09 Aralık 2025

, ,

Hamasçı Sol

Yasir Arafat ve Erich Honecker “İslam-Sol komplosu” şerefine kadeh kaldırıyor. (Berlin, 10 Mart 1982)

 

Netanyahu lobisi alarm veriyor. Apollo News, kısa süre önce yayınladığı bir yazıda, “Solcu-İslamcı ittifakının her şeyi yok etmek istediğini” söylüyordu. “7 Ekim’den bu yana, giderek daha fazla solcu anti-emperyalist, terör yanlısı İslamcılarla güçlerini birleştirmeye çalışıyor” diyen Amadeu Antonio Vakfı, 2024’te “Ortadoğu’da Adil Barış İçin Yahudi Sesi” tarafından ortaklaşa düzenlenen Berlin Filistin Kongresi’nin yasaklanmasını savunmuştu. Kısa bir süre sonra Konrad Adenauer Vakfı, Yahudilerin Arap ülkelerinden kovulmasına dönük çabaların “ideolojik ve propagandatif temelinin politik solun anti-emperyalizmi olduğu iddiasında bulunmuştu.

“Hamas yanlısı” veya “cihatçı sol”, hatta “İslamcı-Goşizm” gibi ifadelere başvuran histeri, tabii ki İslam ile İslamcılık arasında ayrım yapamaz. İslamcılık, özünde emperyalist Batı’nın kendisinin çıkarları önünde engel teşkil eden FHKC ve Ensarullah gibi aktörlere karşı kullandığı boş bir laftır. Örneğin, ABD ile müttefik olan ve IŞİD’i kısmen finanse eden Suudi Arabistan, Katar gibi Vehhabi rejimleri, bu listenin dışında tutulmaktadır. Müslüman göçmenler, Gazze’deki katliama karşı çıktıkları anda her zaman “İslamcı” olarak etiketlenmektedirler.

Bu arada, Alman devleti destekli “antifaşizm” de göçmen anti-emperyalistlere karşı güvenlik güçleriyle birlikte hareket ediyor. Örneğin, “Sağ Karşıtı Hamburg Ağı” isimli girişim, enternasyonalist örgüt “Sevra”yı (Devrim) keyfi bir şekilde Hizbü’t-Tahrir gibi örgütlerle birlikte tasnif etti. “Hamas” kelimesini belirli korkuları tetiklemek için kullanan Rote Flora kültür merkezi, Müslümanlar hakkında söz söylerken, “anti-Semitik”, “şiddeti yüceltenler”, "otoriter” gibi mahkemece ırkçı oldukları ispatlanmış etiketlere başvurarak, nefret söylemi denilen yangına benzin döktü. Hamburg’daki İstihbarat Servisi, 2024 tarihli “Anayasayı Koruma Federal Ofisi” raporunda “Sevra” örgütünü “aşırılıkçı” olarak tasnif etti, örgütün İsrail’i soykırım yapmakla suçladığını belirten bir ihtarname yayınladı. Yapılan incelemede, Sevra örgütünün İslamcı yapılarla hiçbir bağlantısı olmadığı tespit edildi.

Yahudi Mirası

“İlerici” çevrelerde bile, yeni ve hâlâ çok genç olan Filistin hareketini desteklemek yerine, “solcu İslamcı” entrikalarından şüpheleniliyor.

Bugün sol hareket içerisinde postmodern teoriler hâkim. “Eleştirel Beyazlık Çalışmaları” bu teorilerden biri. Nadiren nitelikli ve besleyici eleştiriye tabi tutulan bu tür teoriler, özgürleşmeye dair umutları bir öteki olarak Müslüman’a bağlıyorlar, sınıf bilinci yerine kimliği fetişleştiren yaklaşımı ikame ediyorlar, böylelikle solun tepesindeki ekabir ekip içerisinde kendisine yer buluyorlar.

Alman solu, bugün Marx’ın genel din eleştirisinin edindiği kazanımların gerisine düşmüştür. Sol, artık İslam’ı “altüst olmuş dünya”nın genel teorisine ait biçimlerden biri olarak anlamak istemiyor, onu “gerçek sefaletin bir ifadesi” olarak görmüyor, sömürgeci zulmün boyunduruğu altında yaşayanların bir “protesto”su, dolayısıyla, proleter enternasyonalizminin politik bir aracı olarak değerlendirmiyor.

Burjuva aydınlanmasını diyalektik dışı bir zeminden kabul eden ve onu koruma altına alan bekçiler, insan hakları meselesini de bu şekilde ele alıyorlar. Bu halleriyle solcu bekçiler, herkesi ezen bir insan hakları emperyalizmine hizmet ediyorlar. Bu emperyalizm, Filistin gibi yerlerde sürmekte olan ulusal kurtuluş mücadelelerine dair bilgiyi çöpe atıyor. Bunu yaparken, “Yahudi-Hristiyan geleneği”nin barbarlık karşısında bir tür kale olarak iş gördüğünü söylüyor.

Bu solcu bekçiler, söz konusu tavır ve yaklaşımlarıyla, emperyalist merkezlerde işçi sınıfının önemli bir bölümünü teşkil eden Müslümanlara karşı “duyarcılık”la malul bir yabancı düşmanlığı vaat ediyorlar, bir yandan da kendilerini tarih huzurunda akladıklarını düşünüyorlar.

1298’deki Rintfleisch pogromları ile Auschwitz, “şairler ve düşünürler diyarı”nda endüstriyel kazalar olarak görmezden gelinebilir olaylar şeklinde değerlendiriliyor. “Yahudi mirası”, Arap dünyasından gelen işgalcilere karşı “savunulabilir” bulunuyor.

Dışarıdan geldiği düşünülen “yeni antisemitizm”in anti-emperyalistler eliyle pekiştirildiğine inanılıyor. Bu eleştiri üzerinden İsrail hükümetine yönelik her türden eleştiri itibarsız kılınıyor. Dün Ortaçağ’da Yahudi dövenler, sağcı Hristiyanlar ve faşistler, bugün Müslümanların ve sosyalistlerin “Yahudi nefreti”nde birleştiğini söyleyerek, bu insanlara hakaretler yağdırma imkânı buluyorlar.

Özgürlük Feneri

Her telden komünist düşmanı, İslamcı-Bolşevik komploculara karşı düzenlenecek, cezalandırma amaçlı sefer için, “Batı medeniyeti” bayrağı altında toplanıyor. Sosyal medyayı, laik Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) başkanı Yasir Arafat’ın yetmişler ve seksenlerde Doğu Almanya’ya yaptığı ziyaretlerin fotoğraflarıyla dolduruyorlar. Sağcı bir Siyonistin sosyal medya paylaşımında belirttiği gibi, bu fotoğraflar, “kendilerine yönelik saldırının en büyük ispatı.”

Mart 2025'te, Apollo News gibi Amerikan ve Alman milliyetçi sağı arasında bir köprü görevi gören Nius haber sitesi, “Batı karşıtı reflekslerinde solcular ve İslamcılar birbirine benziyorlar: İkisi de Batı’yı bir özgürlük feneri olarak değil, emperyalist bir zalim olarak görüyor” diyordu. Bu türden ifadelerde şaşılacak bir yan yok: Julian Reichelt’in sitesi şahsında, AfD üyeleri yanında “Alman karşıtları” da kendilerine yeni bir yuva buldu. Bunlar, bir vakitler “Amerikan Savaşı Dostları” adı altında “katil barışçılar”a karşı mücadele etmişlerdi, bugün de Almanya’nın savaşa hazırlanması fikrini savunuyorlar.

Bunlar, Hamas ve İslam’ın “ümmetçi sosyalizmi” gibi güçleri kendisine bağlamış olan BRICS ülkelerini, o “Otorite Ekseni”ni Batı’nın can düşmanı kabul ettiklerinden, sıklıkla “otoriterlik karşıtı” adı altında faaliyet yürütüyorlar. Sürekli üzerlerine bu gömleği geçiriyorlar.

Geçenlerde Bahamas gazetesinin yayın yönetmeni, Sol Parti lideri Jan van Aken’in sözünü aktarıyordu. “Hamas’ın faşist bir örgüt olduğunu” söyleyen Aken, orada “partinin içerisinde İslamcı-goşizminin şeytani ruhu cirit atıyor. Bu İslamcı-goşizm, küresel solun belirli bir özelliği haline geldi. Bunlar kendilerini koruyucu bir güç ve aktör olarak görüyorlar. Bıkıp usanmadan kendilerini ebedi bir barış partisi gibi takdim ediyorlar” diyordu. Aken’e göre, sol “bu gerçekten kurtulamaz”dı, “onunla mücadele edilmeli”ydi.

“Kutsal Olmayan Üçlü”

“Solcu-İslamcı ittifakı” denilen heyulanın esas olarak bir savaş ideolojisi olduğunu, onun George W. Bush’un “Terörle Mücadele”sinden itibaren üretildiğini görmek gerekiyor.

Faşizm araştırmacısı Reinhard Opitz’in de belirttiği gibi, 1945 sonrasında gericilik, stratejik bir hamleyle “bayrak değiştirdi.” Nasyonal sosyalizm bayrağını bırakıp liberal antifaşizm bayrağını eline aldı. Ancak buna bir de üçüncü unsurun eklendiğini söylemeliyiz: gericilik, bugün şer ekseni olarak İslamcılık, Komünizm ve Faşizm üzerinde duruyor.

Springer medya grubu CEO’su Mathias Döpfner, 2010 yılında düşmanı olarak gördüğü “şer ekseni”ni baskıcı bir “kolektivizm”in bir arada tuttuğunu, bu gücün özgür Batı toplumuna tüm uzlaşmazlığıyla karşı olduğunu söylüyordu. Döpfner, “Batı ve İslamcıların Alaycı Kahkahaları” adlı makalesinde, “Burada otoriter, orada anti-otoriter. Burada modern öncesi, orada modern. Burada dindar, orada laik” olduğunu söylediği güce dair fikirlerini aktarıyordu.

Bu makale, esasında doksanlardan beri Alman solunu hallaç pamuğu gibi atan Alman neo-muhafazakârlığı için programatik bir örnek olarak okunabilir. Bu programatik metinde, “İsrail düşerse, uzun vadede Batı, Avrupa ve Almanya da düşecek” diyen Döpfner, nükleer saldırıya hazırlandığını iddia ettiği İran’a karşı Armageddon, kıyamet savaşı çağrısında bulunuyordu.

Bugün Filistin direnişi ve enternasyonalist sol, Nazilerle bir tutuluyor. “Siyonizm karşıtlığı” şeytanlaştırılıyor. Nazilerin, faşist-komünistlerle ve ırkçı İslamcılarla bir araya gelip kutsal olmayan bir ittifak meydana getirdiğine dair uydurma ve gülünç ifadelere başvuruluyor. Filistinciliğin, Filistin yanlılığının bu üçlü ittifakı temel aldığı üzerinde duruluyor. Bu noktada sürekli, tarihçilerin çok önceden çürüttükleri, Büyük Müftü Hüseyni’nin Hitler'i Yahudileri öldürmeye teşvik ettiği iddiasına sarılıyorlar.

Neokonlar ve yandaşları, bugün “Büyük İsrail” vizyonuna takıntıyla bağlı, işkence ve katliamdan aşırı zevk alan, bağnaz ve dindar figürleri, “demokrasi”nin temsilcileriymiş gibi göstermeyi başarıyorlar. Gazze’deki mazlumların iç çekişleri, bugünlerde keyifle yeniden dirilen “alt-insan” fikrini geçmişte üretmiş olan aynı “Batı modernitesi”ne ait sloganlarla boğuluyor.

Susann Witt-Stahl
22 Ekim 2025
Kaynak

0 Yorum: