15 Haziran 2020

,

İşçi Kıyamı


Küçük burjuvanın hazırladığı Türk solu sözlüğünde Sırrı Öztürk, kendisine ancak “sigara düşmanı” etiketiyle yer bulabiliyor. Onun işçi hareketi ve komünist hareket içindeki yerinin bir önemi yok. Mesele, kişisel haz unsuru olarak sigarayı yasaklayan “gerici” bir figürün eleştirilmesidir. Burada bir sınır çekiliyor. Yeni solcular kendilerini, eskiyi eleştirdiklerini, aştıklarını, tükettiklerini birilerine ispatlamak zorunda hissediyorlar. Bir yerlere mesaj veriyorlar. İşmar ediyorlar. Onlar, bugün kendilerine teslim edilen mevkilerin bedelini, kolektif mücadeleyle elde edilmiş mevzilere ödetmeye mecburlar.

Sırrı Öztürk ise sigarayı nasıl bıraktığını şu şekilde anlatıyor:

“Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte vapurla karşıya geçiyoruz. Yanımızda birkaç İranlı genç de var. Bu gençler sigara yaktılar. Bunun üzerine Kıvılcımlı, ‘proletaryanın bundan haberi var mı?’ diye sordu. Gençler, bu tepkiye hiçbir anlam veremediler. Bunun üzerine Kıvılcımlı mealen, ‘o bedeniniz proletaryaya aittir. O sebeple ona zarar veriyorsanız, proletaryaya hesap vermeniz gerekir’ dedi.”

Sırrı Öztürk, Kıvılcımlı’nın bu sözünün ardından, gömleğinin cebindeki sigara paketini alıp buruşturur ve denize atar. Bugün o aidiyeti duyan kimse kalmadı. Artık kişisel hazlar, değerlendirmeler, beklentiler belirleyicidir. Sadece kişisel olan politiktir. Buna göre, birilerine hoş gelecek bir solculuk imal edilmelidir. Sırrı Öztürk bile katıldığı TV programında bir devrimci veya komünist değil, “aktivist” olarak takdim edilmektedir. Çünkü aktivizm, bireye dair bir temaşaya, happening’e dairdir. Sadece o kıymetlidir.

Gezi’nin üzerinden üç ay geçmişti. O süreçte önemli bir yere sahip Çarşı grubunu sindirmek adına, Beşiktaş’ın bir maçında olaylar çıktı. Hakemle birlikte sonradan icat edilmiş bir taraftar grubu, maça müdahale etti. Sosyalist bir arkadaşla ettiğimiz sohbet esnasında bu konu gündeme geldi. Kendisine, “bugün Beşiktaş’a yönelik saldırıda konum almak, Çarşı ile birlikte olmak gerek” denildiğinde, sosyalist arkadaş, “bana ne bundan, ben Fenerliyim” demişti.

Bugün tüm politik olaylar, gelişmeler, momentler, bu kişisel haz, beklenti, kanaat ve niyetlerin süzgecinden geçiriliyor, bunlar öne çıkartılıyor. Öneriler ve eleştiriler bile “çık sen yap” denilerek, bireycilik ve mantıksal safsata düzleminde karşılanıyor. Kitleleri, kolektif dinamikleri, tarihsel yönelimleri, sınıfsal kavgayı ilgilendiren hususlara, olgulara onların düzleminde asla bakılmıyor. Bakan gözler, bir bir kör ediliyor. Kolektif, mücadele ve dava, gerici unsurlar olarak kodlanıyor. İllaki bireye uyumlu, bireye layık, birey ölçüsüne vurulmuş “kolektif” üzerine nağmeler düzülüyor.[1] Kolektif, “laisize” ediliyor, aşkınlığından kurtarılıyor, bireyin ayaklarının önüne atılıyor. Bireyi mülkiyet üzerinden özne kılmaya çalışıyorlar. Bu sebeple birey olarak mülk edindiği kimlikleri, fikirleri vs. yücelterek, onları avlayabileceklerini düşünüyorlar. Aidiyet, hükmünü yitiriyor, o “gerici” olarak kodlanıyor. Özne olmak, kolektifin dışına çıkmak olarak tarif ediliyor. Bu açıdan “erkekleri öldüreceğiz” diyen sol örgütün 15-16 Haziran’ı anması, hiçbir anlam ifade etmiyor.

Sırrı Öztürk, Kıvılcımlı’nın ve 15-16 Haziran’ın rahlesini tanımış, görmüş bir isim. Öztürk, çalıştığı, bizzat tanıştığı söz konusu dönemin devrimci gençleri konusunda şunu söylüyor: “Onlarda ahde vefa, devrimci cüret, çelik disiplin vardı.”[2] Bugün ahit de yemin de, sadakat da gerici görülüyor. Dolayısıyla cüret ve disiplin de hükmünü yitiriyor. O devrimciler, ait oldukları değil, mülk edindikleri, birey oldukları yerlerden tutulup, öne çıkartılıyorlar. Küçük burjuva mülkiyetçilik, proleter aidiyeti tasfiye ediyor.

Lenin, “biz örgütlenmeyi işçilerden öğrendik” diyor. İşçilerdeki pratik örgütlü faaliyeti ölçü aldığını söylüyor. Ama bizde ise o bireyleri pohpohlamak, yaldızlamak, böylece boncuk gibi arkaya dizmek için “71 Devrimci Kopuşu”ndan dem vuruluyor. Bu kopuş, ahde vefadan, cüretten ve disiplinden kopuş olarak reklâm ediliyor. Uzay boşluğuna fırlatılıp özgürleşmek, ezilenlerden, milletten, halktan ve sınıftan kopmak için bir fırsat olarak lanse ediliyor.

Dolayısıyla kimse, 15-16 Haziran işçi kıyamının o devrimci kopuşla rabıtasını sorgulamıyor. Sol, sınıftan ve sınırdan azade olan bireylerin özne, aktör ve fail olması üzerinde duruyor. Bağ, bağlam ve anlam, sınıftan ve sınırdan bağımsız bir yerde ele alındığında hükmünü yitiriyor. Solculuk, solun intiharı olarak gerçekleşiyor. O, yıldızlarla yürüyor, ışıklar içinde yatıyor, ölüyor.

Bu bağlamda kopuş, mistik bir haleyle kuşatılıyor, tanrı-bireylerin başına geçiriliyor. Böylelikle özneliğin, aktörlüğün, failliğin kaynağı, bağı, bağlamı da sorgulanamıyor. Kimse, bunları sorgulatmıyor. Sorgudan kaçırılan birey, zamanla CHP-STK-Avrupa solu dizgesinde belirli bir kıvama getiriliyor. Ya bu dizgeye uygun bireyler, örgütlerin başına geçiriliyorlar ya da bu bireyler, kendi örgütlerini kurup birbirleriyle yarışa giriyorlar. Solun tepesindeki asker kökenliler yerlerini, yeni orduların askerlerine bırakıyorlar. Solun içeriğini ve biçimini, sömürüye ve zulme karşı mücadele değil, devlet ve sermaye tayin ediyor.

15-16 Haziran, TİP içi dışı tüm yönelimleri devrimci mânâda düzlüyor. Gerekli müdahaleler yapılamadığı için içteki ve dıştaki düşman ürküp, sınıf hareketini CHP kanalına bağlıyor. Yanda sunulan, döneme ait karikatürde görüldüğü üzere işçi sınıfı, ölümle korkutulup sıtmaya razı ediliyor. Sınıf hareketi, bir pürüz olarak CHP eliyle düzleniyor. Sendikalı olmak, ancak bir CHP yöneticisi, bürokratı veya milletvekili olmanın eşiği olarak değerlendiriliyor. Amerika’da mafyayla ilişkili sendikacılık, burada CHP sendikacılığı formunu alıyor. Bir işçi, bu yüzden kendisini adamlarıyla birlikte tehdit eden sendika başkanını, onun silahıyla vuruyor. O sendika başkanını savunmaksa gene sola düşüyor.

Bugün tüm örgütler, CHP’lileşen kadrolarını başa yerleştiriyorlar ya da dışarıdan aldıkları CHP formatlı bireyleri yönetim kademesine yükseltiyorlar. AKP döneminde devlet, sınıfa, devrime ve iktidara dair hareketin sızacağı çatlakları CHP macunu ile kapatıyor.

15-16 Haziran’ın ellinci yılında bir dönem kapanıyor. CHP’yle nefes alan solcular, CHP öncesi komünist dinamikleri, imkânları, kavgaları, sınıf mücadelesinin boyutlarını görmüyorlar, onları boğuyorlar. Haziran kıyamı, bu gerçekleri görecek pencereler açıyor. Sadece kendisini gören, sadece kendisinin görülmesini isteyen bireyler, o pencereleri bir bir kırıyorlar.

“15/16 Haziran, solun yeniden devrimci anlamda kolektivize olabilmesi noktasında bir yığın ipucuyla yüklüdür. Sendika, öğrenci derneği, platformlar ve diğer ortak alanlara tedirginlik ve tereddütle yaklaşanlar, bu tip yapıları kendileri ölçüsünde kurumsallaştırarak, onların toplumsal-tarihsel seyir dâhilinde edindikleri devrimci niteliklerini kendi içlerinde boğmak niyetindedir.”[3]

Yeni bir elli yıllık dönem başlamıştır. İlk elli yıllık dönemin başında en azından bir parti vardır. Fakat 1920 tarihli bu parti, 1970’e kayıtlı işçi kıyamıyla buluşamamıştır. Bu yeni elli yıllık dönem, bu kıyamdan ve partiden öğrenmeyi bilmeli, parti ve kıyamı birleştirebilmelidir.

Haziran günlerinde bir işçi, bu mücadelenin “gelecek işçi sınıfını yaşatmak için olduğunu” söyler ve “her zaman savaşmaya hazır olduğunu” haykırır.[4] Bu yeni elli yıllık dönemse sermayenin ihtiyaçları uyarınca girişilen öjeni pratiklerinin, nüfus azaltma girişimlerinin, küçük burjuvanın ağzına bal sürmelerin, egemenlere yaranmak için göze sürme çekmelerin, bireysel haklar için egemenlerle pazarlık yürütmenin, hobici solculuğun, yoksulları, ezilenleri ve işçileri hor görüp ölümlerine yalandan gözyaşı dökmenin dönemi olacakmış gibi görünmektedir.

Evet, işçicilik, eleştirilmesi gereken bir yanılsamadır. Ama bebeğin suyu dökülürken, bebeğin de atıldığı görülmelidir. Küçük burjuva dünyalarına robotlarla, yapay zekâyla yeni bir boyut getireceğini düşünenler, evlerinin patrona ait bir büro, bedenin tekellere ait bir pazar ve sömürge hâline geldiğini idrak etmelidirler.

Teoriyle değişmeyen; politikayla değişen görülür. Görmek içinse kolektife, mücadeleye ve davaya ait göze ve zihne sahip olmak gerekir. İşçi kıyamı, yeni elli yıla dair önemli derslerle yüklüdür. Mesele, o dersleri bilince çıkartmaktır.

Eren Balkır
15 Haziran 2020

Dipnotlar
[1] Çınar Köknar, “En Yüksek Bireylik ile Sonsuza Dek Özdeşlik”, 15 Mayıs 2020, Etha.

[2] Editör, “Sırrı Öztürk”, 23 Mart 2014, TV10.

[3] Eren Balkır, “15-16 Haziran’a Doğru İşçi Sınıfı ve Marksizm”, 1 Ekim 2008, İştiraki.

[4] Sırrı Öztürk, 15-16 Haziran, Sorun Yay., s. 192.

0 Yorum: