06 Kasım 2018

,

Güç ve Çıkar

TV dizileri, bir yanıyla arınma aracı olarak izleniyorlar. Günahlar ve suçlar, orada temize çekiliyor. Bir dizide “çirkin delikanlı”nın “güzel kız”a aşkı anlatılıyor, bunun için sosyal medyada destekleyici hashtag’ler açılıyor. Oralara söz konusu ilişkiyi gündelik hayatta eleştirecek, ona karşı çıkacak insanlar mesajlar yazıyorlar. Ertesi günkü günahlarla ve suçlarla yüklü âleme bu yerli-yabancı diziler içinden geçip dalıyorlar.
Solun da hashtag’lerle ilişkisi bu düzeyde. “Emekçi halk”, “kriz”, “halkımız”, “işçi sınıfı” diyen her örgütün açtığı hashtag’den uzak durmak gerekiyor. Çünkü sanal âlemde vitrine başka bir imaj yerleştiriliyor, gerçekteyse ilişkiler başka bir kanaldan akıyor. Her bir suça ve günaha başka kılıflar bulunuyor.
Çünkü bir açıdan sol, Allah’ı güç, Peygamber’i çıkar olan bir dünyaya örgütleniyor, dolayısıyla oradan gelenleri örgütleyebiliyor. Güç ve çıkar dünyası, ezilen, yoksul kitlelere asla temas etmiyor, aksine bunu zul ve utanç vesilesi sayıyor. Bugün Yüksel Direnişçileri’nin başına gelenlerin özeti budur.
Bu imajlar, güç ve çıkar dünyasında Yüksel Direnişçileri’nin kitle örgütlerindeki reformizme ve teslimiyete yönelik olarak gerçekleştirdikleri saldırının bile yağı çıkartılıyor ve o yağ derhal ekmeğe sürülüyor. Geçmişte “kadındır” demeden, şubelerden getirdikleri elemanlarını DİSK önünde eylem yapan kadının üzerine salmışlardı, gene aynı şeyi yapıyorlar. Kimse utanmıyor!..
Saldırının yağı şu şekilde çıkartılıyor: “Bakın görüyor musunuz, ismi lazım değil, bu sol örgüt, bizim sendikadaki konumumuzu kıskanıyor, bizim yerimizde olmak için çabalıyor, o yüzden yerimizin kıymetini iyi bilin” deniliyor. Yani eleştiri, öznelleştiriliyor, münferitleştiriliyor, bu şekilde savuşturuluyor, buradan da mevcut güç ve çıkar dünyası koruma altına alınıyor. Bu açıdan o sol örgütün, sendikaların en geri mevkiine örgütlenmiş örgütlere yönelik eleştirisi, o mevkilerdeki örgütlerce kendi konumlarını meşrulaştırmak için istismar ediliyor. Güç ve çıkar, devrimi de sosyalizmi de bunlar uğruna verilen mücadeleyi de tanımıyor, tasfiye ediyor. Garipler yakacaksa bu dünyayı, ya gariplerin elindeki ateş alınmalı ya da onları garip olmadıklarına ikna edip oyalamalı. Demek ki sendika dünyası alazlanacaksa, başka bir yol izlenmeli. Oranın yüksek siyasetiyle öznel bir didişme içine girmenin bir anlamı bulunmuyor. Hakiki söz ve eylem, yalanın duvarına çarpıp dağılıyor. Sorun bu…
* * *
Dolayısıyla böylesi bir gerçeklikte, mücadelenin mızraklarını sivriltip bu güç ve çıkar dünyasına yöneltmeyen herkes yalan söylüyor aslında. İçte işlemeyen bir devrim, dışta karşılık bulmuyor. Bu anlamda Foti Benlisoy[1] ve VU Arslan[2] gibi Troçkist arkadaşlar –kusura bakmasınlar ama- yalan söylüyorlar.
Foti, iğneyi batırıyor ve “Gezi’nin radikal potansiyellerini, o büyük kabarıştan birkaç ay geçmeden parlamenter seçeneklere işaret ederek törpüleyen, hareketi bir ‘hükümet karşıtı’ protestoya indirgeyip onu sistem içi aktörlerin kollarına bırakan, onu şu bizdeki ‘mahalle siyasetinin’ sınırları içine tıkan ‘bizim’ solun önemli bir bölümü değil midir?” diyor.
Yalan söylüyor, çünkü “parlamenter seçeneklere işaret edip törpüleyen”, “hareketi hükümet karşıtı protesto”ya indirgeyen, onu “sistem içi aktörlerin kollarına bırakan”, “sınırlar içine tıkan” da kendisi. O yaptı tüm bunları. Şimdi de hiç hesap soran olmadığı için, büyük bir aymazlıkla, tekrar ortaya çıkıp “şunları bunları yapalım” diyerek Troçkist önderlik pozları kesiyor. Çeşitli güç ve çıkar ilişkileri üzerinden bu yaptıklarını gizlemek adına, bu sefer de eleştiriyi de ipotek altına almaya çalışıyor. Yani hem o dediklerini kendisi yapıyor hem de o yapılanların eleştirisini “herkesten önce” ve “gür biçimde” dillendirmek suretiyle, kendi hanesine yazıyor.
Aynı tespitler, “kimlik merkezli solculuğun büyük bir tuzak olduğu anlaşılmalıdır” diyen VU Arslan ve örgütü için de geçerli. Bu örgütlerin yıllardır yürüttükleri siyaset, kimlik merkezli. Hiçbir kimlikten bahsetmeseler bile, tek yaptıkları “solculuk” denilen kendinden menkul bir kimliğin promosyonunu yapmak veya onu korumak. Doksanlarda “Kürdlerle iş olmaz, CHP’ye oy verilmeli” diyenlerin geleneğinden gelen bu hareket, bir ara HDP’li oluyor, o olmanın ekmeğini yiyor, sonra da CHP ve Adalet Yürüyüşü’ne yanaşıyor, HDP’yi eleştiriyor. Bu entrizmle bulanmış zihin, ancak bu tür adımlar atabiliyor.
Bir ek daha yapmak lazım: Misal Fatih Yaşlı[3] da aynı yalana ortak: O, “[…] ‘İşçiler zaten AKP’ye oy veriyor’ cümlesinde somutlaşan, krizle birlikte artan işçi eylemlerine dudak büken, dahası henüz kendisinin de işçi olduğunun bilincine varamamış ‘orta sınıf apolitizmi’ne karşı bir şeyler söyleme mecburiyetinde hissettiğini” söylüyor. Ama şunu söylemiyor: yıllardır köşesinde bizatihi o apolitizme su taşıdı, onu besledi, onun ekmeğini yedi, birkaç tweet destekçisi alacağım diye genel havaya uygun laflar etti, CHP tabanından bir iki kişi yakalarım diye onların küfürlerine ortak oldu, Kemalizmi sosyalizmmiş gibi yutturacak analizlere girişti vs. Ama şimdi bunun “apolitizm” olduğunu söylüyor. Nasıl olsa hesap soran yok, nasıl olsa bu sanal âlemde önemli olan imaj ve onun ardındaki güç-çıkar ilişkileri. Fatih Yaşlı, kervanını yürütmeyi iyi biliyor. Bu güç ve çıkar dünyasında onun gibilerin sesi çok çıkıyor. Onların başını çektiği örgütler, zulmün ve sömürünün çilesi karşında bir tür arınma aracı işlevi görebiliyorlar. Bunlar, Ekim tahayyülünü ve tasavvurunu yok etmeye yazgılıdırlar. Çünkü gerçekle kurulan ilişkinin dolayımı, devrim, sosyalizm ve mücadele değil, kişisel-öznel güç ve çıkardır.
Eren Balkır
6 Kasım 2018
Dipnotlar
[1] Foti Benlisoy, “Sol ve Bir Siyasal Sığınak Olarak Faşizm”, 3 Kasım 2018, Başlangıç.
[2] V. U. Arslan, “Sosyalist Cenahta İlk Elde Yapılması Gerekenler”, 4 Kasım 2018, Sosyalist Gündem.
[3] Fatih Yaşlı, “İşçiler AKP’ye Oy Veriyor”, 7 Ekim 2018, Denizli.

0 Yorum: