28 Ekim Pazar günü yapılan başkanlık seçimi
yarışında Jair Bolsonaro’nun elde ettiği zafer ile dünya genelinde radikal
sağın yeniden canlanma imkânı bulduğu gerçeğini artık kimse inkâr edemez. Bolsonaro, politik olarak baskıcı ve kültürel olarak tahammülsüz bu hareketin
çirkin bir temsilcisi. Bugün burjuva basınında şu soru soruluyor: Seçmenleri böyle bir
insana oy vermeye ikna eden psikolojik rahatsızlık nedir?
Böylesi bir çerçeve, radikal sağdaki yeniden
canlanmayı demokrasinin temel kusurunun, yani seçmenlerin bir sonucu olarak görüp, "anlaşılamaz" diye niteliyor. Başarısızlıkların tekrarındaki suç, aşağı doğru tekrar
dağıtılıyor. Çünkü Bolsonaro, politik olarak baskıcı ve kültürel olarak
tahammülsüz olduğuna göre, seçmenler de politik olarak baskıcı ve kültürel
olarak tahammülsüz olmak zorunda. Çünkü Bolsonaro, bir cinsiyetçi
zorba ve homofobik olduğuna göre, seçmenler de cinsiyetçi zorbalar ve homofobik
olmak zorunda.
Bolsonaro’nun yükselişine dair açıklamalarda
eksik kalan, son on yılda Brezilya’nın ülke tarihinde gördüğü en kötü ekonomik
durgunluğu[1] yaşadığı gerçeğidir (Bkz: Aşağıdaki tablo). 14 milyon eski
çalışan ve çalışma çağında Brezilyalı, şuan işsiz. Birleşik Devletler’de ve
Avrupa periferisinde 2008’den sonra tanık olunduğu üzere, Brezilya’nın egemen
sınıfının daha zengin ve politik olarak daha güçlü hâle getirildiği koşullara
liberaller, kemer sıkma politikası ile cevap verdiler.
Tablo: Brezilya, 2008’de dünyanın geri kalan çoğu
ülkesi ile birlikte küresel mali krizde durgunluğa girdi. 2012’de ülke
tarihindeki en kötü ekonomik düşüşe dönüşen durgunluğa tekrar girildi.
Liberaller, bu gelişmeye Wall Street ve IMF’nin de desteğiyle, on yıl yürürlükte
kalan kemer sıkma siyasetiyle cevap verdiler. Kaynak: St. Louis Federal
Rezervi.
2014’ten bu yana, Brezilya’nın kamu borcunun/GSYİH
oranı %20’den %70’e tırmanması IMF’i kaygılandırdı.[2] Ama bu tırmanışın büyük
kısmının IMF ve Wall Street tarafından himaye edilen ekonomik kemer sıkma
siyasetine bağlı olarak düşen GSYİH’ten geldiğinden kimse bahsetmedi. On yıl
yürürlükte kalan kemer sıkma siyaseti yüzünden liberal cumhurbaşkanı Dilma
Rousseff, 2016’da Wall Street darbesi olarak adlandırılabilecek bir gelişme
dâhilinde, görevden ayrıldı. Muhtemelen Bolsonaro, Wall Street’e alınan
kredileri nereye koyacağını söyleyecektir.
Birleşik Devletler’de 1990’larda finansın ve
ticaretin serbestîleştirilmesinin politik hesapların sonucu olduğunu herkes
bilir. Bu, bahsedilen serbestîleştirme siyasetini cumhuriyetçiler de
demokratlar da uyguladılar, bu da politik hesapların belirli ekonomik çıkarlara
hizmet ettiğini ortaya koyuyor. Bu çıkarların, onların istediklerine göre
biçimlendiğinin ve ekonominin o çıkarlar üzerinden battığının bir önemi yok.
Eğer ekonomik sorunlar, politik hesaplardan kaynaklanıyorsa, demek ki o
sorunların çözümü de politiktir, o hâlde daha iyi liderler seçilmelidir.
Sorunların oluşumuna ekonomik çıkarlar sebep oluyorsa, o vakit tek çözüm yolu,
ekonomik ilişkilerin örgütlenme tarzını değiştirmektir.
1928-1932 arası dönemde Almanya’nın endüstriyel
üretimi %58 düştü. 1933 itibarıyla altı milyon eski Alman çalışan dileniyor,
çöpleri eşeleyerek satacak eşya arıyordu. Liberaller (Sosyalist Parti) bu
gelişmeye yetersiz önlemlerle ve kemer sıkma politikası ile cevap verdiler.
Liberal çerçeve dâhilinde bunalım, politik alanda baş edilmesi gereken bir
politik sorun olarak ele alındı. Mevcut siyaset alanında orta yolcu uyum anlayışı, mevcut
sahayı belirledi. Adolf Hitler, Büyük Bunalım’ın dibe vurduğu noktada, 1933’te
Almanya Şansölyesi olarak atandı.
Brezilya’da 2000’lerin başında Luiz Inácio Lula da
Silva, daha iyi bilinen ismi ile Lula, 20 milyon Brezilyalıyı yoksulluktan
kurtaracak bir solcu programı yürürlüğe koydu. Kamu borcu, kemer sıkma
politikasının uygulanmasını dayatmak için kullanılmadan önce, 2008’de Wall
Street tarafından çökertildikten sonra, Brezilya ekonomisi kısa sürede sağlığına
kavuştu. Dilma Rousseff ise egemenlere teslim oldu ve Brezilya, tekrar
durgunluğa girdi. Rousseff, 2016’da görevden alındı. Wall Street ve IMF
himayesinde[3] kemer sıkma politikası ile kuşatılmış olan ve seçimle işbaşına
gelecek her türden liberal hükümet, aynı akıbetle karşılaşacaktı.
İtalya’da ise, 1920’lerde, Birinci Dünya
Savaşı’ndan kaynaklanan borçların geri ödenmesi, faşist lider Benito
Mussolini’nin yükselişinden önce uygulanan kemer sıkma politikasına ve durgunluğa
yol açtı. Almanya’da, savaş tazminatlarının ödenmesi ve endüstriyel borçların
geri ödenmesi, Weimar hükümetinin Büyük Bunalım’a cevap verme yeteneğini
sınırladı. 1920’lerde endüstriye dayalı ekonomilerin finansallaşmasını
kolaylaştıran liberal hükümetler, takip eden kapitalist krizde alacak
tahsildarı olarak hizmet etmekten başka bir işe yaramadılar.
2008’den beri, alabildiğine dengesiz olan ticari
ilişkilerle birlikte AB’nin finansal yapısı, Avrupa periferisi için on yıllık
kemer sıkma, durgunluğa ve bunalıma sebep oldu. Birleşik Devletler’de, 2009’a
gelindiğinde Wall Street, kemer sıkma politikasını dayattı, finansal istikrar
adına sosyal güvenlikte ve sağlık sigortasında zorunlu olarak kesintiye
gidildi. 40 yıllık finansallaştırılmış neoliberal politikaların yükü, kesinlikle
eşit olarak paylaşılmadı. İçeride ve dışarıda işleyen sınıfsal ilişkiler, en
çok, hızlı büyüme ve imkânlarının dar bir çerçevede dağıtılırken, iflasların
daha geniş bir kesimce omuzlandığı koşullarda kendilerini açık ettiler.
“Faşizm tehdidini ortadan kaldıracağız” gibi bir
iddiada bulunuyorlar, ama şu bilinmeli:
Faşizmi faşistlerle izah eden mantığın arkasındaki
önermeler, tümüyle liberalizme aittirler. Burada bir açıklamadan çok, tarif söz
konusudur.
Liberalizm, belirli ontolojik varsayımlardan hareket eder. Bu tümüyle
zamanı esas alan çerçevede az da olsa toplumu gören bir mantık söz konusudur:
Sonuçta liberaller, “faşistler varsa, faşizm neden olmasın?” diye düşünürler.
Faşistlerle mi yoksa faşizmle mi mücadele edileceği meselesi, bu soruya
verilecek cevaba bağlıdır. Özcü bakış açısı şunu söyler: Faşistleri faşist
yapan, sahip oldukları özellikleridir. Bilimsel ırkçılık, işte bu görüşe
yaslanır. Faşist ırk teorisinin temelini de bu görüş teşkil eder.
“Faşizme eğilimi olan halkı istismar eden
diktatör” teorisi özcüdür, zira, kavrayışın tümüyle psikoloji, genetik gibi yapısal
meselelerden kaynaklandığını düşünür. Son dönemde liberal solcu yorum,
faşistlerin doğuştan faşist olduğuna veya her şekilde faşizme yatkın olduğuna
dair özcü görüşe eğilim göstermektedir. Faşizm yanlısı olmayanları da bu
çerçevede eşitlemek, düşüncesizliktir. Madem “zavallılar”[4] bu şekilde doğdular, o
vakit neoliberalizmin kırk yılını temize çıkartabiliriz.
Faşizmin ne olduğu ve yirminci yüzyılda görülen
Avrupa faşizminin günümüze nasıl bağlandığı sorusu, liberal bir yaklaşımla
cevaplanamaz. Tüm dünya genelinde radikal sağın yaşadığı yükseliş ve düşüş, her
daim kesintilerle maluldür. Tarihsel süreçte bu türden yükselişler ve düşüşler,
asimetrik ekonomik güce dair merkez/çevre modeli dâhilinde, dünya
kapitalizminin gelişimine bağlıdırlar. Finansal kriz süreci kesintiye uğrayana
dek merkezden gelen finansal akış, ekonomik genişleme sürecini
hızlandırmaktadır. Bu noktada çevre ülkelerdeki hükümetler, ekonomilerinin
çöktüğü koşullarda, borçların yeniden ödeneceği süreci yönetmek zorunda
kalırlar.
Tüm dünya genelinde borçlar, farklı ideolojilerden
beslenen politik partileri birbirlerine yakınlaşmaya zorladı. Avrupa’daki
merkez sol partiler, ideolojileri tersini önerdiklerinde dahi kemer sıkma
politikalarını dayattılar. 2015’te, Yunan Syriza partisi içerisinde kendisini
Marksist olarak tanımlayanlar, Almanya’nın önderlik ettiği AB’de etkin olan,
kredi kuruluşları tarafından talep edilen özelleştirme ve kemer sıkma
politikalarına boyun eğdiler. Lenin bile Ekim Devrimi’ni takip eden aylarda,
Rusya adına Wall Street’teki kredi kuruluşlarıyla görüşmüştü. Politik bağlamda
aşağıdan, kitlelerden kaynaklanacak bir çözüm önermek gerekirse bu, kendi
sözlerinin eri olan liderler ve partiler seçmek olacaktır.
Pratikte ana sorunun sebebi, kredi kuruluşlarının
ellerindeki güçtür. Borçlarını reddeden borçlular, sermaye piyasalarından
tasfiye edilmektedirler. Ödemede kabul gören para yaratma gücü, aynı zamanda
kredi veren merkez ülkelere ait bir imtiyazdır. Borcun yönetilemediği durumda
kapitalist genişleme, yakın ve derin bir kıtlık üreten bir bağımlılık yaratır.
Borç, gelirleri belirli bir gruba teslim edilebilen, başkasına geri ödemeyi
yükümlülük olarak dayatan bir silâhtır. Örneğin IMF’in 2015’te Birleşik
Devletler destekli darbeyi desteklemek için Ukrayna’ya bile bile ödenemeyecek borçlar
vermesinde ABD önemli bir rol oynamıştır.
Faşist ırkçı tasnif, mevcut kapitalist sınıf
ilişkileriyle benzerliğe sahiptir. Mültecilik statüsü, ırk ve cinsiyet,
ekonomik sömürünün toplumsal düzeyde hangi sınıfları etkileyeceğini tanımlama
noktasında önemli kavramlardır. Irk icat edilip, Siyahların sömürüsünü
doğallaştırmak adına, köleliğin İngiliz-Amerikan dünyasındaki karşılıkları
bağlamında, on yıllarca kullanılmış bir olgudur.[5] Cinsiyet farkı, kapitalist
batıda kadınlar nezdinde ücretsiz emekten ücretli emeğe doğru yaşanan evrim
süreciyle alakalı bir meseledir. Irkın, cinsiyetin, göçmenlik statüsünün
sömürüye yol açtığını ileri sürenler, esasen zamansal sıralamayı yanlış
anlamaktadırlar. O sınıflar, sahip oldukları o özel statüler izah edilmezden önce
zaten sömürülüyorlardı.
Tabii burada, kapitalist sınıfsal ilişki biçimlerinin
faşist ırkçı tasnifi tümden açıkladığı iddia edilmiyor. Fakat şunu görmek
lazım: ırkçı tasnifi “donduran”, dolayısıyla onu basite indirgeyen ontolojik
önerme, kapitalizm için çok önemlidir. Aşağıda da dile getirildiği biçimiyle,
Nazi bilim insanları ve mühendisleri kılığında ABD’ye getirilen eğitimli Alman
burjuvalar, Nazilere has ırkçı tasnifi, İkinci Dünya Savaşı ardından uzun
süredir aykırı kabul edilen bir anlayış üzerinden, makul görülmesini sağlamışlardır. Başka bir ifadeyle, ırklarla alakalı ucube karikatürleri makul
bulan, sadece ayaktakımı değildi. Peki bunun sebebi neydi?
1910'larda Birinci Dünya Savaşı konusunda zaten şüphede olan
kamuoyundan destek alabilmek için Başkan Wilson’a yardım eden Edward Bernays, bu konuda yürütülen propagandayı geliştirip arıttı. Bu
propaganda, Amerikan hükümeti ve kapitalist reklâm şirketleri tarafından o
zamandan beri kullanılıyor. Buradaki fikir, halkı o ileri sürülen arzu ve
isteklere bağlı olarak hareket ettirmek için psikolojiyi kelime ve imgelerle
bütünleştirmekti.
Propagandanın eylemsel çerçevesi, araçsaldır: o,
temelde insanların belirlenmesi noktasında zerre katkıları bulunmayan amaca
ulaşmak için kullanılmalarını sağlar. Politik bakış açısı diktatörlere de
hizmet edebilir, hayırseverlere de. Propaganda, oldum olası Amerikan hükümeti
tarafından kullanıla geldi. İtalyan ve Alman faşistler de iktidara gelmeden
önce bu türden yöntemlere başvurdular.
Birinci Dünya Savaşı’ndan beri ABD’de ticari
propaganda, her yerde her şekilde kullanılmıştır. Reklâm firmaları, psikolojik
baskının özgür seçimi kapitalizmden söküp atma ihtimaline zerre aldırış
etmeksizin, reklâm kampanyalarında psikologları görevlendirirler. Siyasi ve
ticari propaganda arasındaki fark yöntem değil, niyetle ilgilidir. Propagandanın
yukarıda da bahsini ettiğimiz Woodrow Wilson örneğinde kullanım biçimi gayet
öğreticidir: büyük ve sesi gür çıkan savaş karşıtı hareketin, ABD’nin Birinci
Dünya Savaşı’na girişine karşı çıkma noktasında gayet meşru sebepleri vardı.
Bernays ve Wilson, bu aşamada siyasi muhaliflerin sesini kısmayı amaçladı.
İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip ABD, 1.600 Nazi
bilim insanı ve mühendisini aileleriyle birlikte Ataç Operasyonu[6] adlı
program vasıtasıyla Savunma Bakanlığı’nda ve Amerikan sanayinde çalışmaları
için getirdi. Büyük bir kısmı da adanmış ve hevesli birer Nazi idi. Raporlara
göre bazıları savaş suçlusuydu. Nazizmin akıldışı bir politika olduğunu ileri
süren liberal/neoliberal iddiayla çelişen bir gelişme dâhilinde Nazi bilim
insanları, askerî üretime sorunsuzca uyum gösterdiler. Nazi olmakla bilim
insanı olmak arasında bariz bir çelişki mevzubahis değildi çünkü.
Kendilerini davaya adamış birer Nazi olan
kişilerin, bir yandan da bilim insanı olmaları değildi mesele. Nazilere ait
savaş mekanizmasını, bilim ve teknoloji yaratmıştı. Nazi toplama kamplarının
oluşturulduğu ve işletildiği sürecin ayrılmaz parçasıydı o bilim ve teknoloji.
Amerika’da geliştirilen ırk ıslahı “bilim”i, öjeniydi, Nazi ırk teorisinin
temelini teşkil eden. Bilim ve teknoloji, Nazizmin işlevsel çekirdeğini
oluşturdu. Ataç Operasyonu’yla ülkeye getirilmiş olan Nazi bilim insanları ve
mühendisler, savaş sonrası Amerikan askeri hâkimiyetine büyük katkıda
bulundular.
