01 Haziran 2020

,

Proleter İsa

ABD’nin orta batı kısmında yer alan bir eyalette devrimci olan biri, karşısında hep muhafazakâr İsa suretleri bulur. Bu sima kutsal olmamakla birlikte, sosyal barış, devlete itaatle bağlılık, şirketlerin iktidarına hürmet vaaz edip durur.

Oysa Hristiyanlık bünyesinde yer alan gelenekler tüm türevleriyle birlikte incelendiğinde, farklı bir İsa çıkar karşımıza. Bu uzun zamandır ortalıkta görünmeyen İsa temsili, bugünlerde kendisini tekrar göstermeye başlamıştır.

Burada temelde sosyalistlerin, komünistlerin ve anarşistlerin on sekizinci yüzyılın sonlarından itibaren takdim etmeye başladıkları İsa anlayışından bahsediyorum. Bu anlayış ve temsil, ABD’de Hristiyan sağının yetmişlerin başında güçlenmesi ile silinip gitmişti. Söz konusu anlayış ve temsil dâhilinde İsa farklı düzeylerde ele alınıyor, o, barış yanlısı bir isim veya bir sosyal devrimci olarak takdim ediliyordu. Bu yazıda sosyal devrimci olarak İsa, tekrar canlandırılmaya çalışılacak.

Devrimci İsa ile ilgili bu tartışmaya geçmeden önce iki ikazda bulunmam lazım. İlk olarak, bu cümlelerin ateizmden tövbe etmeyen birine ait olduğunu söylemeliyim. Dinin neden olduğu akıldışılığın, fizikî ve ideolojik hasarın ve baskının bilincindeyim. Ama ben, aynı zamanda her türden dinin farklı biçimler aldığını, ilginç ve beklenmedik yollardan yürüdüğünü, bizzat benim kişisel tecrübemin de teyit ettiği biçimiyle, farklı hâllere büründüğünü biliyorum.

Üniversitedeyken de yüksek lisans öğrencisiyken de din ile ilgili dersler aldım. Yüksek lisans için gittiğim okulda dünya dinleri konusunda ders de verdim. Başka bir dönemde aynı ders dâhilinde asistan olarak öğrencilerin karşısına çıktım. Tez komitesinin başındaki isim, dinin emek ve radikal politikayla kesiştiği noktaların farkına varmamı sağladı. Bunlar, komünist yoldaşlarımın farkında olmadıkları veya pek takdir etmedikleri hususlardı.

Ben, dindar olup dinini yüzyıllar boyunca zulme karşı bir silâh olarak kullananlara hayran olan ve saygı duyan biri olsam da dinlerin doğaüstülük iddialarını onaylamadığımı söylemeliyim.

İkinci ikaz ise İsa ve Mesih arasındaki ayrımla alakalı. Tarihsel İsa figürü ile kutsal Mesih figürü arasında ayrım yapmak gerek. Ben, sadece tarihsel İsa’ya odaklanıyorum, çünkü Mesih’in devrimci politikayla çatışma içerisinde olduğuna, ona atfedilen kutsallığın, mucizelerin ve teolojinin devrimci İsa’yı inşa etme çabasıyla bir alakasının bulunmadığına inanıyorum.

Tam da bu noktada şu temel soruyu sormak lazım: “İsa kimdi?”

Kitab-ı Mukaddes dışında elimizde İsa’nın hayatına dair iki değerlendirme var (biri Takitus’a diğeri Josefus’a ait). Ama öte yandan peygamberliği öncesinde yaşadığı hayat konusunda elimizde pek bir ayrıntı bulunmuyor. Dolayısıyla mecburen kitaptaki değerlendirmeye bakmak zorundayız. Ama bu değerlendirme de belirli olaylar konusunda açıklama sunmuyor. Sadece İsa’nın Roma İmparatorluğu’nun geri kalmış bölgelerinden birinde yoksul bir hayat yaşamış olan bir zanaatkârın oğlu olduğunu biliyoruz. Kitaptaki değerlendirmelere göre İsa, Celile bölgesinde alt ve orta sınıf arası bir konumda bulunuyor. Geçmişte radikal İsa yorumları, esas olarak bu sınıfsal konuma odaklanıyorlar ve İsa’nın öğretisi ile toplumsal köklerini anlamanın önemli olduğunu söylüyorlar.

John tarafından vaftiz edilen İsa, vaazlarına başladığı dönemde etrafında küçük bir mürit topluluğu buluyor. Mesellerle ve vaazlarla yeni öğretilerini izah ediyor, eski mesellere ve vaazlara destek sunuyor. Burada bu öğretilerin üçünü ele alacağız.

İlk öğreti, İsa’nın Tanrı krallığı ile ilgili görüşleriyle alakalı. Günümüzde Hristiyanlığa dair birçok yorumda Tanrı krallığı, Mesih’in geri dönüşüyle fizikî düzlemde kaçınılmaz olarak tezahür edecek olan cennetteki manevi krallık olarak tarif ediliyor. Oysa radikal İsa geleneği, bu meseleyi farklı ele alıyor. Sonuçta Luka İncili’nde İsa, Tanrı krallığını şu şekilde anlatıyor:

“Farisiler İsa’ya ‘Tanrı krallığı ne zaman kurulacak?’ diye sorduğunda, O şu cevabı verdi: ‘Tanrı krallığı, gözünüzün önünde gelip kurulmayacak. Kimse ‘işte orada, işte karşınızda krallık!’ demeyecek, o hepinizin içindedir.” [Luka 17:20-21]

Radikal İsa’nın müritleri, bu satırları düz mânâsıyla yorumladılar. Bu yoruma göre Tanrı krallığı ve İsa’nın kendisi, fiziki veya manevi varlık olarak takdim edilmiyor, insanlar arasında kurulan ilişkiler bağlamında yorumlanıyordu.

Buna göre gerçek krallık müminler, “kardeşlerinizi sevin” çağrısına uyanlar arasında mevcuttu. Dolayısıyla Tanrı krallığı, Mesih’te yaşayan manevi veya fiziki bir mekân değildi. Radikal İsa’ya en fazla işaret eden isimlerden olan Ernest Renan’a göre radikal İsa’nın krallığı,

“yoksullara vaaz edilen hakikatin ta kendisiydi. Huzuru telkin eden asillere has vasıf, İsa’dan alınıp göğe fırlatıldı. Onun tek hayali, bu dünyada otorite olanların kibirlerinin kırılması, eli kulağında olan toplumsal devrime herkesin iştirak etmesi idi.” [İsa’nın Hayatı, 1863]

Bu açıdan Tanrı krallığı, “insanların kardeşliği” fikrini andırıyordu. Kendisini Hristiyan sosyalist olarak tarif eden Eugene Debs’e göre bu kardeşlik, toplumsal ilişkilerin eşitlikçilik temelinde kurulduğu, dönüştürüldüğü düzeni ifade ediyordu. Buna göre İsa’nın mesajında belirgin bir evrensellik söz konusu idi. Bu mesaj, sınırları, ırkları, cinsiyetleri, inançları, hatta dinin kendisini bile aşıyordu. Bu anlamıyla mesaj, toplumu insanlığı zulüm ve yabancılaşmadan kurtarmak suretiyle devrimcileştirmeyi amaç edinen, kitlelerin kurtuluşunu öngören bir projeydi.

Yeni toplumsal ilişkilerin gündeme getirilmesi ile ilgili olan bu öğretinin kurulması, bizi İsa’nın mevcut toplumsal ilişkilere, ayrıca ötedünya ve budünya konusunda güçlülerin aldığı konuma dair ne söylediğini incelemeye itiyor. Para tanrısına tapanlar, Hristiyan sağı ve zenginliğin incilini vaaz edenler, bu konuda çok farklı şeyler söylüyorlar.

“Zenginlerin Tanrı’nın krallığına girmeleri öyle zor ki! Bu ifade karşısında müritleri şaşkına döndü. Ama İsa sözlerine devam etti ve şunu söyledi: ‘Evlatlarım, zenginlerin Tanrı krallığına, cennete girmeleri öyle zor ki! Zenginlerin cennete gitmesi, bir devenin iğnenin deliğinden geçmesinden bile daha zordur.” [Matta 19:23-25]

İsa’ya göre Tanrı krallığı, eşitlikçi toplumsal ilişkileri ifade ediyordu, dolayısıyla dönemin zenginleri bu ilişkilerin bir parçası olamazlardı. Zenginler bu ilişkilerden dışlanmışlardı, ayrıca toplumsal bir devrim üzerinden eski sınıfsal konumları yok olup gitmişti.

Kendi döneminin yönetici sınıfına karşıt olan öğretileri burada kalmadı. Simsarları ve tefecileri ibadethanenin kapısından içeri almadı, ayrıca onların toplumu yozlaştırdıklarını düşünüyordu.

İsa tapınağa gitti, tefecilerin masalarını devirdi, güvercin satanların üzerine yürüdü ve onlara, “Benim evim ibadethaneydi, ama siz onu hırsızların sığınağına çevirdiniz” dedi. [Matta 21:12-13]

Peki İsa, emek sömürüsü konusunda ne düşünüyordu, sağcı Hristiyanların dedikleri gibi o, sermayenin ve toprak ağalığının safında mıydı?

“Siz zenginler, başınıza gelecekler için şimdiden ağlayıp feryat edin. Servetiniz tükendi, kıyafetleriniz eskidi. Altın ve gümüşünüz eridi gitti. Onlardan kalan o pas, sizin de sonunuza dair bir delildir, etiniz ateşe karışacak. Son günleriniz için para pul yığdınız. Sahtekârlıkla elde ettiğiniz tarlalarınızı ekip biçsinler diye emekçileri çalıştırdınız. Meleklerin Tanrısı, o emekçilerin çığlıklarını işitiyor. Yeryüzünde zevküsefa içinde yaşadınız, ahlaksızlık ettiniz. İnsanlar kıyımdan geçirilirken siz yüreklerinize su serptiniz. Haklı olanı mahkûm edip öldürdünüz, o size direnmedi bile.” [James 5:1-6]

Bouck White ve Eugene Debs’in hayranlıkla andıkları İsa, işte buydu. White, yeniden anımsanması gereken Marangozun Çağrısı isimli kitabında İsa’ya dair ilk devrimci yorumu aktarıyordu. Debs ve White, İsa’nın mesajını ele aldı ve o mesajın İsa’nın yaşadığı dönemde az sayıda inanmış isimden destek gördüğünü, dinî ve politik iktidarların yüreklerine korku saldığını söyledi. Debs’e göre İsa, tam da bu mesaj yüzünden idam edilmişti.

İsa, vurguncuları ağır bir dille eleştirmiş, bu sebeple çarmıha gerilmişti. Sonrasında çarmıh Kudüs kapılarına dikildi. Sonuçta İsa, insanlara “birbirinizi sevin” dediği için ölmemişti. Mala davara zararı olmayan bir öğretiyi yaydığı için değil, halkın huzurunda birilerinin tekerine çomak soktuğu, çıkarlarına dokunduğu için idam edilmişti.

Bu yorum tarihsel açıdan da doğruydu, çünkü çarmıha germe, dinî sapkınlık değil, devlete karşı işlenmiş politik suçlarda gündeme gelen bir cezalandırma yöntemiydi. İsa, Roma’ya uzak olması sebebiyle kontrollerin gevşek olduğu bir bölgede köylülere ve zanaatkârlara dayanan bir devrime öncülük ettiği için idam edildi.

Devrimci İsa geleneğinin aktardığına göre İsa’nın ölümü ardından tapınağın yıkılması ve perdenin yırtılması, esasen doğaüstü olaylar değildi. Onun müritleri ve yandaşları, bölgedeki dinî ve politik iktidara karşı bir isyan başlatmışlardı.

Peki tüm bunlar, bugün için ne tür bir anlama sahip? Sonuçta din hâlen daha mevcut. Özellikle bugün Hristiyanlık, kitleleri ezmek için kullanılan hâkim ideolojik devlet aygıtının bir parçası olarak iş görüyor. Dolayısıyla bizim, İsa’ya dair kendi yorumlarımızı ortaya koymamız gerekiyor.

Bence komünistler açısından bu, önemli bir mesele. İsa’ya dair hâkim söyleme itiraz etmeli, o söylemin mevcut ekonomik ve politik düzeni meşrulaştırmak için kullanılmasına karşı çıkmalı, ama aynı zamanda hem devrimci hem de manevi bir içeriğe sahip olan İncil geleneği üzerinden başka bir söylem geliştirmeliyiz.

Dinî dogmalardan yerinde bir tavırla uzak duran seküler politik geleneğimiz içinde bile hayranlık duyduğumuz birçok devrimci, İsa’ya beğeniyle yaklaşmaktadır.

Lenin de Mao da imparatorluğun sınır boylarında faaliyet yürütmüş isimlerdir. Onlar da tıpkı İsa gibi sırtlarını yoksula ve ezilene yaslamıştır.

Tabii İsa’nın sosyalist veya komünist olduğunu iddia edemeyiz, çünkü o dönemde böylesi bir politik konum mevcut değildi, olamazdı da. Sosyalizm de komünizm de ancak kapitalist topluma dair bilimsel değerlendirmenin içinden çıkabilir, bir sınıf olarak proletaryanın oluştuğu koşullarda varolabilirdi. Bu bilimsel değerlendirme de proletarya da İsa’nın döneminde mevcut değildi. O dönemde baskın olan kapitalizm öncesi üretim tarzı ve toplumsal sınıflardı.

Toplumumuzdaki adaletsizliği savunan birçok Hristiyandan farklı olarak komünistler, emeğin sömürüsünün son bulmasını, toplumsal ilişkilerin devrimci mânâda dönüştürülmesini isterler, eski toplumun yıkılıp yenisinin kurulması için kitlesel kurtuluş hareketine öncülük ederler. Bu iradeyi ve pratiği İsa’da da görmek mümkündür. İster Hristiyanlığın doğaüstü yanlarına inanalım ister inanmayalım, radikal İsa, devrimci geleneğimizin ayrılmaz bir parçasıdır ve bu geleneğin acilen diriltilmesi gerekmektedir.

Red Zeal

24 Nisan 2016

Kaynak

0 Yorum: