Yasir
Arafat ve Erich Honecker “İslam-Sol komplosu” şerefine kadeh kaldırıyor.
(Berlin, 10 Mart 1982)
Netanyahu
lobisi alarm veriyor. Apollo News, kısa süre önce yayınladığı bir yazıda,
“Solcu-İslamcı ittifakının her şeyi yok etmek istediğini” söylüyordu. “7 Ekim’den
bu yana, giderek daha fazla solcu anti-emperyalist, terör yanlısı İslamcılarla
güçlerini birleştirmeye çalışıyor” diyen Amadeu Antonio Vakfı, 2024’te “Ortadoğu’da
Adil Barış İçin Yahudi Sesi” tarafından ortaklaşa düzenlenen Berlin Filistin
Kongresi’nin yasaklanmasını savunmuştu. Kısa bir süre sonra Konrad Adenauer
Vakfı, Yahudilerin Arap ülkelerinden kovulmasına dönük çabaların “ideolojik ve
propagandatif temelinin politik solun anti-emperyalizmi olduğu iddiasında bulunmuştu.
“Hamas
yanlısı” veya “cihatçı sol”, hatta “İslamcı-Goşizm” gibi ifadelere başvuran histeri,
tabii ki İslam ile İslamcılık arasında ayrım yapamaz. İslamcılık, özünde
emperyalist Batı’nın kendisinin çıkarları önünde engel teşkil eden FHKC ve
Ensarullah gibi aktörlere karşı kullandığı boş bir laftır. Örneğin, ABD ile
müttefik olan ve IŞİD’i kısmen finanse eden Suudi Arabistan, Katar gibi Vehhabi
rejimleri, bu listenin dışında tutulmaktadır. Müslüman göçmenler, Gazze’deki
katliama karşı çıktıkları anda her zaman “İslamcı” olarak etiketlenmektedirler.
Bu
arada, Alman devleti destekli “antifaşizm” de göçmen anti-emperyalistlere karşı
güvenlik güçleriyle birlikte hareket ediyor. Örneğin, “Sağ Karşıtı Hamburg Ağı”
isimli girişim, enternasyonalist örgüt “Sevra”yı (Devrim) keyfi bir şekilde
Hizbü’t-Tahrir gibi örgütlerle birlikte tasnif etti. “Hamas” kelimesini belirli
korkuları tetiklemek için kullanan Rote Flora kültür merkezi, Müslümanlar
hakkında söz söylerken, “anti-Semitik”, “şiddeti yüceltenler”, "otoriter” gibi
mahkemece ırkçı oldukları ispatlanmış etiketlere başvurarak, nefret söylemi
denilen yangına benzin döktü. Hamburg’daki İstihbarat Servisi, 2024 tarihli “Anayasayı
Koruma Federal Ofisi” raporunda “Sevra” örgütünü “aşırılıkçı” olarak tasnif
etti, örgütün İsrail’i soykırım yapmakla suçladığını belirten bir ihtarname yayınladı.
Yapılan incelemede, Sevra örgütünün İslamcı yapılarla hiçbir bağlantısı olmadığı
tespit edildi.
Yahudi
Mirası
“İlerici”
çevrelerde bile, yeni ve hâlâ çok genç olan Filistin hareketini desteklemek
yerine, “solcu İslamcı” entrikalarından şüpheleniliyor.
Bugün
sol hareket içerisinde postmodern teoriler hâkim. “Eleştirel Beyazlık
Çalışmaları” bu teorilerden biri. Nadiren nitelikli ve besleyici eleştiriye
tabi tutulan bu tür teoriler, özgürleşmeye dair umutları bir öteki olarak
Müslüman’a bağlıyorlar, sınıf bilinci yerine kimliği fetişleştiren yaklaşımı
ikame ediyorlar, böylelikle solun tepesindeki ekabir ekip içerisinde kendisine
yer buluyorlar.
Alman
solu, bugün Marx’ın genel din eleştirisinin edindiği kazanımların gerisine
düşmüştür. Sol, artık İslam’ı “altüst olmuş dünya”nın genel teorisine ait
biçimlerden biri olarak anlamak istemiyor, onu “gerçek sefaletin bir ifadesi”
olarak görmüyor, sömürgeci zulmün boyunduruğu altında yaşayanların bir “protesto”su,
dolayısıyla, proleter enternasyonalizminin politik bir aracı olarak değerlendirmiyor.
Burjuva
aydınlanmasını diyalektik dışı bir zeminden kabul eden ve onu koruma altına alan
bekçiler, insan hakları meselesini de bu şekilde ele alıyorlar. Bu halleriyle solcu
bekçiler, herkesi ezen bir insan hakları emperyalizmine hizmet ediyorlar. Bu emperyalizm,
Filistin gibi yerlerde sürmekte olan ulusal kurtuluş mücadelelerine dair
bilgiyi çöpe atıyor. Bunu yaparken, “Yahudi-Hristiyan geleneği”nin barbarlık
karşısında bir tür kale olarak iş gördüğünü söylüyor.
Bu
solcu bekçiler, söz konusu tavır ve yaklaşımlarıyla, emperyalist merkezlerde
işçi sınıfının önemli bir bölümünü teşkil eden Müslümanlara karşı “duyarcılık”la
malul bir yabancı düşmanlığı vaat ediyorlar, bir yandan da kendilerini tarih
huzurunda akladıklarını düşünüyorlar.
1298’deki
Rintfleisch pogromları ile Auschwitz, “şairler ve düşünürler diyarı”nda
endüstriyel kazalar olarak görmezden gelinebilir olaylar şeklinde
değerlendiriliyor. “Yahudi mirası”, Arap dünyasından gelen işgalcilere karşı “savunulabilir”
bulunuyor.
Dışarıdan
geldiği düşünülen “yeni antisemitizm”in anti-emperyalistler eliyle pekiştirildiğine
inanılıyor. Bu eleştiri üzerinden İsrail hükümetine yönelik her türden eleştiri
itibarsız kılınıyor. Dün Ortaçağ’da Yahudi dövenler, sağcı Hristiyanlar ve
faşistler, bugün Müslümanların ve sosyalistlerin “Yahudi nefreti”nde
birleştiğini söyleyerek, bu insanlara hakaretler yağdırma imkânı buluyorlar.
Özgürlük
Feneri
Her
telden komünist düşmanı, İslamcı-Bolşevik komploculara karşı düzenlenecek,
cezalandırma amaçlı sefer için, “Batı medeniyeti” bayrağı altında toplanıyor.
Sosyal medyayı, laik Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) başkanı Yasir Arafat’ın
yetmişler ve seksenlerde Doğu Almanya’ya yaptığı ziyaretlerin fotoğraflarıyla
dolduruyorlar. Sağcı bir Siyonistin sosyal medya paylaşımında belirttiği gibi,
bu fotoğraflar, “kendilerine yönelik saldırının en büyük ispatı.”
Mart
2025'te, Apollo News gibi Amerikan ve Alman milliyetçi sağı arasında bir
köprü görevi gören Nius haber sitesi, “Batı karşıtı reflekslerinde
solcular ve İslamcılar birbirine benziyorlar: İkisi de Batı’yı bir özgürlük
feneri olarak değil, emperyalist bir zalim olarak görüyor” diyordu. Bu türden
ifadelerde şaşılacak bir yan yok: Julian Reichelt’in sitesi şahsında, AfD
üyeleri yanında “Alman karşıtları” da kendilerine yeni bir yuva buldu. Bunlar,
bir vakitler “Amerikan Savaşı Dostları” adı altında “katil barışçılar”a karşı
mücadele etmişlerdi, bugün de Almanya’nın savaşa hazırlanması fikrini
savunuyorlar.
Bunlar,
Hamas ve İslam’ın “ümmetçi sosyalizmi” gibi güçleri kendisine bağlamış olan
BRICS ülkelerini, o “Otorite Ekseni”ni Batı’nın can düşmanı kabul
ettiklerinden, sıklıkla “otoriterlik karşıtı” adı altında faaliyet
yürütüyorlar. Sürekli üzerlerine bu gömleği geçiriyorlar.
Geçenlerde
Bahamas gazetesinin yayın yönetmeni, Sol Parti lideri Jan van Aken’in
sözünü aktarıyordu. “Hamas’ın faşist bir örgüt olduğunu” söyleyen Aken, orada “partinin
içerisinde İslamcı-goşizminin şeytani ruhu cirit atıyor. Bu İslamcı-goşizm, küresel
solun belirli bir özelliği haline geldi. Bunlar kendilerini koruyucu bir güç ve
aktör olarak görüyorlar. Bıkıp usanmadan kendilerini ebedi bir barış partisi
gibi takdim ediyorlar” diyordu. Aken’e göre, sol “bu gerçekten kurtulamaz”dı, “onunla
mücadele edilmeli”ydi.
“Kutsal
Olmayan Üçlü”
“Solcu-İslamcı
ittifakı” denilen heyulanın esas olarak bir savaş ideolojisi olduğunu, onun George
W. Bush’un “Terörle Mücadele”sinden itibaren üretildiğini görmek gerekiyor.
Faşizm
araştırmacısı Reinhard Opitz’in de belirttiği gibi, 1945 sonrasında gericilik, stratejik
bir hamleyle “bayrak değiştirdi.” Nasyonal sosyalizm bayrağını bırakıp liberal
antifaşizm bayrağını eline aldı. Ancak buna bir de üçüncü unsurun eklendiğini
söylemeliyiz: gericilik, bugün şer ekseni olarak İslamcılık, Komünizm ve
Faşizm üzerinde duruyor.
Springer
medya grubu CEO’su Mathias Döpfner, 2010 yılında düşmanı olarak gördüğü “şer
ekseni”ni baskıcı bir “kolektivizm”in bir arada tuttuğunu, bu gücün özgür Batı
toplumuna tüm uzlaşmazlığıyla karşı olduğunu söylüyordu. Döpfner, “Batı ve
İslamcıların Alaycı Kahkahaları” adlı makalesinde, “Burada otoriter, orada
anti-otoriter. Burada modern öncesi, orada modern. Burada dindar, orada laik”
olduğunu söylediği güce dair fikirlerini aktarıyordu.
Bu
makale, esasında doksanlardan beri Alman solunu hallaç pamuğu gibi atan Alman
neo-muhafazakârlığı için programatik bir örnek olarak okunabilir. Bu
programatik metinde, “İsrail düşerse, uzun vadede Batı, Avrupa ve Almanya da
düşecek” diyen Döpfner, nükleer saldırıya hazırlandığını iddia ettiği İran’a
karşı Armageddon, kıyamet savaşı çağrısında bulunuyordu.
Bugün
Filistin direnişi ve enternasyonalist sol, Nazilerle bir tutuluyor. “Siyonizm
karşıtlığı” şeytanlaştırılıyor. Nazilerin, faşist-komünistlerle ve ırkçı
İslamcılarla bir araya gelip kutsal olmayan bir ittifak meydana getirdiğine
dair uydurma ve gülünç ifadelere başvuruluyor. Filistinciliğin, Filistin
yanlılığının bu üçlü ittifakı temel aldığı üzerinde duruluyor. Bu noktada sürekli,
tarihçilerin çok önceden çürüttükleri, Büyük Müftü Hüseyni’nin Hitler'i
Yahudileri öldürmeye teşvik ettiği iddiasına sarılıyorlar.
Neokonlar
ve yandaşları, bugün “Büyük İsrail” vizyonuna takıntıyla bağlı, işkence ve
katliamdan aşırı zevk alan, bağnaz ve dindar figürleri, “demokrasi”nin
temsilcileriymiş gibi göstermeyi başarıyorlar. Gazze’deki mazlumların iç
çekişleri, bugünlerde keyifle yeniden dirilen “alt-insan” fikrini geçmişte
üretmiş olan aynı “Batı modernitesi”ne ait sloganlarla boğuluyor.
Susann Witt-Stahl
22 Ekim 2025
Kaynak


0 Yorum:
Yorum Gönder