Emperyalizm,
yirminci yüzyılın o radikal eylemlere tanık olunan dönem boyunca Marksist ve
solcu yazının merkezinde yer almış bir kavramdır. Ancak yetmişlerden bu yana uzanan
süreçte kavram, önemini yitirmiştir.
Sol
siyasetin tarihine aşina olan okular, bir dizi akademisyenin ve eylemcinin “emperyalizm”
fikrinin ölümünü ilan ettiğini fark edecektir. Bu eleştirilerin yöneldiği
çeşitli akademik disiplinlere rağmen, genellikle kapitalizmin şimdilik
neredeyse yenilmez olduğuna, en iyi ilerici siyasetin, kapitalizmin daha iyi
versiyonlarını dünya çapında yaymak ve her türlü “otoriter” veya “baskıcı”
rejime son vermek olduğuna dair temel siyasi anlayışını paylaşırlar. Bu
eleştirileri iki düzeyde ele alacağım.
Öncelikle
şu sorulmalı: “Emperyalizm” kavramı, günümüz dünya kapitalizmini anlamak için
hâlâ geçerli mi? Yirminci yüzyılın ilk yarısında dünya savaşları dönemini geride
bıraktık. Batı ve Üçüncü Dünya’daki anti-emperyalist mücadeleler sayesinde
Batılı güçler, ülkeler üzerindeki hâkimiyetlerinin büyük bir bölümünü kaybettiler.
Lenin
döneminde emperyalizm, en az iki ana temayı ifade ediyordu: kapitalistler arası
rekabet ve savaş, ayrıca bir avuç Batılı devlet ile dünyanın geri kalanı
arasındaki hiyerarşik ilişki. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden, Rus ve
Çin devrimlerinden ve bağımsızlık hareketinden bu yana eski siyasi harita
kökten değişti, bu düzlemde, Lenin’in analizlerinin çoğu anlamsızlaştı.
Örneğin, ulusal kurtuluş mücadelelerinin ardından tekelleşme veya üretim,
finans ve ticaretin merkezileşmesi, Üçüncü Dünya ülkelerinin çoğunda
yaygınlaştı. Dolayısıyla, emperyalist devletleri emperyalist olmayan devletlerden
ayırmak artık işe yarar bir yöntem değil. Bu anlamda, ABD-Çin veya ABD-Rusya
ilişkileri konusunda “emperyalistler arası rekabet” ifadesinin kullanılmasına karşı
olduğumu belirtmeliyim.
Gelgelelim,
dünya kapitalizmi, az sayıda ülkenin diğerlerini kontrol ettiği bir sistem
olmaya devam ediyor ve bu nedenle “emperyalizm” halen daha önemli bir kavram.
Emperyalizm, dün olduğu gibi bugün de salt “sınıf temelli” bir olgu değildir.
Kapitalist dönemde emperyalizmin ortaya çıkışı, emperyalist ülkelerdeki ulus
inşası ve refah devleti politikalarının büyük bir kısmını içeriyordu.
Kapitalistlerin emperyalist uluslarını (öncelikle emekçileri) yönetme
kapasiteleri, genellikle emperyalist olmayan uluslardan çaldıkları, gasp
ettikleri veya “barışçıl” bir şekilde el koydukları fazlalık üzerinden işçi
aristokrasisini ne kadar besleyebildiklerine bağlıydı.
Marx
ve Engels, emperyalizmin İngiliz işçi sınıfını yozlaştırmasından defalarca
bahsetmişlerdir. Lenin’in sözleriyle, emperyalizmin tanımlayıcı bir özelliği, “bir
avuç zengin veya güçlü ulus tarafından giderek artan sayıda küçük veya zayıf
ulusun sömürülmesi”dir. Ayrıntılardaki birçok değişikliğe rağmen, dünya
kapitalizminin hiyerarşisi çok az değişmiştir. Örneğin, ülke düzeyinde kişi
başına düşen gelirlerin sıralaması on dokuzuncu yüzyılın sonlarından günümüze
kadar nispeten istikrarlıydı.
Son
otuz-kırk yıllık dönemde küreselleşme, özünde dünya kapitalizminin üçüncü dünya
ve eski sosyalist devletlere yayılmasına dayanıyordu. Sözde “kurallara dayalı”/ABD
merkezli küresel düzende dünya kapitalizmi, bir süre dünyanın dört bir yanından
kapitalistlerin katılımıyla oldukça sorunsuz bir şekilde işledi. Ancak Soğuk
Savaş sonrası dönemin balayı evresinde bile, dünya kapitalizminin hiyerarşisi
belirgindi; Batı, Çin de dâhil olmak üzere, sözde geçiş ve gelişmekte olan
pazarlar ve üçüncü dünyanın geri kalanı, dünya işbölümünde farklı konumlarda
yer alıyordu. Yirmi birinci yüzyıl ile bağımsızlık öncesi kapitalist dünya
düzenleri arasındaki çarpıcı benzerlikler göz önüne alındığında, “emperyalistler”
ve “kompradorlar” gibi terimleri kullanmak halen daha mantıklı ve anlamlı.
Böylesi
bir düzen, sorgulanamaz kabul edilen ABD hegemonyasıyla kurulmuş özel tarihsel
bağı temel alır. Batı ve kapitalist dünyanın geri kalanındaki kapitalist
krizlerle birlikte, küreselleşmenin bir zamanlar geliştiği koşullar çökmeye
başladı. Avrupa, Ortadoğu ve Latin Amerika’da devam eden çatışmalar, Pax
Americana’nın zayıflamasının işaretleri olarak görülmeli. Özellikle Rusya,
Soğuk Savaş sonrası Batı’ya yeniden katılma çabasından vazgeçti ve hatta Batı’ya
karşı askeri ve ekonomik olarak üstünlük sağlamayı başardı.
Dünya
hızla değişiyor. Batılı elitler, ticaret savaşları, riskten kaçınma ve ayrışma
ile ilgili fikirler dillendiriyorlar. Buradan, “ulusötesi kapitalist sınıfın”
dünya kapitalizminde önemli bir güç olduğu günlerin artık sayılı olduğunu
anlıyoruz.
Bu
noktada sosyalist strateji meselesine geçebiliriz. Strateji, akademik
araştırmalarla ilişkilidir, ancak onlardan oldukça farklıdır. Salt bir avuç azınlık
için düşünsel-teorik çalışmalar yürütmekten bahsedemeyiz. Hâkim kapitalist
ideolojinin, piyasaların ve şiddetin beslediği dünya kapitalizminin olağan
seyrinde ilerlediği gerçeklikte etkili bir sosyalist hareketten söz edemeyiz.
Böyle
bir stratejiyi formüle etmek için, en azından ilk kıvılcım için, dünya
kapitalizminin dinamiklerini kapsamlı ve gerçekçi bir şekilde anlamamız
gerekir. Kapitalizmden sosyalizme geçişte tüm çelişkiler aynı stratejik öneme
sahip değildir. Kapitalizmin her köşesinde sayısız sorun vardır. Ancak
karşılaştırmalı olarak, gelişmiş kapitalist devletler (dünya kapitalizmindeki
konumları sebebiyle) daha fazla pazarlık kozuna sahiptirler, sınıfsal taviz
kopartma konusunda daha iyi maddi koşullar sağlayabilmektedirler. Dolayısıyla,
yalnızca kapitalizmdeki somut sorunlara odaklanırsak, reformizm bizi için için
tüketir, “müstebit, otoriter, zorba” gibi üçüncü dünyaya has kabul edilen
vasıflara dair Avrupamerkezci suçlamaları kolaylıkla benimseriz. Kapitalizmin
tüm içsel sorunlarını açığa çıkarmak ve bunlarla mücadele etmek tabii ki yanlış
değildir, ancak bu, kendi başına sosyalist bir strateji olarak görülemez.
Lenin
ve Mao’nun bir asır önce karşı karşıya kaldığı soruyu yeniden sormalıyız: “Dünya
kapitalizmindeki zayıf halkalar hangi ülkelerdir?”
Hem
Rusya’da hem de Çin’de sosyalistler, görece geri ekonomilere sahip, çok
zayıflamış devletlerde benzeri görülmemiş ilerlemeler kaydettiler. Egemen
sınıflar, genellikle savaşlar yüzünden felç olmuş durumdaydı ve anlamlı
mücadeleler yürütecek ve/veya emekçi halkı kandıracak kadar güçlü değillerdi.
Çin gibi sömürge ve yarı sömürge ülkelerde anti-emperyalizm, geniş bir cazibeye
sahipti ve milyonları harekete geçiriyordu. Emperyalist güçlerin ve onların
işbirlikçilerinin önemli ölçüde zayıflaması, bu gibi durumlarda başlangıçtaki
ilerici toplumsal değişimler için genellikle önemli ön koşullardı. Önemli bir
örnek olarak, Çin komünistleri, Japon emperyalizmine karşı uzun ve başarılı
mücadeleleri sırasında milliyetçi hükümetle birleşik cephe altında siyasi ve
askeri güçlerini büyük ölçüde güçlendirdiler.
Lenin
ve Mao, farklı tarihsel koşullarda çalışmış olsalar da, hem Üçüncü Dünya
devrimlerini hem de komünistlerin önderlik etmediği ulusal bağımsızlık
hareketlerini desteklediler. Üçüncü Dünya’daki genel sömürü ve baskının
varlığını elbette biliyorlardı, ancak emperyalizme karşı genel eğilimin, dünya
devriminin ivme kazanmasında stratejik öneme sahip olduğunu düşünüyorlardı.
Günümüz
dünya kapitalizmi, askeri ve ideolojik düzlemde, ABD önderliğindeki Batılı
ülkeler tarafından güvence altına alınırken, ekonomik olarak küresel sermaye
tarafından, Çin gibi gelişmekte olan ekonomilerin ve geçiş ekonomilerinin
katkılarıyla desteklenmektedir. ABD hegemonyasını çeşitli düzeylerde hedef alan
anti-emperyalist güçler, dünyada kapitalizmi sona erdirmeye yönelik her
sosyalist stratejinin vazgeçilmez bir parçasıdır. Bununla karşılaştırıldığında,
Üçüncü Dünya’da her gün gördüğümüz birçok çatışma ve çelişkinin her zaman aynı
önemde olmadığını savunuyorum.
Dünyada
kapitalizmi sona erdirme çabası, dünya çapında işbirliği girişimlerini zorunlu
kılıyor. İnsanlar, bu tür işbirliklerinin birleşik bir cephe mi yoksa sol
içinde bir işbölümü olarak mı teorize edilmesi gerektiği konusunda
tartışabilirler. Gene de, anti-emperyalizm (özellikle ABD hegemonyası)
konusunda ortak bir anlayışın aciliyetini günümüz sosyalist mücadelelerinin özü
olarak görüyorum. İnsanlar, hâlâ önemli fikir ayrılıklarına sahip olabilir ve
olmalıdırlar, ancak bir dizi uygulamayla birlikte saygı temelinde çalışma
yürütebiliriz. Yüzlerce çiçek açsın!
Zhun Xu
26
Eylül 2025
Kaynak


0 Yorum:
Yorum Gönder