15 Haziran 2023

15-16 Haziran: Anti-Kapitalist Bir Ayaklanma


Toplumsal muhalefetin hızla geliştiği, işçi hareketinin yükseldiği, devrimci hareketin şekillendiği bir döneme girilmişti. İktidar bloku, bu gelişmelerden ciddi derecede rahatsızdı. Finans kapital, sınıfın giderek gelişen mücadelesi karşısında acil önlemler alınmasını istiyordu.

Burjuva siyasi partilerin devreye girmesi uzun sürmedi. Özellikle sınıfın DİSK’e yöneliminin önü kesilmeliydi. 1970 yılında AP iktidarı, CHP’li bazı parlamenterlerin de desteğiyle, 274 sayılı Sendikalar Yasası’nda ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt yasasında değişiklikler yapmak istedi.

274 sayılı yasada yapılmak istenen değişiklikle, DİSK’in kapatılması amaçlandı.

Aslında finans kapital, sınıfın hızla gelişen gücünden ve şekillenmesinden korkuyordu, bu gelişme durdurulmalıydı. Yasa, bu anlamda sermayeye bir manevra şansı veriyordu.

Fakat yasa değişikliğine işçi sınıfının tepkisi olağanüstü sert oldu.

1960’lı yıllarla başlayan, sınıfın ayağa kalkışı Saraçhane’den Kavel’e, Kavel’den Kozlu Direnişi’ne (1965) ve Paşabahçe grevine, bir isyan ateşi gibi yanan birçok fabrika işgal eylemlerine ve nasıl bir dünya istediğini gösteren Alpagut, Günterm gibi özyönetim deneyimleriyle muazzam bir noktaya ulaşmıştı. On yılların birikimi patlamak üzereydi. İşçi sınıfı, gücünün farkına varıyordu. Çıkarılan yasa, fitilin ateşlenmesine yol açtı. İşçi sınıfı, sanki bir toplumsal dinamit gibi patladı. Sınıfın sermayeye ve onun siyasal uzantılarına öfke ve kini en sert şekilde kendini dışa vurdu.

15-16 Haziran gününde DİSK’li işçilerle birlikte Türk-İş üyesi olan işçiler genel direnişe başladı. İşçi sınıfının birliği mücadele ve eylem içinde gerçekleşti. Bu direniş, bir genel ayaklanmaya dönüştü. 15 Haziran 1970 günü 70 bin işçi İstanbul, Gebze ve İzmit’te iş bırakarak sokakları işgal etti. 16 Haziran’da bu sayı 100 bine yükseldi. Caddeler, sokaklar işçilerle doldu. Uzun işçi yürüyüşleri gerçekleşti. Türkiye’yi sarsan iki gün yaşandı. Bazı yerlerde güvenlik güçleriyle işçiler arasında çatışma çıktı.

15-16 Haziran genel ayaklanmasıyla işçi sınıfı, aslında kapitalizmin nasıl yıkılacağını işaretliyordu. İşçi sınıfı, kendi eylemini bir manifestoya dönüştürdü. Ya da 15-16 Haziran manifestolaştı. 15-16 Haziran, Türkiye işçi sınıfı ve toplumsal mücadeleler tarihinin en önemli pratiği oldu. İşçi sınıfı, kolektif bir güç ve anti-kapitalist mücadelenin eksende yer aldığını ve bir sosyal anafor olduğunu dosta düşmana gösterdi.

Eylem esnasında çıkan çatışmalar sonucunda 3 işçi yaşamını yitirdi. Eylemlerin büyümesi karşısında kapitalist devlet, sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı. Daha sonra Anayasa Mahkemesi hazırlanan yasayı iptal etti.

1970 yılındaki sendikal hareket içinde gelişmelerden biri de, Milliyetçi Hareket Partisi’nin çizgisinde Milli-İş’in kurulması oldu. Daha sonra örgütün adı MİSK’e çevrildi. Sınıf içinde yeni bir korporasyon örgütlenmesi olan faşist karakterli bu yapı, işçi sınıfını bölmeyi ve sınıfın etnik, mezhebi polarizasyona tabi tutulmasını amaçladı.

Toplumsal mücadeledeki yükseliş sürdü. Devrimci hareket, bütün hazırlıksızlığına rağmen bir isyan ve direniş hareketi şeklinde biçimlendi. Devrimci hareket, üç ana eksende TKP-ML, THKP-C, THKO olarak kendini inşa etti. Ve bir tarihsel kopuşu gösterdi. Bu, ihtilalci ve militan bir kopuştu. Sınıf mücadelesinin ateş çemberine dönüşmesi uzun sürmedi. Emekçi yığınların kendi geleceği üzerinde söz sahibi olması, egemen sınıfları son derece tedirgin ediyordu.

12 Mart askeri faşist darbesiyle kitlelerin toplumsal muhalefeti ve devrimci hareket bertaraf edilmeye çalışıldı.

12 Mart baskı, şiddet ve açık zor dönemiydi. İşçi sınıfının örgütsel gelişimi engellenmeye ve her düzeydeki kazanımı gasp edilmeye çalışıldı.

12 Mart darbesi, ayrıca emperyal konseptte bir değişikliğin yansımasını gösteriyordu. Yeni konsept, Ulusal Güvenlik Doktrini ve Ayaklanmaya Karşı Mücadele konseptiydi. Bu strateji, yeni ve yetkinleştirilmiş kontr-gerilla taktiklerini içermekteydi. Ve daha rafine karşı devrimci politikaları kapsıyordu. Özellikle bir umut olarak gelişen devrimci hareketlerin ve toplumsal muhalefetin şiddetle ve çok vektörlü kontr-gerilla taktikleriyle bastırılmasını hedefliyordu. Çevre ülkeler de devletin bir iç savaş devletine, kontr-gerilla devletine ya da bir polis devletine dönüştürülmesi amaçlandı. ABD’nin bu karşı devrimci taktiğinin ilk uygulandığı yer Brezilya oldu. Brezilya’daki 1964 faşist darbesi başlangıç kabul edilebilir. Bolivya 1971, Uruguay 1972, Honduras 1972, Şili 1973, Peru 1975, Arjantin 1976’da gerçekleşen askeri faşist darbeler bu konseptin ürünüydü. Türkiye’de 12 Mart 1971 darbesi bu karşı devrimci sürecin bir yansımasıydı. 12 Eylül 1980, 12 Mart’ta yarım kalmış sürecin tamamlanması oldu. Aynı tarihte (1980’de) Pakistan ve Güney Kore’de askeri darbeler gerçekleşti.

Darbe, 1960’ların ortasından sonra palazlanan, tekelleşen finans kapitalin önünü açtı. İktidar bloku içinde finans kapitalin dominant karakteri pekişti. Pre-kapitalist unsurların tasfiyesi hızlandı.

1970’ler ekonomik sorunların derinleştiği yıllar oldu. Özellikle 1970’lerin ortasından sonra küresel kapitalist krizin başlaması, Türkiye’yi ciddi derecede etkiledi. Krizin yükü işçi sınıfı ve emekçi yığınlara çıkarılmak istendi. Enflasyon ve zamlar karşısında işçi ücretleri eridi. Sermayenin ve siyasi iktidarın işçi sınıfına yönelik baskılarına karşı sınıf sert reaksiyonlar verdi. Toplumsal muhalefet yükseliyordu.

Volkan Yaraşır
E-Kitap

[Kaynak: Kolektif Aksiyon: İşçi Sınıfı Mücadele Tarihi, Ekmek ve Onur, Haziran 2020, s. 134-137.]

0 Yorum: