21 Kasım 2018

,

Kulübelerin Kıyamı


Lenin’in devrim sonrası şunu söylediği iddia edilir:

“Yoldaşlar, işimiz artık daha zor. Çünkü artık bütün alçaklar safımıza doluşacak.”

Son dönemde Lenin eleştirilerinin ve Ekim anmalarının, saflarda kalan son alçakların dökülmesini sağlamak gibi hayırlı bir iş gördüğünü söylemek lazım. Buna ek olarak, “Rojava Devrimi”nden dem vuranlara, “saflara dolan alçaklar”ı sormak lazım.

Kürd’ün varlık mücadelesi, bu alçaklığın zerre umurunda değil. Sınırsız-sınıfsız küçük burjuva özne olarak, akademik salvolar peşindeler. Kimsenin başkasına yoldaş olmasına asla tahammül edemiyorlar. Sadece kendilerinin görülmesini istiyorlar. Acı, elem, zulüm, sömürü, basit birer akademik inceleme konusu, ticari mal... Buradan teorik kılıf bulan söz konusu bencillik, kimi zaman Kadın, kimi zaman LGBT, kimi zaman da Kürd boyasına daldırılıyor.

* * *

Solun son dönemde sosyal medyada öne çıkarttığı iki isim var: Nuriye Gülmen ve Fatih Maçoğlu. Tüketimci sol, bu iki ismi o kadar yaldızladıktan sonra, en kısa zamanda tüketti, buruşturup bir kenara attı. Biri “dayatmacılık”, diğeri “bakkalcılık” üzerinden eleştirildi. İtibarsızlaştırma kampanyası, freni boşalmış şekilde ilerliyor. Mevcut konumlar bu sayede meşruiyet kazanıyor.

Aynı bencillik; anarşizmle, liberalizmle melezlenmiş bir tür hedonizm, sosyalist harekete ayar vermekle meşgul bugünlerde. Devrim saflarına doluşan alçaklığı buradan izlemek mümkün.

Çünkü onlar, eski örgüt mensupları. Bireyliklerinin farkına geç de olsa varmışlar. Eski örgütlerinden, sosyalizmden intikam alıyorlar. O nedenle HDP’ye doluşuyorlar. Program, disiplin, devrimci hat, kitleye, halka karşı sorumluluk, bağlılık, iman vs. cümlesi küfrün, saldırının konusu. Kadın bahane, Kürd sığınak… Saldırıyorlar, saklanıyorlar. Bugün HDP içre tartışmanın düzlemi bu.

Bunlar, “şu sosyalistleri pistten çekin, biz dans edeceğiz” diyorlar. Seçimlere hazırlanıyorlar, ilişkilerin sorgulanmasını, kapalı kapılar ardında konuşulanların tartışılmasını, hesap vermeyi istemiyorlar. Hesap vermeyen, hesap da soramaz hâle geliyor. Siyaseti bireye; bireyi kim olduğuna indirgiyorlar. Ne olduğunu unutturmak için çabalıyorlar. Kolektif mücadeleye ve kişilerin ne olduğuna dair tartışmaya her daim küfrediyorlar.

Kürt hareketine sırtını yaslayıp söz konusu itibarsızlaştırma kampanyasını her kulvarda yürütenler, egemenlerle, devletle, AKP’yle veya rejimle kurulan gizli ilişkiye göre hareket ediyorlar. Bu ilişkilerin faş olmasını doğal olarak istemiyorlar. Kimi Avrupa’daki sarayların, kimi Ankara’nın sarayının eşiğine yüz sürme derdinde. Onlara karşı duran kulübelerin kıyamına tabii ki küfretmek zorundalar.

Misal Engin Sustam: son bukşinci yönelim dâhilinde katıldığı, tahammül edebildiği harekete sırtını yaslayıp HDP içi solculara “bürokrat, sömürgeci, mikro-faşist, otoriter, milliyetçi, Kemalist vs.” diyor. Üstelik bunları HDP içindeki sosyalistlere söylüyor! Esasen tüm eleştirilerini, bir yanıyla Kürt hareketiyle dövüşmek, onu yola getirmek için dillendiriyor. Türk soluna salladığı küfürleri, aslında Kürt hareketine savuruyor.

Engin Sustam, “Stalinist veya maoist birinin bana akıl vermeye hakkı yok” gibi zırva, küçük burjuva gevezelikleri, Sinan Çetin gevelemelerini teori sanıyor, çünkü akademinin çanağının önüne bu yüzden verildiğini iyi biliyor, bu küfrü ve gevezeliği akademisyenlik zannediyor.

“Akıl vermeye hakkı yok” lafını HDP içindeki sosyalistlere ediyor. Her türlü ideolojiden, sınırdan ve sınıftan azade bir varlık olarak, “Kürd” diye bir put yapıyor ağzında çiğnediği helvadan, sonra da onu yemeyi cinsel bir eylem olarak ifa ediyor. İtalya’daki gey partilerinde kucakta çektirdiği fotoğraflar emrediyor Stalinistlere ve Maoistlere küfretmeyi!

O partiler önemli, değerli ve politik olabilsinler diye, genel tarihsel ölçü, eksen ve hat, mecburen değiştiriliyor. Bu tip zevat, sosyal medyalarından, Avrupalı ağalarla beylerle, parlamento yanındaki lüks barlarda kurdukları lüks sofraları paylaşıyorlar, matah bir şeymiş gibi. Kendilerini “çok önemli kişiler”miş gibi satmaya çalışıyorlar. Mücadeleyi iğdiş ettikleri ölçüde değer buluyorlar aslında. O yüzden “içimize yerleşmiş, milliyetçi, egemen, Kemalist ve ortodoks solla hesaplaşmak gerek” diyorlar. “İç nedir, neresidir?” sorusu anlamını yitiriyor böylelerinin karşısında. Biyopolitik belirlemeler, belirli bir bencilliğin egemenlere söz vermişlik üzerinden icrasının ürünü. Sanki “Kürd’e gidelim, sosyalistleri boşverelim, Kürd’le ilişki kuralım” diyormuş gibi yapıyorlar, oysa Kürd görseler, onun acısını, derdini bilseler, kaçarlar Avrupalara; dertleri, Kürd’ü bahane edip sosyalist harekete saldırmak, rahatlamak, hafiflemek. Birilerinden ulufe ve cülus almak.

Bir de utanmadan Steve Biko’dan söz ediyorlar. Batı’da ancak post-kolonyalizm kürsülerinde ekmek bulabileceklerini bildiklerinden, bu tür isimlerle ilgileniyorlar. Bunların Türkçeye çevirdikleri Steve Biko kitabındaki bazı yazılar, nedense sansürleniyor. Üstelik akılları, fikirleri ellilerdeki bir Fransız subayı ve bürokratı kadar olanlar, bugün Cezayir’den vs. bahsediyorlar. Asla utanmıyorlar.

HDP içindeki tartışma, bu tür ağızlarda sürüyor maalesef. Barzanici bir damar ile batının ekmeğine kul olmuş, postmodern, liberal kesim, birlikte sosyalist harekete ayar veriyor bugünlerde. Kulübelerin derdi, öfkesi onları da korkutuyor. O yüzden daha düne kadar dağdaki insanlar hatrına şehirde sevgilisinin elini tutup yürümeye utanan gençlere, cinsellik, zevk politikası, cinsel kimlik öğretiyorlar.

Maçoğlu ve Nuriye Gülmen birer bahane; esas dert, sosyalist hareketin liberal temrinler önünde diz çökmesini sağlamak. Diri, direşken unsurlar varsa, devletin ve sermayenin reorganizasyonuna, restorasyonuna kurban vermek. O sunaksa CHP binasının eşiği… Onca eleştiri, döne dolaşa, oraya ram olmanın gerekçelerini döşüyor. Yüksek siyasette süren pazarlıklar, tartışmalar, aşağıya yönelik tasfiye hareketini tetikliyor. Efendiler, kendi önlerini temizliyorlar.

Emrah Arben
21 Kasım 2018

0 Yorum: