Devrimci Rusya Neden Komünistler Yerine
Türk Milliyetçilerine Destek Verdi?
Türk Milliyetçilerine Destek Verdi?
Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nın
sona ermesi ardından sahneden çekilmesinden kısa bir süre sonra yeni ve zinde
bir Türk milli direniş hareketi ortaya çıktı. Hareket, uluslararası düzlemde
ciddi bir destek gördü. En önemli müttefiklerinden biri de Moskova’daki genç
Bolşevik hükümetiydi.
Türk milliyetçileri ve Rus Bolşevikler, Batılı
emperyalist güçlerin tehdidi altındaydılar. Yirmiler, Bolşevikler açısından,
anti-emperyalist devrimin zirveye ulaştığı bir dönemdi. Bu noktada Müslüman
milletlerle ittifak kurma anlayışı anlam kazandı. Bu dönemde hem Müslüman
dünyada emperyalist batıya karşı birleşme hem de bununla birlikte Müslüman
toplumlarını Bolşeviklerin tercih ettikleri ideolojik hat doğrultusunda dönüştürme
imkânı mevcuttu.
7 Aralık 1917’de, iktidara geldikten hemen sonra
Bolşevikler, Rusya ve Doğu Müslümanlarına
Çağrı’da bulundular. Metinde, Rusya Müslümanlarına “İnanç,
örf ve âdetleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız şuandan itibaren serbest ve
dokunulmazdır” denilerek onlara güvenceler verilmekte, ayrıca doğulu
Müslümanlara emperyalist yağmacıları ve köleleştirici güçleri alt etme
çağrısında bulunulmaktaydı.
Lenin sonrasında daha da ileri gitti ve 1920’de
toplanan İkinci Komintern Kongresi’nde “ileri ülkelerin proletaryasının
sunacağı yardım ile Asya’nın kapitalist aşamayı yaşamadan Sovyet sistemine,
oradan da belirli gelişim aşamalarından geçmek suretiyle, komünizme
uzanabileceğini” söyledi.
Bolşeviklerle anti-emperyalist Müslüman Türkler
arasındaki dostluk ortamına tanıklık eden yirmilerde Anadolu’da bir dizi solcu
örgüt büyüme imkânı buldu. Bunların en önemlileri, devrimci bir halk hareketi
olan Yeşil Ordu Cemiyeti ve Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Rusya’da bulunan
Türk komünist Mustafa Suphi’nin liderliğinde örgütlenmekte olan Türkiye
Komünist Partisi idi.
Sovyet hükümetinin ve Türkiye’deki yeni milliyetçi
hükümetin hareketlerine yön veren müşterek unsur bölgede Batılı güçlerin
faaliyetlerine yönelik korku idi. Bu noktada iki güç 16 Mart 19212de Moskova
Anlaşması’nı imzaladı. Giriş bölümünde her iki ülke emperyalizme karşı
mücadeleye bağlılıklarını bildirmekteydi. Böylelikle Aralık 1925’te imzalanan
saldırmazlık anlaşması ile teyit edilen uzun soluklu Sovyet-Türkiye dostluğu
başlamış oldu.
Ankara hükümetiyle veya başka bir ifadeyle,
“burjuva” milli hareketi ile kurulan ve “emperyalistleri” hedef alan ittifakın
komünist olmayan “bileşenlerinin” yereldeki komünistler aleyhine dönme
tehlikesi mevcuttu. Pratikte bu açmazdan kurtulmanın yolu yoktu. Türkiye gibi
başka yerlerde de Sovyetler, birçok kez komünist yoldaşlarına karşı olan
hükümetlerden yana saf tutmuştu. TKP, ta başından beri Moskova’nın mali ve
siyasi desteğinden istifade etmiş bir örgüttü. Ancak şurası açık ki işler
ciddiye bindiğinde TKP ile ilişki, Sovyetler’in büyük stratejik meseleleri
karşısında daha az önemli hâle gelmekteydi.
Karadeniz’deki Cinayet
Eylül 1920’de partinin kurulmasından kısa bir süre
sonra Mustafa Suphi ve diğer parti liderleri, Türkiye’de faaliyet yürütme
kararı verdiler. 1920 yılının sonunda Bakû’den ayrılan liderler, baskılar
sonucu Trabzon’a gittiler. 28 Ocak 1921 günü 15 komünist tutuklanıp bir takaya
bindirildiler ve Batum’a gönderildiler. Taka kıyıdan ayrıldıktan kısa bir süre
sonra yanına başka bir taka yanaştı. Eldeki bilgilere göre ilk takadaki
isimlerin hepsi katledildi.
Mevcut belgelerin de teyit ettiği biçimiyle,
milliyetçi Ankara hükümeti bu olayda somut bir role sahip, ayrıca Bolşevik
hükümetin, Türk komünistlerin ülkeye dönüşle alakalı iyimserliğini paylaşmadığı
anlaşılıyor. Moskova’ya ilk haberler ulaştığında Sovyet siyasi bürosu, kendi
parti üyelerini bilgilendirmek için resmi bir bildiri kaleme alıyor ve onları
“solcu ve maceracı teşebbüsler” karşısında uyarıyor.
Nihayetinde bu olayı her iki hükümet de kıyıya
köşeye atıyor. Hükümetler arası ilişkinin sürdüğü bu dönemde Türkiye’nin önde
gelen komünistlerinin katledilmesi, Yakındoğu’da Sovyetler’in ilk dönem
siyasetinin nasıl seyrettiğine dair çok şey anlatıyor. Moskova, ilgili
koşullarda belirli bir açmazla yüzleşiyor: ortak düşmanlara karşı mücadele eden
anti-komünist milli kurtuluş hareketlerine destek verirken bir yandan da o
milliyetçi hükümetlere karşı olan komünist örgütlere nasıl destek verip onları
nasıl örgütleyeceğiz?
Sonuçta ideolojik saflık
yerine stratejik pragmatizm süreç içerisinde daha da ağır basıyor. Türkiye’deki
Kemalist liderler, açıktan ülkedeki tüm komünist faaliyetlerin kökünü kurutmaya
dönük çalışmalarına başladığında, dünya komünistlerinin toplantılarında
protesto metinleri kaleme alınıyor ama onca yaşanana rağmen Moskova ve Ankara,
Soğuk Savaş’ın başlamasına dek dost kalıyor.
Bülent Gökay
28 Kasım 2017
28 Kasım 2017
0 Yorum:
Yorum Gönder