ABD’nin orta batı kısmında yer alan bir eyalette devrimci olan biri,
karşısında hep muhafazakâr İsa suretleri bulur. Bu sima kutsal olmamakla
birlikte, sosyal barış, devlete itaatle bağlılık, şirketlerin iktidarına hürmet
vaaz edip durur.
Oysa Hristiyanlık bünyesinde yer alan gelenekler
tüm türevleriyle birlikte incelendiğinde, farklı bir İsa çıkar karşımıza. Bu
uzun zamandır ortalıkta görünmeyen İsa temsili, bugünlerde kendisini tekrar
göstermeye başlamıştır.
Burada temelde sosyalistlerin, komünistlerin ve
anarşistlerin on sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren takdim etmeye
başladıkları İsa anlayışından bahsediyorum. Bu anlayış ve temsil, ABD’de
Hristiyan sağının yetmişlerin başında güçlenmesi ile silinip gitmişti. Söz
konusu anlayış ve temsil dâhilinde İsa farklı düzeylerde ele alınıyor, o, barış
yanlısı bir isim veya bir sosyal devrimci olarak takdim ediliyordu. Bu yazıda sosyal devrimci olarak İsa, tekrar canlandırılmaya çalışılacak.
Devrimci İsa ile ilgili bu tartışmaya geçmeden
önce iki ikazda bulunmam lazım. İlk olarak, bu cümlelerin ateizmden tövbe
etmeyen birine ait olduğunu söylemeliyim. Dinin neden olduğu akıldışılığın,
fizikî ve ideolojik hasarın ve baskının bilincindeyim. Ama ben, aynı zamanda
her türden dinin farklı biçimler aldığını, ilginç ve beklenmedik yollardan yürüdüğünü,
bizzat benim kişisel tecrübemin de teyit ettiği biçimiyle, farklı hâllere
büründüğünü biliyorum.
Üniversitedeyken de yüksek lisans öğrencisiyken de
din ile ilgili dersler aldım. Yüksek lisans için gittiğim okulda dünya dinleri
konusunda ders de verdim. Başka bir dönemde aynı ders dâhilinde asistan olarak
öğrencilerin karşısına çıktım. Tez komitesinin başındaki isim, dinin emek ve
radikal politikayla kesiştiği noktaların farkına varmamı sağladı. Bunlar,
komünist yoldaşlarımın farkında olmadıkları veya pek takdir etmedikleri hususlardı.
Ben, dindar olup dinini yüzyıllar boyunca zulme
karşı bir silâh olarak kullananlara hayran olan ve saygı duyan biri olsam da
dinlerin doğaüstülük iddialarını onaylamadığımı söylemeliyim.
İkinci ikaz ise İsa ve Mesih arasındaki ayrımla
alakalı. Tarihsel İsa figürü ile kutsal Mesih figürü arasında ayrım yapmak
gerek. Ben, sadece tarihsel İsa’ya odaklanıyorum, çünkü Mesih’in devrimci
politikayla çatışma içerisinde olduğuna, ona atfedilen kutsallığın, mucizelerin
ve teolojinin devrimci İsa’yı inşa etme çabasıyla bir alakasının bulunmadığına
inanıyorum.
Tam da bu noktada şu temel soruyu sormak lazım:
“İsa kimdi?”
Kitab-ı Mukaddes dışında elimizde İsa’nın hayatına
dair iki değerlendirme var (biri Takitus’a diğeri Josefus’a ait). Ama öte yandan
peygamberliği öncesinde yaşadığı hayat konusunda elimizde pek bir ayrıntı
bulunmuyor. Dolayısıyla mecburen kitaptaki değerlendirmeye bakmak zorundayız.
Ama bu değerlendirme de belirli olaylar konusunda açıklama sunmuyor. Sadece
İsa’nın Roma İmparatorluğu’nun geri kalmış bölgelerinden birinde yoksul bir
hayat yaşamış olan bir zanaatkârın oğlu olduğunu biliyoruz. Kitaptaki
değerlendirmelere göre İsa, Celile bölgesinde alt ve orta sınıf arası bir
konumda bulunuyor. Geçmişte radikal İsa yorumları, esas olarak bu sınıfsal
konuma odaklanıyorlar ve İsa’nın öğretisi ile toplumsal köklerini anlamanın
önemli olduğunu söylüyorlar.
John tarafından vaftiz edilen İsa, vaazlarına
başladığı dönemde etrafında küçük bir mürit topluluğu buluyor. Mesellerle ve
vaazlarla yeni öğretilerini izah ediyor, eski mesellere ve vaazlara destek
sunuyor. Burada bu öğretilerin üçünü ele alacağız.
İlk öğreti, İsa’nın Tanrı krallığı ile ilgili
görüşleriyle alakalı. Günümüzde Hristiyanlığa dair birçok yorumda Tanrı
krallığı, Mesih’in geri dönüşüyle fizikî düzlemde kaçınılmaz olarak tezahür
edecek olan cennetteki manevi krallık olarak tarif ediliyor. Oysa radikal İsa
geleneği, bu meseleyi farklı ele alıyor. Sonuçta Luka İncili’nde İsa, Tanrı
krallığını şu şekilde anlatıyor:
“Farisiler
İsa’ya ‘Tanrı krallığı ne zaman kurulacak?’ diye sorduğunda, O şu cevabı verdi:
‘Tanrı krallığı, gözünüzün önünde gelip kurulmayacak. Kimse ‘işte orada, işte
karşınızda krallık!’ demeyecek, o hepinizin içindedir.” [Luka 17:20-21]
Radikal İsa’nın müritleri, bu satırları düz mânâsıyla
yorumladılar. Bu yoruma göre Tanrı krallığı ve İsa’nın kendisi, fiziki veya
manevi varlık olarak takdim edilmiyor, insanlar arasında kurulan ilişkiler
bağlamında yorumlanıyordu.
Buna göre gerçek krallık müminler, “kardeşlerinizi
sevin” çağrısına uyanlar arasında mevcuttu. Dolayısıyla Tanrı krallığı,
Mesih’te yaşayan manevi veya fiziki bir mekân değildi. Radikal İsa’ya en fazla
işaret eden isimlerden olan Ernest Renan’a göre radikal İsa’nın krallığı,
“yoksullara
vaaz edilen hakikatin ta kendisiydi. Huzuru telkin eden asillere has vasıf,
İsa’dan alınıp göğe fırlatıldı. Onun tek hayali, bu dünyada otorite olanların
kibirlerinin kırılması, eli kulağında olan toplumsal devrime herkesin iştirak
etmesi idi.” [İsa’nın Hayatı, 1863]
Bu açıdan Tanrı krallığı, “insanların kardeşliği”
fikrini andırıyordu. Kendisini Hristiyan sosyalist olarak tarif eden Eugene
Debs’e göre bu kardeşlik, toplumsal ilişkilerin eşitlikçilik temelinde
kurulduğu, dönüştürüldüğü düzeni ifade ediyordu. Buna göre İsa’nın mesajında
belirgin bir evrensellik söz konusu idi. Bu mesaj, sınırları, ırkları,
cinsiyetleri, inançları, hatta dinin kendisini bile aşıyordu. Bu anlamıyla
mesaj, toplumu insanlığı zulüm ve yabancılaşmadan kurtarmak suretiyle
devrimcileştirmeyi amaç edinen, kitlelerin kurtuluşunu öngören bir projeydi.
Yeni toplumsal ilişkilerin gündeme getirilmesi ile
ilgili olan bu öğretinin kurulması, bizi İsa’nın mevcut toplumsal ilişkilere,
ayrıca ötedünya ve budünya konusunda güçlülerin aldığı konuma dair ne
söylediğini incelemeye itiyor. Para tanrısına tapanlar, Hristiyan sağı ve
zenginliğin incilini vaaz edenler, bu konuda çok farklı şeyler söylüyorlar.
“Zenginlerin
Tanrı’nın krallığına girmeleri öyle zor ki! Bu ifade karşısında müritleri
şaşkına döndü. Ama İsa sözlerine devam etti ve şunu söyledi: ‘Evlatlarım,
zenginlerin Tanrı krallığına, cennete girmeleri öyle zor ki! Zenginlerin
cennete gitmesi, bir devenin iğnenin deliğinden geçmesinden bile daha zordur.”
[Matta 19:23-25]
İsa’ya göre Tanrı krallığı, eşitlikçi toplumsal
ilişkileri ifade ediyordu, dolayısıyla dönemin zenginleri bu ilişkilerin bir parçası olamazlardı. Zenginler
bu ilişkilerden dışlanmışlardı, ayrıca toplumsal bir devrim üzerinden eski
sınıfsal konumları yok olup gitmişti.
Kendi döneminin yönetici sınıfına karşıt olan
öğretileri burada kalmadı. Simsarları ve tefecileri ibadethanenin kapısından
içeri almadı, ayrıca onların toplumu yozlaştırdıklarını düşünüyordu.
İsa tapınağa gitti, tefecilerin masalarını
devirdi, güvercin satanların üzerine yürüdü ve onlara, “Benim evim ibadethaneydi, ama siz onu hırsızların sığınağına çevirdiniz” dedi. [Matta 21:12-13]
Peki İsa, emek sömürüsü konusunda ne düşünüyordu,
sağcı Hristiyanların dedikleri gibi o, sermayenin ve toprak ağalığının safında
mıydı?
“Siz
zenginler, başınıza gelecekler için şimdiden ağlayıp feryat edin. Servetiniz tükendi,
kıyafetleriniz eskidi. Altın ve gümüşünüz eridi gitti. Onlardan kalan o pas,
sizin de sonunuza dair bir delildir, etiniz ateşe karışacak. Son günleriniz
için para pul yığdınız. Sahtekârlıkla elde ettiğiniz tarlalarınızı ekip
biçsinler diye emekçileri çalıştırdınız. Meleklerin Tanrısı, o emekçilerin çığlıklarını
işitiyor. Yeryüzünde zevküsefa içinde yaşadınız, ahlaksızlık ettiniz. İnsanlar kıyımdan
geçirilirken siz yüreklerinize su serptiniz. Haklı olanı mahkûm edip
öldürdünüz, o size direnmedi bile.” [James 5:1-6]
Bouck White ve Eugene Debs’in hayranlıkla
andıkları İsa, işte buydu. White, yeniden anımsanması gereken Marangozun Çağrısı isimli kitabında İsa’ya
dair ilk devrimci yorumu aktarıyordu. Debs ve White, İsa’nın mesajını ele aldı ve o
mesajın İsa’nın yaşadığı dönemde az sayıda inanmış isimden destek gördüğünü,
dinî ve politik iktidarların yüreklerine korku saldığını söyledi. Debs’e göre İsa,
tam da bu mesaj yüzünden idam edilmişti.
İsa, vurguncuları ağır bir dille eleştirmiş, bu
sebeple çarmıha gerilmişti. Sonrasında çarmıh Kudüs kapılarına dikildi.
Sonuçta İsa, insanlara “birbirinizi sevin” dediği için ölmemişti. Mala davara
zararı olmayan bir öğretiyi yaydığı için değil, halkın huzurunda birilerinin
tekerine çomak soktuğu, çıkarlarına dokunduğu için idam edilmişti.
Bu yorum tarihsel açıdan da doğruydu, çünkü
çarmıha germe, dinî sapkınlık değil, devlete karşı işlenmiş politik suçlarda
gündeme gelen bir cezalandırma yöntemiydi. İsa, Roma’ya uzak olması sebebiyle kontrollerin
gevşek olduğu bir bölgede köylülere ve zanaatkârlara dayanan bir devrime
öncülük ettiği için idam edildi.
Devrimci İsa geleneğinin aktardığına göre İsa’nın
ölümü ardından tapınağın yıkılması ve perdenin yırtılması, esasen doğaüstü olaylar
değildi. Onun müritleri ve yandaşları, bölgedeki dinî ve politik iktidara
karşı bir isyan başlatmışlardı.
Peki tüm bunlar, bugün için ne tür bir anlama
sahip? Sonuçta din hâlen daha mevcut. Özellikle bugün Hristiyanlık, kitleleri
ezmek için kullanılan hâkim ideolojik devlet aygıtının bir parçası olarak iş
görüyor. Dolayısıyla bizim, İsa’ya dair kendi yorumlarımızı ortaya koymamız
gerekiyor.
Bence komünistler açısından bu, önemli bir mesele.
İsa’ya dair hâkim söyleme itiraz etmeli, o söylemin mevcut ekonomik ve politik
düzeni meşrulaştırmak için kullanılmasına karşı çıkmalı, ama aynı zamanda hem
devrimci hem de manevi bir içeriğe sahip olan İncil geleneği üzerinden başka
bir söylem geliştirmeliyiz.
Dinî dogmalardan yerinde bir tavırla uzak duran
seküler politik geleneğimiz içinde bile hayranlık duyduğumuz birçok devrimci, İsa’ya
beğeniyle yaklaşmaktadır.
Lenin de Mao da imparatorluğun sınır boylarında
faaliyet yürütmüş isimlerdir. Onlar da tıpkı İsa gibi sırtlarını yoksula ve
ezilene yaslamıştır.
Tabii İsa’nın sosyalist veya komünist olduğunu
iddia edemeyiz, çünkü o dönemde böylesi bir politik konum mevcut değildi,
olamazdı da. Sosyalizm de komünizm de ancak kapitalist topluma dair bilimsel değerlendirmenin
içinden çıkabilir, bir sınıf olarak proletaryanın oluştuğu koşullarda
varolabilirdi. Bu bilimsel değerlendirme de proletarya da İsa’nın döneminde
mevcut değildi. O dönemde baskın olan kapitalizm öncesi üretim tarzı ve
toplumsal sınıflardı.
Toplumumuzdaki adaletsizliği
savunan birçok Hristiyandan farklı olarak komünistler, emeğin sömürüsünün son
bulmasını, toplumsal ilişkilerin devrimci mânâda dönüştürülmesini isterler,
eski toplumun yıkılıp yenisinin kurulması için kitlesel kurtuluş hareketine
öncülük ederler. Bu iradeyi ve pratiği İsa’da da görmek mümkündür. İster
Hristiyanlığın doğaüstü yanlarına inanalım ister inanmayalım, radikal İsa,
devrimci geleneğimizin ayrılmaz bir parçasıdır ve bu geleneğin acilen
diriltilmesi gerekmektedir.
Red Zeal
24 Nisan 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder