Batı’da
İslam’ı analiz ederken, İslam’ın bizatihi bir ideoloji olduğu varsayılır, bu
sebeple, yirminci yüzyılda İslam ve sosyalizm arasındaki zengin etkileşimin
tarihi, bir biçimde gözden kaçırılır.
Endonezya
örneğinde olduğu gibi, yirminci yüzyılda tanık olunan anti-komünist harekât ve saldırı,
iki silahı birden kullandı. Bunlardan biri, darbeler ve askeri cuntaları
destekleyerek, üçüncü dünyada komünizm ve ulusal kurtuluş hareketlerinin
yayılmasını engellemekti. Diğer silah ise gerici, tutucu ve muhafazakâr İslam
biçimlerini desteklemekti. Bu iki silah, bugün de hâlâ kullanılmaktadır.
Vicay
Praşad, Russia Today ile yaptığı son röportajda, yirminci yüzyılın
başlarında, Müslüman âlimlerin “Çarlık İmparatorluğu’ndan İran’a kadar eşitlik
ve insanlık vaadinin yalnızca manevi olarak gerçekleştirilemeyeceğini
anladıklarını ve kabul ettiklerini” söylüyordu. Müslümanlar, Rus devrimi ve
Endonezya’daki sömürgecilik karşıtı devrim sırasında Bolşevik partisi saflarında
yer aldılar.
CIA,
Suudi Arabistan’ın desteğiyle, İslam ve sosyalizmi uzlaştırma girişimlerine
karşı gerici bir karşı devrim başlatmak amacıyla Dünya Müslümanlar Birliği’ni
kurdu. Bu, Müslüman nüfusun en fazla olduğu ülkede (Endonezya’da) komünizm ve
devrimci milliyetçiliğin desteklenmesi nedeniyle gerekliydi. ABD önderliğinde
hareket eden emperyalistler için asıl mesele, Küresel Güney’de çok sayıda
takipçisi olan din ile emperyalizmle mücadeleye kararlı olan SSCB ve Çin’in
ideolojisi arasında kurulacak karşılıklı ilişkiydi.
Bolşevik
Devrimi sırasında, çok sayıda Müslüman, Rus İmparatorluğu’nda yaşıyor, Orta
Asya, Balkanlar ve Kafkasya’da Rus sömürgeci istilalarının boyunduruğu altında
acı çekiyordu. Çarlığa karşı devrimin başlangıcında, birçok Müslüman, Bolşeviklere katıldı. Dave Crouch, konuya dair şu değerlendirmeyi sunuyor:
“Bu sebeple, 1917’de
çarlığın yaşadığı kriz, milyonlarca Müslümanı radikalize ederek, onların o güne
dek inkâr edilen dinî özgürlüklerini ve millî haklarını talep etmelerine zemin
hazırladı. 1 Mayıs 1917’de Birinci Tüm Rusya Müslümanları Kongresi Moskova’da
toplandı. Bin delegenin iki yüzü kadındı. Ateşli tartışmalarından ardından
kongre, sekiz saatlik işgünü, özel toprak mülkiyetinin ilgası, büyük
toprakların tazminatsız müsaderesi, kadınlar için eşit politik haklar ve
çokeşlilikle örtünmenin sona ermesi yönünde oy kullandı.”[1]
Müslümanların
Bolşevik devrimine katılımı, çoğulcu kültürel ve toplumsal sistemlerin bir arada
gelişebileceği sosyalist bir toplum inşa etme pratiği bağlamında, seküler ve
ateist devrimciler ile dindar devrimciler arasındaki tarihsel etkileşime ve
işbirliğine işaret eden önemli bir olgudur. Kültür ve ulus hakkındaki bu görüş,
Stalin tarafından ileri sürülmüştür. Sovyetler Birliği’ndeki Müslümanlar
arasında da çok sayıda farklılık mevcuttu. Örneğin, Tatarlar ve Kırgızlar
kadınların peçe takma geleneğine sahip değildi. Birçok Cedidî de Sovyet
toplumunda rol oynadı. Cedidîlik, Orta Asya okullarında yaygın olan Kur’an’ı
ezberleme yönteminden farklı pedagojik yöntem ve metodolojiler kullanarak, Müslümanlar arasında eğitimi modernize etmeyi amaçlayan bir reform geleneğiydi.
Bunun
Müslümanlar için sosyal sonuçları iyileştireceğine inanıyorlardı. Müslümanlar,
Ekim Devrimi’nin ilkeleriyle korunacaktı. Crouch, değerlendirmesine şu şekilde
devam ediyor:
“Çarlar tarafından
yağmalanmış olan, Müslümanlara ait yapılar, kitaplar ve nesneler camilere
tekrar yerleştirildi: Petrograd’da, 1917 Aralık’ında yapılan törenle Halife
Osman’ın kutsal Kur’an’ı Müslüman Kongresi’ne verildi. Müslümanların dinî
kutlama günü olan Cuma, tüm Orta Asya’da resmî tatil günü ilân edildi.”
Buradan,
toplumu altüst eden devrim koşullarında, İslam’ın bağrından yeni düşünce
okullarının neşet ettiğini görebiliyoruz.
Şimdi
bu noktada, Endonezya’daki sömürgecilik karşıtı devrim sırasında İslam’ın
konumuna dair kısa bir analiz aktarmak gerekiyor. Bu analiz, bizi mevcut
durumun analizine daha da yakınlaştıracaktır.
Endonezya’nın
başındaki Hollanda sömürgeciliğine tabi iktidardan kurtulma mücadelesi
sırasında, sömürgecilere karşı çıkan çok sayıda güç açığa çıktı. Müslüman dini
örgütler, Marksist örgütler ve milliyetçi örgütler sahnedeki yerlerini aldılar.
Bu örgütlerin hepsinin ana hedefi aynıydı: sömürgecileri ülkeden kovmak. Ancak
bu hedefe ulaşmak için kullanılacak araç ve yöntemler konusunda
anlaşamıyorlardı.
Bu
örgütlerin pozisyonları, General Ahmed Sukarno’nun Milliyetçilik, İslam ve
Marksizm adlı broşüründe ortaya konmuştur. Sukarno, broşürünün başında
birkaç yol gösterici soru sorar. Bunlardan en önemlisi şudur: “Sömürge
sistemleri altında İslam, bir din olarak, milliyeti vurgulayan milliyetçilik ve
materyalizmi öğreten Marksizm ile işbirliği yapabilir mi?” Bu soru, Batı Asya’yı
ve aslında Küresel Güney’in çoğunu istikrarsızlaştırmak ve kaynaklarını
sömürmek için yapılan yeni sömürgeci ve emperyalist çabalar karşısında bugün de
kendimize sorabileceğimiz bir sorudur.
Sukarno’nun
İslam, milliyetçilik ve Marksizm arasındaki kesişim noktalarını sentezleme ve
anlama çabaları, analizinin kısalığı göz önüne alındığında, savunmacı bir
üslubun kurbanıymış gibi görünebilir. Ancak gene de değindiği konular,
ideolojik olarak dikkate alınması gereken güçlü bağlantılardır. Sukarno’nun da
belirttiği gibi, “Müslümanlar, Marksizmin düşmanı olan kapitalizmin aynı
zamanda İslam’ın da düşmanı olduğunu asla unutmamalıdır, çünkü Marksist
doktrinde artı değer olarak adlandırılan şey, İslam’ın bakış açısına göre
esasen tefecilikle aynıdır.”
Tarihsel
materyalizmi Kur’an tefsiriyle desteklemek, Sukarno’nun ötesinde Filistin
İslami Cihadı’nın (FİC) ana ideologlarına kadar uzanan bir gelenektir.
Sukarno,
İslam ve Marksizmin servetin yeniden dağıtımı ve enternasyonalist dayanışma
hedefleri konusunda örtüştüklerini söyler, bunun ispatı olarak da. Âl-i İmrân
ile Hucurat surelerine işaret eder.
Seksenlerden
bu yana Filistin İslami Cihadı da benzer bir konum almış, Filistin’in kurtuluşu
konusunda seküler ve dini hedeflerin uzlaştırılabileceği üzerinde durmuştur.
FİC’in
ideolojik eserlerinin en eksiksiz İngilizce çevirisi, Temmuz 2021’de Erik Skare
tarafından yayımlanmıştır. Çevrilen belgelerden biri, FİC’in ilk
ideologlarından Fethi Şikaki’nin Filistin’in Merkezîliği ve Günümüzde İslami
Proje adlı eseridir. Şikaki, Filistin’in kurtuluşunun merkezîliğinin hem
dini hem de seküler hedeflere sahip olduğunu savunarak, FİC’in sahadaki durumunu
materyalist bir zeminde analiz ettiğini dile getirir. Argümanı şu şekildedir:
“Filistin’in birliği,
Siyonist teşekkülün devam etmesinin tüm diriliş projelerinin başarısızlığı
anlamına geldiği bilincinden kaynaklanan bir birliktir. Dolayısıyla asıl tartışma,
neyin öncelikli olduğuyla ilgilidir: ‘Bağımlılıkla, Batılılaşmayla ve
parçalanmayla mı mücadele edeceğiz, yoksa Siyonist teşekkülle mi?’ sorusu
etrafında dönen tartışma, İslami diriliş projesi için bütünlüklü ve tutarlı bir
strateji oluşturmaya yönelik bir ciddi çabanın değil, anlık kazanç ve
kayıpların hesaplandığı teorik bir tartışmadır.”[2]
Şikaki
burada, İsrail”in Amerikan ve Avrupa sömürgeciliğinin bölgedeki kalesi
olduğunu, varlığının şu anda İslami bir diriliş ihtimalinin önünü aldığını dile
getirmektedir. Şikaki’nin İmam Humeyni ile ilgili yazılarını okuduğumuzda,
Batılı seküler solcuların savunduğu (ancak nadiren uyguladığı) görüşlerle
İslamcı grupların (Batı medyasında nadiren yer verilen) eylemleri arasında daha
fazla örtüşme olduğunu görüyoruz:
“[...] İslami hareket,
kitle tabanıyla birleşmeli, onları aldatma, öfkelerini soğurma ve davalarını
satmak için kullanılan yöntem ve yolları ortaya çıkarma, kitleleri bilinçlendirme
ve aydınlatma konusunda ısrarlı bir çalışma yürütmelidir.”[3]
İslam,
sosyalizm ve ulusal kurtuluş arasındaki çeşitli etkileşimlerin bu kısa özeti,
emperyalizme karşı mücadelelerin birliğini vurgulamaktadır. Mao Zedong’un “yüz
çiçek açsın, yüz fikir yarışsın” şeklindeki ünlü sözü, dünyanın dört bir
yanındaki devrimciler tarafından hâlâ kabul görmeye devam etmektedir.
İslam
ve sosyalizm arasındaki etkileşimlerin tarihi önemli. Kızıl bayrak altında bir
dizi hak kazanan SSCB’deki Müslümanlardan, Endonezya’da Sukarno’nun İslam ve
sosyalizm üzerine yazdığı yazılara kadar birçok örnekte de görüldüğü üzere,
Müslümanlarla daha iyi bir dünya için mücadele edenler arasında ortak birçok
nokta mevcuttur.
Şimdi
de yirminci yüzyılın sonraki aşamalarında İslam ile olan etkileşimlere ve bunun
yirmi birinci yüzyıldaki yansımalarına odaklanmak gerekiyor. Bu noktada,
İran’daki İslami devrimin ilk önemli ideologları, Ali Şeriati ile Şehit
Muhammed Beheşhti’nin çalışmalarına odaklanılacak. Ayrıca Fethi Şikaki,
Muhammed Bahays, Besim Sultan Tamimi ve Münir Şefik’in yazıları incelenerek,
Filistin İslami Cihadı’nın Maoist kökleri ortaya konulmaya çalışılacak.
Ali
Şeriati, 1933 yılında İran’ın Şebziver şehri yakınlarındaki Kahak köyünde
dünyaya geldi. Lisans eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisans çalışmalarına
Paris Üniversitesi’nde devam etti. Paris’te Şeriati, Frantz Fanon’un
eserleriyle tanıştı, Fanon’un eserlerinden oluşan bir derlemeyi Farsçaya
çevirdi, böylece İran’daki ve diaspora ortamındaki devrimci çevreler bu eserle tanışma
imkânı buldu.
Şeriati,
Cezayir’de mücadele yürüten Ulusal Kurtuluş Cephesi’yle politik ilişki kurdu. Ayrıca
katledilen Patrice Lumumba’yı anma protestosuna katıldığı sırada tutuklandı.
Dr. Şeriati’nin çalışmaları, özellikle Şiî İslam ve Ehl-i Beyt’in yeniden
yorumlanması yoluyla, İslam tarihine sosyalist ve anti-sömürgeci bir bakış
açısı kazandırdı.
Burada,
İmam Hüseyin adalet için savaşırken şehit olmuş biri olarak konumlandırılmakta,
böylelikle, adaletin kendisiyle eşanlamlı hale gelmektedir. “Her gün Aşura, her
yer Kerbela” ifadesini popülerleştiren kişi, Şeriati’dir. Bu sözle Şeriati,
hepimizin, zulüm nerede baş gösterirse göstersin, ona karşı savaşma görevine
sahip olduğumuzu söylemek istemiştir.
Şeriati,
Marksizm ve Diğer Batı Mügalataları adıyla bir Marksizm eleştirisi yazmış
ve bu eserde, Sovyetler’in devlet ateizmi anlayışından kopularak, insan
durumuna öncelik veren ve onu hassas bir şekilde dikkate alan bir tür İslami
sosyalizm kurmasını önermiştir. Sosyalistlerle aynı fikirde olan Şeriati, bu
yazısında kapitalizmin kendi içerisinde, yenilik iddiasında bulunan ve yaşam
standartlarını yükselteceğini öne süren bir Prometeci bir dinamizm ve mantık
barındırdığını savunur; ama aslında kapitalizm korkutucu bir hızla kaynakları
tüketmekte, insanları yabancılaşmaya itmekte, bizi tüketim için bir aracı ve
gerekçe kılarak, ilahi niteliklerimizden mahrum bırakmaktadır.
“Peki,
bu cenneti dünyada hangi eller inşa edecek?” sorusunu soran Şeriati, “sömürgeleştirilmiş
uluslara mensup bireyler, bilimsel teknolojinin yardımıyla sömürülen insanlar”[4]
cevabını veriyordu. Kapitalizmin insanlığı aşağılamasına odaklanmak, Marx’ın kullandığı
kavrama atıfla bizim “türsel varlığımız”a yabancılaşmış olmamıza odaklanmayı gerekli
kılıyordu.
Marx,
1844 tarihli elyazmalarında şunu söylüyordu: “Politik ekonominin kendi
kelimeleriyle, çalışanın bir meta seviyesine indiğini ve gerçekten en sefil
metaya dönüştüğünü ortaya koyduk.”[5]
Ayetullah
Muhammed Beheşti, İslami devrimin bir diğer ideologuydu. Devrimden on beş ay
sonra İran halkına yaptığı bir konuşmada, “Toplumun yönetiminin bizim elimizde
olması ve bu ülkede bir kişinin aç bir şekilde uyuması bizim için kabul
edilebilir değil. [...] İslam Cumhuriyeti, yaşam standartları konusunda İran’da
mevcut olan derin uçuruma son vermek zorunda.”
Ayetullah
Beheşti’nin Dersleri isimli çalışmada da aktarılan başka bir konuşmasında
Beheşti, dönemin dünyasında Soğuk Savaş zihniyetine vurgu yapıyor, onun biri
kapitalist, diğeri sosyalist olmak üzere, iki büyük nüfuz alanını meydana
getirdiğini dile getiriyordu. Beheşti, sosyalist nüfuz alanının servetin
yeniden dağıtımını ve sınıf egemenliğinin son bulmasını hedeflediğini, bu
hedefin kendisinin aşağıdaki ifadelerle tanımladığı İslami devrim görüşüyle ile
uyumlu olduğunu savunuyordu:
“Ülkü olarak tasavvur
ettiğimiz toplumda, her ne kadar refah dolu bir maddi hayat teşvik edilip bu
hayat insanın gelişimi için zaruri görülse de bu, toplumun nihai amacı olarak
kabul edilmez. Bu (İslami) bakış açısından, ilerici ve refah dolu bir maddi
yaşam sadece gelişmek için bir araçtır; insanın yetenek ve becerilerini
geliştirmesine yardımcı olmanın bir yoludur, dolayısıyla, kendi başına bir amaç
değildir. İktisadi baskılardan kurtulduktan sonra insan, gerçekten manevi bir
alanda çalışabilir. Yüce Kur’an’da belirtildiği gibi, ‘Yeryüzünde Allah’ın
halifesi’ olarak o ulvi mevkiyi üstlenebilir.”[6]
Ekonomik,
sosyal ve politik gelişimi sağlarken bir yandan da bu gelişimi toplumun manevi
gelişimine tabi kılma fikri, ideolojik olarak bana Walter Rodney’nin
sosyalizmin hedeflediği ve hedeflemeye devam etmesi gereken şeyin bolluk
yaratmak olduğunu belirten sözünü hatırlatıyor.[7]. Kur’an’da da, Ma’un
Suresi’nde bizlere şu şekilde öğüt veriliyor:
“1. Kıyamet gününü inkâr
edeni gördün mü? 2. O ki yetimi itip kaktı. 3. Ve diğerlerini muhtaçları
doyurmaya teşvik etmedi. 4. Namaz kılıyordu ama ahlaki görevlerinden bihaberdi.
5. Maskeler takıyordu. 6. Ve başkalarına ortak kullanıma ait şeylerden zekat
vermiyordu.”[8]
İran’da
gelişen bu ideolojik yaklaşımlar, İslam öğretileri temelinde sosyalizmle uzlaşan
ve uzlaşmayan kimi yönler barındırıyorlardı. Ama Filistin’de, bireyleri ve İslami
Cihad gibi örgütleri Fetih’ten kopartıp, “devrim”, “cihat” ve “şehadet”
kavramlarını kendilerince yeniden tanımlamaya teşvik eden Marksizm-Leninizm ve
Maoizm anlayışı hâkimdi.
1967
tarihli Nekse’nin ardından, Nasır liderliğindeki Arap milliyetçiliğinin
zayıflamasıyla, Filistin solunda Marksizm ve sosyalizme doğru bir kayış yaşandı.
FKÖ içerisinde farklı sosyalizm anlayışları mevcuttu. Örneğin, FHKC’li
Marksist-Leninistler ve Fetih içerisindeki Maoistler farklı görüşler
geliştirdiler. Bu Maoistlerin bir kısmının Filistin İslami Cihadı gibi kimi
politik İslami örgütleri kurdukları, çok az kişinin bildiği bir gerçekliktir.
Münir Şefik ve Fethi Şikaki, bu isimlerdendir. Alman bilim insanı Manfred Sing’in
tespitiyle,
“Ayrıca Şefik, Fethi
Şikakî’nin, Filistin’deki İslamî Cihad Hareketi ile kurulan irtibatta bir araç
olarak kullanılan, Mücahid İslamî Eğilim isimli, İslamî Cihad Tugayları’na
bağlı politik kanadı da kurmuştur.”[9]
Sing,
Şefik gibi kişilerin “İslami terimlerle silahlı mücadeleyi yeniden
biçimlendirme” sürecinden geçmelerinde tam olarak Maoist “kitle çizgisi”
kavramının etkili olduğunu ileri sürer.
“Fıtrat”
kavramından yola çıkarak, İslam ve sosyalizm arasında bir senteze yönelen diğer
iki Maoist isim, Muhammed Bahays ile Besim Sultan Tamimi, Avrupa ve Amerika’nın
ruhsal olarak yozlaştırıcı tüketim toplumuna karşı argüman geliştirdi. Bu açıdan,
Şefik’in “Bana kalırsa bugün bazı İslamcılar, birçok Marksistten daha politik
ve daha materyalist”[10] sözü anlamlı hale geliyor.
İslam,
o zamanlar sadece Filistin toplumunun çoğunun referans aldığı teorik çerçeve
olmakla kalmıyor, aynı zamanda bu dünyadaki yaşamı hem maddiyat hem de maneviyata dair bir
anlayışla takdim eden yaklaşım olarak öne çıkıyordu. Şikaki, Şefik, Tamimi ve
Bahays gibi isimler, Marx, Lenin ve Mao’dan başlayıp yeni ufuklara doğru
ilerlediklerini düşünüyorlardı.
Yalnız
bu isimler, sadece “kitle çizgisi” anlayışından etkilenmediler. Aynı zamanda
Siyonist hapishanelerinde çürürken gösterdikleri sabır ve o sabrın ardındaki
güç de bu isimleri dönüştürmüştü. Zulme karşı mücadeleleri aracılığıyla gerçek müminler
haline geldiler. İslam’ın, sosyalizmin cevap veremeyeceği soruları
cevaplayabileceğini ve sorular sorabileceğini düşündüler.
Rusya’da
gerçekleşen Ekim Devrimi, bölgede yaşayan Müslümanların kızıl bayrak altında
koruyucu zırha kavuşmasını sağladı. Endonezya’da, Sukarno’dan Hacı Misbah’a, İcokroaminoto’ya
kadar birçok âlim ve devrimci, İslam ile emekçi güçler arasındaki ilişkileri
inceledi. Devrimci İran’da Ali Şeriati, Kızıl Şiilik ve Kara Şiilik adlı
eserinde Ebuzer Gifari’nin (ra) yaşamını ve Şiî İslamı’nın özünü ele aldı.
Ayetullah Beheşti ve Ayetullah Talegani ise İslami bir ekonominin inşasını
kapitalist ekonomi ile ilişkili ve ona zıt bir şekilde anlamaya çalıştı. Filistin’de,
Fanon’un “yeryüzünün lanetlileri” dediği insanları bulduğumuz Gazze’de,
Filistin İslami Cihadı’nın mücahitleri, Mao’nun kitle çizgisiyle sîratü’l-müstakîmimiz
arasında bir sentez inşa ettiler.
Bu
kısımda, biraz hayal kurmayı umut ediyorum. İslami bir sosyalizmin nasıl
görünebileceğine dair görüşlerimi aktarmaya çalışacağım. Umarım bu hayali
kurmama izin verir, hayal kurma pratiğine siz de iştirak edersiniz.
Romalılar
ve Sasaniler, zenginlik, aşırılık ve zorbalık üzerine kurulu imparatorluklar
kurarken, sevgili Peygamberimiz (sav) İslam topraklarını farklı bir şekilde
yönetti:
“O bir ülkenin mutlak hâkimi
idi ve arpa ekmeği yiyordu. Yemek sırasında fakirlerle birlikte yerde oturur,
tıpkı mütevazı bir köle gibi hareket ederdi. Bazen eyersiz eşeğe biner, çoğu
vakit arkasına birini alırdı.”[11]
Bu
anlamda İslam, daha başından beri ezilenlere aittir. ABD imparatorluğu
ve Suudi Arabistan, Türkiye ve Emirlikler’deki işbirlikçilerinin Müslüman
proleteryanın sırtından geçindiği, onun sayesinde lüks bir yaşam sürdüğü
koşullarda aynı proleterya bugün ayağa kalkıyor. Yemen’de Ensarallah, tarım
devrimine öncülük ediyor, Filistin’de İslami Direniş ile onların milliyetçi ve
komünist müttefikleri, Gazze’deki kuşatmayı kırmak için adımlar atıyor. Lübnan’da
Hizbullah, İran-Suriye hattı üzerinden, yakıt ve ihtiyaç duyulan temel malzemeleri
tedarik etmek suretiyle ülkenin çöküşüne mani oluyor.[12] Burada, zulüm ve
gösterişin hüküm sürdüğü bir ülkede, İslam’ın ilk yükselişinin yankıları işitiliyor.
Bu
anlamda, Ebuzer Gifarî, yirminci yüzyılın tanınmış sosyalist ve sömürgecilik
karşıtı düşünürlerinin düşünsel ve manevi öncüsü olarak görülebilir. Ölümü
sırasında halifenin liderine söylediği sözleri hatırlayalım: “Ey Muaviye! Eğer
bu sarayı kendi paranla inşa ediyorsan, bu israftır, eğer halkın parasıyla inşa
ediyorsan, bu ihanettir.”[13]
İslami
sosyalizmin kökenleri, Peygamber (s.a.v.) ve sahabelerinin geleneklerine
dayanmaktadır. Veda hutbesinde Hz. Muhammed (s.a.v.), Müslüman toplumunun nasıl
olması gerektiğine dair ahlaki ve ekonomik bir plan sunar:
“Bir Arap, Arap olmayan
üzerinde üstünlüğe sahip değildir; bir Arap olmayan da Arap üzerinde üstünlüğe
sahip değildir; aynı şekilde, bir beyaz, siyah üzerinde üstün değildir; siyah
da beyaz üzerinde üstün değildir; üstünlük ancak takva ve iyi amelle olur. Her
Müslümanın diğer her Müslümana kardeş olduğunu ve Müslümanların bir kardeşlik
oluşturduğunu öğrenin. Bir Müslümana, bir diğer Müslümana ait olan hiçbir şey,
yalnızca gönüllü ve isteyerek verilmedikçe meşru olamaz.”[14]
Bu
son cümleyi, Marx’ın “komünizmin mevcut durumun ortadan kaldırılmasına yönelik
gerçek hareket” olduğuna dair sözleriyle karşılaştırırsak, Suudilerin, Emirlikler’in
ve Türklerin yerleşimci-sömürgeci İsrail ile normalleşmelerinin mevcut
statükoyu sürdüren ve İslam medeniyeti sahasında sosyal, ekonomik ve politik
adaletin tesis edilmesini sağlayacak bir İslami uyanışa mani olan faktörlerden
biri olduğunu görürüz.
Öte
yandan, ABD emperyalizmi, Siyonist teşekkül ve onun uşağı olan diğer güçlere
karşı mücadele eden İslami direniş ile milliyetçi ve anti-emperyalist güçlerin
birliğine tanık olunmaktadır. Hacı Misbah, Arap ve Müslüman yönetici
sınıflarının yaşadıkları ahlaki çöküşün kapitalizmin bir belirtisi olduğunu
savunmuştur:
“Kapitalizm çağında eğitim
düzeyleri yüksek olsa bile insanların ahlakî ve insanî değerleri giderek
azalmaktadır. Bu zafiyetle birlikte kapitalizm, insanları bir alet gibi
kullanabilmektedir. Kapitalizmin istediği her şeyi hemen yerine getirmeyi bir
mecburiyetmiş gibi gören insanlar, bu taleplerin kendilerine zarar verip
vermeyeceğine, insanlıktan çıkartıp çıkartmayacağına bile bakmamaktadırlar. Bu
durumun en açık kanıtı, Avrupa’da karşımıza çıkmaktadır.”[15]
Allah
(c.c.) Müslümanlar olarak bizi yeryüzünün halifeleri olmaya çağırıyor.
Yeryüzünün halifeleri olarak, doğal, sosyal ve siyasi süreçleri gözetir ve
bunlara katılırız. Hem doğal süreçler hem de insan davranışları bir dengeye
tabidir. Bu doğal denge, ancak tevekkül ile anlaşılabilir. Bu dengeyi
kapitalist dünya sistemi bozmaktadır. Petrol ve diğer hammaddelerin çıkarılması
nedeniyle bazı ekosistemlerin neredeyse tamamen çökmesi ekolojik olarak bu
dengeyi kaosa sürükler.
Eğitim,
sağlık hizmetleri ve kitle iletişiminde gerici sosyal politikalar aracılığıyla
daha da büyük bir kafa karışıklığı içine sürükleniyoruz. Gerçek İslami
sosyalizm, Marksizmin çeşitli bağlamlarda analitik gücü için materyalist
diyalektiğini reddetmeyecek, dünyanın diğer bölgelerinde ileri sürülen Marksist
stratejilere uyarak yeni bir irfan meydana getirecektir.
Eğer
biz gerçek müminler isek o vakit biliriz ki Allah (c.c.) peygamberlere ve ülkelerdeki
mazlum halklara zalimlerini devirme konusunda yardım eder. Bizim görevimiz, bu
geleneği sürdürmek ve toplumu sürekli olarak devrimleştirmektir. Ma’un Suresi, bu açıdan önemli şeyler söylemektedir. Bu sure çok güçlüdür, çünkü günlük
hayatla ilgili talimatlar içermektedir.
İnanmalıyız
ve imanımız aracılığıyla fakirlere yardım etme, yetimlere bakma ve başkalarına
yardım sağlama yolunda yürümeliyiz. Bu yürüyüş, Müslüman toplumunda inşa
edilecek sosyalizmde toplumsal bağlılığın temelini teşkil edecektir.
Sosyalizmin başka yerlerde elde ettiği başarıların kimi yönlerini mekanik
olarak kopyalamaya çalışan köksüz kozmopolitizm yerine, ulusal soruna gerçek
bir cevap sunulmalıdır. İslami ulusal soruna sunulacak gerçek cevapsa iki
milyar müminin inancının çelişkiler barındırdığı, zorluklarla dolu olduğu gerçeğini
idrak eden bir cevap olacaktır. Ama gene de bu, cevaplanması gereken bir
sorudur. Bu soru, ulus gerçekliğinin sorduğu diğer sorularla örtüşmektedir.
Misal,
Yemen ve Endonezya’da İslami sosyalizm, kesinlikle aynı şekilde görünmeyecek, ancak
gene “Toplumu inşa etmek için çalışanlar, o toplumun meyvelerinden istifade
etmelidir” türünden kimi temel ilkelere sahip olacaktır. Başkalarından hak
etmedikleri şeyleri alıp o insanları ezenlerse dinin düşmanlarıdır. Dolayısıyla
bu kişiler, Firavun ve diğer zalimler gibi yok edileceklerdir.
Sevgili
Peygamberimiz, biz Müslümanları harekete geçmeye çağırır: “Sizden biri bir
kötülük görürse, onu eliyle, yapamıyorsa diliyle, yapamıyorsa kalbiyle
değiştirsin. Bu, imanın en temel ilkesidir.”[16]
Hanna Eid
I, II, III
15 Eylül 2022
Dipnotlar:
[1] Dave Crouch, “The Bolsheviks and Islam”, Bahar 2006, MIA. Türkçesi: İştiraki.
[2]
Al-Shiqaqi, Fathi, The Centrality of Palestine and the Contemporary Islamic
Project, 1989. Bayt al Maqdis. Beyrut. Aktaran: Skare, Erik, Palestinian
Islamic Jihad: Islamist Writings on Resistance and Religion. 2021. I.B
Tauris. Londra.
[3]
A.g.e., s. 149.
[4]
Shari’ati, Ali, Marxism and Other Western Fallacies.
[5]
Karl Marx, Economic and Philosophical Manuscripts of 1844, MIA.
[6]
Beheshti, Muhammad Husayni, Lectures of Ayatollah Beheshti. The Islamic
Propagation Organization. 1986.
[7]
Rodney, Walter, How Europe Underdeveloped Africa. Howard University Press.
1972.
[8]
Quran 107; 1-7. Çeviri: Ahmed Ali.
[9]
Sing, Manfred, “Brothers in Arms: How Palestinian Maoists Turned Jihadists”, Die
Welt Des Islams. 2011. Türkçesi: MIA.
[10]
Akt.: Sing, s. 41.
[11]
Shari’ati, Ali, 1969, Once Again Abu Dharr, Shariati.
[12]
“With Fuel From Iran, Lebanon Won’t Be Sanctioned”, 3 Ağustos 2022, Mayadeen.
[13]
A.g.e.
[14]
“The Last Sermon Of Prophet Muhammad (p.b.u.h.)”, IIUM.
[15]
Misbach, Haji. 1925. Islamism and Communism. İlkin tefrika halinde
şurada yayınlandı: Medan Moeslimin, Sayı. 2-6. MIA. Türkçesi: İştiraki.
[16] Sunnah.


0 Yorum:
Yorum Gönder