, Leiden: Brill.

Dunayevskaya, Raya 1981, Rosa Luxemburg, Women’s Liberation, and Marx’s Philosophy of Revolution, Atlantic Highlands, NJ.: Humanities Press.

Federici, Silvia 2004, Caliban and the Witch: Women, the Body and Primitive Accumulation, New York: Autonomedia.

Gavrić, Milan 1955, “Predgovor [Giriş]”, Akumulacija kapitala: Prilog ekonomskom objašnjenju imperijalizma [Sermaye Birikimi: Emperyalizmin Ekonomik İzahına Katkı] içinde, Rosa Luxemburg, Belgrad: Kultura.

Harvey, David 2001, “The Geography of Capitalist Accumulation: A Reconstruction of Marx’s Theory”, Spaces of Capital: Towards a Critical Geography içinde, Edinburgh: Edinburgh University Press.

Harvey, David 2003, The New Imperialism, Oxford: Oxford University Press.

Harvey, David 2005, A Brief History of Neoliberalism, Oxford: Oxford University Press.

Harvey, David 2006, The Limits to Capital, New Edition, Londra: Verso.

Harvey, David 2014, Seventeen Contradictions and the End of Capitalism, Londra: Profile Books.

Haug, Frigga 2007, Rosa Luxemburg und die Kunst der Politik, Hamburg: Argument-Verlag.

Hudis, Peter 2014, “The Dialectic of the Spatial Determination of Capital: Rosa Luxemburg’s Accumulation of Capital Reconsidered”, Logos;.

Yayına Hazırlayan: Hudis, Peter, 2013, The Complete Works of Rosa Luxemburg. Volume I: Economic Writings 1, Çeviri: David Fernbach, Joseph Fracchia ve George Shriver, Londra: Verso.

Yayına Hazırlayanlar: Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader, New York: Monthly Review Press.

Yayına Hazırlayanlar: Hudis, Peter ve Paul Le Blanc, 2015, The Complete Works of Rosa Luxemburg. Volume II: Economic Writings 2, Çeviri: Nicholas Gray ve George Shriver, Londra: Verso.

Kowalik, Tadeusz 2014 [1971/2012], Rosa Luxemburg: Theory of Accumulation and Imperialism, çeviren yayına hazırlayanlar: Jan Toporowski ve Hanna Szymborska, Basingstoke: Palgrave Macmillan.

Krätke, Michael R. 2006, “The Luxemburg Debate: The Beginnings of Marxian Macro-Economics”, Kapacc.

Luxemburg, Rosa 1975 [1925], Uvod u nacionalnu ekonomiju [Ulusal Ekonomiye Giriş], Zagrep: Centar za kulturnu djelatnost omladine.

Luxemburg, Rosa 1976 [1909], “The National Question”, The National Question: Selected Writings içinde, yayına hazırlayan: Horace B. Davis, New York: Monthly Review Press.

Luxemburg, Rosa 2003 [1913/51], The Accumulation of Capital, çeviri: Agnes Schwarzschild, Londra: Routledge.

Luxemburg, Rosa 2004a [1902], “A Tactical Question”, Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader içinde, New York: Monthly Review Press.

Luxemburg, Rosa 2004b [1904], “The Proletarian Woman”, Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader içinde, New York: Monthly Review Press.

Luxemburg, Rosa 2004c [1907], “Address to the International Socialist Women’s Conference”, Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader içinde, New York: Monthly Review Press.

Luxemburg, Rosa 2004d [1912], “Women’s Suffrage and Class Struggle”, Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader içinde, New York: Monthly Review Press.

Luxemburg, Rosa 2015a [1913], “The Accumulation of Capital: A Contribution to the Economic Theory of Imperialism”, Hudis, Peter ve Paul Le Blanc, 2015, The Complete Works of Rosa Luxemburg. Volume II: Economic Writings 2 içinde, Çeviri: Nicholas Gray ve George Shriver, Londra: Verso.

Luxemburg, Rosa 2015b [1921], “The Accumulation of Capital, Or, What the Epigones Have Made Out of Marx’s Theory – An Anti-Critique”, Hudis, Peter ve Paul Le Blanc, 2015, The Complete Works of Rosa Luxemburg. Volume II: Economic Writings 2 içinde, Çeviri: Nicholas Gray ve George Shriver, Londra: Verso.

Marx, Karl 1982 [1867], Capital: A Critique of Political Economy. Volume One, Çeviri: Ben Fowkes, Harmondsworth: Penguin.

Marx, Karl 1991 [1893], Capital: A Critique of Political Economy. Volume Three, Çeviri: David Fernbach, Harmondsworth: Penguin.

Marx, Karl 1992 [1885], Capital: A Critique of Political Economy. Volume Two, Çeviri: David Fernbach, Harmondsworth: Penguin.

Panitch, Leo ve Sam Gindin 2003, “Global Capitalism and American Empire”, Socialist Register 2004: The New Imperial Challenge, yayına hazırlayanlar: Leo Panitch ve Colin Leys, Londra: Merlin Press.

Ping, He 2014, “Rosa Luxemburg’s Theories on Capitalism’s Crises: A Review of The Accumulation of Capital”, Kapacc.

Quiroga, Manuel ve Daniel Gaido 2013, “The Early Reception of Rosa Luxemburg’s Theory of Imperialism”, Capital & Class, 37, 3: s. 437–55.

Riddell, John 2014, “Clara Zetkin in the Lion’s Den”, John Riddell: Marxist Essays and Commentaries, 12 Ocak Riddell.

Sassen, Saskia 2010, “A Savage Sorting of Winners and Losers: Contemporary Versions of Primitive Accumulation”, Globalizations, 7, 1–2: s. 23–50.

Savran, Sungur ve Ahmet E. Tonak 1999, “Productive and Unproductive Labour: An Attempt at Clarification and Classification”, Capital & Class, 23, 2: s. 113–52.

Schmidt, Ingo 2014, “Rosa Luxemburg: Economics for a New Socialist Project”, New Politics, Yaz, Newpol.

Thomas, Peter D. 2006, “Being Max Weber”, New Left Review, II, 41: s. 147–58.

Tomidajewicz, Janusz J. 2014, “‘The Accumulation of Capital” of Rosa Luxemburg, and Systemic and Structural Reasons for the Present Crisis”, Economic Crisis and Political Economy. Volume 2 of Essays in Honour of Tadeusz Kowalik içinde, yayına hazırlayanlar: Riccardo Bellofiore, Ewa Karwowski ve Jan Toporowski, Basingstoke: Palgrave Macmillan.

Wood, Ellen Meiksins 2012, Liberty and Property: A Social History of Western Political Thought from Renaissance to Enlightenment, Londra: Verso.

Dipnotlar:
[1] Burada sadece elimizdeki İngilizce çevirilerle yetindik. 1902-1914 arası dönemde “kadın sorunu” ile ilişkili çalışmalarını ve konuşmalarını şu şekilde sıralamak mümkün: “Taktiksel Bir Sorun” (1902), “Enternasyonal Sosyalist Kadın Konferansı’na Hitap” 1907), “Kadınların Oy Hakkı Mücadelesi ve Sınıf Mücadelesi” (1912) ve “Proleter Kadın” (1914). Tüm bu metinler, Hudis ve Anderson’ın yayına hazırladığı 2004 tarihli The Rosa Luxemburg Reader isimli çalışmada mevcut.

[2] Rosa Luxemburg, [1913], “The Accumulation of Capital: A Contribution to the Economic Theory of Imperialism”, Hudis, Peter ve Paul Le Blanc, 2015, The Complete Works of Rosa Luxemburg. Volume II: Economic Writings 2 içinde, Çeviri: Nicholas Gray ve George Shriver, 2015, Londra: Verso.

[3] Yayına Hazırlayan: Peter Hudis, The Complete Works of Rosa Luxemburg. Volume I: Economic Writings 1, Çeviri: David Fernbach, Joseph Fracchia ve George Shriver, 2013, Londra: Verso.

[4] Peter Hudis, “The Dialectic of the Spatial Determination of Capital: Rosa Luxemburg’s Accumulation of Capital Reconsidered”, 2014, Logos.

[5] A.g.e.

[6] Anton Pannekoek, Gustav Eckstein, Otto Bauer ve Karl Kautsky’in eleştirileri için şu çalışmaya bakınız: Yayına Hazırlayanlar: Richard B. Day ve Daniel Gaido, Discovering Imperialism: Social Democracy to World War I, Historical Materialism Book Series, 2012, Leiden: Brill. Öte yandan Luxemburg’un kitabına olumlu yaklaşanlardan da söz etmek gerek. Bu noktada Franz Mehring’in şu eleştirisine bakılabilir: “Bazıları kitabı tümüyle yanlış diye redde tabi tutuyor, hatta beş para etmez bir derleme çalışması olarak görüp eleştiriyor, bazıları da kitabın Marx ve Engels’in ellerine kalem aldığı günden beri sosyalist literatürde karşılaşılmış en önemli olgu olduğunu söylüyor. Bu satırların yazarı olan eleştirmense tümüyle ikinci grupta yer alıyor.” [Day ve Gaido, a.g.e., 2012, s. 746.]

[7] Yayına Hazırlayanlar: Georg Adler, Peter Hudis ve Annelies Laschitza, The Letters of Rosa Luxemburg, Çeviri: George Shriver, 2011 Londra: Verso, s. 324.

[8] Aktaran: Day ve Gaido, a.g.e., 2012, s. 677.

[9] Bu konuda birkaç istisnai çalışmadan söz edilebilir: Tadeusz Kowalik, [1971/2012], Rosa Luxemburg: Theory of Accumulation and Imperialism, çeviren yayına hazırlayanlar: Jan Toporowski ve Hanna Szymborska, 2014, Basingstoke: Palgrave Macmillan; Peter Hudis, “The Dialectic of the Spatial Determination of Capital: Rosa Luxemburg’s Accumulation of Capital Reconsidered”, 2014 Logos; Yayına Hazırlayanlar: Riccardo Bellofiore, , Ewa Karwowski ve Jan Toporowski, The Legacy of Rosa Luxemburg, Oskar Lange and Michał Kalecki: Volume 1 of Essays in Honour of Tadeusz Kowalik, 2014, Basingstoke: Palgrave Macmillan; He Ping, “Rosa Luxemburg’s Theories on Capitalism’s Crises: A Review of The Accumulation of Capital”, 2014, Kapacc; ve Riccardo Bellofiore, “Finance and the Realization Problem in Rosa Luxemburg: A Circuitist Reappraisal”, 2010, Libcom. Ayrıca bu noktada Luxemburg’un uzamsallık diyalektiğini onun emperyalizm teorisini sistematik analize tabi tutmayan (her birinin sahip olduğu değeri ve niteliği burada tartışmaktan imtina edeceğimiz) farklı “yeni emperyalizm” teorilerine muhtelif şekillerde tatbik eden çalışmalardan da söz edilebilir: David Harvey, “The Geography of Capitalist Accumulation: A Reconstruction of Marx’s Theory”, Spaces of Capital: Towards a Critical Geography içinde, 2001, Edinburgh: Edinburgh University Press; David Harvey, The New Imperialism, 2003, Oxford: Oxford University Press; David Harvey, A Brief History of Neoliberalism, 2005, Oxford: Oxford University Press; David Harvey, The Limits to Capital, 2006, New Edition, Londra: Verso; David Harvey, Seventeen Contradictions and the End of Capitalism, 2014, Londra: Profile Books; Silvia Federici, Caliban and the Witch: Women, the Body and Primitive Accumulation, 2004, New York: Autonomedia; Saskia Sassen, “A Savage Sorting of Winners and Losers: Contemporary Versions of Primitive Accumulation”, Globalizations, 2010, 7, 1–2: s. 23–50; Giovanni Arrighi, “Spatial and Other “Fixes” of Historical Capitalism”, Journal of World-Systems Research, 2004, 10, 2: s. 527–39; Leo Panitch ve Sam Gindin, “Global Capitalism and American Empire”, Socialist Register 2004: The New Imperial Challenge, yayına hazırlayanlar: Leo Panitch ve Colin Leys, Londra: Merlin Press; Robert Cox, “Gramsci, Hegemony, and International Relations: An Essay in Method”, Millennium: Journal of International Studies, 1983, 12: s. 49–56. Emperyalizm meselesi, yeni eleştiri teorilerinin ayrılmaz parçasıdır ve Hobson’dan Lenin’e ordan Luxemburg, Buharin ve Guevara’dan Fanon’a uzanan uzun bir geçmişe sahiptir.

[10] Ingo Schmidt, “Rosa Luxemburg: Economics for a New Socialist Project”, New Politics, 2014 Yaz, Newpol.

[11] Akt.: Bulajić, Žarko 1954, “Predgovor našem izdanju [Yugoslavya baskısına önsöz]”, Roza Luksemburg içinde, yayına hazırlayan: Paul Frelih [Paul Frölich], Belgrad: Izdavačko preduzeće ‘Rad’, s. VIII.

[12] Akt.: Peter D. Thomas, “Being Max Weber”, New Left Review, II, 2006, 41: s. 154.

[13] Raya Dunayevskaya, Rosa Luxemburg, Women’s Liberation, and Marx’s Philosophy of Revolution, Atlantic Highlands, 1981, NJ.: Humanities Press, s. 27.

[14] A.g.e.

[15] Bu noktada şu iki çalışmanın yaptığı katkılar üzerinde durulmalıdır: Frigga Haug, Rosa Luxemburg und die Kunst der Politik, Hamburg: Argument-Verlag ve Raya Dunayevskaya, Rosa Luxemburg, Women’s Liberation, and Marx’s Philosophy of Revolution, Atlantic Highlands, 1981, NJ.: Humanities Press.

[16] Adler, Hudis ve Laschitza, a.g.e., s. 153.

[17] Rosa Luxemburg [1907], “Address to the International Socialist Women’s Conference”, Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader içinde, New York: Monthly Review Press, s. 237.

[18] Aktaran: Dunayevskaya, a.g.e., s. 95.

[19] Rosa Luxemburg, [1912], “Women’s Suffrage and Class Struggle”, Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader içinde, New York: Monthly Review Press, s. 240.

[20] Rosa Luxemburg, [1902], “A Tactical Question”, Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader içinde, New York: Monthly Review Press, s. 235.

[21] Rosa Luxemburg, [1909], “The National Question”, The National Question: Selected Writings içinde, yayına hazırlayan: Horace B. Davis, 1976, New York: Monthly Review Press, s. 111.

[22] Rosa Luxemburg, [1913], “The Accumulation of Capital: A Contribution to the Economic Theory of Imperialism”, Hudis, Peter ve Paul Le Blanc, 2015, The Complete Works of Rosa Luxemburg. Volume II: Economic Writings 2 içinde, Çeviri: Nicholas Gray ve George Shriver, Londra: Verso, s. 330.

[23] Rosa Luxemburg, [1921], “The Accumulation of Capital, Or, What the Epigones Have Made Out of Marx’s Theory – An Anti-Critique”, Hudis, Peter ve Paul Le Blanc, 2015, The Complete Works of Rosa Luxemburg. Volume II: Economic Writings 2 içinde, Çeviri: Nicholas Gray ve George Shriver, Londra: Verso, s. 449–50.

[24] Luxemburg, Marx’ı doğrudan eleştirir ve Kapital’in ikinci cildindeki iki bölüm arasında kurduğu ilişkiye dair şemanın (c+v+s) “cansız” olduğunu söyler: “O hâlde tüm alanı, o alan içindeki çelişkileri ve ilişkileri yok sayan bu cansız teorik kurguyu kullanan kişi, ilgili süreç ve iç hareket yasalarını nasıl doğru bir şekilde kavrayabilir?” [Rosa Luxemburg, “The Accumulation of Capital, Or, What the Epigones Have Made Out of Marx’s Theory – An Anti-Critique”, a.g.e., s. 450.] Michael R. Krätke’nin 2006 tatihli “Luxemburg Tartışması: Marksçı Makro Ekonominin Başlangıç Unsurları” (s. 22) isimli makalesinde dile getirdiği biçimiyle “Marx’taki şemaları iyileştirmeye veya genişletmeye dönük her türden çaba boş bir çabadır Luxemburg’un gözünde Marx’ın yeniden üretim şemaları temelde kusurludur ve yeniden formüllendirildiği takdirde kurtarılacak cinsten değildirler.”

[25] Luxemburg haklı olarak Marx’ın dış ticaret meselesini detaylı bir biçimde ele almadığını söyler, ama kendisi de Marx’ın toplumu küresel ekonomi bağlamında araştırıp analiz ettiği gerçeğini pek dikkate almaz: “Kapitalist üretim dış ticaret olmadan varolamaz. Eğer belirli bir ölçekte her yıl olağan düzeyde yeniden üretim gerçekleşiyorsa, o vakit dış ticaretin içte üretilen kalemlerin yerini ancak diğer doğal biçimlerin kullanılması yoluyla aldığını ve değer oranlarını etkilemediğini söyleyebiliriz. […] Dış ticareti yıllık üretimin değeriyle ilgili analize dâhil ettiğimizde meseleler karışır ve bu işlem, ne soruna ne de çözümüne yeni bir faktör temin eder.” [Karl Marx [1885], Capital: A Critique of Political Economy. Volume Two, Çeviri: David Fernbach, 1992, Harmondsworth: Penguin, s. 546.]

[26] Üretken emek-üretken olmayan emek arasındaki farklılık hem Marx’ın anlayışı hem de şu iki çalışmada geliştirilen anlayış üzerinden yorumlanmaktadır: Sungur Savran ve Ahmet E. Tonak, “Productive and Unproductive Labour: An Attempt at Clarification and Classification”, Capital & Class, 1999, 23, 2: s. 113–52 ve Sergio Cámara Izquierdo, “A Value-oriented Distinction between Productive and Unproductive Labour”, Capital & Class, 2006, 30, 3: s. 37–63. Yazarların tespitine göre bahsi edilen farklılık, bir bütün olarak kapitalizmin anlaşılması, özelde yirminci yüzyıl kapitalizmine has özelliklerin analizi için gerekli temeli teşkil etmektedir. Burada üzerinde durulan husus, sorunun ikili niteliğine yöneliktir: bu bağlamda ya “genel manada üretici emeğe” ya da “sermaye için üretken emeğe” atıfta bulunulmaktadır. Söz konusu ayrım, yeniden üretim (ev içi) emeği ile üretken olmayan emek sorunu arasındaki ilişkiyi anlamak için çok önemli bir ayrım olarak görülmektedir.

[27] Rosa Luxemburg, “The Accumulation of Capital, Or, What the Epigones Have Made Out of Marx’s Theory – An Anti-Critique”, a.g.e., s. 587.

[28] Rosa Luxemburg, [1904], “The Proletarian Woman”, Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader içinde, 2004, New York: Monthly Review Press, s. 244.

[29] Batılı liberal teoriye ve modern politik düşünceye toplumsal-tarihsel açıdan yaklaşan ve “geçiş süreci” meselesine vurgu yapan detaylı bir değerlendirme için bkz.: Ellen Meiksins Wood, Liberty and Property: A Social History of Western Political Thought from Renaissance to Enlightenment, 2012, Londra: Verso.

[30] Rosa Luxemburg, [1912], “Women’s Suffrage and Class Struggle”, Hudis, Peter ve Kevin B. Anderson, 2004, The Rosa Luxemburg Reader içinde, 2004, New York: Monthly Review Press, s. 240.

[31] A.g.e.

[32] A.g.e.

[33] Aktaran: John Riddell, a.g.e.

[34] Rosa Luxemburg, “Women’s Suffrage and Class Struggle, s. 241.

[35] Rosa Luxemburg, “The Proletarian Woman, s. 243.

25 Nisan 2022

,

Rosa Luxemburg

Yüce tuttuğum isimlerden biridir Rosa Luxemburg. O, hem cesur hem sevdalı hem de devrimci. Ondaki tutkulu aşk ve devrimcilik, Leo Jogiches’in şahsında birleşip vücut bulmuş. Rosa, aynı zamanda siyasetin sofuluk ve hayasızlık olmadığını kanıtlamış, ikisinin de siyaseti itibarsız kılma aracı olduğunu ortaya koymuş bir isim.

Nisyan iklimi galebe çalıyor yüzyılımıza. Tebcil ettiğimiz tek şey, değer yitimidir, eşyanın ve insanın eskimesidir. İçinde yaşadığımız şehir, kendisinin ebedi olduğunu söyleyip duruyor. Herkes, sınır bilmez rahatları ile ne kadar önemli olduğunu gazetelerdeki yeriyle tartıyor. Biz, sadece tek bir oyundan bahsedip duruyoruz: demokrasimizin gerçekleşmesi mümkün tüm sistemler içinde en iyisi olduğuna inanıyoruz.

Luxemburg da az çok böyle düşünüyordu. Proleter demokrasinin gerçekleşmesi mümkün tüm rejimler içerisinde en iyi rejim değildi elbette, ama onu kimse henüz tecrübe etmemişti.

Peki devrim artık yoksa devrimcilerden nasıl bahsedeceğiz? Onlar, o muhteşem kadın ve erkekler, hafızanın lanet ettiği kurbanlar mıdır?

Devrimciler, cesaret gibi ruhun birçok vasfını kendi şahıslarında cisimleştirmiş kişilerdir. Ölümünün arifesinde, Karl Liebknecht ile birlikte saklandığı, Berlin’deki bir mahallede bulunan o küçük evde Rosa şunları yazıyordu:

“1831’de, Paskeviç’in yağmacı askerleri Praga varoşlarına hışımla daldıktan sonra yağmacı askerlerinin Polonya’nın başkentini istila edip isyancıları katlettiği o yılda Bakan Sebastiani, Paris Temsilciler Meclisi’nde ‘Varşova'da artık düzen hâkim’ diyordu.

Ebert ile Noske’nin burjuva basını ve küçük burjuva ayaktakımının sokaklarda mendillerini sallayıp ‘Yaşasın!’ diye haykırarak karşıladıkları ‘muzaffer birlikler’in subayları da ‘Berlin’de düzen hâkim’ diyorlardı. […] ‘Varşova’da düzen hâkim!’ ‘Paris’te düzen hâkim!’ ‘Berlin’de düzen hâkim!’ […] Sizi gidi aptal dalkavuklar! Sizin ‘düzen’iniz kumdan kale. ‘Yarın devrim bir kez daha ayağa kalkacak, silâhlarını çekecek’ ve savaş davulları eşliğinde sizi dehşete düşürerek şu sözü haykıracaktır:

‘Vardım, varım, var olacağım!’ […]”[1]

Bu sözler, Rosa Luxemburg’un yeryüzündeki varlığını izah eden sözlerdi. Ertesi gün sosyalist savunma uzmanı Noske’nin komuta ettiği paramiliter örgüt Gönüllü Muhafızlar (Freikorps) üyesi bir askerin başına sıktığı kurşunla katledildi. Noske, kısa süre önce “biri var ki av köpeklerimizi salacağız üzerine” diyen kişiydi.

Aynı makalede Rosa tanıklığını şu şekilde aktarıyordu:

“Bu çatışmadan devrimci proletaryanın nihai zaferine ulaşması beklenebilir mi? Biz, Ebert-Scheidemann iktidarını yıkıp sosyalist bir diktatörlüğü kurma beklentisi içinde miydik? Bu soruyla ilgili tüm değişkenler titizlikle dikkate alındığı takdirde söz konusu soruya ‘Kesinlikle hayır’ cevabını verebiliriz. Devrim davasındaki zayıf halka, subayların kendilerini karşı-devrimci amaçlar doğrultusunda halka karşı kullanılmalarına hâlen daha imkân veren askerlerdeki politik hamlıktır. Bu bile tek başına mevcut konjonktürde devrimin kalıcı bir zafer elde etmesinin mümkün olamayacağının kanıtıdır. Diğer yandan ordudaki hamlıksa, Alman devriminin genel anlamda ham olmasına ait bir belirtidir.”

Takvim yaprakları bu satırlar yazıldığında 14 Ocak 1919 tarihini gösteriyordu. Rosa ve Karl Liebknecht 15 Ocak’ta katledildi. Onlarla birlikte Almanya da öldü ve başka bir Almanya doğdu.

Peki ama yaşamak neydi? İnsanın basit bir vasfı değil miydi?

“Polonya’da ve Almanya’da ortaya koyduğum devrimci pratiğe dönük tüm çalışmalarımda beni başarıya götüren asli ilke şuydu: Her zaman kendin ol.”[2]

Kendi olmak. İçinde kendisini sürekli yeniden üreten yaratıcı güçle uyumlu hareket eden Rosa Luxemburg, kendisiyle hiç durmadan kavga etti, yeniden başlayabilmek adına, eylemlerinde, polemiklerinde ve düşüncelerinde hep bir adım geri atıp ileri atıldı.

Rosa Polonyalı, dolayısıyla Rustu (çünkü Polonya, Çar imparatorluğu tarafından ilhak edilmişti), hem Almanya’da hem de Polonya’da ajitasyon çalışması yürüttü. Lehçesi Almancası ve Rusçası kadar iyiydi, aynı zamanda Fransızca, İngilizce ve İtalyanca metinleri okuyabiliyordu. Hep yabancı olmakla suçlandı. Politik ekonomi ve doğa bilimleri okuduğu İsviçre’de, hatta ailesinin yaşadığı Polonya’da bile kendisini oralı hissetmesine izin verilmedi. Almanya’da ise sürekli Yahudi kimliği hatırlatıldı kendisine.

Ortaokuldan mezun olduğu dönemde Marcin Kasprza üzerinden sosyalist fikirlerle tanıştı. Sayısız insanı örgütlemiş olan Kasprza, Rosa’nın ruhu üzerinde önemli bir tesir bıraktı.

Rosa, önce doğa bilimleri, ardından da ekonomi alanında önemli çalışmalar yapacağı Zürih’e gitti. Zürih, çok sayıda devrimci göçmenin, bilhassa Polonyalıların bulunduğu bir şehirdi.

Orada aynı kafadan insanlarla bir grup oluşturdu. “Eşdüzeyliler Grubu” ismini alan grupta Rosa’nın yanında Adolf Warszawski, Feliks Dzierzynski, Cesaryna Wojnarowska ve Leo Jogiches bulunuyordu. Jogiches’le birlikteliği ömrünün sonuna dek devam etti.

Bildiğimiz kadarıyla, dedikoduları hesaba katmazsak, üç adamı sevdi: Biri ismi pek anılmayan Leo Jogiches, birinin adı bilinmiyor, biri de Clara Zetkin’in oğlu. Seçici bir insan olan Rosa, faaliyetlerinin kıyaslanmasına hep karşı çıkan bir isimdi.

Leo Jogiches, politik açıdan mücadelenin içinde olan önemli bir simaydı. Bolşevik çizgisine mensup olmayan (Lenin’e karşı çıkan) bir tür Bolşevik olarak hiçbir zaman öne çıkmak istemedi, hep perde gerisinden kaldı. Gizli faaliyetler ondan sorulurdu.

Jogiches, Rosa’ya âşıktı, hem de özgürlüğünden feragat edecek kadar. Bu özelliği ve hiçbir şey yazmamış olması, onun kişiliğini görünmez kıldı. Politikaya mutlak bağlılıktan kaynaklanan bu özgürlükten feragat etme hâli ve ilgisizlik, çiftin bir arada yaşamasına da maniydi. Oysa Rosa, bunu çok istemişti.

Jogiches açısından devrimci olmak, yaşama pratiğinin o ihtişamına farklı bir anlam katıyordu. Muhtemelen yüz yıl sonra o, devrimin aristokratlarından biri olmakla suçlanacaktı. Çok zengindi, ketumdu, kibardı, fazla cesurdu, dik kafalıydı, haşindi, içki kaçakçıları dâhil kendisinin de ait olduğu, sanatına sahip çıktığı yeraltı dünyasında faal olan tüm insanların dostuydu.

Politika, onun için önemliydi. Grubun ruhu olan Rosa, o politikanın bir parçasıydı çünkü. Leo servetini Rosa için harcadı, çıkarttığı gazetelere para aktardı, ona destek oldu, kıyafetlerini o aldı. Ufak zevklerin adamıydı. Görünüşünü dert edinen Rosa, bir gün Jogiches’e yazdığı mektubunda “yarın konuşma yapacağım toplantı için hangi şapka uygun düşer?” diye soruyordu.

Jogiches Yahudi olsa da Yahudi olmakla pek ilgilenmiyordu. Rosa’ya ilham veren, onu eğiten Jogiches’ti. Bir seferinde kendisine yazdığı mektupta Rosa, tüm fikirlerini bir anda aktarmasını istediği için kendisinden özür diliyordu.

Rosa ve Liebknecht katledildiğinde, Alman Komünist Partisi’nin başına Jogiches geçti.

Leo, bilhassa 1860’ta yaşanan büyük pogromların, katliamların ardından Yahudilerin yaşadığı, işçi kenti Vilna’dan geliyordu. Katliamlar sonrası kırdan şehre kaçıp sığınan Yahudiler burada proleterleştiler. Jogiches, onları 18 yaşında örgütlemeye başladı. Rusça bilmeyen Leo, süreç içerisinde Yidce öğrendi.

Zürih’ten ayrıldıktan sonra Rosa ile birlikte çok şey yaptı. Polonya’daki partiyi kurdular. İşçilerin Davası isminde bir gazete çıkarttılar. Paris’te basılan gazetenin yayın yönetmenliğini Rosa üstlendi. Tüm makaleleri Rosa kaleme alıyor, altına farklı isimler yazıyordu. Bu süreç 1898’e dek devam etti.

Rosa sonra August Bebel, Paul Singer, Franz Mehring gibi isimlerle bağ kurdu. Sosyal Demokrat Parti’ye bağlı önemli gazetelerde çalıştı. Bernstein ardından Kautsky’ye saldıran yazılarıyla ün kazandı. Sonrasında başlığı her şeyi anlatan Reform mu Devrim mi? kitabını kaleme aldı. 1899’da saldırı sırası, parlamentarizme gelmişti. 1904’te Amsterdam’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kongresi’nde Jaurès, kendisini ağır bir dille eleştiren bir konuşma yaptı, Rosa bu konuşmayı büyük bir heves ve incelikle tercüme etti.

Ardından 1905 yılı gelip çattı. Rusya’daki devrimin bir yankısı olarak Rusya’ya bağlı Polonya ayaklandı. Leo, Polonya’ya geldi. 1905’te düzenlenen genel greve Leo ve Rosa birlikte katıldı. Burada Polonya Sosyal Demokrat Partisi’nin yayın organı Kızıl Bayrak’ı çıkarttı. Birlikte tutuklandılar. Rosa, kardeşinin ödediği 2000 ruble ile serbest kaldı. Leo ise sekiz yıl ağır hapse çarptırıldı, ama kaçmayı bildi.

Rosa, sonrasında Kitle Grevi, Politik Parti ve Sendikalar isimli çalışmasını kaleme aldı. Bu kitabında Rosa, genel grevle ayaklanmacı grevi seçim pratiği ile kıyasladı. Liebknecht ile birlikte 1915 yılında Spartaküs Birliği’ni kurdu. Birkaç kez hapse atılan Rosa, bir seferinde “imparatora hakaret ettiği” gerekçesiyle mahkûm edildi. Her seferinde içeri girerken sahip olduğu sakinliği ile çıktı.

Ufak tefek bir kadın olarak Rosa yazarken altına minder koymak zorunda kalıyordu. Bu koşullarda 1917 devrimi sonrası Rus Devrimi çalışmasını kaleme aldı. Sadece Leo ve Rosa, Almanya’daki politik ortama destek veriyor, onu savunuyordu:

“Geniş halk kitlelerinin kuracağı düzenin, basının hür ve prangasız olduğu, toplanma ve örgütlenme hakkının sınırsızca uygulandığı koşullar olmaksızın düşünülemeyeceğini, o tartışma götürmez hakikati herkes bilir.”[3]

Luxemburg’a göre hürriyet, proletarya diktatörlüğün “yaşamsal bir unsur”uydu.

Lenin, Bir Adım ileri İki Adım Geri isimli çalışmasını yazınca Rosa bu çalışmayı eleştirdi. Böylelikle ikili arasındaki polemik de başlamış oldu. 1914’te Rosa, savaşa destek veren sosyalistlerle ve Kutsal Birlik ile mücadele içine girdi. Prusyalıların eğittiği subayları ve onlar arasında açığa çıkan yolsuzlukları eleştirdiği için bir yıl hapis yattı. 1915’te hapishanede Junius Broşürü’nü kaleme aldı.

Rosa öldürülene dek hedefe kitlenmiş bir mızrak gibi yaşadı hayatı. Devrimci politikaya ve hayata aşkla bağlı olan Rosa, Jogiches’i de tutkuyla seviyordu. Hayata ve politikaya duyduğu sevgi, onu modern tarihte nadir görülen bir isim hâline getirdi.

Rosa, düşmanlarının “şirret kadın” olarak andığı bir kişilikti. İki ilham perisi vardı; biri mutluluk, diğeri devrim. Rosa Luxemburg’da gizem, sınır tanımaz bir yolculuktu.

Leo Jogiches’e gönderdiği mektuplar, sıradan aşk sözcüklerini değil, politik raporları ve Bernstein ile Kautsky gibi isimlerle yürütülen tartışmalarla bağlantılı sözcükleri içeriyordu. O mektuplarda Lenin’den bahsediliyor, Alman sosyal demokrasisinin taktikleri tartışılıyor, örgütün görevleri üzerinde duruluyor, Polonya Krallığı ve Litvanya’daki sosyal demokrat faaliyet ele alınıyordu. Mektuplar, “aşkıma, benim biricik sevdama” diye bitiyordu. Mektuplar da Rosa’nın hayatına benziyordu: “Bahar için şu ceketi alsan mı ne dersin?” türü sorularla bezeliydi.

“Kitle” anlayışı, onun kişisel pusulasıydı.

Rosa, nesnel duruma iman etmezdi. Tek hesaba kattığı şey, kişisel veya öznel güçtü. Kitleler, devrimci düşüncenin suretiydi.

Savaşa karşı isyanların yaşandığı gerçeklikte, 1918 yılında, işçi ve asker konseylerinin kurulduğu koşullarda imparator tahttan indirildi. Almanya’da cumhuriyet ilân edildi. Aynı gün ilân edilen diğer bir cumhuriyet de Liebknecht ve Rosa’nın cumhuriyetiydi.

Sosyal demokrat parti iktidarı ele geçirdi. Liderlerinden biri olan Ebert, gözü pek Spartakistlerin imha edilmesinin şart olduğunu söyledi. Bunun üzerine, sosyalist bakan Noske liderliğinde bir Gönüllü Muhafız Alayı kuruldu. Bolşevizmle mücadele etmek amacıyla kurulan bu alayın mirasına sonrasında Nazizm sahip çıktı.

Berlin’de sosyalistlerden ve bağımsız isimlerden oluşan bir ekip, hükümette çoğunluğu teşkil eden sosyalistleri devirip iktidarı almak istedi. Berlin Komünü denilen süreç böylece başladı. Rosa o günlerde, “Spartaküs Birliği, hükümet çalışmalarına katılma fikrine karşı çıkmaktadır. Spartaküs Birliği, aynı zamanda hükümete girme fikrine de karşı çıkmaktadır. Spartaküs Birliği, proleter kitlenin büyük çoğunluğunun bu yönde, açık, yalın ve muğlaklığa izin vermeyecek netlikte bir istekte bulunması dışında, hiçbir şekilde hükümet olmayacaktır” diye yazıyordu.[6]

Hapishaneden çıkan ve ayaklanmaya karşı olan Rosa, ilk gününden itibaren ona destek oldu. Gönüllü Muhafız Alayı, Rosa’nın peşine düştü. Rosa ve Liebknecht’in başına ödül kondu. Her gece farklı evlerde kalındı. 12 ve 13 Ocak günleri Neukölln mahallesinde işçilerin oturduğu bir binada kaldılar. Ertesi günü ise Wilmersdorf’ta bir burjuva ailenin evinde geçirdiler. Orada son yazılarını kaleme aldılar. 15 Ocak günü saat akşam dokuzda askerler geldi. Migreni olan Rosa o sırada yatakta yatıyordu. Elindeki küçük bir bavul ve birkaç kitap, ayrıca iyimserliği ile evden ayrıldı. Askerler, Liebknecht ve Rosa’yı Eden isminde bir otele götürdüler. Rosa, birinci katta tutuldu. Burada Yüzbaşı Pabst tarafından sorgulandı. O sırada, cinayetle suçlanan hafif süvari eri Runge, otelin giriş kapısının yanında ayakta duruyordu. Runge, Rosa’nın başına tüfeğinin dipçiğiyle vurdu. Yere yuvarlanan Rosa, sürüklene sürüklene bir arabaya bindirildi. Bir tapınakta başına sıkılan kurşunla katledildi. Cesedi Landwehrkanal ismindeki kanala atıldı. Liebknecht ise aynı gün Eden Oteli’nin yakınlarında öldürüldü.

Rosa Luxemburg’un ölümüyle birlikte gizlilik uzmanlığını ömrü boyunca konuşturmayı bilmiş olan Jogiches ortaya çıktı. Lenin’e bir telgraf yazan Jogiches, hiç tanışmadığı bu isme şunu söyledi: “Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht son devrimci görevlerini ifa etti.” Kendisine kaçmasını söyleyen Radek’e şu cevabı verdi: “En azından bizim mezar kitabelerimizi yazmak için birilerinin burada kalması gerek.”

Rosa’nın yazılarından kalanları güvenli bir yere sakladıktan sonra katillerinin peşine düşen Leo, Berlin’i karış karış dolaştı. Bu sırada yakalandı. Bir polisin sıktığı, sırtına saplanan kurşun ölümüne neden oldu.

Rosa ve Liebknecht’in katilleri sonrasında yargılandılar. Er Runge, “cinayet teşebbüsü” sebebiyle iki yıl iki haftaya mahkûm edildi. Rosa’nın öldürüldüğü gün görevli olan Yüzbaşı Vogel ise cesedi rapor etmediği, onu yasadışı yollardan ortadan kaldırdığı için dört ay ceza aldı.

Natacha Michel
5 Mart 2021
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Bkz.: Rosa Luxemburg, “Order Prevails in Berlin,” Ocak 1919, MIA. Türkçesi: “Berlin’de Düzen Hâkim”, İştiraki.

[2] Bkz.: Rosa Luxemburg’un Leo Jogiches’e gönderdiği 1 Mayıs 1899 tarihli mektup, The Letters of Rosa Luxemburg içinde, yayına hazırlayan: Georg Adler, Peter Hudis ve Annelies Laschitza, çev. George Shriver (Londra: Verso, 2011).

[3] Bkz.: Rosa Luxemburg, The Russian Revolution, çev. Bertram Wolfe (New York: Workers Age Publishers, 1940), 5. Bölüm.

[4] Daha fazla ayrıntı için bkz.: J.P. Nettl, Rosa Luxemburg, Cilt 2 (Londra: Oxforward University Press, 1966), s. 484-92.

[5] Bkz.: Rosa Luxemburg, Comrade and Lover: Rosa Luxemburg’s Letters to Leo Jogiches, yayına hazırlayan ve çeviren. Elzbieta Ettinger (Londra: Pluto Press, 1981).

[6] Rosa Luxemburg, What Does the Spartacus League Want?, Aralık 1918, MIA.