08 Haziran 2020

, ,

Libya ve İnsanî Emperyalizmin Dönüşü


Tüm o çete geri döndü: “Ilımlı” komünist partileri içeren Avrupa solu partileri, ABD-NATO’nun başlattığı her savaşı beğenen “çevreci” José Bové, muhtelif Troçkist örgütler ve elbette ki Bernard-Henry Lévy ve Bernard Kouchner, Libya’ya “insanî müdahale” yapılması çağrısında bulundu, ayrıca meseleye hassas yaklaşan Latin Amerika solunu “Libya’nın başındaki zalim”den yana duran “kullanışlı aptallar” olarak niteledi.

On iki yıl sonra Kosova, başka bir sahnede tekrar çıktı karşımıza. Kimse, yüz binlerce Iraklının ölmesinden, NATO’nun Afganistan’da elde ettiği konumdan bir şey öğrenmedi!

Kosova savaşı, aslında hiç yaşanmayan bir soykırımı durdurmak için yapılmıştı, Afgan savaşı kadınları korumak için başlatılmıştı (ki asıl şimdi gidip kadınların durumuna bakmak gerek), Irak savaşı ise Kürdleri korumak içindi. Tüm savaşların insanî yardım ambalajı içinde pazarlandığını görmek lazım. Hitler bile Çekoslovakya ve Polonya’daki azınlıkları korumak için harekete geçtiğini söylüyordu.

Diğer yandan Robert Gates, bir ABD başkanına Asya veya Afrika içlerine asker göndermeyi tavsiye edecek bir dışişleri bakanının “kafatasının açılıp içinde beyin olup olmadığına bakılması gerektiğini” söylüyor. Amiral Mullen da benzer türde bir ikazda bulunuyor.

Bu dönemin en önemli paradoksu, barış hareketinin yönetildiği merkezlerin Pentagon ve dışişleri binasında bulunuyor olması, öte yandan savaş yanlısı partinin yeni muhafazakârlardan, solcu insanî yardım savaşçıları da dâhil her türden liberal müdahaleciden, ayrıca bazı çevrecilerden, feministlerden ve tövbe etmiş komünistlerden oluşan bir koalisyon üzerinden hareket etmesi.

Dolayısıyla bugün herkes, küresel ısınma sebebiyle tüketim düzeylerini düşürmeli ama NATO savaşları sürmeli, bu savaşlar tekrar tekrar gündeme getirilmeli, dolayısıyla emperyalizm sürdürülebilir kalkınmanın bir parçası olarak varlığını sürdürmeli.

ABD, savaş yanlısı solun verdiği tavsiyelerden bağımsız kimi sebeplere bağlı olarak savaşa giriyor veya girmiyor. Sonuçta alınacak kararlarda asıl önemli unsur da petrol değildir. Libya’da ileride kurulacak hükümet, petrolü satmak zorunda kalacak, Libya sonuçta petrolün fiyatını belirleyecek ölçüde büyük ve güçlü bir ülke değil. Libya’da yaşanan karışıklık, fiyatları etkileyecek bir spekülasyona yol açabilir ama bu, başka bir meseledir.

Muhtemelen Siyonistler, iki fikir üzerinden Libya’ya yaklaşmaktadır: onlar Kaddafi’den nefret ederler ve onun Saddam gibi devrilmesini çok isterler ama bir yandan da Siyonistler, hakkında çok az şey bildikleri muhalefetten de emin olamamaktadırlar.

Savaş yanlılarının en fazla dile getirdikleri argüman şudur: her şey hızlı ve sorunsuz gerçekleşirse NATO düzelecek, insanî müdahale, Irak ve Afganistan’da yitirdiği itibarını geri kazanacak. Asıl gereken, yeni bir Granada’dır veya en iyi hâliyle, yeni bir Kosova’dır.

Müdahale konusunda mevcut güçleri harekete geçiren motivasyon kaynaklarından biri de isyancıları kontrol etmek, ama öncesinde zafere doğru ilerledikleri süreçte onları “kurtarmak”tır. Ama büyük olasılıkla bu yöntem işe yaramayacaktır. Zira Afganistan’da Karzai, Kosova’da milliyetçiler, Irak’ta Şiiler ve tabii ki İsrail, gerektiğinde büyük bir memnuniyetle Amerikan yardımını almış, ama sonra kendi ajandasına uygun hareket etmiştir. Libya “kurtarıldıktan” sonra uygulamaya sokulacak dört başı mamur bir askerî işgalin sürdürülme ihtimali bulunmamaktadır ki bu da işgalin ABD nezdinde sahip olduğu cazibeyi azaltan bir husustur.

Öte yandan işler kötü gidecek olursa muhtemelen bu, Amerikan imparatorluğunun sonunu getirecek süreci tetikleyecektir, tam da bu sebeple Le Monde’da kalem oynatanları veya kameralar önünde diktatörlere parmak sallayanları değil de bu işin yükünü omuzlamış kişilere kulak verdiğimizde, onların bu konuda ikazda bulunduklarını görmekteyiz.

Libya’da olan biteni sıradan yurttaşların bilmesi pek mümkün değil, çünkü Batı medyası, az da olsa sahip olduğu itibarı Irak’ta, Afganistan’da, Lübnan’da ve Filistin’de yitirdi, dolayısıyla bugün insanlar alternatif haber kaynaklarına daha fazla güveniyorlar. Ama gene de savaş yanlısı sol, tıpkı on iki yıl önce Miloseviç’le ilgili haberlere inandığı gibi bugün de Kaddafi ile ilgili kötü haberlerin gerçek olduğuna inanıyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin bu süreçte olumsuz bir rol oynadığı görülüyor. O, Kosova ile ilgili olarak Yugoslavya’nın yargılandığı mahkemenin yürüdüğü yoldan ilerliyor.

Tunus ve Mısır’da daha az kan akmasının bir sebebi de Bin ve Mübarek’e çıkış kapısı bırakılmış olmasıydı. Ama bugün “uluslararası adalet”, Kaddafi’nin kullanabileceği bir çıkış kapısının kalmadığına emin olmak istiyor, dolayısıyla bu açıdan Kaddafi’nin ve ona yakın isimlerin o acı sona dek savaşmaları için uğraşıyor.

Avrupa solunun durmadan söyledikleri gibi eğer “başka bir dünya mümkün” ise o vakit başka bir Batı da mümkün olabilmeli, Avrupa Solu bunun için uğraşmaya başlamalıdır.

Bolivarcı İttifak’ın yaptığı son toplantı, bu konuda bir örnek teşkil edebilir: Latin Amerika solu barış istiyor, ABD müdahalesinin gerçekleşmemesini talep ediyor, çünkü bu ittifak, sırada kendisinin olduğunu, ayrıca gerçekleştirdiği toplumsal dönüşümün her şeyden önce barışa ve ulusal egemenliğe ihtiyaç duyduğunu biliyor. Bu sebeple ittifak üyeleri, Kaddafi’nin dostu olarak görülemeyecek bir isim olan Jimmy Carter’ın başkanlığında bir araya getirilen bir uluslararası heyetin hükümetle isyancılar arasındaki müzakere sürecini başlatması için bölgeye gönderilmesini öneriyor. İspanya bu düşünceye sıcak bakarken, Sarkozy itiraz ediyor. Birleşmiş Milletler’in bu düşünceye tüm gücüyle destek olması mümkün ama asıl bunu beklemek hayalcilik olacaktır. BM, bu sayede misyonunu yerine getirme imkânı bulacaktır ama gelgelelim ABD ve Batı’nın nüfuzu buna izin vermez. Ama öte yandan bu krizde ve ileride yaşanacak muhtemel bir krizde Rusya, Çin, Latin Amerika ve başka ülkeleri içeren bir müdahale karşıtı koalisyonun kurulup Batı’nın müdahaleciliğine karşı makul bir seçenek oluşturmak için çalışması ihtimal dâhilindedir.

Latin Amerika solundan farklı olarak şu an acınacak durumda bulunan Avrupa solu, siyaset yapma konusundaki tüm melekelerini yitirmiş durumdadır. Sorunlara somut çözümler önerememekte, sadece ahlâkî bir duruş sergilemekle yetinmekte, abartılı ifadelerle diktatörleri ve insan hakları ihlallerini kınamaktadır. Sosyal demokrat sol, sağın birkaç yıl gerisinden gelmektedir ve kendisine ait bir fikre sahip değildir. “Radikal” sol ise her türden yola başvurarak Batılı hükümetleri ağır bir dille eleştirmekte, ama aynı zamanda bu hükümetlerin dünya genelinde demokrasiyi savunma adına askerî müdahaleler gerçekleştirmesini istemektedir. Bu örgütlerdeki politik tefekkür eksikliği, onları dezenformasyon kampanyalarına açık hâle getirmekte, ABD-NATO savaşlarının etkisiz birer amigosuna dönüştürmektedir.

Bu solun tutarlı bir programı yoktur, hatta Tanrı tutup bunları iktidar koltuğuna oturtsa ne yapacağını bilemez. Bazının tekrarlamayı çok sevdiği o anlamsız iddia bağlamında mesele, Chavez’e ve Venezuela Devrimi’ne “destek vermek” değildir. Mesele, bu sol örgütlerin belirli bir tevazu ile onlardan bir şeyler öğrenmesi, her şeyden önce siyaset yapmanın ne demek olduğunu yeniden idrak etmesidir.

Jean Bricmont
8 Mart 2011
Kaynak

Siyonizm

İnsanî Emperyalizm

Sam Saddam

0 Yorum: