26 Eylül 2025

,

Bitmiş Bir Yol



Bugün komünist parti olmanın içini TKP, devrimin içini Dev-Yol boşaltıyor. İkisinin de üstünü örttüğü gerçek, devrim ve mücadele.

Parti olduğunu iddia edenler basit bir TKP kopyası, devrimci olduğunu iddia eden hareketler Dev-Yol takipçisi. Son yüzyılın günahının üstünü TKP, onun işaret ettiği hedefe kitleleri DY taşıyor. DY’cilik, CHP’nin çizdiği sınırların dışına çıkmayı günah, TKP’cilik, parti olmamanın pratiğini sevap sayıyor.

DY’nin en açık uzantısı sendika.org sitesi, neredeyse bütün solu dosya/tartışma adı altında kamera önüne çekiyor, kamera önüne geçmeye hevesli yapılar/çevreler ve şefleri, ancak DY’nin açtığı yolda söz söyleyebiliyor. Şefler ve şeflik iddiası olanlar, DY’nin açtığı dosya bağlamında tartışmakla kalmayıp bu sitede köşe kapıp yazı yayınlamayı etik-politik utanç kabul etmiyor, etmediği gibi de kitlelerle ilişki kurmanın koşulunu DY kürsüsüne bağlıyor, onun belirlediği çerçeveye mahkûm kılıyor. O kürsüden ve ekrandan propaganda yapmayıp kitlelere ders vermeye çalışıyor.

Egemenlerle ilişkiyi HDP, belediyelerle ilişkiyi CHP üzerinden kuran sol, hiçbir zaman devrimci mücadelenin gereklerini yerine getiremeyecek, belediyelerin önemli mevkilerinde kaç DY’ci olduğunu gizlemenin Yol’u CHP listesinden seçime girmek.

Halka yalan söylüyorlar. Politikada faşizmin kitleleri aldatma ve kitlelere yalan söyleme taktiğini sol benimsiyor. Sendika sitesi üzerinden bu yalan ve aldatmacayı esas alan yoz pratiği mütemadiyen üretiyor.

Sitede açılan ilgili dosyalar, “sosyalist solun stratejisi ne olmalı” vb. başlıkları taşıyor. Buraya yazı yollayan şefler, DY üzerinden yapılarını deşifre etmeyi utanç saymadığı gibi 12 Eylül’de nasıl diren(me)diklerini ve sır vermediklerini anlatan düzmece anı kitapları yazıyor.

12 Eylül'e gelen süreçte ülkedeki en kitlesel çevre olma vasfını taşıyan DY, mahallecilik ve sol içi şiddetin mimarıyken bugün yine sendika üzerinden aynı mahalleciliği sürdürüyor. Şeflerinin 12 Eylül mahkemelerinde dillendirdiği “gazete-dergi çevresi” oldukları iddiasını bugün sendika sitesi üzerinden pratiğe döküp “Biz alan açarsak sol var olur, yoksa yok!” hükmünü sola kabul ettiriyor. Hiçbir sol çevre de 12 Eylül öncesi ve sonrası faşistler tarafından katledilen DY’liler basın “şehidi” miydi diye sormuyor!

Aynı basın-yayın faaliyetini BirGün sürdürüyor. 2006-2009 sürecinde batacak olan gazete için Osman Kavala’dan para desteği almalarına rağmen ÖDP-Sol Parti’nin sosyalist kabul edilmeyeceğini dile getiremiyor. Dile getiremezler çünkü AB ülkeleri, fonları ve el kapıları sola da şeflerine kapatılır.

12 Eylül geldiğinde Avrupa’ya çıkarılamadan yakalandığı için üzülen DY şefi, bu rezilliği arsızca Bit(mey)en Yolculuk kitabında anlatıyor, darbeci generalin sorguda kitleleri darbeye direnmesi için sokağa dökmediğinden dolayı kendisine üstü kapalı teşekkür ettiğini söyleyebiliyor.

DY’nin tarihsel zaferi Eylül darbesinden önce mahallere solu sokmayarak, Eylül darbesinden bugüne gazetesi, sendikası, sendika.org’uyla sola kürsü açarak solu bitirmesidir. Tüm yönleriyle tartışılsa da 15 Temmuz’da sokağa inenlerle “dalga” geçen sol, 12 Eylül’deki korkaklığını bu şekilde gizliyor.

Şili’de Allende’nin darbecilere teslim olup mahkemede “Biz dergi gazete çevresiyiz” dediğini düşünelim, tarih başka şekilde evrilirdi; ne ilke ne ideoloji kalırdı. Yine Arjantin’de Plaza de Mayo annelerine sol partilerin bürolarını 19 Aralık sürecindeki gibi kapattığını düşünelim.

“Kentsel dönüşüm” adı altında barınma krizinin zirve yaptığı aşamada DY’nin açık ara farkla yönetimlerini elinde tuttuğu TMMOB’un yoksulların sokağa ve kentlerin en ücra köşelerine atılmasına karşı koyduğu bir direniş yoktur. Sendika sitesinin açtığı dosyalar ve köşelerden medet uman solun pastada almak istediği payın ne olduğu Kavala-TMMOB rotasında görülebilir. Kavala’nın ayakta tuttuğu gazetenin tirajı TMMOB’a ve çeşitli sendikalara ayrılan dağıtım sayısıyla var olmaya mecburdur.

“Sosyalist solun stratejisi ne olmalı?” sorusunun yanıtı DY gibi olmak, DY’ye yandaş ve paydaş olmaktır. Mülk sahibinin solu taşıyacağı yer, burjuvazinin kapısıdır. Bu yüzdendir ki sendika sitesi aracılığıyla taktik-strateji tartışması üzerinden deşifrasyon sürecine gönüllü katılım söz konusudur, devrim telaffuz edilmeyendir.

Sol, DY’ye yandaş ve paydaş olup kentsel dönüşümden mülk kapma peşine düşerken Küçükarmutlu’da panzer altında ezilen Sevcan Yavuz’ların mahallesine talip olmaktadır.

Otuz yıldır partiyi inşa edemeyen KÖZ, her ne kadar karikatürize edilse de solun genelinin durumu KÖZ’den ileri değildir. Daha bir devrim stratejisi bile olmadığı için “gelin tartışalım, ittifaklar kuralım” diyen şeflerin yapıları da parti değildir. Parti olduğunu iddia edenlerin inşa ettiğiyse parti olmamak için dar grup çevresini parti diye pazarlamaktır.

TKP ve DY’nin olduğu yerde onunla ilişkiyi kesmeyen hiçbir yapı, partinin idrakine varamaz. Her ikisi de solun CHP ile bağının birer aparatıdır; CHP’ye askeri TKP, bürokratı DY yetiştirir. Her ikisinin de asli görevi, ancak BM’den ses çıktıktan sonra Filistin mitingi düzenleyen CHP’yi ideal parti diye kitlelere yutturmaktır.

Dersim’in, Maraş’ın, 12 Mart darbesinin, Sivas’ın, Maraş’ın, Çorum’un, 19 Aralık’ın, topraksız köylülerin mimarını tanımayanların/tanıtmayanların korktuğu köz, devrimin ateşinden kendilerine sıçrayacak korlardır. O ateş, sadece sermayeyi değil, sermayeye ve egemenlere kitleleri bağlamaya çalışan solu da yakacak. Sınıflar mücadelesinin safları bu kadar netken sömürgenin ateşine odun taşıyan solu devrimin ateşi yakacak.

Sinan Akdeniz
26 Eylül 2025

25 Eylül 2025

,

Yapay Zekâ, Sanat ve Emek: Sermaye Birikiminin Dijital Evresi Üzerine



Kapitalist üretim biçiminin tarihinde, teknolojik gelişmeler, neredeyse her vakit sermayenin kâr oranlarını koruma ve büyütme amacına hizmet etmiştir. Artı-değer teorisine göre teknolojik yeniliklerin en temel işlevi, emeğin üretkenliğini artırarak meta başına düşen iş gücü miktarını azaltmak, böylece nispi artı-değer oranını yükseltmek olmuştur. Ancak bu süreç, teknik düzeyde tarafsız görünse de, asıl olarak toplumsal düzlemde sınıf mücadelesinin bir konusuna dönüşmüştür. Günümüzde yapay zekâ (AI) teknolojileri, bu tarihsel eğilimin dijital çağdaki en güncel ve sofistike tezahürünü bize sunarlar.

AI teknolojileri, yalnızca işçileri üretimden koparmakla kalmaz, aynı zamanda kültürel üretim alanını da metalaştırır; sanatçıyı, düşünürü ve akademisyeni piyasa kurallarına tâbi kılar. Böylece sermaye, yalnızca fiziksel emeği değil; zihinsel ve yaratıcı emeği de kendi döngüsüne bağlayarak, Marx’ın ifadesiyle, “genişletilmiş yeniden üretim” sürecini derinleştirir.

Luddculardan Planlı Ekonomiye

On dokuzuncu yüzyılın başında İngiltere’de ortaya çıkan Luddcu hareket, makine kırıcı işçilerin, yeni teknolojilerin yarattığı yıkıcı etkilere karşı kolektif tepkisini temsil ediyordu. Luddcular, makinelerin yalnızca işçilerin yerine geçmekle kalmadığını, aynı zamanda işçilerin üretim süreci üzerindeki denetimini ortadan kaldırarak, onları sermayeye bağımlı hale getirdiğini fark etmişlerdi. Bugün yapay zekânın “beyaz yakalı” işçileri ve yaratıcı emekçileri hedef alması, benzer bir mülksüzleştirme mantığının tarihsel devamı sayılabilir. Bu örneğin yanı sıra yirminci yüzyılda Sovyetler Birliği’nin planlı ekonomik yapılanması bu varsayımı tersyüz etmeyi başarmıştı. Sovyetler, teknolojinin kolektif denetim altına alınması durumunda ne gibi sonuçlar doğurabileceğini tüm açıklığıyla gözler önüne seriyordu. Planlı üretim ve merkezi kontrol, teknolojik yeniliklerin yalnızca sermaye birikimi için değil, toplumsal refahın yükseltilmesi için kullanılabileceğinin en somut örneği olmuştu. Konuyla ilgili, J. Stalin dönemi ağır sanayileşmedeki yükseliş, bunun getirdiği başarı ve atılım kampanyaları, teknolojiyi işçilerin lehine kullanmaya yönelik radikal bir müdahale örneği olarak incelenebilir. Bununla birlikte, bu süreçte yaşanan bürokratik deformasyonlar, işçi sınıfının öz yönetim kapasitesinin nasıl aşındırılabileceğini de göstermesi bakımından öğreticidir.

Benzer şekilde, Çin’de Mao Zedong liderliğinde yürütülen Kültür Devrimi, yalnızca kapitalist unsurlara değil, aynı zamanda üretim sürecinde “aydın elitlerin” tahakkümüne de karşı çıkmayı hedeflemiştir. Burada, bilgi üretiminin toplumsallaştırılması ve kültürel üretimin kitlelerin kontrolüne devredilmesi fikri öne çıkmıştır. Ancak Kültür Devrimi de karmaşık ve çelişkili sonuçlar üretmiş, kimi zaman entelektüel üretkenliği baltalamış, kimi zaman da kolektif üretim süreçlerine bir dinamizm kazandırmıştır.

Yapay Zekânın Sanat ve Beşerî Üretim Alanına Etkisi

Günümüzde yapay zekânın sanat alanına müdahalesi, kapitalizmin kültürel üretimi metalaştırma sürecinin yeni bir safhasıdır. Dijital algoritmalar aracılığıyla “şiir”, “resim” veya “müzik” üretilmesi, yaratıcı emeği “veri”ye dönüştürerek özgünlüğünü ve insan merkezliliğini sistemli biçimde aşındırıyor. Yaratıcı üretim, tarihsel olarak toplumsal bilinçle, kolektif hafızayla ve emekçi sınıfların yaşam pratiğiyle iç içe gelişmiştir. Oysa yapay zekâ destekli kültürel üretim, insanın yaşamsal deneyimini dışlayarak, kâr amacıyla sürekli dolaşıma sokulabilecek, sonsuzca kopyalanabilir ürünler yaratıyor.

Bu süreçte sanatçı, tıpkı bir fabrikadaki işçi gibi, algoritmalar tarafından yedeklenebilir hale geliyor. Çoğu koşulda olduğu gibi kapitalist piyasa mantığı, özgün üretimi değil; seri üretimi, derinliği değil; anlık tüketime uygun yüzeyselliği teşvik ediyor. Dolayısıyla AI, yalnızca emek süreçlerini dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda kültürel üretimin içeriğini de sermayenin talep ve ihtiyaçlarına göre şekillendirip yeni biçimlerde tekrar üretiyor.

Emeğin Dijitalleşmesi ve Proleterleşme

Yaratıcı emek süreçleri, muazzam hızda büyüyen teknolojiyle ciddi dönüşümler geçirirken, AI teknolojileri, “beyaz yakalı” işçilerin daha önce “güvenceli” görülen mesleklerini de kitlesel proleterleşmeye doğru sürüklüyor. Daha önceleri satılan “ayrıcalık” masalı, yerini toplumsal gerçekçi yaşam öykülerine bırakmış durumda. Örneğin veri analistleri, hukukçular, muhasebeciler ve hatta öğretmenler, algoritmalar yoluyla işlevsiz hale getirilmenin eşiğindedirler. Marx’ın “yedek sanayi ordusu” kavramı, bu yeni dijital proleterleşme dalgasında, kapitalist üretimin bütün tarihsel süreçlerinde çokça olduğu gibi bir kez daha üstünde durulacak ve tartışılacak bir konu gibi duruyor. Çünkü aynı makineleşme ve teknolojik ilerlemenin kapitalist üretim tarzına etkileri gibi benzer bir evreye girmiş bulunuyoruz. Kısaca baktığımızda AI, sermayenin işgücü maliyetlerini düşürmesini sağlarken, ücretler aşağı yönde bir eğilim içerisine giriyor, “yedek emek gücü” nüfusu ise hızlı bir artış gösteriyor.

Ücretlerin üretildiği süre gitgide kısalıyor ve emek gücünün değeri kaçınılmaz olarak düşüyor; fakat tersine, kapitalistler sınıfının zenginliği büyük bir artış gösteriyor. Çünkü emek gücünün üretim süresinin gitgide kısalıyor oluşu, rekabetten gelen bir zorlamayla daha az işçiyle daha çok iş çıkarma eğilimi, kapitalizmin genel bir eğilimidir; dahası bu şey, aynı zamanda işçiler arasındaki rekabeti de kamçılayacağından, ücretler üzerinde aşağı yönde bir basınç uygulandığı kolayca gözlemlenebilir.

Bu durum, yani dijital dönüşümün kendisi, işçileri kendi arasında rekabete girişmiş izole bireyler haline getirir; kolektifliği, dayanışmayı zayıflatır, var olan iç güdüsel sınıf bilincini de erozyona uğratır. İnsan emeğinin yerini gelişen teknoloji alırken, bunların insan üzerinde kurduğu tahakküm doğallaştırılır ve “kaçınılmaz bir ilerleme” olarak bizlere sunulur. Nihayetinde ilerleme diye sunulan şeyler, işçi sınıfının mücadele kapasitesini atomize edeceği gibi onu parçalanmış/bölünmüş dağınık bir hale de getirir.

Yapay Zekâ, Sanat ve Yeni Birikim Rejimi

Yapay zekânın kültürel alana sızması, Marksist bağlamda “ilkel birikimin” güncellenmiş hali olarak da değerlendirilebilir. “İlkel birikim” kavramı, köylülerin topraklarından sürülmesi ve ortak alanların çitlenmesiyle açıklanmıştı. Bugün ise “ortak bilgi havuzları”, kolektif kültürel üretim süreçleri ve beşerî bilimler birikimi, dijital sermaye birikiminin tam hizmetine sunuluyor.

Bugün baktığımızda silikon vadisi şirketlerinin; akademisyenleri, sanatçıları ve beşerî bilimler uzmanlarını, AI eğitimi için “danışman” olarak işe aldığını ya da böyle ilanlar açtığını görüyoruz. Bu işlere koşulan insanlar, yapay zekâ uygulamalarının danışmanı olmaktan çok, onların yarışmanı olarak kullanılıyor. Bilgileriyle yapay zekâyı alt etmeleri, birikimlerini ona aktarmaları, dolayısıyla eğitmeleri beklenmiş oluyor. Üstelik bu süreçte, insan bilgi-birikimi ve emeğinin değeri, vahşi piyasada “gönderi başına 100 dolar” gibi utanç verici ölçütlere kadar indirgenir oluyor. Şimdi sizce de tüm bunlar, yeni ilkel birikimin örnekleri değil de nedir?

Yeniden Kamulaştırma Perspektifi

Sanıyorum şunu rahatça ifade edebiliriz; AI teknolojileri, sermayenin kendisini yeniden üretme kapasitesini artırırken, emekçileri daha da bağımlı ve güvencesiz hale getiriyor/getirecek. Bu bağlamda teknolojiye karşı tutumu, üretim araçlarının mülkiyet biçimi sorunu üzerinden ele almak zorundayız. Şunun da bir kere daha altını çizmek gerektiği düşüncesindeyim. Teknik ilerlemenin içeriği, hangi sınıfın denetiminde olduğuyla belirlenir; bir başka deyişle, teknoloji, sınıfsal bir araçtır.

Bir açıdan da rahat olmalıyız, çünkü bulanık bir geçmişimiz yok. Tarih, teknolojinin kolektif denetim altında nasıl bir toplumsal refah aracı haline gelebileceğini Sovyetler Birliği’nde bizlere gösterdi. Sovyet planlı ekonomisi, üretimin insan ihtiyaçlarına göre yönlendirildiğinde yaratabileceği potansiyeli somutlaştırırken, Kültür Devrimi de kültürel üretimin toplumsallaşmasının ne denli radikal ve çelişkili süreçler doğurabileceğini açığa çıkarmıştır. Yani tarihimiz, iyi-kötü deneyimler ve onlardan çıkaracağımız derslerle doludur.

Bugün ise AI teknolojileri, sermaye sınıfının elinde, yalnızca işçileri değil; yaratıcı üreticileri de sömürgeleştirmeye yönelik bir silah halini almış durumda. Yapılması gereken, teknolojiye indirgenmiş “tarafsızlık” mitinin karşısına, üretim araçlarının kamusal ve kolektif mülkiyetini koymaktır. Çünkü işçi-emekçilerin, sanatçıların ve yaratıcı üreticilerin özgürleşmesi, ancak üretim ve bilgi araçlarının toplumsal denetimiyle mümkün olabilir.

C. Boran
18 Temmuz 2025
Kaynak

24 Eylül 2025

,

Boş Klasör

Sendika.org’un ülke solu için faydası, tartışılmaz şekilde rezilliği görünür kılmasıdır.

Yılda en az bir defa açtığı dosyalara şefler dâhil katılıp yenilginin ve çürümüşlüğün tezini yazıyorlar. Son dosya konusundan hareketle, Selim Açan’ın “Esas Halkayı Ne Zaman Yakalayacağız?” başlıklı yazısı, Sendika sitesinin işlediği “hayrı” kanıtlayan niteliğiyle önem arz ediyor.

Yazının manşeti “[…] ‘Sol’un mevcut durumdan çıkış stratejisi ne olmalı?’ ekseninde yürüyen tartışmada işin hâlâ tespit, tanım, slogan ya da teorik-siyasal tahlil yönünün bu kadar öne çıkarılmasını anlayabilmiş değilim” ifadelerini içeriyor.

Devrimci teori olmadan devrimci pratiğin olmayacağını bilmeyecek birinin sözleri bu yönde olsa kişi için “sosyalist bilinç yoksunu” denilebilir. 12 Eylül öncesi duvara yazılan sloganlara sahip çıkamayan şefler, sloganın halkla kurulan ilişkideki önemini idrak edemezler. 

Sloganın dinamizme yaslanması, tarihsel bir eşiği arz ediyor oluşu, kitle bağındaki önemi, birleştirici ve harekete geçirici gücü ideolojinin söylem ve eylem alanını oluşturur.

Selim Açan, yazının devamında, dosya için gelen yazıları okuyunca hayal kırıklığı yaşadığını ifade ediyor. Bu da yetmiyor, eldeki bir avuç insanla her yere yetiştirmek durumunda kaldıklarını, hem de müdahale edilmesi gereken böyle kritik dönemde âtıl kaldıklarını söylüyor. Şef, yine ittifak arayışları içinde.

Selim Açan, yazdığı anı kitabında 12 Eylül öncesi tüm hataları yapılan ittifaklara ve bu ittifakları yaparak kendilerini peşinden sürükleyen Aktan İnce’ye yüklüyor. Aktan İnce’nin rolünü bugün Selim Açan üstleniyor.

İttifakın adı konusundaki önerilere açık olduklarını “ben” diliyle karşılıyor. Demek ki şeflik yaptığı yapı “ben” kadar, bundan ileri gitmiyor. Kolektivizmi devre dışı bırakıp gazetede köşe yazarlığı yapan isimler gibi “biz” demekten kaçınıyor.

Oğuzhan Müftüoğlu ve şürekasının 12 Eylül mahkemelerinde dillendirdiği “dergi çevresi” ve gazeteci olma iddiasını bugün Selim Açan sahipleniyor. Açan, yapısı değil, kendisi adına konuşuyor; benmerkezci bir noktadan şeflik yapıyor. Kaldı ki ortada bir yapı kaldığı bile şüpheli.

O yapı ve kolektivizmi lağvetmek için anı kitabında yeraltı matbaasının yerini, kaldığı evleri, gördüğü işkencenin ayrıntılarını, buluşma noktalarını ve yöntemleri açık ediyor. Bu bağlamda, ne Selim Açan ne de Sendika sitesinin başlattığı tartışma dosyasından emekçi kitlelere hayır gelir.

İlgili yazıda mahalle forumları, halk buluşmaları ve platformlar küçümsenerek kendilerinin bu güçte bile olmadığı gibi çelişik ifadeler yer alıyor. Bir dönem geliştirdikleri “küçük ama çelikten Bolşevik müfreze” kavramsallaştırmasından bir an önce kurtulmak için bu ifadeler yazılıyor. Eldeki az sayıda insanla bile bir mahallede kapı kapı gezmenin yükünü omuzlayamadığı için Avrupa’dan buraya eşiyle birlikte dönmüyor. Buna rağmen solun konformizm alanından çıkamadığını söylemekten utanç duymuyor.

Yazının sonunda yer alan pratik öneriler ise sendikalizm ve sivil toplumculuk tezlerinden öteye geçmiyor. Farklılıklara rağmen yan yana gelip yoldaşlığı ve güveni güçlendirmek gerektiğini ifade ediyor fakat bu da safsata ve içi boş bir söylemdir.

Bu dosyalardan ve yazılardan hiçbir umut çıkmayacağını anlayan Selim Açan, yaşadığı hayal kırıklığını kendisi söylüyor. Hareketini getirdiği yer, Ethem Sarısülük’ün kemiklerini sızlatıyordur.

Ülke solunun yansıması olan Sendika sitesinin dosya yazıları okunduğunda, halktan ve proleterleşmeden kaçışın tezlerinin işçicilik ve sivil toplumculuk olduğu rahatlıkla görülebilir. On iki bin insanla Kışlık Saray’ı kuşatan Lenin örneği tarihe geçmişken, solun şefleri kavgamızda çırak bile olamazlar.

Sinan Akdeniz
24 Eylül 2025

23 Eylül 2025

,

Yapay Zekâ ve Toplumsal İlişki


Gece geç saatte, güzel bir uyku öncesi sevgilime mesaj atmak istedim. Bir iki kadeh içkinin ardından atacağım mesajların eğlenceli olacağını düşündüm. Nedense Whatsapp’ın yapay zekâ botunu kullandım. Sonrasında kendimi bu rehber robotla bilim felsefesi, politik ekonomi ve yapay zekâ tartışırken buldum. Bu, bir saatimi alan tartışmanın yaşandığı gecenin sabahında sevgilimden “Senin derdin ne?” yazılı bir mesaj aldım.

Bu Whatsapp’taki rehber robot gibi sosyal medya şirketleri de kendi platformlarında tüketiciler üzerindeki kontrollerini iyice artırıyorlar. Pençelerini geçirdikleri ilişki dâhilinde bu şirketler, yeni numaralara başvuruyorlar. Neticede şirketler, kapitalizm koşullarında toplumsal hayatın yeni alanlarını kâr elde etmek için kullanıyorlar. Yapay zekâ, bu noktada devreye sokuluyor.

Esasında toplumsal ilişkinin kendisi metalaştırılıyor. Yapay zekâ sayesinde sosyal medya şirketleri, sermaye biriktirme mücadelesinde yeni bir cephe açıyor. Bu yeni başlamış sürecin toplumsal, politik ve ekonomik sonuçları değerlendirilmeyi bekliyor.

Sevgilime mesaj yazarken rehber robot, cana yakın, uzlaşmacı ve meraklı haliyle benim daha uzun cevaplar vermemi sağladı. Böylece oluşan karmakarışık ruh durumu dâhilinde yapay zekâ, cevap vermeyi sürdürmem konusunda beni tahrik etti, bir yandan da benim sohbeti sonlandırmadığım için rahatsız olmamamı sağladı.

Whatsapp’ın yapay zekâyı devreye sokmaktaki amacı, sadece arkadaşlarla mesajlaşmayı kolay kılmak veya platformda kalmamı sağlamak adına bana faydalı bilgiler sunmak değil. Bu robotla ilişki, bir yandan da benim aplikasyonda istediğimden daha uzun süre kalmamı sağlıyor. Bu imkân, toplumsal ilişkinin kendi içinde bir metaya dönüşmesinin ardındaki itici güç.

Şeyleşen Toplumsal İlişkiler Metalaştırılıyor

Toplumsal ilişkilerin metalaşması, günümüz kapitalizminin her yanı kuşatan dinamiklerinin, yani dijital veya gözetim kapitalizminin neticesi. Şeyleşme, zaten kapitalizmin doğasına içkin bir süreç. Bu süreç, pratikleri veya şeyleri, kapitalist üretim süreci için uygun kılmak adına, soyutlama işlemi üzerinden toplumsal veya organik niteliklerinden arındırıyor.

Shoshana Zuboff’un ifadesiyle, “kapitalizmin en son aşamasında gerçeklik, kurgusal dönüşümden geçiyor.” (Zuboff 2015, s. 85) Aynı şekilde, toplumsal dünyanın veriye indirgenmesi süreci de davranışların şeyleşmesine neden oluyor.

Simon Lindgren’in tespitiyle, yapay zekâ bağlamında şeyleşme süreci, aldatıcı bir biçimde insan kaynaklıymış gibi görünen metinleri, görüntüleri ve videoları oluşturan devasa büyüklükteki istatistiki modelleri meydana getirmek için gerekli verileri üretiyor.

“Bize takdim edildiği biçimiyle yapay zekâ, kendisini üreten, kullanımıyla etkilediği toplumsal ilişkileri gizliyor, saklıyor.” (Lindgren 2024, s. 87) Yapay zekâ, toplumsal ilişkilerin birer hizmet gibi satılmasını, bunun neticesinde birer veriye indirgenmiş toplumsal ilişkilerin metalaşmasını sağlıyor.

Gelgelelim bu rehber robotlar, çok daha fazla şeye yol açıyor. Mesaj atmak veya resim yollamak gibi hizmetler sunmak yerine bu yapay zekâ temelli uygulama, toplumsal ilişkiyi metalaştırıyor. Bu metalaşma süreci, kullanıcıları yapay zekâ modeline, dolayısıyla, modelin veya verilerin sahibi olan platforma karşı körleştiriyor. Burada Zuboff ve Lindgren’in tarif ettiği, toplumsal ilişkilere dair bilgilerin metalaştırılmasından da toplumsal ilişkiyi işlerinin merkezine koymuş diğer türden hizmetlerden farklı bir işleyiş söz konusu. Barlar, lokantalar, kulüpler, festivaller, dans sınıfları, hızlı flört siteleri, hatta Facebook ve Twitter gibi sitelerde insanlar, fiziki veya dijital, toplumsal ilişkinin gerçekleştiği bir mekâna sahipler. Sürecin kendisi ilişkinin taraflarının kontrolünde. Ama yapay zekâ tabanlı rehber robotlar üzerinden toplumsal ilişki, şirketin mülkü haline geliyor.

Bu sahip olma becerisi, yeni çitleme süreci için çok önemli. Marx, on sekizinci yüzyıl İngiltere’sinde, Çitleme Kanunu’nun tapularda değişiklik yaptığını, böylece eskiden köylüye ait toprakların elitlerin mülkiyetine geçtiğini söylüyordu. Bugün de bu rehber robotların toplumsal ilişkileri şirketlerin mülkiyetine geçirdiğini, dolayısıyla, bu ilişkilerin şirketlerce kontrol edildiğini söylememiz gerekiyor.

Tıpkı kent merkezlerindeki arazi spekülasyonları ve yoksul ülkelerdeki toprak gasplarında olduğu gibi toplumsal ilişkilerin mülk edinilmesi süreci de yeni bir mevzi. Bu, kapitalizmdeki yayılmacılık eğiliminin, yani Luxemburg ve Lenin’in emperyalizm olarak teorize ettiği, kâr için eskiden kapitalizm dışı olan uzamların araştırılmasını zorunlu kılan sürecin bir uzantısı (Krätke 2021).

Youtube yıldızı Bo Burnham, bu süreci daha yalın bir ifadeyle anlatıyor:

“Sosyal medya şirketleri hayatınızın her bir saniyesine el koymak için geliyorlar. Biz (yani zengin ülkelerin insanları) eskiden toprakları sömürgeleştirirdik […] bu şirketler, bugün hayatımızın her bir dakikasını sömürgeleştirmeye çalışıyorlar” (YouTube 2025).

Şirketlerin Toplumsal İlişkiyi Metalaştırma Stratejileri ve Toplumsal Yankıları

Peki bu süreç nasıl işliyor? Esasında sürece anbean tanıklık ediyoruz. İlk adım olarak rehber robotlar, sosyal medya platformlarına ekleniyor. Örneğin Whatsapp, kişilerle yürüyen sohbetlerde ve uygulamanın kendisinde bir tür asistan olarak işleyecek rehber robotu devreye sokuyor. Böylelikle robot, kullanıcının gündelik ilişkilerine yediriliyor. Hepimiz, yapay zekâ desteğine alıştırılıyoruz.

Aynı model, randevu aplikasyonlarında da devreye sokuluyor. Yapay zekâ destekli rehber robot üzerinden kullanıcılar, romantik ilişkiler kuruyorlar. Algoritmanın belirlediği ideale göre gönül ilişkilerimiz cilâlanıyor. Böylelikle insanlar, kendi şahsiyetleri ve kırılganlıkları üzerinden insanlarla bağ kurmak için gerekli özgüveni geliştirme ihtiyacından kurtuluyorlar.

İnsanların kendilerini giderek yalnız, kaygılı ve depresif hissettikleri bir toplumda yapay zekâ çözüm olarak görülüyor. Bugünlerde insanlar, meslektaşlarıyla, arkadaşlarıyla ve sevgilileriyle sorunlarını çözmek için yapay zekâya başvuruyorlar. Bu, aslında iki ucu boklu bir değnek: sosyal medya platformlarının geliştirdiği işletme modeli, bir yandan yalnızlığı ve kaygıyı derinleştiriyor (Andrew P. Smith ve Hasah Alheneidi 2023) bir yandan da meslektaşlar yerine işyerlerinde yapay zekâdan yardım alma hali, insanları daha da yalnız, kaygılı ve bezgin kılıyor (Roulet 2025). Sosyal medya platformları, önce salgın halini almış yalnızlık için gerekli koşulları yaratıyor, ardından da kullanıcılarını diğer insanlarla yeniden bağ kurmanın yollarını bulma çabası dâhilinde yapay zekâ temelli modellerine bağımlı yapıyor.

Sosyal medya şirketleri, yeni mevziler elde ediyorlar. Ayrıksı bir şahsiyete sahip rehber robotlar programlıyorlar. Eğlence için kullanılan bu robotların platform üzerinden insanların dikkatini arkadaşlarından daha iyi çekeceğine inanılıyor. İnsanlar arasında kurulan toplumsal ilişkiler, giderek azalıyor. Dikkat ve empati azalıyor. Bunların yerini şirketlerin sahibi olduğu rehber robotlarla sanal âlemde kurulan toplumsal ilişkiler alıyor. (Wiehn 2023)

Tam da bu sebeple, bir yapay zekâ girişimcisi, bu türden rehber robotları kullanmayı reddediyor. Financial Times, bu noktada gayet distopik bir örnek sunuyor:

“Çin’de kullanılan Xiaoice isimli dişi rehber robotun 500 milyon erkek arkadaşı var. Erkekler, kızlarla buluşmak istemiyorlar çünkü erkekler, bugün kendilerine tam da duymak istediklerini söyleyen sanal kız arkadaşlara sahipler.”

Tam da bu sebeple Meta, bugün bu türden dijital arkadaşlar geliştirme, böylelikle finans kapitalin dindirilmesi imkânsız açlığını giderme konusunda öncü olmak istiyor. Wall Street Journal gazetesinin haberine göre Zuckerberg, çalışanlarından her türden güvenlik tedbirini asgari düzeye çekmelerini istemiş (Horwitz 2025). Aynı haberde Meta’nın hep küçük yaşta kalacak, okula giden ve kullanıcısıyla seks yapmak isteyecek bir rehber robot geliştirdiğinden bahsediliyor.

Toplumsal İlişkilerin Metalaştırılması Sürecinin Politik Ekonomisi

Rehber robotun yaşı, kolayca çözülecek bir mesele. Bu modeller alabildiğine baskıcı olan politik ekonomi bağlamında varoluyorlar. İlk günden beri bu yapay zekâ modelleri her daim tarafgir olageldi. Çünkü verilerle ve eksik olan korkuluklar, bunun yanında, ilgili programlama kararları hep belirli değerlerle yüklüydü. Ayrıca verilerin işlenmesinde kadın düşmanı ve ırkçı kapitalizm söz sahibiydi (Zajko 2023, s. 362–363).

Yapay zekâ modelleri birilerinin mülkü. Dolayısıyla bu modeller, teknoloji ve finans kapitali elinde bulunduran gerici sınıfın parçası olan sahiplerinin kullandıkları birer araç (Heikkilä 2025): Elon Musk, pratikte saldırgan içerikler üreten bir rehber robotun imal edilmesi talimatı verdi. Ama aynı Musk, Silikon Vadisi’nde politik açıdan ilerici yapay zekâ modellerinin üretilmesine mani olunması gerektiğini söyledi (Murphy ve Criddle 2025).

Verilere erişim ve fiziki hesaplama yeteneği yanında teknoloji şirketlerinin halihazırda ellerinde tuttukları piyasa hâkimiyeti açısından yapay zekâ modellerinin ihtiyaç duydukları ölçek etkileri dikkate alındığında, bu kapitalistlerin yaratıcı yıkım sürecini tek başına piyasa mekanizmaları üzerinden işletemeyecekleri görülmeli.

Bu kasvetli dönemde yapay zekâ tabanlı rehber robotların sosyal medya uygulamalarına dâhil edilmesiyle birlikte tanık olduğumuz niteliksel sıçramayı idrak etmemiz gerekiyor. Toplumsal ilişkiler metalaştırılıyor. Bu gelişme, yapay zekâya bağımlı olmamıza, bu bağımlılığın derinleşmesine ve kapsamının genişlemesine sebep olacak bir tehdit.

Kapitalistlerin kontrolüne giren toplumsal ilişkilerin metalaştığını ve birilerine tabi kılındığını görmezsek, bu gerçekle mücadele edemeyiz. Bu mücadele, toplumsal ilişkilerin herkese ait olgular olarak kalmasını talep ediyor. Öncelikle bizi yapay zekâya tabi kılacak kaygıyı ve toplumsal izolasyonu meydana getiren politik ve ekonomik sistem olarak kapitalizme karşı konulmalı.

Kaynakça:
Andrew P. Smith; Hasah Alheneidi (2023): “The Internet and Loneliness”, AMA Journal of Ethics 25 (11), Ethics.

Heikkilä, Melissa (2025): “What do AI chatbots say about their own bosses — and their rivals?” Financial Times, 18 Mayıs 2025, FT.

Horwitz, Jeff (2025): “Meta’s ‘Digital Companions’ Will Talk Sex With Users—Even Children”, The Wall Street Journal, 27 Nisan 2025, WSJ.

Krätke, Michael (2021): “Rosa Luxemburg’s Heterodox View of the Global South”, Rosalux, 5 Haziran 2025.

Lindgren, Simon (2024): Critical Theory of AI. Cambridge, Hoboken, NJ: Polity Press.

Murphy, Hannah; Criddle, Cristina (2025): “Meta accelerates voice-powered AI push”, Financial Times, 3 Temmuz 2025, FT.

Roulet, Thomas (2025): “Overreliance on AI tools at work risks harming mental health”, Financial Times, 16 Mart 2025, FT.

Wiehn, Tanja (2023): “Algorithms and emerging forms of intimacy”, Simon Lindgren (Yayına Hz.), Handbook of Critical Studies of Artificial Intelligence içinde, Northampton: Edward Elgar Publishing.

YouTube (2025): Bo Burnham, 2019 yılında büyük teknoloji şirketlerinin her şeye el koyacağı öngörüsünde bulunmuştu. Youtube, 5 Haziran 2025.

Zajko, Mike (2023): “AI as Automated Inequality: Statistics, Surveillance and Discrimination”, Simon Lindgren (Yayına Hz.), Handbook of Critical Studies of Artificial Intelligence içinde, Northampton: Edward Elgar Publishing.

Zuboff, Shoshana (2015): “Big Other: Surveillance Capitalism and the Prospects of an Information Civilization”, Journal of Information Technology 30 (1), s. 75–89. Sage.

22 Eylül 2025

Z Kuşağında Akıl Sağlığı Sorunları ve Daimi Kriz


Sosyal psikolog Jonathan Haidt, The Coddling of the American Mind [“Amerikan Zihninin Şımartılması”] adlı kitabında, çocuklar için “kırılgan olmayan” bir toplum yaratmamız gerektiği fikrini savunuyor. Yazar, çocukların sosyal ve duygusal sistemlerinin tıpkı kemiklerimiz ve bağışıklık sistemlerimiz gibi çalıştığını öne sürüyor.

Böylesi bir mantık çerçevesinde, çocukları test etmek ve strese sokmak onları kırmaz, bilâkis onları güçlendirir. Oysa Haidt’in dile getirdiği gibi, bugün güvenlikçi pratikleri ve gözetim-denetim faaliyetlerini temel alan kültürümüz, çocukların bu türden karakter inşa etme, oluşturma fırsatlarından mahrum kalmalarına sebep oluyor.

Gerçek dünyadaki “tehlikeler”e aşırı ölçüde vurgu yapıyoruz. Muhtemelen Z Kuşağı’nın bu kadar mutsuz olmasının bir sebebi de bu. İngiltere’de bulunan pazar araştırması ve anket şirketi YouGov’un yaptığı bir ankete göre, 16-25 yaş arası gençlerde daha önce veya şu anda ruh sağlığı sorunları yaşadığını söyleyenlerin oranı üçte iki. Yaklaşık üçte biri ise önümüzdeki 12 ay içinde ruh sağlığı desteğine ihtiyaç duyacaklarını söylemiş.

Birçok insan, bu epey yüksek olan rakamların fazla teşhis pratiğinin ve aşırı raporlama faaliyetinin bir sonucu olduğunu düşünüyor. Fakat asıl merak edilmesi gereken konu, akıl sağlığı sorunları yaşadığını bildiren gençlerin sayısının neden bu kadar çok çıktığı.

Gözünüzün önüne, geçen hafta telefonuna bakan on altı yaşındaki bir genç gelsin. Bu gençler, Charlie Kirk’ün vurulduğu haberine rast geliyorlar, ardından Instagram’da onun başından akan kanı gösteren videoyu izliyorlar. Sonrasında, mermilerin üzerine kazınmış memleri, esprileri ve video oyunu göndermelerini anlamak için Reddit’te gezinmeden önce, X veya Bluesky’de bir dizi neşeli ve övüngen mesaj okuyorlar. Şakalar ve kedi videolarından biraz olsun kurtulmak için TikTok’a bakıyorlar, burada spor salonunda değişen vücutları gösteren klipleri, soft porno filmlerini ve Gazze’de bombalarla katledilen çocukları gösteren videoları izliyorlar.

Bu nesil, ergenlik dönemlerini akıllı telefonlara ve sosyal medyaya göbek bağıyla bağlı geçiren, sürekli kriz içinde büyüyen bir nesil. Genellikle fiziksel olarak hareketsizler, her on gençten sadece biri günde bir saat egzersiz yapıyor. Endorfin yerine dopamin salgılarıyla ayakta kalan bir nesil bu.

Bu nesil, her duyguyu önemsemeyi, travma ile rahatsızlık arasında çok az fark bulunduğunu, her duygunun teşhis ve tedavi edilebilir şeyler olduğunu birilerinden öğrenmiş bir nesil.

Bunlar, tıp uzmanı gibi davranan içerik üreticilerinin, “belirli bir konuya yoğunlaşmak için mücadele etmek” veya “dağınık bir yatak odasına sahip olmak” gibi normal ergen davranışlarını hastalıkmış gibi takdim eden sayısız videoyu izleyen gençler.

Bu gençler, acının paylaşılmasının veya aşırı paylaşılmasının, aslında gerçekten istedikleri şeyler olarak dikkate, kimliğe ve aidiyete yol açtığını öğrendiler.

Oyunu esas alan çocukluk, yitip gitti. Akıl sağlığı ve psikoterapide kullanılan terimlerin yanlış kullanımı meselesi, bir şekilde içselleştirildi. Olur olmaz her yerde “travma”, “tetiklenme” gibi terimler kullanılmaya başlandı. Herkes, hızla iyileştirme vaadinin cazibesine kapıldı.

Aslında bu kadar çok gencin akıl sağlığı sorunu yaşadığını söylemesi, kimseyi şaşırtmamalı. Her gün bu gençler, yirmi-otuz yıl önce idrak bile edilemeyecek bir yığın uyarana, bilgiye, habere, içeriğe maruz kalıyorlar. Bizdeki sürüngen beynin bu kadar şeyle baş etmesi mümkün değil.

Gelişmekte olan bir zihnin birbiriyle çelişen tonlara ve düzeylere sahip bunca içerikle, kesintisiz bir bombardıman dâhilinde uğraşması imkânsız. Böylesi bir zihin, sağlıklı kalamaz.

Z kuşağını omurgasızlıkla suçlamak kolay, onlar, bugünün Frankenstein’ları.

İçinde yaşadığımız bu sosyal deneyde o gençlere oyun alanları değil iPad’leri ve internet âlemindeki hürriyeti verdik, ama gerçek dünyada onlara tecritte yaşama seçeneğini sunduk. Kendilerini bu kadar yitik ve sahipsiz hissetmelerine şaşmamalı.

Kristina Murkett
16 Eylül 2025
Kaynak

21 Eylül 2025

,

Yapay Zekâ

İlk plastik ticareti fuarı, Ekim 1952’de Düsseldorf’ta açıldı. Ziyaretçiler, giriş kapısına yerleştirilmiş, renkli plastik parçalarla dolu çuvalların aralarından geçip fuara giriş yaptılar. Bu yeni cesur ve suni dünya, gerçekten de eğlenceliydi. Eğlence, okyanusların plastikle kirlendiği güne dek devam etti.

Hammaddeden Plastiğe

Plastiğin hammaddesi, kömür veya ham petrol. Bunlar, halen daha gerçekte varolan, milyonlarca yıl eskiden kalmış, ölü deniz canlılarından elde ediliyorlar. Gerçek insan emeğinin kullanıldığı çıkartma ve işleme süreci neticesinde hammadde, her türden plastiğe dönüşüyor.

Makine Düşünebilir mi?

Gerçek insanın yerini makine alıyor. Bu sürecin yapay zekânın ürünü olduğu üzerinde duruluyor.

Yapay zekâ, ellili yıllarda ortaya çıktı. “Hesaplayıcı Makine ve Zekâ” başlıklı makalesinde matematikçi ve bilgisayar bilimi uzmanı Alan Mathison Turing, “bir makine düşünebilir mi?” sorusunu sordu. Turing’e göre, kayıt altına alınmış bir sohbeti dinleyen gerçek bir insan konuşanın insan mı yoksa makine mi olduğunu tespit edemiyorsa demek ki makineler de insanlar gibi düşünebilirdi.

Yapay Zekânın Nesnel Olduğu Düşünülüyor

Yapay zekâ ile ilgili üretilmiş efsanelerden birinde, yapay zekânın içerdiği (erişilebilir ve) epey zengin olgu birikimi sebebiyle “nesnel” olduğu, insanın düşünme pratiğinden üstün olduğu ve “bağımsız” düşünebileceği üzerinde duruluyor. Oysa insanın ürettiği bir şeyin insandan üstün olması pek mümkün değil. İnsan üretimi bir olgu olarak yapay zekânın “nesnelliği” ise büyük ölçüde yapay zekâyı geliştiren insanlara ve onu inşa ederken devrede olan çıkarlara tabi.

Yapay Zekâ Kamuoyu Yoklamaları Kadar “Nesnel”

Yapay zekâdaki “nesnellik” düzeyi, kamuoyu yoklamalarındaki “nesnellik düzeyi kadar. Verilen cevapları, olguları toplayan ve kurgulayanlar belirliyor. Belirleme süreci, yapay zekâdaki eğilimleri de ele veriyor: Üretici, yapay zekâyı neden finanse ediyor? Yapay zekâ, toplumsal bağlamda ne tür bir konuma sahip? Bu iki soruya verilen cevap, anketlerin ve yapay zekânın amacına dair bir görüş sunuyor.

Milyarderlerin Çıkarı

Yapay zekâ konusunda atılan önemli adımlardan biri, ABD’li şirket OpenAI’a ait. Şirket, dijital alanda ChatGPT denilen rehber robotunu devreye soktu. OpenAI şirketine yatırım yapan isimler arasında Elon Musk ve Peter Thiel gibi milyarderler bulunuyor. Bu milyarderlerin asıl derdi, milyarlarca dolarını muhafaza edip artırmak. Onların gerici politik duruşları da yapay zekâya yönelik ilgileri de bu hedefle ilgili.

Kârın Maksimizasyonu İçin Araçlar

Bu anlamda, kârın maksimizasyonu için kullanılan “bilimsel” ve “nesnel” bir araç olarak yapay zekâ, bu türden araçları kendi amaçları doğrultusunda devreye sokan insanların ekonomik ve politik yönelimlerine tabi. Bu zenginler, kullandıkları araçların gerçek niteliklerini gizlemeye çalışıyorlar.

Uli Gellermann
6 Ağustos 2025
Kaynak

20 Eylül 2025

CIA, Mossad, Epstein: Maxwell Ailesi’nin İstihbaratla Bağları

Trump’ın kendisini affedebileceğine dair yorumların dile getirildiği günlerde MintPress, küçük kızları zenginlere pazarlamakla suçlanan Ghislaine Maxwell’in ailesini ifşa ediyor. Ghislaine’nin medya baronu babası, İsrail için casusluk yapmış bir isim. Kız kardeşi, Silikon Vadisi’nde Tel Aviv’in çıkarlarını savunuyor. Erkek kardeşleri, oldukça etkili olan İslam karşıtı düşünce kuruluşunun kurucuları. Yeğenleri, Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’nda önemli görevlere sahip. Bu Maxwell çetesi, ABD ve İsrail’de devlet katında güçlü bağlar kurmuş bir yapı. Aşağıda bu çetenin hikâyesine yer veriliyor.

Ghislaine Hapisten Çıkar, Epstein Dosyaları Toprağa Gömülür

Genel yoruma göre Ghislaine Maxwell yakında hapisten çıkacak. Seçim kampanyası boyunca Epstein dosyalarını yayınlama sözü veren Trump yönetiminin bugünlerde genç kızları zenginlere peşkeş çeken suçluyu affedeceği konuşuluyor.

İlk döneminde Ghislaine Maxwell’i affetmeyi düşünen Trump, geçen ay af kararı çıkartma fikrine itiraz etti. Sonrasında ise Trump, “affetme yetkim var” dedi. Birkaç gün sonra Maxwell, Teksas’ın Bryan kentinde bulunan asgari güvenlikli hapishaneye aktarıldı ki bu, genelde tanık olmadığımız bir uygulamaydı. Zira fuhuşla suçlanan ve on yıldan fazla ceza almış kadınlar, bu tür hapishanelere aktarılmıyorlar. Bu değişiklik, kimi yorumlara ve öfkeli tepkilere yol açtı.

Maxwell, başka bir hapishaneye Trump’ı Epstein’la ilişkilendiren delilleri ekibinden birinin sızdırması üzerine nakledildi. Bu deliller arasında, üzerinde “Doğum günün kutlu olsun, her bir gün aramızdaki bir başka muhteşem sırrımız olsun” cümlesinin ve çıplak kadın çiziminin bulunduğu bir doğum günü kartı da vardı. Kart, Trump tarafından Epstein’a gönderilmişti.

Maxwell, Jeffrey Epstein’a genç kadınlara ve kızlara tecavüz edildiği, fuhşa sürüklendiği süreçte yıllarca yardım etmiş bir isim. Epstein’ın ilişkili olduğu isimler arasında milyarderler, şöhretli isimler, Trump gibi siyasetçiler bulunuyordu. Epstein, Trump’ı “en yakın arkadaşım” olarak tarif ediyordu.

2021’de Epstein, Manhattan hapishanesinde öldü. Ölümünün sırrı çözülemedi. İki yıl sonra da Maxwell, fuhuş suçlamaları ardından hapse atıldı, 20 yıl hapis cezası aldı.

Trump’ın onu çıkartacağına dair haberler, kitle tabanını şoke etti. Bunun üzerine medyada Trump’ın rüşvet aldığına dair suçlamalar dillendirildi. Hill’de çıkan bir makalede “Ghislaine Maxwell’e sessiz kalması karşılığında para verilmiş, ardından da af çıkartılması gündeme gelmiş olmalı” denilmekteydi. Demokratik Ulusal Komite danışmanı Tim Hogan, bu yazıyı yazanın iddiasının hükümet eliyle örtbas edildiğini söyleyerek, bu işlemi gerçekleştirenleri ağır bir dille eleştirdi. Ardından Hogan, Trump’a bağlı bir kurum olan ve başında kendisine sadık bir isim olarak Kash Patel’ın bulunduğu FBI’ın, Trump’ın ismini “henüz yayınlanmamış olan Epstein dosyalarından sildiğini” söyledi.

Robert Maxwell: Medya Patronu ve İsrail Ajanı

Ghislaine Maxwell’in işlediği suçların önemli bir kısmı bilinse de ailesinin ABD ve İsrail’deki ulusal güvenlik kurumlarıyla ilişkisi pek bilinen bir konu değil. Bu bağı en çok da babası Robert Maxwell kurdu. Medya baronu ve ilk teknoloji girişimcisi olarak Robert Maxwell, güvenlik kurumlarıyla güçlü bir bağa sahipti.

Memleketi Çekoslovakya’nın Hitler eliyle işgal edilmesi ardından Amerika’ya göç eden Yahudi mülteci olarak Maxwell, İngilizlerle birlikte Almanya’ya karşı mücadele etti. İkinci Dünya Savaşı sonrası kendi ülkesinde kurduğu bağları kullanarak yeni kurulan İsrail devletine silah taşınmasına katkıda bulundu. Bu silahlar, 1948 savaşında ve yaklaşık sekiz yüz bin Filistin’in etnik temizliğe maruz kaldığı Nekbe’de kullanıldı.

Maxwell’in hayat hikâyesini kaleme alan Gordon Thomas ve Martin Dillon’ın aktardığına göre, Robert Maxwell İsrail istihbaratına ilkin altmışlarda bağlandı. İsrail’deki teknoloji şirketlerini satın almaya başladı. İsrail, bu şirketleri ve yazılımları dünya genelinde yürüttüğü gizli operasyonlarda ve casusluk faaliyetlerinde kullandı.

Maxwell, zamanla 16.000 insanın çalıştığı 350 şirketin sahibi haline geldi. New York Daily News, İngiltere’de çıkan Daily Mirror ve İsrail’de çıkan Maariv gazetelerinin sahibi olan Maxwell, bunun yanında bazı dünyaca ünlü yayınevlerinin ve bilimsel yayın merkezlerinin de sahibiydi.

İş dünyasında edindiği güç sayesinde politik güce sahip olan Maxwell, 1964’te İngiltere parlamentosuna girdi. ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger ile Sovyet devlet başkanı Mihail Gorbaçev en yakın arkadaşları idi.

Maxwell, bu nüfuzu İsrail’in çıkarları için kullandı. İsrail’in istihbarat toplamak amacıyla ürettiği yazılımları Rusya’ya, ABD’ye, İngiltere’ye ve başka ülkelere sattı. Bu yazılımlar arasında Mossad’ın dünya genelinde istihbarat kurumlarına ve hükümet binalarına sızıp gizli bilgi toplamasını sağlayan yazılım da bulunuyordu.

Ariel Sharon (sağdaki) Robert Maxwell’le birlikte. 20 Şubat 1990, Kudüs.

Casusluk imkânlarını bu dönemde geliştiren İsrail, aynı zamanda gizlice nükleer silah programını yürürlüğe koydu. Bu proje, 1986’da delilleri İngiliz basınına sızdıran İsrailli barış eylemcisi Mordehay Vanunu tarafından açığa çıkartıldı. İngiltere’nin en güçlü medya patronlarından olan Maxwell, Vanunu’ya yönelik casusluk faaliyeti yürüttü, fotoğraflarını ve onunla ilgili bilgileri İsrail Büyükelçiliği’ne teslim etti. Bunun üzerine İsrail istihbaratı Vanunu’yu kaçırıp hapse attı.

Maxwell’in ölümü de tıpkı Epstein’ın ölümü gibi tartışmalara neden oldu. 1991’de cansız bedeni okyanusta bulundu. Yetkililer, lüks yatından düştüğünü, tuhaf bir kaza neticesinde öldüğünü söyledi. Bugün hâlâ çocukları babalarının öldürülüp öldürülmediği konusunda anlaşamıyorlar.

Yıllarca Maxwell’in İsrail’in “süper casus”u olarak çalıştığına dair dedikoduları, Kudüs’te devletin düzenlediği abartılı cenaze töreniyle teyit edildi. Naaşı, İsa’nın göğe yükseldiği söylenen noktanın bulunduğu, Yahudilik için de kutsal olan Zeytinler Dağı’na defnedildi.

Hükümet ve muhalefetten birçok isim cenazeye katıldı. Bunlar arasında İsrail istihbarat teşkilatlarının altı başkanı da vardı. Cenaze konuşmasını cumhurbaşkanı Hayim Herzog yaptı. Konuşma yapan diğer bir isim de başbakan İzak Şamir’di. Şamir konuşmasında “Robert Maxwell’in İsrail için bugün herkesten çok daha fazla şey yaptığını” söyledi.

Lâkin Maxwell, İngiltere’de pek sevgiyle anılan bir isim değil. Korkulan bir kişilik olarak Maxwell, tıpkı (İsrail’le güçlü bağları bulunan) Rupert Murdoch gibi, medya kuruluşlarını demir yumrukla yönetti. Ölümü sonrası kendisinin batmakta olan diğer şirketlerini kurtarmak için çalışanlarının emeklilik fonundan 500 milyon dolardan fazla parayı çaldığı görüldü. Bu hırsızlık neticesinde birçok çalışmanının emeklilik planı suya düştü. On yıl sonra, 2001’de Scotsman gazetesi şunları söyledi:

“Maxwell, yaşarken hakir görülen, ölümü sonrası herkesin nefretini dile döktüğü bir isimdi. Çünkü o, Mirror Grubu’na bağlı gazetelerin emeklilik fonundan 440 milyon sterlin çalmıştı. Maxwell, İngiltere’nin suçlar tarihinde en büyük hırsız olarak kayda geçti.”

Isabel Maxwell: İsrail’in Silikon Vadisi’ndeki Kadını

Robert’ın kızı, Ghislaine’in ablası Isabel Maxwell, babasının hayat hikâyesini yazan Thomas ve Dillon’ın kitabının tüm nüshalarını toplattı. Times of London’ın haberine göre, hemen ardından İsrail’e kaçan Isabel, kitabı Mossad’ın başkan yardımcısı, aile dostu David Kimche’ye verdi. Bu tür ilişkiler, babasının İsrail’in üst düzey casusu olduğunu ispatlıyordu.

Isabel, teknoloji endüstrisi alanında uzun ve başarılı bir kariyere sahip oldu. 1992’de ikiz kız kardeşi Christine ile birlikte internetteki ilk arama motorlarından birini geliştiren şirketi kurdu.

Ancak yukarıda bahsi edilen emeklilik fonu rezaleti sonrası Isabel ve çocukları, babalarının çöken imparatorluğunu diriltme işine odaklandılar. Kız kardeşler, bu süreçte arama motorunu satarak muazzam kârlar elde ettiler.

İsrailli yayın organı Haaretz’in de belirttiği gibi, Isabel 2001 yılında hayatını Yahudi Devleti’nin çıkarları için çalışmaya adamaya karar verdi ve “İsrail’e inandığı için”, “sadece İsrail’i ilgilendiren konularda çalışmaya” yemin etti. Eski MintPress gazetecisi ve araştırmacı muhabir Whitney Webb’in “İsrail’in Silikon Vadisi’ne açılan arka kapısı” olarak tarif ettiği Isabel, kendisini teknoloji dünyasında ülkenin önemli bir elçisi haline getirdi.

İş dünyasından haberlere yer veren Globes gazetesi o dönemde şunları söylüyordu:

“Maxwell, ilk geliştirme aşamasındaki İsrailli şirketler ile ABD’deki özel melek yatırımcılar (şirkete ilk aşamasında yatırım yapıp onun büyümesini sağlayan girişimciler) arasında bir irtibat görevlisi olarak teknoloji sahasında kendisine benzersiz bir yer edindi. Aynı zamanda, İsrail’de geliştirme merkezleri açmak isteyen ABD’li şirketlere de yardımcı oluyor. Tel Aviv ile San Fransisko arasında sayısız uçuş gerçekleştiren Maxwell, yoğun bir hayat yaşıyor.”

İsrail’in dünyanın dört bir yanındaki baskıcı hükümetler tarafından siyasi muhalifleri gözetlemek, taciz etmek ve hatta öldürmek için kullanılan, dünyanın en tartışmalı casus yazılım ve bilgisayar korsanlığı araçlarının çoğunun kaynağı olduğu biliniyor. Bunlardan biri de, Suudi Arabistan hükümetinin Washington Post muhabiri Cemal Kaşıkçı’yı Türkiye’de öldürmeden önce takip etmek için kullandığı o ünlü Pegasus isimli yazılım.

Isabel, kariyerini ve hayatını babasının siyasi bağlantıları üzerine inşa etti. “Hayatımda babam çok etkiliydi. Çok başarılı bir adamdı ve hayatı boyunca birçok hedefine ulaştı. Ondan çok şey öğrendim, açtığı yollardan yürüdüm” diyordu. Bu yollardan biri, Ehud Olmert ve Jeffrey Epstein’ın en yakın arkadaşlarından biri olan Ehud Barak da dâhil olmak üzere, sayısız İsrailli liderle kurulan güçlü bağlar sayesinde açılmıştı.

Isabel, 2000’li yıllarda Batı’nın en üst düzey siyasi, güvenlik ve istihbarat yetkililerinin kapalı kapılar ardında bir araya geldiği Herzliya Konferansı’na düzenli olarak katıldı, ayrıca Dünya Ekonomi Forumu’nda “teknoloji öncüsü” olarak yer aldı.

Ayrıca, İsrail hükümetinin finanse ettiği Şimon Peres Barış ve İnovasyon Merkezi ile İsrail Çalışmaları için Amerikalı İzak Rabin Dostları Merkezi’nin yönetim kurullarına da atandı; bu iki kuruluş, söz konusu eski İsrail başbakanlarıyla yakın ilişki içindedir.

2001 yılında iCognito’nun CEO’su oldu ve kendi ifadesiyle, bu görevi “şirketin İsrail’de olması ve teknolojisi sayesinde” üstlenebildi. Söz konusu teknoloji, çocukların internette güvende olmasını sağlamayı amaçlıyordu; kız kardeşinin o dönemde aktif olarak küçükleri kaçırıp istismar ettiği düşünüldüğünde, bu durum oldukça ironikti.

Isabel, Ghislaine'den çok daha ciddi ve başarılı bir isimdi. Haaretz’in de belirttiği gibi:

“Küçük kız kardeşi Ghislaine, Bill Clinton’la kahvaltı yaptıktan sonra veya bir diğer yakın arkadaşı olan İngiltere Prensi Andrew ile olan bağları nedeniyle dedikodu köşelerine yazılar yazarken, Isabel, Mısır’ın baş müftüsüyle, bir çadırda bir Bedeviyle veya Gazze’deki bir mülteci kampına yaptığı ziyaretlerde çekilmiş fotoğraflarını göstermek isteyen bir isim.”

Isabel, 1997 yılında İsrailli güvenlik teknolojisi firması Commtouch’ın başkanlığına atandı. Bağlantıları sayesinde Commtouch, Maxwell ailesinin yakın arkadaşı Bill Gates ve Jeffrey Epstein gibi Silikon Vadisi’nin en önemli oyuncularından yatırım almayı başardı.

Christine Maxwell’i İsrail mi Fonluyor?

Isabel’in ikiz kız kardeşi Christine de en az diğerleri kadar başarılı. Yayıncılık ve teknoloji sektörlerinde deneyimli olan Christine, veri analizi şirketi Chiliad’ın kurucu ortağıydı. CEO olarak, şirketin Terörle Mücadele’nin zirve yaptığı dönemde FBI’a sattığı devasa bir “terörle mücadele” veritabanının üretimini denetledi. Yazılım, Bush yönetiminin Müslüman Amerikalılara baskı yapmasına, 11 Eylül ve Vatanseverlik (Terörizmi Önlemek ve Engellemek İçin Gerekli Uygun Araçları Sağlayarak Amerika’yı Birleştirme ve Güçlendirme) Yasası’nın ardından iç hukuktaki medeni hakları ihlal etmesine yardımcı oldu. Bugün bir başka büyük veri şirketi olan Techtonic Insight’ın lideri ve kurucu ortağıdır.

Christine, kız kardeşi ve babası gibi İsrail devleti ile yakın bir ilişkiye sahiptir. Şu anda Küresel Antisemitizm ve Politika Çalışmaları Enstitüsü’nde (ISGAP) araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Biyografisinde şunlar söylenmektedir:

“Günümüzde antisemitizmin yol açtığı büyük tehlikelerle mücadele etmek ve proaktif anlayışı güçlendirmek için etkin teknolojilerden yararlanan yenilikçi akademik araştırmaları teşvik etmek, Holokost’un yirmi birinci yüzyıl ve sonrası için süregelen önemini artırmak için çalışmaktadır.”

ISGAP yönetim kurulu, İsrail ulusal güvenlik kurumlarının tepesindeki yetkililerden oluşan seçkin bir kadrodur. Bu kadroya, eski İçişleri Bakanı ve İsrail Başbakan Yardımcısı Natan Şaranski ve eski IDF Baş Denetçisi ve Stratejik İşler ve Diplomasi Bakanlığı Genel Müdürü Tuğgeneral Sima Vaknin-Gil de dâhildir. Yönetim kurulunda ayrıca Jeffrey Epstein’ın avukatı Alan Derşovitz de yer almaktadır.

Düşünce kuruluşu, ABD hükümetinin 2024’te ülke genelindeki üniversite kampüslerinde gerçekleşen Gazze protestolarını bastırma kararında kilit rol oynadı. Grup, öğrenci liderlerini yabancı terör örgütleriyle ilişkilendiren raporlar hazırladı ve Amerikan üniversitelerini sardığı iddia edilen antisemitizm dalgası ile ilgili olarak dile getirilen şüpheli iddialara destek çıktı. Hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi liderlerle sık sık bir araya gelerek, onları gösterilerin liderlerini “soruşturmaya” (yani ezmeye) çağırdı.

ISGAP, Amerikan üniversitelerindeki yabancı etkiler konusunda sürekli uyarılarda bulunuyor, Katar’ın ABD yüksek öğrenim sistemi üzerinde hâkim olduğunu iddia eden kuruluş, bu iddiasına ilişkin ayrıntıları içeren raporlar hazırlıyor, seminerler düzenliyor, bu hâkimiyeti Amerikan gençliği arasında artan İsrail karşıtlığı ile ilişkilendiriyor.

Ancak ISGAP, diğer yabancı hükümet etki operasyonlarını araştırmak isteseydi, çok uzağa bakmasına gerek kalmazdı, çünkü kendi fonları büyük ölçüde tek bir kaynaktan, yani İsrail devletinden geliyordu. 2018’de yürütülen bir soruşturma, (o zamanlar başında Tuğgeneral Vaknin-Gil’in bulunduğu) İsrail Stratejik İşler Bakanlığı’nın ISGAP’a 445.000 dolar aktardığını ortaya çıkardı; bu miktar, o yılki toplam gelirinin neredeyse %80’ine denk düşüyordu. ISGAP, bu bilgiyi ne kamuoyuna ne de federal hükümete açıkladı.

Amerikan siyasetine yabancı müdahale endişelerinin zirve yaptığı dönemde, bu haber neredeyse hiç duyulmadı. O zamandan beri İsrail hükümeti, gruba milyonlarca dolarlık mali destek sağlamaya devam etti. Örneğin, 2019’da ISGAP’a 1,3 milyon doların üzerinde bir hibeye onay verildi. Dolayısıyla, kuruluştaki bir araştırmacı olarak Christine Maxwell, İsrail hükümetinin nakit parasından doğrudan yararlanan bir isimdir.

Maxwell Ailesinin Üçüncü Kuşağı ABD Hükümetinde Çalışıyor

Robert Maxwell’in kızları devlet iktidarına yakınken, ailenin üçüncü kuşağına mensup kimi isimleri, ABD hükümetinde görevler üstlendi. Isabel Maxwell’in tek oğlu Alex Djerassi, üniversiteden mezun olduktan kısa bir süre sonra Hillary Clinton’ın 2007-2008 başkanlık kampanyasında çalıştı. Djerassi, Clinton ekibi için muhtıralar, brifingler ve politika belgeleri hazırladı, Clinton’ın yirmiden fazla münazaraya hazırlanmasına yardımcı oldu.

Clinton ve Maxwell aileleri arasında sıkı ve güçlü bir ilişki mevcut. Ghislaine, Hillary’nin kızı Chelsea ile tatile giden, düğününde önemli rol üstlenmiş bir isim. Hem o hem de Jeffrey Epstein, Clinton’ın emrine verilmiş olan Beyaz Saray’a defalarca davet edildi. Epstein hapse girdikten çok sonra, Başkan Bill Clinton, Ghislaine’i Los Angeles’taki seçkin bir restoranda kendisiyle samimi bir akşam yemeğine davet etti.

Beyaz Saray adaylığı başarısız olsa da Başkan Obama, Hillary Clinton’ı dışişleri bakanı olarak atadı ve ilk icraatlarından biri de Djerassi’yi ekibine almak oldu. Djerassi, hızla yükselerek Dışişleri Bakan Yardımcısı Ofisi, Yakın Doğu İşleri Bürosu’nda Özel Kalem Müdürü oldu. Bu görevinde, ABD’nin İsrail ve İran politikasını geliştirme konusunda uzmanlaştı; ayrıca ABD’nin Irak işgali konusunda da çalıştı ve Clinton’a İsrail ve Arap dünyasına yaptığı ziyaretlerde eşlik etti.

Dışişleri Bakanlığı’ndayken, Libya Dostları ve Suriye Halkının Dostları Konferansları’nda ABD hükümet temsilcisi olarak görev yaptı. Bu iki kuruluş, söz konusu iki hükümeti devirmek ve yerlerine ABD yanlısı rejimler getirmek için çalışan, sert ve şahin gruplardan oluşuyordu. Vaşington, istediğini aldı. 2011’de Libya lideri Albay Kaddafi devrildi, öldürüldü ve yerine İslamcı savaş ağaları geçti. Geçtiğimiz Aralık ayında ise, uzun süredir Suriye Devlet Başkanı olan Beşşar Esad Rusya’ya kaçtı, yerine Suriye El Kaidesi’nin kurucusu Ebu Muhammed Cevlani getirildi.

Djerassi, daha sonra ABD hükümeti tarafından finanse edilen düşünce kuruluşu Carnegie Barış Vakfı’na ortak olarak atandı. Burada da Ortadoğu politikaları üzerine uzmanlaştı. Biyografisinde, “Arap dünyasında demokratikleşme ve sivil toplum, Arap ayaklanmaları ve İsrail-Filistin barışı ile ilgili konularda çalıştığı”nı söylüyor. Djerassi, şu anda Silikon Vadisi’nde çalışıyor.

Djerassi’nin kaderi, Demokrat Parti’nin Clinton kanadına bağlıyken, kuzeni (Christine Maxwell’in en büyük oğlu) Xavier Malina doğru ata oynadı, bunun neticesinde Obama-Biden’ın 2008 başkanlık yarışında çalıştı.

Başarılı çalışmalarının karşılığını Beyaz Saray’da elde ettiği pozisyonla aldı, burada Başkanlık İcra Ofisi’nde asistan olarak göreve başladı. Kuzeni gibi Malina da, görevi bittikten sonra Carnegie Barış Vakfı’nda bir pozisyon elde etti, ardından da teknoloji dünyasında kariyer yaparak, Körfez Bölgesi’ndeki Google’da uzun yıllar çalıştı. Şu anda Disney’de çalışıyor.

Ebeveynleri yanında büyükanne ve büyükbabalarının yapıp ettikleri, sonraki kuşakların kariyerlerini belirlememeli ancak yabancı bir gücün pişmanlık duymayan casusları ve ajanlarından oluşan çok kuşaklı bir aileden gelen iki bireyin ABD devletinin merkezinde pozisyonlar elde etmiş olması, en azından kayda değer bir durum.

Maxwell Kardeşler: İflastan Terörle Mücadeleye

Maxwell çetesinin büyük bir kısmı Amerikan ve İsrail siyasetinde etkili. Ian ve Kevin kardeşler de memleketleri İngiltere’deki ilişkiler üzerinde önemli bir etkiye sahipler. Babaları Robert’ın çalışanlarının emeklilik fonundan 160 milyon doların üzerinde para çalmasına yardım ettikleri yönündeki yaygın iddialar üzerinden aklanmış olsalar da kardeşler, uzun yıllar boyunca gözlerden ırak yaşadılar. Özellikle Kevin, yarım milyar doları aşan borçlarıyla İngiltere tarihinin en büyük iflasına imza atmış bir isim olarak biliniyor.

Kardeşler, 2018’de radikal İslam sorununa çok daha müdahaleci ve sert bir hükümet yaklaşımı için baskı yapan tartışmalı bir düşünce kuruluşu olan Cihatçı Terörizm ve Aşırılıkla Mücadele'yi (CoJiT) kurdular.

Ian, örgütünün yayımladığı Cihatçı Terör: Yeni Tehditler, Yeni Tepkiler adlı kitapta, CoJiT’in “ulusal tartışmada katalizör rolü oynamak” ve bu konudan kaynaklanan “zor soruları” cevaplamak için kurulduğunu yazıyor. Kitabın geri kalanının içeriğine bakılırsa, burada esasen Müslüman toplulukların daha kapsamlı bir biçimde gözetlenmesi için çaba harcanacağından söz ediliyor.

CoJiT, İngiltere’de oldukça etkili bir kuruluştu. Yayın kurulu ve katkıda bulunanlar, üst düzey devlet yetkililerinden oluşan seçkin bir kadrodan oluşuyordu. 2018’de Londra’da düzenlenen ilk konferansına katılanlar arasında, hükümetin Aşırılıkla Mücadele Baş Komiseri Sara Khan ve İngiltere’nin iç istihbarat teşkilatı MI5’ın eski Genel Direktörü Jonathan Evans da vardı.

Birçok Maxwell projesi gibi, CoJiT de işlerini tamamlamış gibi görünüyor. Kuruluş, 2022’den beri web sitesini güncellemedi veya sosyal medya kanallarında herhangi bir paylaşım yapmadı.

Doğrusunu söylemek gerekirse, son birkaç yıldır kardeşler başka önceliklere sahiplerdi. Kız kardeşleri Ghislaine’in hapisten çıkması için kampanya yürüten kardeşler, onun tamamen masum olduğunu iddia ediyorlar. Ancak görünüşe göre, tıpkı babası Robert Maxwell gibi Kevin da savunma avukatlarına para vermemiş. 2022’de avukatları, yaklaşık 900.000 dolarlık ödenmemiş masraflar için kendisine dava açtı.


Tüm O Kötü Şöhretiyle Bay Epstein

Ghislaine Maxwell ve Jeffrey Epstein, yıllar boyunca yüzlerce kızı ve genç kadını sömüren bir fuhuş şebekesini yönetti. Ayrıca, milyarder işletme sahipleri, kraliyet ailesi, yıldız akademisyenler ve yabancı liderler gibi küresel elitlerin geniş ağlarıyla da bağlantılıydılar, bu durum, işledikleri çok sayıda suça ne ölçüde dâhil oldukları konusunda yoğun spekülasyonlara yol açtı.

Epstein’ın Maxwell’lerle ilk ne zaman tanıştığı hâlâ belirsiz; bazıları, Robert Maxwell tarafından İsrail istihbaratına dâhil edildiği iddiasında. Bazıları da ilişkinin Robert’ın ölümünden sonra, ailenin mali sıkıntılar nedeniyle yaşadığı yoksulluktan kurtulmasıyla başladığını söylüyor.

Epstein, 2019’daki tutuklanmasından yalnızca bir ay sonra New York’taki hapishane hücresinde ölü bulundu. Ölümü resmi kayıtlara intihar olarak geçti, ancak ailesi bu yoruma karşı çıktı.

Epstein’ın sırdaşları arasındaki en güçlü iki isim, belki de Başkan Bill Clinton ve Donald Trump’tı. Hakkındaki sayısız cinsel taciz suçlamasıyla zaten kötü bir şöhrete sahip olan Clinton’ın, Epstein’ın “Lolita Ekspresi” lakaplı özel jetiyle en az 17 kez uçtuğu ve Epstein’ın kurbanı Virginia Giuffre tarafından, multimilyonerin en kötü suçlarının çoğunun işlendiği Karayipler’deki özel ikametgahı olan Little St. James Adası’nı ziyaret etmekle suçlandığı biliniyor.

Trump’ın, itibarsız finansöre çok daha yakın olduğu tartışmasız bir gerçek. 2002’de, “Jeff’i on beş yıldır tanıyorum. Harika bir adam. Onunla vakit geçirmek çok eğlenceli. Hatta benim kadar güzel kadınlardan hoşlandığı bile söyleniyor, üstelik çoğu genç. Buna hiç şüphe yok” demişti. Clinton gibi Trump da Lolita Express ile uçtu. Epstein, 1993’te Marla Maples’ın düğününe katıldı ve onu üçüncü eşi Melania ile tanıştırdığını iddia etti.

Ne yazık ki, Epstein’ın bağlantıları tüm siyasi yelpazeden insanları suçlu göstermesine rağmen, genelde taraflı haberler yapıldı. MintPress’in MSNBC ve Fox News’da bir yılı aşkın bir süre boyunca Epstein ile ilgili yapılan haberleri incelediği çalışmasında, her iki kanalın Epstein’ın kendi tercih ettikleri başkanla olan bağlantılarının üzerini örterken, diğer büyük partinin lideriyle olan bağlantılarını vurgulayıp ön plana çıkardığını ortaya koydu. Neticede bugün ABD’deki birçok kişi, olayı bir bütün olarak siyasi sisteme değil, siyasi rakiplerine yönelik bir suçlama olarak görüyor.

Bir de Epstein’ın istihbarat bağlantıları meselesi var. Bu, onlarca yıldır, hatta Epstein hakkında herhangi bir iddianın kamuoyuna açıklanmasından yıllar önce bile açıkça dile getirilen bir meseleydi. Epstein’ın biyografi yazarı Julie K. Brown’ın belirttiği gibi, Epstein, doksanlar boyunca hem CIA hem de Mossad için çalıştığıyla açıkça övünen bir isimdi, ancak bu iddia, halen daha kimilerince şüpheli görülüyor. İngiltere’de çıkan Sunday Times gazetesi, 2000 yılında “O, Bay Gizemli. Kimse onun bir konser piyanisti, emlak geliştiricisi, CIA ajanı, matematik öğretmeni veya Mossad üyesi olup olmadığını bilmiyor” diyordu. Tüm bu kimliklerde en azından bir parça doğruluk payı olması mümkün.

Epstein, 2014 yılında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns ile üç kez görüştü. Burns, daha sonra CIA direktörü olarak atanacaktı. Ancak Burns’ün Epstein’a yakınlığı, eski İsrail Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı Ehud Barak’ın yakınlığıyla karşılaştırıldığında sönük kalıyor. Barak’ın yalnızca 2013-2017 yılları arasında New York’a seyahat ettiği ve hüküm giymiş suçluyla en az otuz kez görüştüğü, bazen Manhattan’daki malikanesine kimliğini gizleyerek veya kimliğini gizlemek için maske takarak geldiği biliniyor.

Epstein’ın İsrail istihbaratıyla bağlantıları hakkında çok sayıda kaynak yorum yaptı. Kimliğini gizlemek için mahkeme belgelerinde “Jane Doe 200” olarak anılan eski kız arkadaşı ve kurbanı, Epstein’ın bir Mossad ajanı olmakla övündüğünü ve kendisine tecavüz ettikten sonra onun casus olması sebebiyle can güvenliğinden endişe duyduğunu, bu yüzden polise gidemediğini ifade etti.

Mahkeme dosyasında, “Doe, Mossad ajanı olduğuna inandığı, dünyadaki en sıra dışı bağlantılara sahip insanlardan birinin gerçekleştirdiği tecavüzün herhangi bir şekilde raporlanmasının kendi bedenine ciddi zararlar verilmesine veya ölümüne sebep olacağına gerçekten inanıyordu” ifadeleri yer alıyor.

İsrail Askeri İstihbarat Müdürlüğü’nde eski üst düzey yetkili Ari Ben-Menaşe, Epstein’ın bir casus olduğunu ve Ghislaine Maxwell ile birlikte İsrail adına bir aşk tuzağı operasyonu yürüttüğünü iddia etti. Rolling Stone dergisine konuşan dört (isimsiz) kaynak, Epstein’ın doğrudan İsrail hükümetiyle çalıştığını söyledi.

Ancak Maxwell ailesinin büyük bir kısmının aksine, İsrail ve istihbarat bağlantıları büyük ölçüde tanıklıklara ve doğrulanmamış ifadelere dayanıyor. Ülkeye bilinen tek seyahati, cezasının açıklanmasından hemen önce, Nisan 2008’de gerçekleşmiş ve bu hareket, oraya sığınacağı yönündeki korkuları tetiklemişti.

Bununla birlikte, kamuoyunda Epstein’ın Tel Aviv için çalışıyor olabileceği yönünde yoğun spekülasyonlar mevcut. 2025 tarihli ABD’nin Dönüm Noktaları Öğrenci Eylem Zirvesi’nde eski Fox News sunucusu Tucker Carlson, Epstein’ın dış bağlantıları hakkında soru sormanın yanlış, nefret dolu veya Yahudi karşıtı bir yanı olmadığını dile getirdi. “Kimsenin yabancı hükümetin İsrail olduğunu söylemesine izin verilmiyor, çünkü bir şekilde bunun uygunsuz olduğunu düşünmeye zorlanıyoruz” diyen Carlson, medyanın bu konudaki sessizliğinden duyduğu rahatsızlığı aktardı.

“Ne bu şimdi? Evinizde eski İsrail başbakanı kalıyor, yabancı bir hükümetle temaslar kurmuşsunuz, Mossad adına mı çalışıyordunuz? Yabancı bir hükümet adına şantaj mı yapıyordunuz?”

Carlson’ın yorumları, eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett’ın sert eleştirileriyle yüzleşti: “Jeffrey Epstein’ın bir şekilde İsrail için çalıştığı veya Mossad’ın bir şantaj şebekesi yönettiği iddiası, kesinlikle ve tümüyle asılsızdır. Epstein’ın hem suç teşkil eden hem de aşağılık davranışlarının Mossad veya İsrail devleti ile hiçbir ilgisi yoktur.”

“Bu suçlama, Tucker Carlson gibi internet âleminde tanınmış şahsiyetlerin bilmedikleri şeyleri bildiklerini iddia ederek yaydıkları bir yalandı” diyen Trump, İsrail’in “kötü niyetli bir iftira ve yalan dalgası”yla karşı karşıya olduğunu söyledi.

Epstein hakkındaki gerçek ne olursa olsun, güçlü Maxwell ailesinin ABD, İngiltere ve İsrail devletindeki güçlerle geniş kapsamlı bağlantıları olduğu tartışma götürmez bir gerçeklik. Ayrıca hiç şüphe yok ki, faaliyetlerinin tüm detayları kamuoyuna açıklanırsa, dünyanın en güçlü kişi ve kuruluşlarının önemli bir kısmı suçlu durumuna düşecek. Belki de Trump’ın Epstein Dosyaları’nı yayınlama sözünden kısa sürede suç ortağını serbest bırakma seçeneğine geçiş yapmasının sebebi bu.

Alan Macledd
22 Ağustos 2025
Kaynak