Her
zaman söylüyoruz: “CHP polis partisidir.”
CHP’nin
polis devletine temelde hiçbir itirazı yoktur. CHP patronları, bırakalım polis
devletinin tasfiyesini, “yarım milyon polisin olduğu, sokağa çıkan her üç
kişinin başına en az 100 polisin dikildiği bir polis devletinde demokrasi falan
olamaz” diye bir cümleyi rüyalarında bile kuramazlar. CHP patronları, kendi
çağrılarıyla demokrasinin son kırıntılarını savunmak için sokağa çıkan
yurttaşlara sevgili polisleri ne kadar vahşice şiddet uygularsa uygulasın o
kürsüye çıkıp “Polis emir kulu, sevgili polisimiz alet ediliyor” edebiyatı
yapmaktan asla geri durmazlar.
Oysa
alet edilme falan yoktur, eskiden “toplum polisi” denilen “çevik kuvvet”in tek
görevi, bu tür demokratik halk hareketlerini bastırmaktır, başka hiçbir işleri
yoktur, bugünler için besleniyorlar, bunun için eğitim alıyorlar.
Gencecik
insanlara uçan tekme atan, kan revan içinde bırakan polis, bu hareketleriyle
hem halkın karşısında aslında korkudan altına eden diğer polisler arasında hem
de aynı duygular içindeki iktidar nezdinde “kahraman” olacağını hatta zamanla terfi
bile alabileceğini (ya da Soma’da madenci yakınlarını polislerle birlikte
tekmeleyen Yusuf Yerkel gibi bir yerlere yüksek maaşla danışman
yapılabileceğini) bildiği için bunu yapıyor. Kısacası polis, herhangi bir
rastlantı veya kaza sonucu değil, doğası gereği halk düşmanıdır.
MHP
kökenli gazeteci Yavuz Selim Demirağ’ın bir kanalda açıkladığına göre, son
dönemde alınan yüzbinlerce kolluğun neredeyse tamamı MHP referansıyla işe alınmıştır.
Daha önce polisin özellikle sol/demokrasi düşmanı şartlanmalardan geçmiş
kitleden seçilmesini Fethullahçı şebeke sağlıyordu, o tasfiye edildikten sonra
bu görev, tamamen MHP'ye düştü.
Bu
açıdan Türkiye bir istisna da değildir, her kapitalist ülkede polisin
gerektiğinde halkı ezme görevini militanca yerine getirmesi için böyle gerici,
faşist formasyonlardan gelmesi garanti altına alınır. Avrupa’daki Filistin
eylemlerinde ya da işçi hakları, emeklilik yasaları gibi tekelci sermayeyi
doğrudan ilgilendiren konulardaki eylemlerde görüldüğü gibi görece en ileri
burjuva demokrasilerinde bile polis göstericilere karşı gerektiğinde en vahşice
şiddeti uygulamaktan çekinmez.
İmamoğlu’nun
gözaltına alınmasından sadece birkaç hafta önce Halk TV’de bir programa konuk
olan CHP Grup Başkanvekili (İmamoğlu’nun has adamlarından) Gökhan Günaydın, “neden
anti-demokratik uygulamalara karşı daha kararlı eylemler yapmıyorsunuz, neden
sokağa çıkmıyorsunuz” mealinde bir soruya pişmiş kelle gibi gülerek, “Eee biz
de tabii gençliğimizde çok sokak eylemleri yaptık, biz de oralardan geliyoruz
ama biz şu an iktidarla mücadele ediyoruz, devletimizi yıpratamayız çünkü
nihayetinde iktidara gelip o devlete biz sahip çıkacağız” diye cevap verdi.
"Polisimiz, polisimiz" diye sayıklayıp durmalarının nedeni de budur.
Onlar,
devletin polis devleti olduğunu biliyorlar ve halkı sefalete, gençliği
geleceksizliğe mahkûm eden ve bu direnişin bu kadar kitlesel ve güçlü olmasının
gerçek nedeni olan Şimşek (TÜSİAD) programını aynen sürdüreceklerine -başta
İmamoğlu olmak üzere hepsi- yemin ediyorlar. Eh öyle olunca da aynı isyanların
gelecekteki kendi iktidarlarına karşı olabileceğini, o zaman işlerinin tamamen “sevgili
polis kardeşleri”ne ve sevgili polis devletlerine kalacağını çok biliyorlar.
Beylerin hiçbir sınır tanımayan ve hiçbir şeyin hafifletemediği bu polis
sevdası sınıfsal genetiklerinin kaçınılmaz sonucudur.
Saraçhane
de, Taksim de, İstanbul da, bütün iktidar da, CHP’nin, müteahhit İmamoğlu’nun,
faşist Yavaş’ın veya polissever Özel’in değil,
işçilerin-emekçilerin-geleceksizliğe mahkûm edilmiş proleter gençliğin, emekçi
halk çocuklarının olmalı.
Bizim
sorunumuz, iktidarda zenginleşmiş bir kralın devrilip, ağzında gümüş kaşıkla
doğmuş başka bir kralın tahta çıkması değildir. Gençlik ve kitleler içindeki en
bilinçli unsurlar bunun için mücadele etmiyorlar. Sosyalist devrime giden yolda
ihtiyacımız olan burjuva demokratik özgürlükleri tabandan kitlelerin
mücadelesiyle kazanmak için mücadele ediyorlar.
CHP
patronları, İmamoğlu’nun “terör” suçlamasından tutuklanmamasını neredeyse kesin
bir zafer gibi kutluyorlar, gayet rahatlamış durumdalar. Bu “zafer”i kendi
eşsiz önderlik yeteneklerine bağlıyorlar. Oysa bu çok sınırlı geri adım bile
kitlelerin mücadelesinden duyulan korkunun sonucudur.
Burjuva
muhalefetle burjuva iktidar arasında, Erdoğan ile İmamoğlu arasında ciddi
çelişkiler olduğu açıktır ama unutulmamalıdır ki bunlar burjuvazinin aile içi
kavgalarıdır, emekçi halkı hangi sermaye kesimi ne kadar sömürecek kavgasıdır,
asla uzlaşmaz çelişkiler değildir. Sol, sosyalist iddialı partiler (ne yazık ki
büyük bölümü bu ortamda bile CHP’nin kuyruğundan kopmaya korkmaktadır) bu
gerçeği halka anlatmalıdır.
CHP’nin
önderliğinden kurtulmadan, ezilen ve sömürülen halk kitleleri, kendi devrimci
önderliklerini yaratmadan ne kurtuluşun aracı olan politik demokrasiyi ne de
hedef olan/olması gereken her türlü sömürücülerden tam toplumsal kurtuluşu
kazanamazlar.
Kızıl Okuyucu
24
Mart 2025
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder