Devrimci
siyah geleneğini takip eden benim gibi birçok siyahî devrimci, çok sayıda
insanın polis teşkilâtının ilga edilmesinden bahsediyor olmasını ümit verici
bir gelişme olarak görüyor. Birkaç ay önce birçoğumuz, bırakalım sohbetini
yapmayı, bu konuyu aklımıza bile getirmezdik.
Gelgelelim,
ülke genelinde süren tartışmalarda aradaki farklar zamanla silindi, sohbetler
cıvıdı, içinde olduğumuz koşulların mevcut gerçekliği, mevzu bile edilmemeye
başlandı. Bu noktada söz konusu ilgacı siyaseti anlamama katkıda bulunan
Mariame Kaba’ya ait çalışmadan bahsetmeliyim. Ayrıca, ilgacı düşüncenin
temellerini atmış olan Angela Davis gibi isimlere de teşekkür etmem lazım.
Bu
makalenin amacı, insanlara hapishane-endüstri kompleksinin ilgasını mümkün
kılacak çerçeveyi sunmak, bu meseleyi netliğe kavuşturmak ve okurlara gerekli
kılavuzu temin edebilmektir.
Hapishane-endüstri
kompleksi, askeri endüstri kompleksiyle güçlü bağlara sahiptir. Üçüncü
dünyadaki ülkeleri yağmalamak için kullanılacak silâhlar ve teçhizatı
cezaevlerinde tutsak olan Afrikalılara yaptırdılar. Apple, Tesla, Google,
Microsoft gibi şirketler, Afrika kıtasının kaynaklarını bu sayede yağmaladılar,
bir yandan da bu şirketler, Afrikalı çocukların emeğini kullandılar. Silâh ve
askeri malzeme yapmaya zorlanan mahkûmlar, polisin tutsak ettiği Afrikalılardı.
Hapishane-endüstri kompleksi ile ordu-endüstri kompleksi arasındaki bağı burada
aramak gerek. Hapishane-endüstri kompleksini ilga edeceksek, düşmanı tanımak ve
neye karşı olduğumuzu bilmek şart.
ABD
imparatorluğu ve ordusu, insanlık tarihinin gördüğü en zalim emperyal rejim.
Bunca şiddeti uygulamış ve uygulamakta olan bir gücün ilga ile ilgili taleplere
gönüllü bir biçimde boyun eğeceğini düşünmüyoruz herhalde. Camlar kırılıp
binalar ateşe verilince hemen ulusal muhafızları göreve çağırdılar ve askeri
bir düzen tesis ettiler. Aynı şekilde, diyelim ki hapishane-endüstri sistemini
ilga etmek istedik, bu faşist devlet illaki şiddetli bir cevap verecektir.
Burada
önce genel çerçeveyi belirlemek lazım, zira hapishaneleri, polis teşkilâtını
oradan da ordu-endüstri kompleksini ilga edeceksek, neye karşı olduğumuzu
bilmemiz gerek.
Amerikan
ekonomisi, tutsak Afrikalıların sömürüsü ve küresel emperyalist hâkimiyetin
üzerinden işliyor. Şiddete başvurmaksızın hapishanelerin ve polisin ilga
edileceğini düşünenler, Amerika’nın elindeki şiddet uygulama kapasitesini
hafife alıyorlar. Amerika, sömürgeci şiddet imkânlarını korumak için elinden
gelen her şeyi yapacaktır. Tarih bunun kanıtıdır. Bu söylenen, bilimsel bir
gerçektir.
Hapishaneler,
reformistlerin “polisin mali kaynaklarını kesin” çağrılarıyla kapatılamaz.
Bunun yerine, okulların ve hastanelerin mali kaynakları kesilir. Düşük
gelirlilere konut imkânı verilmesini öngören çalışmalara verilen destek ortadan
kaldırılır. Ayrıca polisin mali kaynaklarının kesilmesi, onun ilga edileceği
anlamına da gelmez.
Bu
türden siyaset değişiklikleri devrime yol açmaz, devrim, bizi katleden sistemin
imhası ile gerçekleşir. Bu, bilincinde olmamız gereken önemli bir ayrımdır.
Asıl reformist çağrıların bizi ilga edeceğini görmek gerekmektedir.
Reformların
faşizmi beslemekten başka bir işe yaramadığını biliyoruz. Son dört yüz yıl,
bunu bize göstermiştir. Biz, halkımızı her gün sömüren ve katleden zulüm
sisteminin tümden yok edilmesi seçeneğinden başka bir seçeneğe razı gelemeyiz.
Faşist devletin reforma tabi tutulması yönünde dillendirilen taleplere boyun
eğemeyiz.
George
Jackson’ın tespiti yerindedir:
“Doğrudur, her bir
reformla devrim daha da yakınlaşır. Ama kelimeyi açıklığa kavuşturmak ve
böylece herkesin onu anlamasını sağlamak adına faşizmi tek kelimeyle tarif
etmek zorunda kalsaydık, onun ‘reform’ olduğunu söylerdik. Halkımızın hayatı
devrime bağlıdır.”
Polis
teşkilâtının ilgası konusunda son dönemde yapılan çağrılar, kamuoyunun değişime
hazır olduğunu ortaya koysa da biz, gerçek bir ilga sürecinin neleri
kapsayacağını açık yüreklilikle dile getirmeliyiz. Hapishane-endüstri
kompleksinin ilga edilmesini savunan kişiler olarak bizim amacımız, bizi
köleleştiren, öldüren ve sömüren şiddet mekanizmasını söküp atmaktır.
Kwame
Ture’nin bize öğrettiği biçimiyle biz devrimciler, sadece yıkmayız yaratırız
da. Biz, barışın tesis edileceği yeni dünyanın yaratıcılarıyız. Ama biz, bir
yandan da barışın varolabilmesi için ona ulaşmamızı sağlayacak bilimsel bir
yönteme sahip olmalıyız.
Asla
unutmamamız gereken temel önerme şudur: bu faşist devlete karşı mücadelede ve
kendi savunmamız dâhilinde faşizmi yok etmenin yegâne yolu, silâhlı
mücadeledir. Mussolini, barışçıl gösterilerle yenilmedi. Hitler, barışçıl
gösteriler üzerinden ezilmedi. Trump ve Amerika Birleşik Şirketleri barışçıl
yoldan yok edilemez. Savunmayı ve hayatı kucaklayan tavrı esas alan devrimci
şiddet, bir yandan da kendini koruma pratiği olarak, son dört yüz yıldır bizi
ezmiş olan hapishane ve askeri sistemi ilga edebilecek koşulları yaratacaktır.
Malcolm X’in güzel ifadesiyle, “Dünyada kan akmadan devrim olmaz.” Haiti,
Venezuela, Küba ve Gana gibi örnekler bunun kanıtıdır.
Birçok
insan, halkın silâhlı mücadeleye hazır olmadığını söyleyecektir. Onlara
domuzları bağırta bağırta polis merkezlerine çekilmek zorunda bırakan
Minneapolisli silâhsız göstericileri anımsatmak isterim. Mevcut durumda
insanlar belirli bir planla hareket ettiler. Daha iyi örgütlenselerdi, bir de
silâhlı olsalardı, neler olurdu bir düşünün. Örgütlü bir gerilla cephemiz
olsaydı, yığınla imkâna kavuşurduk.
İlga
pratiğinin özünü devrimci şiddet oluşturur. Devrimciler, yıktığının iki katını
inşa ederler. Bir yoldaşımın şu değerlendirmesi önemlidir:
“Bu toz duman dağılıp
gösteriler sona erdiğinde, halkımız gene yoksulluğun çilesini çekecek, polis
insanımızı öldürmeye, hepimize saldırmaya devam edecek. Milyonlarca insan
hapishanelere tıkılacak, yarım milyon insan, başını sokacak bir evi olmadan
yaşayacak. Aslında son iki haftalık süreç işin kolay yanı idi. Dayanışma gelip
geçici bir şey olmamalı.”
Tam
da bu sebeple halk programları hazırlanmalı, bu programlarla silâhlı
mücadelenin eşiğinde duran halkımızın maddi ihtiyaçları giderilmelidir.
Kapitalizmin kanımızı emen gerçekliği dışında bir geleceğin bulunduğunu
halkımıza göstermeliyiz. Açlara gıda programlarıyla gidilmeli. Evsizlere konut
programları sunulmalı. Halka tıbbi programlarla hizmet edilmeli. Herkese virüs
testi yapılabilmeli. Tüm bu imkânları halkımıza sunabilmeliyiz. Madem kendimize
“devrimci” diyoruz, halka hizmet etmenin, onu sevip özgürleştirmenin görevimiz
olduğunu bilelim.
Varlığınız
mücadeleden ayrı düşmesin.
Blake Simons
11 Haziran 2020
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder