CHP tabanına kilitlenmiş bir siyasi faaliyet,
tarihi de başka türlü okuyor. Kendisine farklı gerekçeler bulmaya çalışıyor.
Kemalizmden istediğini alıyor, “ama sınıf, sosyalizm işte!” diyor, sonra gerisin
geri burjuva siyaset kulvarlarında kaybolmayı içine sindiriyor. Burjuvaziye ve
devlete “bakın sosyalist olurum ha” diye “tehditler” savurup güç ve çıkar
devşirme hesabı yapan küçük burjuva, Kemalist tedrisatından, onun sunduğu güç
ve çıkardan asla vazgeçmiyor.
Örgüt şeflerinin sermayeyle ve devletle organik
ilişkileri mevcut. Tabandaki militanlara ise başka hikâyeler anlatılıyor. CHP
üst yönetimine kilitlenmiş siyaset, kadrolarına tabanla kuyrukçuluk ilişkisi
kurmayı öğretiyor. Dolayısıyla CHP’ye teslim ettiği kitleyi de sürükleyecek bir
öncü siyaset asla gündeme gelemiyor. Sosyalist hareket CHP’ye mecbur, meftun,
mahkûm. AKP ise bahaneden ibaret.
Herkes, CHP anaforunun yarattığı bu gerilimde var
olabiliyor. HDP’yi bile bu gerilime mahkûm ediyorlar. Onu da ister istemez
CHP'ye benzetiyorlar. CHP, varlığı gereği, bu tür tamponlardan, rahatlama
alanlarından, merkezkaç kuvvetini kontrol altında tutan sözde-güçlerden gayet
memnun. Devlet partisi o... Bir zamanlar CHP'ye “sizi parçalayacağız” diyenler,
bugün Kılıçdaroğlu’nun önünde ceket ilikleyip parti binasındaki bozuk asansör
için yardım isteyecek duruma geliyorlar mesela. Onu tamir ettirmekten bile
acizler. Asansör tamiri için Kılıçdaroğlu'dan yardım isteyen S. S. Önder, tüm birikimini CHP'nin eşiğine teslim ediyor. Bize de o yalana inanıp oyalanmak düşüyor.
* * *
Sosyalist hareket, halen daha 1920-1960 arası dönemin eksiklerinin,
günahlarının, yanlışlarının cezasını çekiyor. Bir yanı
CHP’ye, bir yanı DP’ye bağlı, oysa ikisi iç içe. Burjuva iktidarı karşıya
atabilene rastlanmıyor.
Batıda da görüldüğü üzere sosyalistler, proleter
devrimlerin geri olduğunu kanıtlama yarışında helâk oluyorlar. O geriliği kanıtlamak için uğraşanların devlete ve sermayeye uşaklık ettikleri görülmüyor.
* * *
Bu ortamda Veli Saçılık, akademinin tozunu yutmuş
bir arkadaşıyla, düne kadar salladıkları Barzani bayrağını eleştirmek için bir
yazı kaleme alıyor.[1] Osman Özarslan, Birikim
dergisinin[2] sitesine yazdığı yazıda, “CHP memleketteki en büyük kara deliktir,
demokrat cumhuriyetçi insanların bütün enerjisini emer” derken, yoldaşı Veli[3]
ise o atletin yanına koşuyor. Solun önemli bir kısmını tıpkı Sharo gibi
“ittihatçılık”la suçlayan Veli[4], yeni yazıda “Türkiye devrimci hareketini
‘neticede İttihat Terakki damarına dayanan’ gibi toptancı bir üslupla
aşağılamak için epey bir kin biriktirmek gerekir” diyor. Özünde pazardaki
tezgâhları koruma, köşe kapma veya alan tutma yarışı, her yerde ne olursa olsun
olma arzusu, devrimcilik açısından bir sonuç üretmiyor. Neticede kolektif
mücadeleye örgütlenmek gerekiyor.
Aynı minvalde, ETHA’da
çıkan Kemal Okuyan eleştirisi[5] de meselenin özüne dokunmuyor, kenardan
dolaşıyor aslında. İki taraf, birbirini asla ısırmıyor! Bir Taraf, diğerini ancak psikoloji üzerinden, bireysel zaaf düzleminde
eleştirebiliyor. Yapısal meseleler perdeleniyor. Mesele, kişiyle başlayıp
kişiyle biten bir şeymiş gibi takdim ediliyor. Mao'nun dediği gibi nedenle sonucu, revizyonistler birbirine karıştırıyor.
* * *
Esasen babanın dükkânını savunmayı düşünen büyük
oğulla, dışa açılıp dükkânı büyütmeyi düşünen girişimci küçük oğul arasında bir
tartışma yaşanıyor. Kemal Okuyan da ETHA da aynı devlete, aynı kemalizme, aynı
burjuva siyasetine ve aynı ilerleme kurgusuna bağlı sonuçta. Sadece yöntemlerde
anlaşamıyorlar. Her ikisi de CHP'ye "verdikleri"ni düşündükleri
meçhul kitleye sesleniyorlar, bu tartışma, tartışmada sarfedilen sözler, bununla
ilgili.
Oysa Erol Mütercimler’in ağzından çıktığı
biçimiyle, devlet LGBT, kadın hakları vs. üzerinden de toplumu kontrol altına
alabiliyor. Mütercimler, bir konuşmasında, “Avustralya devletinin ortaokullara
prezervatif makinesi koyduğundan, böylece cinselliği kontrol altına aldığından
söz ediyor" ve “bunu Türkiye’de uygulasak, kıyamet kopar!” diyor. Sonuçta
bu devlet, Avrupa Birliği ile ilişkileri üzerinden, kendisini belirli fonlar ve
STK’lar dolayımıyla yeniden örgütlüyor. Buralara bağlanmış “sosyalist”
örgütlere pek kanmamak lazım.
Stalin’in bahsini ettiği[6] “gönül eğlencesi,
çocuk oyuncağı” siyaseti, kendinden menkul, soyut, metafizik bir Kadın’ı
Erkek’e karşı silâhlanmaya çağırabiliyor ancak. O erkeklerin proleter, devrimci
vs. olmasının bir hükmü bulunmuyor. Sınıfsal ayrımlar anlamsızlaşıyor. Kendi
liberalliklerine “proleter” dediklerinde arındıklarını sanıyorlar. Yanılıyorlar, yanıltıyorlar.
Üstelik daha düne kadar “Kaypakkaya Marksist
değil” diyenler, bugün onun gölgesine sığınıyorlar, tuhaf!
Kolonyalizm
eleştirisi, temelde HDP içerisine yönelik olarak da yapılmayı bekliyor. Belirli
bir ilerleme anlayışı üzerinden Haziran’cılar, Mahir’in; Kürd’ün ilerlemesine
bakanlar Kaypakkaya’nın adını kullanıyorlar. Döne dolaşa, devletin ve
sermayenin dükkânı korumasına veya büyütmesine örgütlenmek üzerinden, sosyalist
hareket bölünüyor. Sürecin özeti budur.
Demek ki tevhidi/birliği,
devlete ve sermayeye karşı mazlum, yoksul, emekçi kitlelere örgütlenmekte
aramak gerekiyor. Yüksek siyaset kulvarlarında burjuvazinin ilerleme masalına
kanmış olanların somut bir adım atması mümkün görünmüyor.
Eren Balkır
13 Kasım 2018
Dipnotlar
[1] Veli Saçılık ve Osman Özarslan, “Sharo Garip’e
Cevap”, 13 Kasım 2018, Duvar.
[2] Osman Özarslan, “Böyle Bir Şey Olabilir mi?”, 4 Eylül 2017, Birikim.
[3] Eren Balkır, “Celebin Sopası”, 16 Haziran 2017,
İştirakî.
[4] Eren Balkır, “Dünyayı Sevenler Veli Değil”, 6 Ekim
2018, İştirakî.
[5] Arif Çelebi, “Türk Solunun Aşağılık Kompleksi:
Kemalizm”, 12 Kasım 2018, Etha.
[6] J. Stalin, “Tebrik Mesajı”, 17 Haziran 1921, İştirakî.
0 Yorum:
Yorum Gönder