Nazizm, antik çağlara dek uzanan, zaferlerle dolu
geçmişe dair romantik mitlerle burjuvazinin üstlendiği endüstrileşme ve ileriye
dönük modernite pratiği arasındaki gerilimi tüm boyutlarıyla örgütledi. Eskiden
beri analizlerinin odak noktasına bu mitolojiyi alan liberaller ve
neoliberaller ise onun aklın irrasyonel tarzı olduğunu söylediler hep. Oysa şu
husus gözden kaçırılmaktaydı: Nazizm, eğer endüstriyel güç için gerekli olan
bilim ve teknoloji üzerine kurulu o burjuva temele sahip olmuş olmasaydı,
Almanya sınırlarını aşamazdı. Dolayısıyla faşizm denilen kapsamlı projeyi
liberalizme ait ontolojik ve idari önermeler bağlamına yerleştirmek şart.
Bu tespitin liberalizmle faşizm arasında büyük
farklılık olduğunu söyleyen teorisyenleri fazlasıyla rahatsız edeceğine hiç şüphe
yok. Bolsonaro, kemer sıkma politikalarını dayatmanın yanında, adaletten yoksun
bir barışı sürdürme imkânı da buldu diyelim, o noktada IMF ve Wall Street, onun
yüzüne pis pis sırıtıp daha fazlasını isteyecektir. Amerikalı patronların
çıkarları Brezilya’yı çoktan kuşattı zaten.[7] O patronlar, kendilerine mahkûm
olan tüketicilerin, yürürlüğe konulacak mülkiyet haklarının ve esnek işgücünün
kârdan başka bir anlama sahip olmadıklarını gayet iyi biliyorlar.
Peki tüm
bunlar yaşanırken, Obama’nın bataklıktan kurtardığı Wall Street, Brezilya,
İspanya, Yunanistan ve Portekiz halklarını ezip onları oligarkların aldıkları
borçları ödemeye mecbur ederken, o liberaller nerelerdeydi?
Şurası bilinsin:
Liberalizm, kapitalizmle faşizm arasındaki bağdır ve asla faşizmin antitezi
değildir.
Uzun zaman önce Marx’a
sırtını dönmüş olan Amerikan solu, liberalizmin dünyevi mantığı denilen o çölde
yitip gitti. Dolayısıyla şu görülmeli: faşistlerle mücadele etmenin yegâne
yolu, faşizm tehdidine son vermektir. Bu da Wall Street’le ve Batı
kapitalizminin aslî kurumlarıyla dövüşmeyi gerekli kılar.
Rob Urie
29 Ekim 2018
29 Ekim 2018
Dipnotlar
[1] Brazil’s Lost Decade, Denverpost.
[2] Desmond Lachman, “Markets, IMF Send Brazil
Clear Message: Reform Your Country”, Hill.
[3] “IMF Executive Board Concludes 2018 Article IV
Consultation with Brazil”, IMF.
[4] Yazar “Deplorables”
kelimesiyle, Hillary Clinton’ın seçim yarışında Trump destekçilerinin yarısı
için kullandığı “basket of deplorables”
(zavallılar toplamı) tabirine gönderme yapmaktadır. Clinton, daha sonra bu söz
nedeni ile özür diledi, ancak Trump, bu sözden faydalanmayı bildi, hatta
destekçileri, üzerinde Deplorables yazan
tişörtlerle seçim çalışmalarına devam ettiler. Şimdilerde Steve Bannon gibi
tipler (Bkz. İştirakî dergisi sayı
12, s.14) bu tabirin ekmeğini yemeye devam etmektedirler. Bannon’ın planladığı
yeni finans aracı, Clinton’a gönderme yapılarak “deplorables coin” (zavallıların akçesi) adıyla anılmaya başlandı.
[Gian Volpicelli, “Steve Bannon is Creating a ‘Deplorables’ Cryptocurrency to
Boost Global Populism”, 25 Temmuz 2018, Wired. ABD’de
aşağılama-mağduriyet çarkı, Türkiye’dekine benzer dönmektedir. Demokratlar
(“Türkiye’de sosyal demokratlar” diyelim) aşağılar, muhafazakârlar kucaklar. -çn.
[5] “The Invention of Race”, WNYC.
[6] “Operation Paperclip”, Wikipedia.
[7] Zaid Jilani, Lee Fang, “Bullish Opportunity
For Us”, Intercept.
0 Yorum:
Yorum Gönder