19 Haziran 2023

,

Kurt, Kuzu, Kedi

“Liberal, kendisinden başka bir şey bilmez, bilgisi, görgüsü, kavrayışı kendisiyle sınırlıdır” diyen Nevzat Evrim Önal, özünde üyesi olduğu partiyi tanımlıyor, onun liberal olduğunu söylüyor.[1] “Aynı coğrafyada, aynı topraklar üzerinde, bir arada yaşam”ı vurgulayan, sınıfsal ayrışmaya düşman olan yoldaşı Fatih de bu tanıma katkıda bulunuyor. Partisinin Türk KP’si değil “Türkiyeli KP” olduğunu söylüyor. Birilerine mesaj gönderiyor. AKP’nin yeni anayasasından icazet almak için şimdiden başvuru yapıyor. TKP, bu gibi üyeleri üzerinden devletten rol talep ediyor. Coğrafyayı, toprağı, yaşamı bölmeyeceğine dair birilerine söz veriyor. Bugünkü eşitlikçilik vurgusu, bu bölmeme yemini ile ilgili.

Bu açıdan, son dönemde Twitter üzerinden paylaşılan, kontrgerillanın kuruluşuna dair belgeyle ilgili haberlerin bir önemi bulunmuyor. Bu haberi yapan sol örgütler[1], nedense o kontrgerillayı kurmuş orduyla olan gizli ve açık ilişkilerini sorgulamıyorlar.[2] CHP dönemini aklayınca kendilerini ve kendilerindeki CHP'yi de aklayacaklarını zannediyorlar. Bu devletin 1928’de Kontrgerilla diye kitap bastığını, o psikolojik harp taktiklerini çok önceden uygulamaya koyduğunu görmezden geliyorlar. CHP’ye mecbur, meftun ve mahkûm oldukları gerçeğini gizlemeye çalışıyorlar.

Bir ara TİP’liler, TKP’den ayrılıyorlar. Sonra ihbar faaliyetlerine başlıyorlar. TKP merkez komitesinde birilerinin Gezi’nin ilk günlerinde “bu eylemler Seferberlik Tetkik Kurulu’nun işi” dediğini söylüyorlar.[3] Yıllar sonra o ihbara cevap veren Kemal Okuyan, itiraf ediyor ve o değerlendirmeyi yaptığını söylüyor. Okuyan da o günlerde AKP ile anlaşma içerisinde hareket etmekte olan HDP’nin lideri Demirtaş gibi, “Gezi’de darbeyi görmüş” olduğunu ikrar ediyor. Bu itiraflar, TKP Gezi ile ilişkisinin sonradan mahkemelerde gizli tanık olarak görev yapmış olan TKP’li Murat Pabuç kadar olduğunu ortaya koyuyor.

Bugün kontrgerillanın kuruluşunu haber yapan Kemal Okuyan, bundan on beş sene önce durduk yere “mecliste subay görmek isterim” diyordu. Ondan on yıl önce de genelkurmaydan gelen telefonlarla partisinin siyasetini belirliyor, bir yarbaydan gelen telefonla, nöbetçilik sisteminde değişiklik yaptığını söylüyor, bir anda Kemalist kadrolara yelken açıyor, Kemalizmi eleştiren yoldaşlarına gece karanlığında pusu kurulması talimatı veriyor, o bürokratları baş köşeye yerleştiriyordu.


Haberi yapan kurumlardan biri de Halkevleri. Bu gelenek de şeflerinin sorgudaki itiraflarıyla öldürülen yoldaşlarını, tasfiye edilen başka örgütleri unutarak yoluna devam ediyor. O şeflere sanat, kültür, yayıncılık alanlarında bizzat o ordu tarafından kapılar açılıyor. O açılan alanların psikolojik harp dairesinden bağımsız olduğuna birileri ikna edilmeye çalışılıyor. O sebeple, bugün tüm günah, Adnan Menderes ve Emin Çobanoğlu’nun sırtına yükleniyor. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren ABD’yle ve istihbarat kurumlarıyla kurulan ilişkide bugün oy topladıkları CHP’nin payını hiç sorgulamıyorlar. Psikolojik harp doktrininin biraz da solculuğa muhtaç olduğunu görmüyorlar. 

1975 tarihli bir CIA belgesinde, “halkın desteğini sağlamak için Demirel hem sağcı hem de solcu unsurlar içermelidir” deniliyor.[6] Bugün “kontrgerillayı kuran belge” haberini yapan örgütler, kendilerini bilmeden ifşa ediyorlar. O “solcu unsurlar”ın kendileri olduklarını ortaya koyuyorlar.

“Solcu unsurlar”a o psikolojik harp, ancak sanat, kültür, yayıncılık alanında alan açabiliyor. Ülkenin dönüşümü, kapitalizmin önündeki engellerin açılması, buna uygun bireyler üretilmesi düzleminde sol unsurlara görevler veriliyor. Halkevleri, burjuvazinin ve devletin ilerleyişinde elde ettiği memuriyeti korumayı solculuk zannediyor. O kum havuzunu parçalayan iradeye rastlanmıyor. Herkes, burjuva özneler tarlası olmayı seviyor.

O nedenle, bugün TKP gibi sol örgütlerin mensupları, yaz tatiline girdikleri momentte sosyal medyalarından okudukları kitapları, dinledikleri müzikleri paylaşıyorlar. “Geri, kaba, cahil, kara halk kitleleri” karşısında birilerine rüştlerini ve kimliklerini ispatlamak için türlü taklalar atıyorlar. O nedenle, “sanat terapisi” gibi orta sınıf zırvalarına sarılıyorlar.[7] O terapi, devlete ve burjuvaziye zararsız bireyler yetiştirmeyi ifade ediyor. Tümden belediyeye dönüşmüş ülkenin soylulaştırılması işlemine dâhil oluyorlar. Bu sanat terapisinin taş terapisi gibi saçmalıklardan, Kırmızı Oda türü dizilerden bir farkı yok. Çapaklar, pürüzler, şiddet öğeleri bir bir ayıklanıyor.

“Sadece kendisini gören göz, kör; sadece kendisinin görülmesini isteyen, cahildir.”[8] Burjuvazi ve devlet, bu körlüğü ve cahilliği talep ediyor. Sol örgütler, bu tür bireyler yetiştirme sözü veriyorlar.

TKP gibi yapılar, bu türden bağlara ve zincirlere sahip olduğu için sadece kendisine tahsis edilmiş kum havuzlarında hareket edebileceklerini biliyorlar. Gezi’yi “seferberlik tetkik kurulu”nun işi olduğunu bu bilinç temelinde düşünüyorlar.

Örneğin Gezi’de, Kızılay’ın alındığı, güçlü bir direnişin sergilenmesinin gerektiği ilk günde, parti, yalandan, alanda bir iki saat kenarda durdu, sonra ayrıldı. O ayrılma anında “nereye gidiyorsunuz?” sorusu yöneltildiğinde ise “bugün mahalleleri tutmak lazım” cevabı alındı. Çünkü aslında mahalle dedikleri, emlak ve inşaat işlerini çevirdikleri CHP mahallesiydi. Mahallelerin alana akması gerektiği koşullarda parti, kitleleri mahallelere çekti. Ethem’in vurulması üzerine açığa çıkan polis telsizlerindeki konuşmalarda, emniyet amirinin “TKP’nin geçmesine izin verin. Onlar kitleyi bizim istediğimiz yere götürecek” dediği görülüyordu. Parti, aynı işi daha önce ODTÜ’deki MacDonalds eylemlerinde de yapmıştı. Düzenle kurulan bağlar ve zincirler, bu tür görevlerle ve rollerle birlikte tanımlı. Bu tür sol örgütlerin şefleri, “psikolojik harp dairesinin ilgili departmanı”na hesap vermeye mecburlar. Onlar içinde bulunup Ümit Özdağ gibilere bilgi uçuran kişileri tespit edemez, sorgulayamazlar. İçinde çalıştıkları, makam-mevki sahibi oldukları DİSK'in TÜSİAD ile Türkiye'nin İkinci Yüzyılı Projesi: Refah ve Bölüşüm Çalıştayı'na katılmasına tek laf edemezler. Bu uzlaşmacı çizgi egemen olsun diye var olduklarının bilincindedirler.

Bugün partinin (TKP) danışman kurulunda olan Engin Solakoğlu, bayrağa tırmanan Rum’un vurulduğu, şovenizmin zirvede olduğu, Türk tarafındaki bir şapelin gece vakti alelacele yıkıldığı, ülkedeki domatesin fiyatını bile askerin belirlediği, Kürt öğrencilerin en ufak bir kavganın ardından, ülkedeki hükümetin iradesi ve hukuku tanınmadan adadan kovuldukları, fişlenen sosyalist öğrencilerle ilgili dosyaların hazırlandığı dönemde Türk büyükelçiliğinde görev yapmış bir isim. O mahkûm olunan bağlar ve zincirler, bu tür isimleri baş köşeye oturtmayı emrediyor. Unutmadan ekleyelim: Babası üzerinden Koç ailesine bağlı olan Solakoğlu, bugün hâlen daha o günlerde kendisine verilen TMT ödülüyle övünüyor. O TMT’yi de bugün haberini yapıp kendilerini arındırmaya çalıştıkları psikolojik harp dairesi, o seferberlik tetkik kurulu kurdu. Bu kurulun işi olduğunu söyledikleri Gezi’nin yıldönümünde izinli olduğu belli olan eylem dâhilinde İstiklal’e çıkılmasının sebebi de, seçimde yüzde 1 almayı hesaplarken yüzde 0,1 alan, CHP kuyrukçuluğu yapan partinin yaşanan rezaleti örtbas etmek istemesi.

Halk ve işçi kitleleri üzerine bina edilmemiş bir yapının bu zafiyeti teoride de karşılık buluyor. TKP gibi yapıların tek teorik faaliyeti, kendilerini merkeze koyup nesnel âlemi ideolojik planda “kafasına göre” ikiye bölmekten ibaret.[9] Liberalizm-faşizm, asparti-polis partisi, devrimci demokrat-liberal sol gibi ayrımlar, liberal burjuva öznenin kendisini savunma ve aklama biçimi. Bu salınma sayesinde bugün TKP içinde birileri, “acımadı ki!” diye ağlayan çocuk gibi, “biz zaten seçim partisi değildik ki!” diyebiliyor, birileri de parti adına “halkımız bizi seçim partisi olarak görmemiştir” diye ağıt yakıyor. Steril olma çabaları, kelimenin iki anlamını da yüklenmelerine neden oluyor. Parti, teoride kısır, politikada mikropsuz olmayı tek çözüm kabul ediyor.

Bu tür öznel ayrımlar, tam da böylesi gevezelikleri dillendirebilmek için yapılıyor. Ayrıca liberalizm-ulusalcılık ayrımı, hem bunlardan arınmış bireyleri çağırıyor, hem de bu iki ideolojiyle kirlenmiş bireyleri. TKP; bu tür bir ayrımla liberalizmle ulusalcılığın ancak kendisinde birleşeceği yalanını da satma imkânını buluyor. Bir yok yer olarak örgütlenen sosyalizm, sürekli gerçekten kaçırılıyor. Uzak tutuluyor. “Materyalizm zemini”ne karşı örgütleniyor. “Kaçmayalım, biraz popüler olalım” diyen ütopik TİP, esasen mayası TKP teknesinde karılmış bir örgüt. O TKP’nin laciverdi! Bugün biri “eşitlik”, diğeri “özgürlük” diyor. İkisi de Marx’ın bahsini ettiği “materyalizm zemini”ne[10] küfrediyor. Boş kehanetlerle ve boş imaj çalışmalarıyla yol alabileceğini sanıyor. Zararsız, imajı düzeltilmiş, kirden arındırılmış, aslında liberalize edilmiş, bir tür “sosyalistliği” reklâm ediyorlar. Öznelci ve benmerkezci siyaset, bu tür reklâmlarla gizlenmeye çalışılıyor.


Yıllardır ağzından “HDP ile CHP yan yana gelsin de biz de yolumuzu bulalım” lafı eksik olmayan İrfan Aktan’ın hiç hesap dahi vermeden, geçmişte ait olduğu solculuğun çıkarttığı dergideki eski bir Kılıçdaroğlu değerlendirmesini[11] bugün paylaşmasının sebebi de bu öznelci ve benmerkezci siyaset.

O yazıda CHP’nin bir “kuzu” bir de “kedi” tarafı olduğundan bahsediliyor. Kuzuluk sosyal demokratlığıyla, kedilik milliyetçiliğiyle alakalı. “Giden Baykal, gelense Gandi lakaplı bir Dersimli. Sırf bunun için bile halay çekilmez mi?” diyen yazar, onun pir geleneğinden geldiğini, “sicilinin temiz, hayatının mütevazı olduğunu” söylüyor. “Damardan sosyal demokrat” dediği kuzu Kılıçdaroğlu’na o günden övgüler dizen, PR çalışmasını o günden başlatan Devyol geleneği, CHP’nin sosyal demokrat olmasının sömürülen halkın lehine olduğunu düşünüyor. Torosçuların karşısında Sorosçuları savunuyor.

Bugün Alper Taş, CHP’nin devletin burjuva partisi olduğu gerçeğini unutarak, CHP yönetimine “dostane” tavsiyelerde bulunuyor. Sınırların silikleşmesini, fikirlerin bulanıklaşmasını özgürlük zannediyor.

Kendi partisinde taban da söz de karar da Müftüoğlu ve arkadaşlarına ait. Örgütlerin başına geçecek isimleri onlar belirliyor. “Sol ideolojik-politik hat” dediğiyse, Avrupa tipi liberalizm. Bu liberalizm, halk, işçi ve ezilen düşmanı. O nedenle sadece kendisini görüyor, sadece kendisinin görülmesini istiyor. "Seçime kaç kişi olduğumuzu görmek için girdik" diyor. Sonra seçimlerin sosyalistlerin havasını bozduğunu söylüyor. Halk da onlara "sizin havanız batsın!" cevabını veriyor.

Bu açıdan, Korkut Boratav’ın Express’te çıkan yazıda alıntılanan sözü, tümüyle yanlış: CHP güçlenince sosyalist hareket de güçlenmiyor. CHP palazlanınca sosyalist örgütler kitleselleşmiyor. Sadece sosyalist hareket içerisindeki belirli isimlere belirli musluklar teslim ediliyor. O musluklar, işçi emekçi kitlelerine yabancılaşıyor. Bu da hareketi çok daha geriye çekiyor. “Sosyalist hareketin büyümesi için CHP’yi büyütmek gerek” diyenler, sınıfa ve sosyalizm davasına ihanet ediyorlar.

Eren Balkır
18 Haziran 2023

Dipnotlar:
[1] BSM, “Liberal”, 14 Haziran 2023, Twitter.

[2] “Kontrgerillanın Kuruluş Belgesi”, 13 Haziran 2023, Sendika.

[3] “Kontrgerillanın Kuruluş Belgesi”, 13 Haziran 2023, Sol.

[4] Doğan Ergün, “Salonlardaki İşimiz Bitmiştir!”, 02 Şubat 2015, İleri.

[5] Kemal Okuyan, “Rivayet Odur ki”, 3 Haziran 2023, Sol.

[6] Tolga Gerger, “CIA Belgesi”, 17 Haziran 2023, Twitter.

[7] Nevin Eracar, “Sanat Terapisi”, 17 Haziran 2023, Twitter.

[8] Eren Balkır, “Kör ve Cahil”, 8 Ocak 2020, İştiraki.

[9] Kemal Okuyan, “Ne Aldattınız Be!”, 1 Haziran 2023, Sol.

[10] Karl Marx, “Adolph Sorge’ye Mektup”, 19 Ekim 1877, İştiraki.

[11] “Kılıçdaroğlu Paradoksu”, Express, Sayı 111 (Mayıs 2010), s. 3-4.

0 Yorum: