19 Aralık 2025

İslam ve Sosyalizm


Batı’da İslam’ı analiz ederken, İslam’ın bizatihi bir ideoloji olduğu varsayılır, bu sebeple, yirminci yüzyılda İslam ve sosyalizm arasındaki zengin etkileşimin tarihi, bir biçimde gözden kaçırılır.

Endonezya örneğinde olduğu gibi, yirminci yüzyılda tanık olunan anti-komünist harekât ve saldırı, iki silahı birden kullandı. Bunlardan biri, darbeler ve askeri cuntaları destekleyerek, üçüncü dünyada komünizm ve ulusal kurtuluş hareketlerinin yayılmasını engellemekti. Diğer silah ise gerici, tutucu ve muhafazakâr İslam biçimlerini desteklemekti. Bu iki silah, bugün de hâlâ kullanılmaktadır.

Vicay Praşad, Russia Today ile yaptığı son röportajda, yirminci yüzyılın başlarında, Müslüman âlimlerin “Çarlık İmparatorluğu’ndan İran’a kadar eşitlik ve insanlık vaadinin yalnızca manevi olarak gerçekleştirilemeyeceğini anladıklarını ve kabul ettiklerini” söylüyordu. Müslümanlar, Rus devrimi ve Endonezya’daki sömürgecilik karşıtı devrim sırasında Bolşevik partisi saflarında yer aldılar.

CIA, Suudi Arabistan’ın desteğiyle, İslam ve sosyalizmi uzlaştırma girişimlerine karşı gerici bir karşı devrim başlatmak amacıyla Dünya Müslümanlar Birliği’ni kurdu. Bu, Müslüman nüfusun en fazla olduğu ülkede (Endonezya’da) komünizm ve devrimci milliyetçiliğin desteklenmesi nedeniyle gerekliydi. ABD önderliğinde hareket eden emperyalistler için asıl mesele, Küresel Güney’de çok sayıda takipçisi olan din ile emperyalizmle mücadeleye kararlı olan SSCB ve Çin’in ideolojisi arasında kurulacak karşılıklı ilişkiydi.

Bolşevik Devrimi sırasında, çok sayıda Müslüman, Rus İmparatorluğu’nda yaşıyor, Orta Asya, Balkanlar ve Kafkasya’da Rus sömürgeci istilalarının boyunduruğu altında acı çekiyordu. Çarlığa karşı devrimin başlangıcında, birçok Müslüman, Bolşeviklere katıldı. Dave Crouch, konuya dair şu değerlendirmeyi sunuyor:

“Bu sebeple, 1917’de çarlığın yaşadığı kriz, milyonlarca Müslümanı radikalize ederek, onların o güne dek inkâr edilen dinî özgürlüklerini ve millî haklarını talep etmelerine zemin hazırladı. 1 Mayıs 1917’de Birinci Tüm Rusya Müslümanları Kongresi Moskova’da toplandı. Bin delegenin iki yüzü kadındı. Ateşli tartışmalarından ardından kongre, sekiz saatlik işgünü, özel toprak mülkiyetinin ilgası, büyük toprakların tazminatsız müsaderesi, kadınlar için eşit politik haklar ve çokeşlilikle örtünmenin sona ermesi yönünde oy kullandı.”[1]

Müslümanların Bolşevik devrimine katılımı, çoğulcu kültürel ve toplumsal sistemlerin bir arada gelişebileceği sosyalist bir toplum inşa etme pratiği bağlamında, seküler ve ateist devrimciler ile dindar devrimciler arasındaki tarihsel etkileşime ve işbirliğine işaret eden önemli bir olgudur. Kültür ve ulus hakkındaki bu görüş, Stalin tarafından ileri sürülmüştür. Sovyetler Birliği’ndeki Müslümanlar arasında da çok sayıda farklılık mevcuttu. Örneğin, Tatarlar ve Kırgızlar kadınların peçe takma geleneğine sahip değildi. Birçok Cedidî de Sovyet toplumunda rol oynadı. Cedidîlik, Orta Asya okullarında yaygın olan Kur’an’ı ezberleme yönteminden farklı pedagojik yöntem ve metodolojiler kullanarak, Müslümanlar arasında eğitimi modernize etmeyi amaçlayan bir reform geleneğiydi.

Bunun Müslümanlar için sosyal sonuçları iyileştireceğine inanıyorlardı. Müslümanlar, Ekim Devrimi’nin ilkeleriyle korunacaktı. Crouch, değerlendirmesine şu şekilde devam ediyor:

“Çarlar tarafından yağmalanmış olan, Müslümanlara ait yapılar, kitaplar ve nesneler camilere tekrar yerleştirildi: Petrograd’da, 1917 Aralık’ında yapılan törenle Halife Osman’ın kutsal Kur’an’ı Müslüman Kongresi’ne verildi. Müslümanların dinî kutlama günü olan Cuma, tüm Orta Asya’da resmî tatil günü ilân edildi.”

Buradan, toplumu altüst eden devrim koşullarında, İslam’ın bağrından yeni düşünce okullarının neşet ettiğini görebiliyoruz.

Şimdi bu noktada, Endonezya’daki sömürgecilik karşıtı devrim sırasında İslam’ın konumuna dair kısa bir analiz aktarmak gerekiyor. Bu analiz, bizi mevcut durumun analizine daha da yakınlaştıracaktır.

Endonezya’nın başındaki Hollanda sömürgeciliğine tabi iktidardan kurtulma mücadelesi sırasında, sömürgecilere karşı çıkan çok sayıda güç açığa çıktı. Müslüman dini örgütler, Marksist örgütler ve milliyetçi örgütler sahnedeki yerlerini aldılar. Bu örgütlerin hepsinin ana hedefi aynıydı: sömürgecileri ülkeden kovmak. Ancak bu hedefe ulaşmak için kullanılacak araç ve yöntemler konusunda anlaşamıyorlardı.

Bu örgütlerin pozisyonları, General Ahmed Sukarno’nun Milliyetçilik, İslam ve Marksizm adlı broşüründe ortaya konmuştur. Sukarno, broşürünün başında birkaç yol gösterici soru sorar. Bunlardan en önemlisi şudur: “Sömürge sistemleri altında İslam, bir din olarak, milliyeti vurgulayan milliyetçilik ve materyalizmi öğreten Marksizm ile işbirliği yapabilir mi?” Bu soru, Batı Asya’yı ve aslında Küresel Güney’in çoğunu istikrarsızlaştırmak ve kaynaklarını sömürmek için yapılan yeni sömürgeci ve emperyalist çabalar karşısında bugün de kendimize sorabileceğimiz bir sorudur.

Sukarno’nun İslam, milliyetçilik ve Marksizm arasındaki kesişim noktalarını sentezleme ve anlama çabaları, analizinin kısalığı göz önüne alındığında, savunmacı bir üslubun kurbanıymış gibi görünebilir. Ancak gene de değindiği konular, ideolojik olarak dikkate alınması gereken güçlü bağlantılardır. Sukarno’nun da belirttiği gibi, “Müslümanlar, Marksizmin düşmanı olan kapitalizmin aynı zamanda İslam’ın da düşmanı olduğunu asla unutmamalıdır, çünkü Marksist doktrinde artı değer olarak adlandırılan şey, İslam’ın bakış açısına göre esasen tefecilikle aynıdır.”

Tarihsel materyalizmi Kur’an tefsiriyle desteklemek, Sukarno’nun ötesinde Filistin İslami Cihadı’nın (FİC) ana ideologlarına kadar uzanan bir gelenektir.

Sukarno, İslam ve Marksizmin servetin yeniden dağıtımı ve enternasyonalist dayanışma hedefleri konusunda örtüştüklerini söyler, bunun ispatı olarak da. Âl-i İmrân ile Hucurat surelerine işaret eder.

Seksenlerden bu yana Filistin İslami Cihadı da benzer bir konum almış, Filistin’in kurtuluşu konusunda seküler ve dini hedeflerin uzlaştırılabileceği üzerinde durmuştur.

FİC’in ideolojik eserlerinin en eksiksiz İngilizce çevirisi, Temmuz 2021’de Erik Skare tarafından yayımlanmıştır. Çevrilen belgelerden biri, FİC’in ilk ideologlarından Fethi Şikaki’nin Filistin’in Merkezîliği ve Günümüzde İslami Proje adlı eseridir. Şikaki, Filistin’in kurtuluşunun merkezîliğinin hem dini hem de seküler hedeflere sahip olduğunu savunarak, FİC’in sahadaki durumunu materyalist bir zeminde analiz ettiğini dile getirir. Argümanı şu şekildedir:

“Filistin’in birliği, Siyonist teşekkülün devam etmesinin tüm diriliş projelerinin başarısızlığı anlamına geldiği bilincinden kaynaklanan bir birliktir. Dolayısıyla asıl tartışma, neyin öncelikli olduğuyla ilgilidir: ‘Bağımlılıkla, Batılılaşmayla ve parçalanmayla mı mücadele edeceğiz, yoksa Siyonist teşekkülle mi?’ sorusu etrafında dönen tartışma, İslami diriliş projesi için bütünlüklü ve tutarlı bir strateji oluşturmaya yönelik bir ciddi çabanın değil, anlık kazanç ve kayıpların hesaplandığı teorik bir tartışmadır.”[2]

Şikaki burada, İsrail”in Amerikan ve Avrupa sömürgeciliğinin bölgedeki kalesi olduğunu, varlığının şu anda İslami bir diriliş ihtimalinin önünü aldığını dile getirmektedir. Şikaki’nin İmam Humeyni ile ilgili yazılarını okuduğumuzda, Batılı seküler solcuların savunduğu (ancak nadiren uyguladığı) görüşlerle İslamcı grupların (Batı medyasında nadiren yer verilen) eylemleri arasında daha fazla örtüşme olduğunu görüyoruz:

“[...] İslami hareket, kitle tabanıyla birleşmeli, onları aldatma, öfkelerini soğurma ve davalarını satmak için kullanılan yöntem ve yolları ortaya çıkarma, kitleleri bilinçlendirme ve aydınlatma konusunda ısrarlı bir çalışma yürütmelidir.”[3]

İslam, sosyalizm ve ulusal kurtuluş arasındaki çeşitli etkileşimlerin bu kısa özeti, emperyalizme karşı mücadelelerin birliğini vurgulamaktadır. Mao Zedong’un “yüz çiçek açsın, yüz fikir yarışsın” şeklindeki ünlü sözü, dünyanın dört bir yanındaki devrimciler tarafından hâlâ kabul görmeye devam etmektedir.

İslam ve sosyalizm arasındaki etkileşimlerin tarihi önemli. Kızıl bayrak altında bir dizi hak kazanan SSCB’deki Müslümanlardan, Endonezya’da Sukarno’nun İslam ve sosyalizm üzerine yazdığı yazılara kadar birçok örnekte de görüldüğü üzere, Müslümanlarla daha iyi bir dünya için mücadele edenler arasında ortak birçok nokta mevcuttur.

Şimdi de yirminci yüzyılın sonraki aşamalarında İslam ile olan etkileşimlere ve bunun yirmi birinci yüzyıldaki yansımalarına odaklanmak gerekiyor. Bu noktada, İran’daki İslami devrimin ilk önemli ideologları, Ali Şeriati ile Şehit Muhammed Beheşhti’nin çalışmalarına odaklanılacak. Ayrıca Fethi Şikaki, Muhammed Bahays, Besim Sultan Tamimi ve Münir Şefik’in yazıları incelenerek, Filistin İslami Cihadı’nın Maoist kökleri ortaya konulmaya çalışılacak.

Ali Şeriati, 1933 yılında İran’ın Şebziver şehri yakınlarındaki Kahak köyünde dünyaya geldi. Lisans eğitimini tamamladıktan sonra yüksek lisans çalışmalarına Paris Üniversitesi’nde devam etti. Paris’te Şeriati, Frantz Fanon’un eserleriyle tanıştı, Fanon’un eserlerinden oluşan bir derlemeyi Farsçaya çevirdi, böylece İran’daki ve diaspora ortamındaki devrimci çevreler bu eserle tanışma imkânı buldu.

Şeriati, Cezayir’de mücadele yürüten Ulusal Kurtuluş Cephesi’yle politik ilişki kurdu. Ayrıca katledilen Patrice Lumumba’yı anma protestosuna katıldığı sırada tutuklandı. Dr. Şeriati’nin çalışmaları, özellikle Şiî İslam ve Ehl-i Beyt’in yeniden yorumlanması yoluyla, İslam tarihine sosyalist ve anti-sömürgeci bir bakış açısı kazandırdı.

Burada, İmam Hüseyin adalet için savaşırken şehit olmuş biri olarak konumlandırılmakta, böylelikle, adaletin kendisiyle eşanlamlı hale gelmektedir. “Her gün Aşura, her yer Kerbela” ifadesini popülerleştiren kişi, Şeriati’dir. Bu sözle Şeriati, hepimizin, zulüm nerede baş gösterirse göstersin, ona karşı savaşma görevine sahip olduğumuzu söylemek istemiştir.

Şeriati, Marksizm ve Diğer Batı Mügalataları adıyla bir Marksizm eleştirisi yazmış ve bu eserde, Sovyetler’in devlet ateizmi anlayışından kopularak, insan durumuna öncelik veren ve onu hassas bir şekilde dikkate alan bir tür İslami sosyalizm kurmasını önermiştir. Sosyalistlerle aynı fikirde olan Şeriati, bu yazısında kapitalizmin kendi içerisinde, yenilik iddiasında bulunan ve yaşam standartlarını yükselteceğini öne süren bir Prometeci bir dinamizm ve mantık barındırdığını savunur; ama aslında kapitalizm korkutucu bir hızla kaynakları tüketmekte, insanları yabancılaşmaya itmekte, bizi tüketim için bir aracı ve gerekçe kılarak, ilahi niteliklerimizden mahrum bırakmaktadır.

“Peki, bu cenneti dünyada hangi eller inşa edecek?” sorusunu soran Şeriati, “sömürgeleştirilmiş uluslara mensup bireyler, bilimsel teknolojinin yardımıyla sömürülen insanlar”[4] cevabını veriyordu. Kapitalizmin insanlığı aşağılamasına odaklanmak, Marx’ın kullandığı kavrama atıfla bizim “türsel varlığımız”a yabancılaşmış olmamıza odaklanmayı gerekli kılıyordu.

Marx, 1844 tarihli elyazmalarında şunu söylüyordu: “Politik ekonominin kendi kelimeleriyle, çalışanın bir meta seviyesine indiğini ve gerçekten en sefil metaya dönüştüğünü ortaya koyduk.”[5]

Ayetullah Muhammed Beheşti, İslami devrimin bir diğer ideologuydu. Devrimden on beş ay sonra İran halkına yaptığı bir konuşmada, “Toplumun yönetiminin bizim elimizde olması ve bu ülkede bir kişinin aç bir şekilde uyuması bizim için kabul edilebilir değil. [...] İslam Cumhuriyeti, yaşam standartları konusunda İran’da mevcut olan derin uçuruma son vermek zorunda.”

Ayetullah Beheşti’nin Dersleri isimli çalışmada da aktarılan başka bir konuşmasında Beheşti, dönemin dünyasında Soğuk Savaş zihniyetine vurgu yapıyor, onun biri kapitalist, diğeri sosyalist olmak üzere, iki büyük nüfuz alanını meydana getirdiğini dile getiriyordu. Beheşti, sosyalist nüfuz alanının servetin yeniden dağıtımını ve sınıf egemenliğinin son bulmasını hedeflediğini, bu hedefin kendisinin aşağıdaki ifadelerle tanımladığı İslami devrim görüşüyle ile uyumlu olduğunu savunuyordu:

“Ülkü olarak tasavvur ettiğimiz toplumda, her ne kadar refah dolu bir maddi hayat teşvik edilip bu hayat insanın gelişimi için zaruri görülse de bu, toplumun nihai amacı olarak kabul edilmez. Bu (İslami) bakış açısından, ilerici ve refah dolu bir maddi yaşam sadece gelişmek için bir araçtır; insanın yetenek ve becerilerini geliştirmesine yardımcı olmanın bir yoludur, dolayısıyla, kendi başına bir amaç değildir. İktisadi baskılardan kurtulduktan sonra insan, gerçekten manevi bir alanda çalışabilir. Yüce Kur’an’da belirtildiği gibi, ‘Yeryüzünde Allah’ın halifesi’ olarak o ulvi mevkiyi üstlenebilir.”[6]

Ekonomik, sosyal ve politik gelişimi sağlarken bir yandan da bu gelişimi toplumun manevi gelişimine tabi kılma fikri, ideolojik olarak bana Walter Rodney’nin sosyalizmin hedeflediği ve hedeflemeye devam etmesi gereken şeyin bolluk yaratmak olduğunu belirten sözünü hatırlatıyor.[7]. Kur’an’da da, Ma’un Suresi’nde bizlere şu şekilde öğüt veriliyor:

“1. Kıyamet gününü inkâr edeni gördün mü? 2. O ki yetimi itip kaktı. 3. Ve diğerlerini muhtaçları doyurmaya teşvik etmedi. 4. Namaz kılıyordu ama ahlaki görevlerinden bihaberdi. 5. Maskeler takıyordu. 6. Ve başkalarına ortak kullanıma ait şeylerden zekat vermiyordu.”[8]

İran’da gelişen bu ideolojik yaklaşımlar, İslam öğretileri temelinde sosyalizmle uzlaşan ve uzlaşmayan kimi yönler barındırıyorlardı. Ama Filistin’de, bireyleri ve İslami Cihad gibi örgütleri Fetih’ten kopartıp, “devrim”, “cihat” ve “şehadet” kavramlarını kendilerince yeniden tanımlamaya teşvik eden Marksizm-Leninizm ve Maoizm anlayışı hâkimdi.

1967 tarihli Nekse’nin ardından, Nasır liderliğindeki Arap milliyetçiliğinin zayıflamasıyla, Filistin solunda Marksizm ve sosyalizme doğru bir kayış yaşandı. FKÖ içerisinde farklı sosyalizm anlayışları mevcuttu. Örneğin, FHKC’li Marksist-Leninistler ve Fetih içerisindeki Maoistler farklı görüşler geliştirdiler. Bu Maoistlerin bir kısmının Filistin İslami Cihadı gibi kimi politik İslami örgütleri kurdukları, çok az kişinin bildiği bir gerçekliktir. Münir Şefik ve Fethi Şikaki, bu isimlerdendir. Alman bilim insanı Manfred Sing’in tespitiyle,

“Ayrıca Şefik, Fethi Şikakî’nin, Filistin’deki İslamî Cihad Hareketi ile kurulan irtibatta bir araç olarak kullanılan, Mücahid İslamî Eğilim isimli, İslamî Cihad Tugayları’na bağlı politik kanadı da kurmuştur.”[9]

Sing, Şefik gibi kişilerin “İslami terimlerle silahlı mücadeleyi yeniden biçimlendirme” sürecinden geçmelerinde tam olarak Maoist “kitle çizgisi” kavramının etkili olduğunu ileri sürer.

“Fıtrat” kavramından yola çıkarak, İslam ve sosyalizm arasında bir senteze yönelen diğer iki Maoist isim, Muhammed Bahays ile Besim Sultan Tamimi, Avrupa ve Amerika’nın ruhsal olarak yozlaştırıcı tüketim toplumuna karşı argüman geliştirdi. Bu açıdan, Şefik’in “Bana kalırsa bugün bazı İslamcılar, birçok Marksistten daha politik ve daha materyalist”[10] sözü anlamlı hale geliyor.

İslam, o zamanlar sadece Filistin toplumunun çoğunun referans aldığı teorik çerçeve olmakla kalmıyor, aynı zamanda bu dünyadaki yaşamı hem maddiyat hem de maneviyata dair bir anlayışla takdim eden yaklaşım olarak öne çıkıyordu. Şikaki, Şefik, Tamimi ve Bahays gibi isimler, Marx, Lenin ve Mao’dan başlayıp yeni ufuklara doğru ilerlediklerini düşünüyorlardı.

Yalnız bu isimler, sadece “kitle çizgisi” anlayışından etkilenmediler. Aynı zamanda Siyonist hapishanelerinde çürürken gösterdikleri sabır ve o sabrın ardındaki güç de bu isimleri dönüştürmüştü. Zulme karşı mücadeleleri aracılığıyla gerçek müminler haline geldiler. İslam’ın, sosyalizmin cevap veremeyeceği soruları cevaplayabileceğini ve sorular sorabileceğini düşündüler.

Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi, bölgede yaşayan Müslümanların kızıl bayrak altında koruyucu zırha kavuşmasını sağladı. Endonezya’da, Sukarno’dan Hacı Misbah’a, İcokroaminoto’ya kadar birçok âlim ve devrimci, İslam ile emekçi güçler arasındaki ilişkileri inceledi. Devrimci İran’da Ali Şeriati, Kızıl Şiilik ve Kara Şiilik adlı eserinde Ebuzer Gifari’nin (ra) yaşamını ve Şiî İslamı’nın özünü ele aldı. Ayetullah Beheşti ve Ayetullah Talegani ise İslami bir ekonominin inşasını kapitalist ekonomi ile ilişkili ve ona zıt bir şekilde anlamaya çalıştı. Filistin’de, Fanon’un “yeryüzünün lanetlileri” dediği insanları bulduğumuz Gazze’de, Filistin İslami Cihadı’nın mücahitleri, Mao’nun kitle çizgisiyle sîratü’l-müstakîmimiz arasında bir sentez inşa ettiler.

Bu kısımda, biraz hayal kurmayı umut ediyorum. İslami bir sosyalizmin nasıl görünebileceğine dair görüşlerimi aktarmaya çalışacağım. Umarım bu hayali kurmama izin verir, hayal kurma pratiğine siz de iştirak edersiniz.

Romalılar ve Sasaniler, zenginlik, aşırılık ve zorbalık üzerine kurulu imparatorluklar kurarken, sevgili Peygamberimiz (sav) İslam topraklarını farklı bir şekilde yönetti:

“O bir ülkenin mutlak hâkimi idi ve arpa ekmeği yiyordu. Yemek sırasında fakirlerle birlikte yerde oturur, tıpkı mütevazı bir köle gibi hareket ederdi. Bazen eyersiz eşeğe biner, çoğu vakit arkasına birini alırdı.”[11]

Bu anlamda İslam, daha başından beri ezilenlere aittir. ABD imparatorluğu ve Suudi Arabistan, Türkiye ve Emirlikler’deki işbirlikçilerinin Müslüman proleteryanın sırtından geçindiği, onun sayesinde lüks bir yaşam sürdüğü koşullarda aynı proleterya bugün ayağa kalkıyor. Yemen’de Ensarallah, tarım devrimine öncülük ediyor, Filistin’de İslami Direniş ile onların milliyetçi ve komünist müttefikleri, Gazze’deki kuşatmayı kırmak için adımlar atıyor. Lübnan’da Hizbullah, İran-Suriye hattı üzerinden, yakıt ve ihtiyaç duyulan temel malzemeleri tedarik etmek suretiyle ülkenin çöküşüne mani oluyor.[12] Burada, zulüm ve gösterişin hüküm sürdüğü bir ülkede, İslam’ın ilk yükselişinin yankıları işitiliyor.

Bu anlamda, Ebuzer Gifarî, yirminci yüzyılın tanınmış sosyalist ve sömürgecilik karşıtı düşünürlerinin düşünsel ve manevi öncüsü olarak görülebilir. Ölümü sırasında halifenin liderine söylediği sözleri hatırlayalım: “Ey Muaviye! Eğer bu sarayı kendi paranla inşa ediyorsan, bu israftır, eğer halkın parasıyla inşa ediyorsan, bu ihanettir.”[13]

İslami sosyalizmin kökenleri, Peygamber (s.a.v.) ve sahabelerinin geleneklerine dayanmaktadır. Veda hutbesinde Hz. Muhammed (s.a.v.), Müslüman toplumunun nasıl olması gerektiğine dair ahlaki ve ekonomik bir plan sunar:

“Bir Arap, Arap olmayan üzerinde üstünlüğe sahip değildir; bir Arap olmayan da Arap üzerinde üstünlüğe sahip değildir; aynı şekilde, bir beyaz, siyah üzerinde üstün değildir; siyah da beyaz üzerinde üstün değildir; üstünlük ancak takva ve iyi amelle olur. Her Müslümanın diğer her Müslümana kardeş olduğunu ve Müslümanların bir kardeşlik oluşturduğunu öğrenin. Bir Müslümana, bir diğer Müslümana ait olan hiçbir şey, yalnızca gönüllü ve isteyerek verilmedikçe meşru olamaz.”[14]

Bu son cümleyi, Marx’ın “komünizmin mevcut durumun ortadan kaldırılmasına yönelik gerçek hareket” olduğuna dair sözleriyle karşılaştırırsak, Suudilerin, Emirlikler’in ve Türklerin yerleşimci-sömürgeci İsrail ile normalleşmelerinin mevcut statükoyu sürdüren ve İslam medeniyeti sahasında sosyal, ekonomik ve politik adaletin tesis edilmesini sağlayacak bir İslami uyanışa mani olan faktörlerden biri olduğunu görürüz.

Öte yandan, ABD emperyalizmi, Siyonist teşekkül ve onun uşağı olan diğer güçlere karşı mücadele eden İslami direniş ile milliyetçi ve anti-emperyalist güçlerin birliğine tanık olunmaktadır. Hacı Misbah, Arap ve Müslüman yönetici sınıflarının yaşadıkları ahlaki çöküşün kapitalizmin bir belirtisi olduğunu savunmuştur:

“Kapitalizm çağında eğitim düzeyleri yüksek olsa bile insanların ahlakî ve insanî değerleri giderek azalmaktadır. Bu zafiyetle birlikte kapitalizm, insanları bir alet gibi kullanabilmektedir. Kapitalizmin istediği her şeyi hemen yerine getirmeyi bir mecburiyetmiş gibi gören insanlar, bu taleplerin kendilerine zarar verip vermeyeceğine, insanlıktan çıkartıp çıkartmayacağına bile bakmamaktadırlar. Bu durumun en açık kanıtı, Avrupa’da karşımıza çıkmaktadır.”[15]

Allah (c.c.) Müslümanlar olarak bizi yeryüzünün halifeleri olmaya çağırıyor. Yeryüzünün halifeleri olarak, doğal, sosyal ve siyasi süreçleri gözetir ve bunlara katılırız. Hem doğal süreçler hem de insan davranışları bir dengeye tabidir. Bu doğal denge, ancak tevekkül ile anlaşılabilir. Bu dengeyi kapitalist dünya sistemi bozmaktadır. Petrol ve diğer hammaddelerin çıkarılması nedeniyle bazı ekosistemlerin neredeyse tamamen çökmesi ekolojik olarak bu dengeyi kaosa sürükler.

Eğitim, sağlık hizmetleri ve kitle iletişiminde gerici sosyal politikalar aracılığıyla daha da büyük bir kafa karışıklığı içine sürükleniyoruz. Gerçek İslami sosyalizm, Marksizmin çeşitli bağlamlarda analitik gücü için materyalist diyalektiğini reddetmeyecek, dünyanın diğer bölgelerinde ileri sürülen Marksist stratejilere uyarak yeni bir irfan meydana getirecektir.

Eğer biz gerçek müminler isek o vakit biliriz ki Allah (c.c.) peygamberlere ve ülkelerdeki mazlum halklara zalimlerini devirme konusunda yardım eder. Bizim görevimiz, bu geleneği sürdürmek ve toplumu sürekli olarak devrimleştirmektir. Ma’un Suresi, bu açıdan önemli şeyler söylemektedir. Bu sure çok güçlüdür, çünkü günlük hayatla ilgili talimatlar içermektedir.

İnanmalıyız ve imanımız aracılığıyla fakirlere yardım etme, yetimlere bakma ve başkalarına yardım sağlama yolunda yürümeliyiz. Bu yürüyüş, Müslüman toplumunda inşa edilecek sosyalizmde toplumsal bağlılığın temelini teşkil edecektir. Sosyalizmin başka yerlerde elde ettiği başarıların kimi yönlerini mekanik olarak kopyalamaya çalışan köksüz kozmopolitizm yerine, ulusal soruna gerçek bir cevap sunulmalıdır. İslami ulusal soruna sunulacak gerçek cevapsa iki milyar müminin inancının çelişkiler barındırdığı, zorluklarla dolu olduğu gerçeğini idrak eden bir cevap olacaktır. Ama gene de bu, cevaplanması gereken bir sorudur. Bu soru, ulus gerçekliğinin sorduğu diğer sorularla örtüşmektedir.

Misal, Yemen ve Endonezya’da İslami sosyalizm, kesinlikle aynı şekilde görünmeyecek, ancak gene “Toplumu inşa etmek için çalışanlar, o toplumun meyvelerinden istifade etmelidir” türünden kimi temel ilkelere sahip olacaktır. Başkalarından hak etmedikleri şeyleri alıp o insanları ezenlerse dinin düşmanlarıdır. Dolayısıyla bu kişiler, Firavun ve diğer zalimler gibi yok edileceklerdir.

Sevgili Peygamberimiz, biz Müslümanları harekete geçmeye çağırır: “Sizden biri bir kötülük görürse, onu eliyle, yapamıyorsa diliyle, yapamıyorsa kalbiyle değiştirsin. Bu, imanın en temel ilkesidir.”[16]

Hanna Eid
I, II, III
15 Eylül 2022

Dipnotlar:
[1] Dave Crouch, “The Bolsheviks and Islam”, Bahar 2006, MIA. Türkçesi: İştiraki.

[2] Al-Shiqaqi, Fathi, The Centrality of Palestine and the Contemporary Islamic Project, 1989. Bayt al Maqdis. Beyrut. Aktaran: Skare, Erik, Palestinian Islamic Jihad: Islamist Writings on Resistance and Religion. 2021. I.B Tauris. Londra.

[3] A.g.e., s. 149.

[4] Shari’ati, Ali, Marxism and Other Western Fallacies.

[5] Karl Marx, Economic and Philosophical Manuscripts of 1844, MIA.

[6] Beheshti, Muhammad Husayni, Lectures of Ayatollah Beheshti. The Islamic Propagation Organization. 1986.

[7] Rodney, Walter, How Europe Underdeveloped Africa. Howard University Press. 1972.

[8] Quran 107; 1-7. Çeviri: Ahmed Ali.

[9] Sing, Manfred, “Brothers in Arms: How Palestinian Maoists Turned Jihadists”, Die Welt Des Islams. 2011. Türkçesi: MIA.

[10] Akt.: Sing, s. 41.

[11] Shari’ati, Ali, 1969, Once Again Abu Dharr, Shariati.

[12] “With Fuel From Iran, Lebanon Won’t Be Sanctioned”, 3 Ağustos 2022, Mayadeen.

[13] A.g.e.

[14] “The Last Sermon Of Prophet Muhammad (p.b.u.h.)”, IIUM.

[15] Misbach, Haji. 1925. Islamism and Communism. İlkin tefrika halinde şurada yayınlandı: Medan Moeslimin, Sayı. 2-6. MIA. Türkçesi: İştiraki.

[16] Sunnah.

0 Yorum: