13 Kasım 2018

,

Güleriz Ağlanacak Hâlimize


Asıl komedi şurada: 79, 89, 99 ve 2009 momentlerinde CHP bitme noktasına geliyor, tam ruhunu teslim ederken sosyalist hareket imdadına yetişiyor ve onu yerden kaldırıyor, ardından da kadrolarını CHP tabanındaki sola, sosyalizme açık kişileri toplamaya gönderiyor. Bunun çukur açıp o çukuru doldurtan Keynesçiliğe mahsus bir pratik olduğunu görmek, söz konusu oyalamaya ve kandırmacaya son vermek gerek. Aynı kişiler, Leninist örgütü becerememişler, ama bugün “artık yeni dönemdeyiz, Leninist örgütlenmeyi aşmak lazım” diyorlar. 2019 momentine giderken, sol yeniden yuvasına dönüyor, bugün bunu gerekçelendirmek için türlü taklalar atıyor, buna da “siyaset” ve “teori” diyor.
CHP tabanına kilitlenmiş bir siyasi faaliyet, tarihi de başka türlü okuyor. Kendisine farklı gerekçeler bulmaya çalışıyor. Kemalizmden istediğini alıyor, “ama sınıf, sosyalizm işte!” diyor, sonra gerisin geri burjuva siyaset kulvarlarında kaybolmayı içine sindiriyor. Burjuvaziye ve devlete “bakın sosyalist olurum ha” diye “tehditler” savurup güç ve çıkar devşirme hesabı yapan küçük burjuva, Kemalist tedrisatından, onun sunduğu güç ve çıkardan asla vazgeçmiyor.
Örgüt şeflerinin sermayeyle ve devletle organik ilişkileri mevcut. Tabandaki militanlara ise başka hikâyeler anlatılıyor. CHP üst yönetimine kilitlenmiş siyaset, kadrolarına tabanla kuyrukçuluk ilişkisi kurmayı öğretiyor. Dolayısıyla CHP’ye teslim ettiği kitleyi de sürükleyecek bir öncü siyaset asla gündeme gelemiyor. Sosyalist hareket CHP’ye mecbur, meftun, mahkûm. AKP ise bahaneden ibaret.
Herkes, CHP anaforunun yarattığı bu gerilimde var olabiliyor. HDP’yi bile bu gerilime mahkûm ediyorlar. Onu da ister istemez CHP'ye benzetiyorlar. CHP, varlığı gereği, bu tür tamponlardan, rahatlama alanlarından, merkezkaç kuvvetini kontrol altında tutan sözde-güçlerden gayet memnun. Devlet partisi o... Bir zamanlar CHP'ye “sizi parçalayacağız” diyenler, bugün Kılıçdaroğlu’nun önünde ceket ilikleyip parti binasındaki bozuk asansör için yardım isteyecek duruma geliyorlar mesela. Onu tamir ettirmekten bile acizler. Asansör tamiri için Kılıçdaroğlu'dan yardım isteyen S. S. Önder, tüm birikimini CHP'nin eşiğine teslim ediyor. Bize de o yalana inanıp oyalanmak düşüyor.
* * *
Sosyalist hareket, halen daha 1920-1960 arası dönemin eksiklerinin, günahlarının, yanlışlarının cezasını çekiyor. Bir yanı CHP’ye, bir yanı DP’ye bağlı, oysa ikisi iç içe. Burjuva iktidarı karşıya atabilene rastlanmıyor.
Bir tarihsel momentte proleter devrim olmuşsa, burjuva devrimleri hükmünü yitiriyor. O çentik atılmışsa, oradan ilerlemek gerekiyor. Gerisin geri burjuva devrimlerinin ufkuyla gerçeğe bakılamıyor. Dolayısıyla, bugün “gericilik” edebiyatına sarılanların burjuva devrimleriyle kurdukları ilişkileri ve proleter devrimlere yönelik inançsızlıklarını sorgulamaları gerekiyor. 
Batıda da görüldüğü üzere sosyalistler, proleter devrimlerin geri olduğunu kanıtlama yarışında helâk oluyorlar. O geriliği kanıtlamak için uğraşanların devlete ve sermayeye uşaklık ettikleri görülmüyor.
* * *
Bu ortamda Veli Saçılık, akademinin tozunu yutmuş bir arkadaşıyla, düne kadar salladıkları Barzani bayrağını eleştirmek için bir yazı kaleme alıyor.[1] Osman Özarslan, Birikim dergisinin[2] sitesine yazdığı yazıda, “CHP memleketteki en büyük kara deliktir, demokrat cumhuriyetçi insanların bütün enerjisini emer” derken, yoldaşı Veli[3] ise o atletin yanına koşuyor. Solun önemli bir kısmını tıpkı Sharo gibi “ittihatçılık”la suçlayan Veli[4], yeni yazıda “Türkiye devrimci hareketini ‘neticede İttihat Terakki damarına dayanan’ gibi toptancı bir üslupla aşağılamak için epey bir kin biriktirmek gerekir” diyor. Özünde pazardaki tezgâhları koruma, köşe kapma veya alan tutma yarışı, her yerde ne olursa olsun olma arzusu, devrimcilik açısından bir sonuç üretmiyor. Neticede kolektif mücadeleye örgütlenmek gerekiyor.
Aynı minvalde, ETHA’da çıkan Kemal Okuyan eleştirisi[5] de meselenin özüne dokunmuyor, kenardan dolaşıyor aslında. İki taraf, birbirini asla ısırmıyor! Bir Taraf, diğerini ancak psikoloji üzerinden, bireysel zaaf düzleminde eleştirebiliyor. Yapısal meseleler perdeleniyor. Mesele, kişiyle başlayıp kişiyle biten bir şeymiş gibi takdim ediliyor. Mao'nun dediği gibi nedenle sonucu, revizyonistler birbirine karıştırıyor.
* * *
Esasen babanın dükkânını savunmayı düşünen büyük oğulla, dışa açılıp dükkânı büyütmeyi düşünen girişimci küçük oğul arasında bir tartışma yaşanıyor. Kemal Okuyan da ETHA da aynı devlete, aynı kemalizme, aynı burjuva siyasetine ve aynı ilerleme kurgusuna bağlı sonuçta. Sadece yöntemlerde anlaşamıyorlar. Her ikisi de CHP'ye "verdikleri"ni düşündükleri meçhul kitleye sesleniyorlar, bu tartışma, tartışmada sarfedilen sözler, bununla ilgili.
Oysa Erol Mütercimler’in ağzından çıktığı biçimiyle, devlet LGBT, kadın hakları vs. üzerinden de toplumu kontrol altına alabiliyor. Mütercimler, bir konuşmasında, “Avustralya devletinin ortaokullara prezervatif makinesi koyduğundan, böylece cinselliği kontrol altına aldığından söz ediyor" ve “bunu Türkiye’de uygulasak, kıyamet kopar!” diyor. Sonuçta bu devlet, Avrupa Birliği ile ilişkileri üzerinden, kendisini belirli fonlar ve STK’lar dolayımıyla yeniden örgütlüyor. Buralara bağlanmış “sosyalist” örgütlere pek kanmamak lazım.
Stalin’in bahsini ettiği[6] “gönül eğlencesi, çocuk oyuncağı” siyaseti, kendinden menkul, soyut, metafizik bir Kadın’ı Erkek’e karşı silâhlanmaya çağırabiliyor ancak. O erkeklerin proleter, devrimci vs. olmasının bir hükmü bulunmuyor. Sınıfsal ayrımlar anlamsızlaşıyor. Kendi liberalliklerine “proleter” dediklerinde arındıklarını sanıyorlar. Yanılıyorlar, yanıltıyorlar.
Üstelik daha düne kadar “Kaypakkaya Marksist değil” diyenler, bugün onun gölgesine sığınıyorlar, tuhaf! 
Kolonyalizm eleştirisi, temelde HDP içerisine yönelik olarak da yapılmayı bekliyor. Belirli bir ilerleme anlayışı üzerinden Haziran’cılar, Mahir’in; Kürd’ün ilerlemesine bakanlar Kaypakkaya’nın adını kullanıyorlar. Döne dolaşa, devletin ve sermayenin dükkânı korumasına veya büyütmesine örgütlenmek üzerinden, sosyalist hareket bölünüyor. Sürecin özeti budur.
Demek ki tevhidi/birliği, devlete ve sermayeye karşı mazlum, yoksul, emekçi kitlelere örgütlenmekte aramak gerekiyor. Yüksek siyaset kulvarlarında burjuvazinin ilerleme masalına kanmış olanların somut bir adım atması mümkün görünmüyor.
Eren Balkır
13 Kasım 2018
Dipnotlar
[1] Veli Saçılık ve Osman Özarslan, “Sharo Garip’e Cevap”, 13 Kasım 2018, Duvar.
[2] Osman Özarslan, “Böyle Bir Şey Olabilir mi?”, 4 Eylül 2017, Birikim.
[3] Eren Balkır, “Celebin Sopası”, 16 Haziran 2017, İştirakî.
[4] Eren Balkır, “Dünyayı Sevenler Veli Değil”, 6 Ekim 2018, İştirakî.
[5] Arif Çelebi, “Türk Solunun Aşağılık Kompleksi: Kemalizm”, 12 Kasım 2018, Etha.
[6] J. Stalin, “Tebrik Mesajı”, 17 Haziran 1921, İştirakî.

0 Yorum: