24 Kasım 2018

, ,

Brezilya, Faşizm ve Liberalizmin Sol Kanadı


28 Ekim Pazar günü yapılan başkanlık seçimi yarışında Jair Bolsonaro’nun elde ettiği zafer ile dünya genelinde radikal sağın yeniden canlanma imkânı bulduğu gerçeğini artık kimse inkâr edemez. Bolsonaro, politik olarak baskıcı ve kültürel olarak tahammülsüz bu hareketin çirkin bir temsilcisi. Bugün burjuva basınında şu soru soruluyor: Seçmenleri böyle bir insana oy vermeye ikna eden psikolojik rahatsızlık nedir?

Böylesi bir çerçeve, radikal sağdaki yeniden canlanmayı demokrasinin temel kusurunun, yani seçmenlerin bir sonucu olarak görüp, "anlaşılamaz" diye niteliyor. Başarısızlıkların tekrarındaki suç, aşağı doğru tekrar dağıtılıyor. Çünkü Bolsonaro, politik olarak baskıcı ve kültürel olarak tahammülsüz olduğuna göre, seçmenler de politik olarak baskıcı ve kültürel olarak tahammülsüz olmak zorunda. Çünkü Bolsonaro, bir cinsiyetçi zorba ve homofobik olduğuna göre, seçmenler de cinsiyetçi zorbalar ve homofobik olmak zorunda.

Bolsonaro’nun yükselişine dair açıklamalarda eksik kalan, son on yılda Brezilya’nın ülke tarihinde gördüğü en kötü ekonomik durgunluğu[1] yaşadığı gerçeğidir (Bkz: Aşağıdaki tablo). 14 milyon eski çalışan ve çalışma çağında Brezilyalı, şuan işsiz. Birleşik Devletler’de ve Avrupa periferisinde 2008’den sonra tanık olunduğu üzere, Brezilya’nın egemen sınıfının daha zengin ve politik olarak daha güçlü hâle getirildiği koşullara liberaller, kemer sıkma politikası ile cevap verdiler.

Tablo: Brezilya, 2008’de dünyanın geri kalan çoğu ülkesi ile birlikte küresel mali krizde durgunluğa girdi. 2012’de ülke tarihindeki en kötü ekonomik düşüşe dönüşen durgunluğa tekrar girildi. Liberaller, bu gelişmeye Wall Street ve IMF’nin de desteğiyle, on yıl yürürlükte kalan kemer sıkma siyasetiyle cevap verdiler. Kaynak: St. Louis Federal Rezervi.

2014’ten bu yana, Brezilya’nın kamu borcunun/GSYİH oranı %20’den %70’e tırmanması IMF’i kaygılandırdı.[2] Ama bu tırmanışın büyük kısmının IMF ve Wall Street tarafından himaye edilen ekonomik kemer sıkma siyasetine bağlı olarak düşen GSYİH’ten geldiğinden kimse bahsetmedi. On yıl yürürlükte kalan kemer sıkma siyaseti yüzünden liberal cumhurbaşkanı Dilma Rousseff, 2016’da Wall Street darbesi olarak adlandırılabilecek bir gelişme dâhilinde, görevden ayrıldı. Muhtemelen Bolsonaro, Wall Street’e alınan kredileri nereye koyacağını söyleyecektir.

Birleşik Devletler’de 1990’larda finansın ve ticaretin serbestîleştirilmesinin politik hesapların sonucu olduğunu herkes bilir. Bu, bahsedilen serbestîleştirme siyasetini cumhuriyetçiler de demokratlar da uyguladılar, bu da politik hesapların belirli ekonomik çıkarlara hizmet ettiğini ortaya koyuyor. Bu çıkarların, onların istediklerine göre biçimlendiğinin ve ekonominin o çıkarlar üzerinden battığının bir önemi yok. Eğer ekonomik sorunlar, politik hesaplardan kaynaklanıyorsa, demek ki o sorunların çözümü de politiktir, o hâlde daha iyi liderler seçilmelidir. Sorunların oluşumuna ekonomik çıkarlar sebep oluyorsa, o vakit tek çözüm yolu, ekonomik ilişkilerin örgütlenme tarzını değiştirmektir.

1928-1932 arası dönemde Almanya’nın endüstriyel üretimi %58 düştü. 1933 itibarıyla altı milyon eski Alman çalışan dileniyor, çöpleri eşeleyerek satacak eşya arıyordu. Liberaller (Sosyalist Parti) bu gelişmeye yetersiz önlemlerle ve kemer sıkma politikası ile cevap verdiler. Liberal çerçeve dâhilinde bunalım, politik alanda baş edilmesi gereken bir politik sorun olarak ele alındı. Mevcut siyaset alanında orta yolcu uyum anlayışı, mevcut sahayı belirledi. Adolf Hitler, Büyük Bunalım’ın dibe vurduğu noktada, 1933’te Almanya Şansölyesi olarak atandı.

Brezilya’da 2000’lerin başında Luiz Inácio Lula da Silva, daha iyi bilinen ismi ile Lula, 20 milyon Brezilyalıyı yoksulluktan kurtaracak bir solcu programı yürürlüğe koydu. Kamu borcu, kemer sıkma politikasının uygulanmasını dayatmak için kullanılmadan önce, 2008’de Wall Street tarafından çökertildikten sonra, Brezilya ekonomisi kısa sürede sağlığına kavuştu. Dilma Rousseff ise egemenlere teslim oldu ve Brezilya, tekrar durgunluğa girdi. Rousseff, 2016’da görevden alındı. Wall Street ve IMF himayesinde[3] kemer sıkma politikası ile kuşatılmış olan ve seçimle işbaşına gelecek her türden liberal hükümet, aynı akıbetle karşılaşacaktı.

İtalya’da ise, 1920’lerde, Birinci Dünya Savaşı’ndan kaynaklanan borçların geri ödenmesi, faşist lider Benito Mussolini’nin yükselişinden önce uygulanan kemer sıkma politikasına ve durgunluğa yol açtı. Almanya’da, savaş tazminatlarının ödenmesi ve endüstriyel borçların geri ödenmesi, Weimar hükümetinin Büyük Bunalım’a cevap verme yeteneğini sınırladı. 1920’lerde endüstriye dayalı ekonomilerin finansallaşmasını kolaylaştıran liberal hükümetler, takip eden kapitalist krizde alacak tahsildarı olarak hizmet etmekten başka bir işe yaramadılar.

2008’den beri, alabildiğine dengesiz olan ticari ilişkilerle birlikte AB’nin finansal yapısı, Avrupa periferisi için on yıllık kemer sıkma, durgunluğa ve bunalıma sebep oldu. Birleşik Devletler’de, 2009’a gelindiğinde Wall Street, kemer sıkma politikasını dayattı, finansal istikrar adına sosyal güvenlikte ve sağlık sigortasında zorunlu olarak kesintiye gidildi. 40 yıllık finansallaştırılmış neoliberal politikaların yükü, kesinlikle eşit olarak paylaşılmadı. İçeride ve dışarıda işleyen sınıfsal ilişkiler, en çok, hızlı büyüme ve imkânlarının dar bir çerçevede dağıtılırken, iflasların daha geniş bir kesimce omuzlandığı koşullarda kendilerini açık ettiler.

“Faşizm tehdidini ortadan kaldıracağız” gibi bir iddiada bulunuyorlar, ama şu bilinmeli:

Faşizmi faşistlerle izah eden mantığın arkasındaki önermeler, tümüyle liberalizme aittirler. Burada bir açıklamadan çok, tarif söz konusudur.

Liberalizm, belirli ontolojik varsayımlardan hareket eder. Bu tümüyle zamanı esas alan çerçevede az da olsa toplumu gören bir mantık söz konusudur: Sonuçta liberaller, “faşistler varsa, faşizm neden olmasın?” diye düşünürler. Faşistlerle mi yoksa faşizmle mi mücadele edileceği meselesi, bu soruya verilecek cevaba bağlıdır. Özcü bakış açısı şunu söyler: Faşistleri faşist yapan, sahip oldukları özellikleridir. Bilimsel ırkçılık, işte bu görüşe yaslanır. Faşist ırk teorisinin temelini de bu görüş teşkil eder.

“Faşizme eğilimi olan halkı istismar eden diktatör” teorisi özcüdür, zira, kavrayışın tümüyle psikoloji, genetik gibi yapısal meselelerden kaynaklandığını düşünür. Son dönemde liberal solcu yorum, faşistlerin doğuştan faşist olduğuna veya her şekilde faşizme yatkın olduğuna dair özcü görüşe eğilim göstermektedir. Faşizm yanlısı olmayanları da bu çerçevede eşitlemek, düşüncesizliktir. Madem “zavallılar”[4] bu şekilde doğdular, o vakit neoliberalizmin kırk yılını temize çıkartabiliriz.

Faşizmin ne olduğu ve yirminci yüzyılda görülen Avrupa faşizminin günümüze nasıl bağlandığı sorusu, liberal bir yaklaşımla cevaplanamaz. Tüm dünya genelinde radikal sağın yaşadığı yükseliş ve düşüş, her daim kesintilerle maluldür. Tarihsel süreçte bu türden yükselişler ve düşüşler, asimetrik ekonomik güce dair merkez/çevre modeli dâhilinde, dünya kapitalizminin gelişimine bağlıdırlar. Finansal kriz süreci kesintiye uğrayana dek merkezden gelen finansal akış, ekonomik genişleme sürecini hızlandırmaktadır. Bu noktada çevre ülkelerdeki hükümetler, ekonomilerinin çöktüğü koşullarda, borçların yeniden ödeneceği süreci yönetmek zorunda kalırlar.

Tüm dünya genelinde borçlar, farklı ideolojilerden beslenen politik partileri birbirlerine yakınlaşmaya zorladı. Avrupa’daki merkez sol partiler, ideolojileri tersini önerdiklerinde dahi kemer sıkma politikalarını dayattılar. 2015’te, Yunan Syriza partisi içerisinde kendisini Marksist olarak tanımlayanlar, Almanya’nın önderlik ettiği AB’de etkin olan, kredi kuruluşları tarafından talep edilen özelleştirme ve kemer sıkma politikalarına boyun eğdiler. Lenin bile Ekim Devrimi’ni takip eden aylarda, Rusya adına Wall Street’teki kredi kuruluşlarıyla görüşmüştü. Politik bağlamda aşağıdan, kitlelerden kaynaklanacak bir çözüm önermek gerekirse bu, kendi sözlerinin eri olan liderler ve partiler seçmek olacaktır.

Pratikte ana sorunun sebebi, kredi kuruluşlarının ellerindeki güçtür. Borçlarını reddeden borçlular, sermaye piyasalarından tasfiye edilmektedirler. Ödemede kabul gören para yaratma gücü, aynı zamanda kredi veren merkez ülkelere ait bir imtiyazdır. Borcun yönetilemediği durumda kapitalist genişleme, yakın ve derin bir kıtlık üreten bir bağımlılık yaratır. Borç, gelirleri belirli bir gruba teslim edilebilen, başkasına geri ödemeyi yükümlülük olarak dayatan bir silâhtır. Örneğin IMF’in 2015’te Birleşik Devletler destekli darbeyi desteklemek için Ukrayna’ya bile bile ödenemeyecek borçlar vermesinde ABD önemli bir rol oynamıştır.

Faşist ırkçı tasnif, mevcut kapitalist sınıf ilişkileriyle benzerliğe sahiptir. Mültecilik statüsü, ırk ve cinsiyet, ekonomik sömürünün toplumsal düzeyde hangi sınıfları etkileyeceğini tanımlama noktasında önemli kavramlardır. Irk icat edilip, Siyahların sömürüsünü doğallaştırmak adına, köleliğin İngiliz-Amerikan dünyasındaki karşılıkları bağlamında, on yıllarca kullanılmış bir olgudur.[5] Cinsiyet farkı, kapitalist batıda kadınlar nezdinde ücretsiz emekten ücretli emeğe doğru yaşanan evrim süreciyle alakalı bir meseledir. Irkın, cinsiyetin, göçmenlik statüsünün sömürüye yol açtığını ileri sürenler, esasen zamansal sıralamayı yanlış anlamaktadırlar. O sınıflar, sahip oldukları o özel statüler izah edilmezden önce zaten sömürülüyorlardı.

Tabii burada, kapitalist sınıfsal ilişki biçimlerinin faşist ırkçı tasnifi tümden açıkladığı iddia edilmiyor. Fakat şunu görmek lazım: ırkçı tasnifi “donduran”, dolayısıyla onu basite indirgeyen ontolojik önerme, kapitalizm için çok önemlidir. Aşağıda da dile getirildiği biçimiyle, Nazi bilim insanları ve mühendisleri kılığında ABD’ye getirilen eğitimli Alman burjuvalar, Nazilere has ırkçı tasnifi, İkinci Dünya Savaşı ardından uzun süredir aykırı kabul edilen bir anlayış üzerinden, makul görülmesini sağlamışlardır. Başka bir ifadeyle, ırklarla alakalı ucube karikatürleri makul bulan, sadece ayaktakımı değildi. Peki bunun sebebi neydi?

1910'larda Birinci Dünya Savaşı konusunda zaten şüphede olan kamuoyundan destek alabilmek için Başkan Wilson’a yardım eden Edward Bernays, bu konuda yürütülen propagandayı geliştirip arıttı. Bu propaganda, Amerikan hükümeti ve kapitalist reklâm şirketleri tarafından o zamandan beri kullanılıyor. Buradaki fikir, halkı o ileri sürülen arzu ve isteklere bağlı olarak hareket ettirmek için psikolojiyi kelime ve imgelerle bütünleştirmekti.

Propagandanın eylemsel çerçevesi, araçsaldır: o, temelde insanların belirlenmesi noktasında zerre katkıları bulunmayan amaca ulaşmak için kullanılmalarını sağlar. Politik bakış açısı diktatörlere de hizmet edebilir, hayırseverlere de. Propaganda, oldum olası Amerikan hükümeti tarafından kullanıla geldi. İtalyan ve Alman faşistler de iktidara gelmeden önce bu türden yöntemlere başvurdular.

Birinci Dünya Savaşı’ndan beri ABD’de ticari propaganda, her yerde her şekilde kullanılmıştır. Reklâm firmaları, psikolojik baskının özgür seçimi kapitalizmden söküp atma ihtimaline zerre aldırış etmeksizin, reklâm kampanyalarında psikologları görevlendirirler. Siyasi ve ticari propaganda arasındaki fark yöntem değil, niyetle ilgilidir. Propagandanın yukarıda da bahsini ettiğimiz Woodrow Wilson örneğinde kullanım biçimi gayet öğreticidir: büyük ve sesi gür çıkan savaş karşıtı hareketin, ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na girişine karşı çıkma noktasında gayet meşru sebepleri vardı. Bernays ve Wilson, bu aşamada siyasi muhaliflerin sesini kısmayı amaçladı.

İkinci Dünya Savaşı’nı müteakip ABD, 1.600 Nazi bilim insanı ve mühendisini aileleriyle birlikte Ataç Operasyonu[6] adlı program vasıtasıyla Savunma Bakanlığı’nda ve Amerikan sanayinde çalışmaları için getirdi. Büyük bir kısmı da adanmış ve hevesli birer Nazi idi. Raporlara göre bazıları savaş suçlusuydu. Nazizmin akıldışı bir politika olduğunu ileri süren liberal/neoliberal iddiayla çelişen bir gelişme dâhilinde Nazi bilim insanları, askerî üretime sorunsuzca uyum gösterdiler. Nazi olmakla bilim insanı olmak arasında bariz bir çelişki mevzubahis değildi çünkü.

Kendilerini davaya adamış birer Nazi olan kişilerin, bir yandan da bilim insanı olmaları değildi mesele. Nazilere ait savaş mekanizmasını, bilim ve teknoloji yaratmıştı. Nazi toplama kamplarının oluşturulduğu ve işletildiği sürecin ayrılmaz parçasıydı o bilim ve teknoloji. Amerika’da geliştirilen ırk ıslahı “bilim”i, öjeniydi, Nazi ırk teorisinin temelini teşkil eden. Bilim ve teknoloji, Nazizmin işlevsel çekirdeğini oluşturdu. Ataç Operasyonu’yla ülkeye getirilmiş olan Nazi bilim insanları ve mühendisler, savaş sonrası Amerikan askeri hâkimiyetine büyük katkıda bulundular.

Nazizm, antik çağlara dek uzanan, zaferlerle dolu geçmişe dair romantik mitlerle burjuvazinin üstlendiği endüstrileşme ve ileriye dönük modernite pratiği arasındaki gerilimi tüm boyutlarıyla örgütledi. Eskiden beri analizlerinin odak noktasına bu mitolojiyi alan liberaller ve neoliberaller ise onun aklın irrasyonel tarzı olduğunu söylediler hep. Oysa şu husus gözden kaçırılmaktaydı: Nazizm, eğer endüstriyel güç için gerekli olan bilim ve teknoloji üzerine kurulu o burjuva temele sahip olmuş olmasaydı, Almanya sınırlarını aşamazdı. Dolayısıyla faşizm denilen kapsamlı projeyi liberalizme ait ontolojik ve idari önermeler bağlamına yerleştirmek şart.

Bu tespitin liberalizmle faşizm arasında büyük farklılık olduğunu söyleyen teorisyenleri fazlasıyla rahatsız edeceğine hiç şüphe yok. Bolsonaro, kemer sıkma politikalarını dayatmanın yanında, adaletten yoksun bir barışı sürdürme imkânı da buldu diyelim, o noktada IMF ve Wall Street, onun yüzüne pis pis sırıtıp daha fazlasını isteyecektir. Amerikalı patronların çıkarları Brezilya’yı çoktan kuşattı zaten.[7] O patronlar, kendilerine mahkûm olan tüketicilerin, yürürlüğe konulacak mülkiyet haklarının ve esnek işgücünün kârdan başka bir anlama sahip olmadıklarını gayet iyi biliyorlar. 

Peki tüm bunlar yaşanırken, Obama’nın bataklıktan kurtardığı Wall Street, Brezilya, İspanya, Yunanistan ve Portekiz halklarını ezip onları oligarkların aldıkları borçları ödemeye mecbur ederken, o liberaller nerelerdeydi?

Şurası bilinsin: Liberalizm, kapitalizmle faşizm arasındaki bağdır ve asla faşizmin antitezi değildir.

Uzun zaman önce Marx’a sırtını dönmüş olan Amerikan solu, liberalizmin dünyevi mantığı denilen o çölde yitip gitti. Dolayısıyla şu görülmeli: faşistlerle mücadele etmenin yegâne yolu, faşizm tehdidine son vermektir. Bu da Wall Street’le ve Batı kapitalizminin aslî kurumlarıyla dövüşmeyi gerekli kılar.

Rob Urie
29 Ekim 2018
Kaynak

Dipnotlar

[1] Brazil’s Lost Decade, Denverpost.

[2] Desmond Lachman, “Markets, IMF Send Brazil Clear Message: Reform Your Country”, Hill.

[3] “IMF Executive Board Concludes 2018 Article IV Consultation with Brazil”, IMF.

[4] Yazar “Deplorables” kelimesiyle, Hillary Clinton’ın seçim yarışında Trump destekçilerinin yarısı için kullandığı “basket of deplorables” (zavallılar toplamı) tabirine gönderme yapmaktadır. Clinton, daha sonra bu söz nedeni ile özür diledi, ancak Trump, bu sözden faydalanmayı bildi, hatta destekçileri, üzerinde Deplorables yazan tişörtlerle seçim çalışmalarına devam ettiler. Şimdilerde Steve Bannon gibi tipler (Bkz.: İştirakî dergisi sayı 12, s.14) bu tabirin ekmeğini yemeye devam etmektedirler. Bannon’ın planladığı yeni finans aracı, Clinton’a gönderme yapılarak “deplorables coin” (zavallıların akçesi) adıyla anılmaya başlandı. [Gian Volpicelli, “Steve Bannon is Creating a ‘Deplorables’ Cryptocurrency to Boost Global Populism”, 25 Temmuz 2018, Wired. ABD’de aşağılama-mağduriyet çarkı, Türkiye’dekine benzer dönmektedir. Demokratlar (“Türkiye’de sosyal demokratlar” diyelim) aşağılar, muhafazakârlar kucaklar. -çn.

[5] “The Invention of Race”, WNYC.

[6] “Operation Paperclip”, Wikipedia.

[7] Zaid Jilani, Lee Fang, “Bullish Opportunity For Us”, Intercept.

0 Yorum: