05 Haziran 2023

,

Naziler Sosyalist Değil, Fazlasıyla Kapitalistti

Ishay Landa Söyleşisi

Nils Schniederjann
26 Ağustos 2022

Sosyalizme karşı bıkıp usanmadan yöneltilen argümanlardan bir tanesi, Nazizmin her nasılsa “sosyalist” olduğu, solun da buna cevap vermesi gerektiği iddiasında. Adolf Hitler’in adamları ekonomiyi savaş için seferber etti, devleti bireyin üzerine koydu ve hasmına nihai darbeyi indiren argüman dâhilinde, kendilerine “Nasyonal Sosyalist” bile dediler.

Bu hamle, sosyalistleri mat mı etti? Pek değil. Diğer muhafazakâr ve liberal partiler, 1933’te Hitler’e tam yetki için oy vermediler, bunun yanında, Hitler’in rejimine esasen özel sektöre yardımda bulunmak için yapılan büyük müdahaleler damgasını vurmuştu. Nazilerin müdafaa ettiği Sosyal Darwinizm, “verimsiz”i sadece savurgan bir harcama kabul ederek, insan hayatını kâr ölçütüne göre değerlendirme mantığı uyarınca hareket ediyordu.

2009 yılında İsrailli tarihçi Ishay Landa, Nazilerin gerçekte savundukları ekonomik ve toplumsal çıkarların kapsamlı bir incelemesini içeren The Apprentice’s Sorcerer: Liberal Tradition and Fascism [“Çırağın Sihirbazı: Liberal Gelenek ve Faşizm”] isimli kitabını yayımladı. Jacobin ile yaptığı bu röportajda, “sosyalizm” teriminin Hitler için ne anlama geldiğini, Hitler’in politik ve ekonomik görüşlerinin nasıl bağlantılı olduğunu ve bugün ekonomik liberalizmin yol açması muhtemel tehlikelerinin işaretlerini neden Elon Musk’ta gördüğümüzü izah ediyor.

Kitabınızda Almanya’daki Nasyonal Sosyalistlerin ekonomi politikalarını ve ideolojilerini inceliyorsunuz. Nazilerin politikaları gerçekten sosyalist miydi?

Hayır, tabii ki sosyalist değillerdi. Nazilerin kimi zaman bu terimi olumlu manada kullandıkları doğrudur. Bazı insanlar, içten pazarlıklı bir hâlde, bunu kanıt olarak görüp onun peşine takılırlar: “Onlar sosyalistti, çünkü kendilerine sosyalist diyorlardı!” derler. Oysa Naziler, kelimenin tam anlamıyla, anti-sosyalistlerdi.

O zaman neden “sosyalizm” kelimesini kullandılar?

Bu terimi kullandıkları bağlamı anlamamız gerekiyor. Günümüzde sağcı politikacılar, artık bu terimi kullanmıyorlar. Neden? Çünkü sosyalizm, artık o kadar popüler değil. Ancak o dönemde, anti-komünistler, sosyalist kalelere ulaşabilme ve mümkün olduğunca çok işçi sınıfı seçmeni ikna etme zorluğuyla karşı karşıya kaldılar. Bu nedenle, politikalarını işçi sınıfının çıkarlarıyla uyumluymuş gibi sunmak zorundaydılar. Püf nokta, büyük ölçüde geleceğin gücü olarak görülen sosyalizmin popülaritesinden fayda sağlamak, ama aynı zamanda onun özünden kendilerini mümkün olabildiğince uzaklaştırmaktı.

Eğer Naziler, kendilerine yalnızca stratejik nedenlerle “sosyalist” dedilerse, ekonomi politikaları gerçekte neye benziyordu?

Fazlasıyla kapitalistlerdi. Naziler, özel mülkiyete ve serbest rekabete büyük önem verdiler. Serbest piyasaya müdahale ettikleri doğru, ancak aynı zamanda kapitalizmin küresel ölçekte sistematik başarısızlığının olduğu bir dönemdi. O dönemde neredeyse tüm devletler piyasaya müdahale ettiler ve bunu kapitalist sistemi kendisinden korumak için yaptılar. Bunun sosyalist duyarlılıkla hiçbir şekilde ilgisi yok, söz konusu müdahale özünde kapitalizm yanlısı bir hamleydi. Burada bir bakıma, 2008 ekonomik krizi patlak verdikten sonra büyük bankaların hükümetler tarafından kurtarılma şekliyle bir benzerlik mevcut. Bu da hiçbir şekilde sosyalist maksatları yansıtmıyordu. Sadece sisteme biraz istikrar kazandırma girişimiydi.

Ama kapitalistler, her zaman mümkün olduğu kadar özgürlük istemezler mi?

Tam olarak değil. O dönemde devlet müdahaleleri, sanayi ile mutabık şekilde gerçekleşti. Hatta kapitalistler bunu talep ettiler, çünkü serbest piyasa politikaları, her zaman kapitalistlerin üstün yararına hizmet etmezler. Bazen serbest piyasanın imdadına yetişmesi için devlete ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla, müdahaleler, yalnızca faşistler tarafından ekonomiye dayatılmadı, sanayinin birçok önemli kesiminin gereksinimlerini yansıtan rızaya dayalı bir gelişmeydi bu. Amaç, özünde sistemi işletmelerin yararına olacak şekilde yönlendirmekti.

Nazilerin siyasi ideolojisinin sisteme istikrar sağlama girişimiyle ne tür bir ilişkisi vardır?

Hitler, genellikle ekonomik çıkarları siyasi görüşlerine tabi kılmakla suçlanıyor, bu, kısmen doğru bir iddia. Ama siyasi görüşleri tam olarak neydi? Hitler’in Sosyal Darwinizm, öjeni, hatta antisemitizm gibi en fanatik saplantılarını düşünürsek, ilk bakışta bunlar, ekonomik düşüncelerden bağımsız şekilde anlaşılabilir gibi görünüyor. Ancak bu unsurların her birine daha yakında bakarsak, vazgeçilmez ekonomik temelleri olduğunu görürüz.

Örneğin?

Sosyal Darwinizm aslında bir aşırı kapitalizm biçimidir. Herkesin herkese karşı mücadelesi olarak rekabete odaklanma fikrini kapitalizmden alır. Üstelik Naziler şunu öne sürdüler: “Doğal olan da budur.” Bu kapitalizmden bir kopuş değil, bilâkis, kapitalist ekonomik görüşlerin yoğunlaştırılmasıydı. Nazilerin görüşüne göre kapitalizm, basit şekilde doğanın bir parçasıdır. Dolayısıyla, bu, sadece siyasi bir tahakküm meselesi değil, ekonomik çelişkilerin doğallaştırılması meselesiydi. Daha sonra Hitler, hayatta kalma mücadelesini ıskartaya çıkarmak için “Yahudi”nin doğaya küçük bir oyun oynamaya çalıştığını söylemiştir. Ekonominin doğallığını kurcalama arzusu Yahudileri hilekâr yapmaktadır.

Ama serbest rekabete ve herkesin herkese karşı mücadelesine dair bu çok olumlu görüş, tam da ekonomik liberalizmin alamet-i farikası değil mi?

Bütün bunları Hitler icat etmedi elbette; bunlar, muhafazakâr ve aslında ekonomik olarak liberal ana akımın bir parçasıydı. Zamanın liberal ekonomik söyleminde amansız rekabete duyulan ihtiyaç hakkında çok benzer ifadelere rastlamak mümkündü. Hitler gibi birinin büyük bir sanayi ulusunun “lideri” olabilmesi, netice itibarıyla ekonomiye dair yaygın görüşlerin ve halkın politik gücünün sınırlılığının bir bileşkesiydi. Hitler’in politikaları birçok sanayicinin isteklerini karşılıyordu, bu da onu burjuvazinin geniş kesimleri ve eğitimli kuşaklar karşısında oldukça cazip kıldı. Nasyonal Sosyalistler, ekonomiyi siyasi ve insani duyarlılığın gereksiz yüklerinden kurtarıyor olarak görülüyorlardı.

Öjeni bu yollardan biri miydi?

Kesinlikle. Fiziksel, zihinsel ve psikolojik engellilerin katledilmesi de doğrudan ekonomik kaygılarla ilişkiliydi, neticede ekonomiyi yük olarak görülen insanlardan kurtarmayı amaçlıyordu. Nazi dili, bu açıdan oldukça ekonomi ve maliye odaklıdır. Örneğin tipik bir propaganda afişinde (Yukarıdaki resim) şu ifadeye yer verilmekteydi: “Kalıtsal hastalığı olan bir kişinin ulusa (Volksgemeinschaft’a) maliyeti 60.000 mark. Yoldaşlar (Volksgenosse) bu harcanan para sizin paranız.”

Holokost bile ekonomik kaygılarla bağlantılıydı. Nazilerin ideolojisine göre Yahudiler, esas engel olarak görülüyorlardı. Neye engel? Özellikle kapitalizme. Marksizmin bel kemiği olarak değerlendiriliyorlardı. Naziler, Marksizmi kapitalist ekonomiye, dolayısıyla doğal düzene karşı temelde bir Yahudi komplosu olarak yorumluyorlardı. Elbette Holokost birçok faktörün sonucuydu ve çeşitli Nazi saplantılarının, korkularının ve nefretlerinin zirveye ulaştığı noktaydı. Ama tüm bunların içerisinde bu sosyoekonomik faktörü gözden kaçırmamak gerekir.

Peki Naziler, sosyalizmi kendi hareketleri için olumlu bir slogan olarak kullanırken, neden Marksizmi yok edilmesi gereken büyük bir kötülük olarak adlandırdılar?

“Sosyalizm” terimiyle bizim az bir düzeyde de olsa sosyalist olarak tanımlayabileceğimiz bir şeyi değil, aksine kapitalistlerin faydasına olacak şekilde, serbest piyasaya müdahale etme politikalarını kastetmişlerdi. Diğer taraftan, “Marksizm” terimiyle ise sosyal demokrasiyi ve temel işçi haklarının korunmasını kastediyorlardı. Hitler Kavgam’da Yahudilerin sosyal demokrasinin üst aklı olduğunu fark ettiği anda antisemitik dünya görüşünün kesin olarak şekillendiğini söylüyor. Nazi söylemi, kavramları manipüle etmenin ve onlara tamamıyla yeni anlamlar yüklemenin, dürüst olmamakla birlikte, çok uygun bir yoluydu.

Eğer bu durum bu kadar açıksa, Almanya’da son dönemde Nazilerin sözde sosyalist politikasına dair tartışmalara neden tanık olunuyor?

Evet, aslında bu tartışma, çok yeni değil ve uzun bir tarihi var. Faşizm dönemi boyunca da Nazileri sosyalist olarak tasvir etme girişimleri vardı, Ludwig von Mises, bunun bir örneği. Ama genellikle, Marksizm ile Nasyonal Sosyalizm arasında bir direkt bağ kurma çabaları azınlıkta kalmış bir pozisyondu. Ardından seksenlerde başlayan revizyonist bir akımın faşizm çalışmalarında ortaya çıkmasıyla bir dönüm noktasına tanık olundu. Bu akım, faşizmi politik solla, devrimle ve anti-kapitalizmle çok daha güçlü bir şekilde ilişkilendirmeye çabaladı. Bu, neoliberalizmin refah devletini parçalamaya başladığı dönemde gerçekleşti. Bu da bu ideolojik hareketi çok elverişli hâle getirdi. Bu politikanın savunucuları sunu söyleme imkânı buldular: “Naziler, aslında sosyalizmin otoriter bir biçimini savunuyorlardı!” Refah devletine saldırmak, bu sayede, antifaşist bir eylem, Nazizme karşı bir direniş ve onun siyasi kalıntılarının temizlenmesi girişimi olarak takdim edilebiliyordu.

Yani, Nazileri sosyalistlere dönüştürmek de işçi karşıtı politikaları zorlamak için bir araç mıydı?

Evet, bu doğru. Entelektüeller, gerçekten Nazileri sosyalist ekonomi politikaları izlemekle suçlayan kitapları yazmaya ne zaman başladılar? Nazileri burjuvaziyi kaybetme pahasına kitlelere yardım etmekle suçlamaya ne zaman başladılar? Tam da politikacılarının neoliberal reformları emek piyasasına dayatmaya çalıştıkları zamanda. Bu anlamda tarihçilik, ekonomik gerçeklikle bağlantılıdır. Politikacılar, bu teorileri refah devletine yönelik saldırılarını desteklemek için kullandılar. Alman tarihçi Götz Aly, bin yılın başında verdiği röportajlarından birinde, “Volksgemeinschaft”a nihayet son vermenin Gerhard Schröder yönetimindeki Sosyal Demokrat hükümetin görevi olduğunu söyledi. Böylelikle, ekonominin liberalleştirilmesiyle, Nasyonal Sosyalizmin son kalıntıları da Alman siyasetinden çıkarılmış olacaktı. Bu düşünce, mevcut siyasi davranışların geçmişi algılama biçimlerimizle nasıl ilintili olduğunu ortaya koyuyor.

Fakat liberaller, Hitler’in kısmen kendi politik programlarını ilerlettiği gerçeğiyle hiç yüzleştiler mi?

Bu mirasla hiçbir zaman samimi ve doğrudan bir hesaplaşma içine girmediler. Savaş sonrası yıllarda, devletin liberal bir çerçeve içerisinde bile işçilerin durumunu bir dereceye kadar iyileştirmesi gerektiğine dair bir fikir birliği söz konusuydu. Liberal bir yaklaşımla suçlu olduğunu kabul edilse bile, bu tavır, esasen Nazi politikalarının gerçek liberalizm olmadığı ön kabulü üzerine inşa edilmekteydi. İki ideoloji arasında ilişki olduğunu kabul eden az sayıdaki bilim insanının çokça söylediği gibi, Nazizm, iyi hazırlanmamış, aciz bir biçimde demode ve liberalizme içkin demokratik boyuttan vazgeçmiş durumdaydı.

Ancak daha sonra radikal bir değişim yaşandı. Birdenbire liberaller, şunu söylemeye meylettiler: “Nasyonal sosyalizm sosyalistti. Dolayısıyla, herhangi bir siyasi müdahaleden mümkün olduğu kadar arındırılmış bir piyasa yaratmak için sosyalizme karşı savaşıyorsanız, iyi bir anti-faşistsiniz demektir.” Bu, geçmişle kurulan liberal bağın içine girdiği, giderek kalıcılaşan “popülizm” karşıtlığı aşamasını ifade ediyordu.

Ekonomik olarak liberal reformları zorlamanın başka bir yolu da sosyal ve ekonomik liberalleşmeyi birbirine bağlamaktır. Ekonomik liberalizmin her zaman toplumsal ilerleme ile el ele gittiğini düşünüyor musunuz?

Liberalizmin ekonomik ve politik boyutları arasında bir ayrım yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Başlangıçta bunlar bazen el ele gittiler. Ancak belli bir aşamada ekonomik ve politik yönleri birbirinden ayrı düştü. Liberaller, sonrasında önceliklerinin nerede olduğuna karar vermek zorunda kaldılar. Her ne pahasına olursa olsun ekonomik liberalizm yanlıları, özel mülkiyeti, sınıflı toplumu ve serbest piyasayı mı savunuyorlar, yoksa tüm insanlar için kendi kaderini tayin etme ve özgürlük vaadini fiili olarak yerine getirmek adına liberal demokrasiyi mi tercih ediyorlar? Bu çelişki, henüz çözümlenebilmiş değil. İki seçenek arasında seçim yapma ihtiyacı, halen daha baki.

Neden ikisini birden yapamıyorsun?

Geleneksel yaklaşım, liberalizmin her zaman politik ve bireysel özgürlükle el ele gittiğidir, ki bu, kimi zaman doğrudur. Ancak unutulan şey, liberalizmin en başından beri sadece siyasi olasılıkları açmakla kalmadığı, aynı zamanda onları ciddi bir şekilde kısıtladığıdır. Liberalizmin en başından beri açıklık getirmek zorunda olduğu şey, özel mülkiyetin dokunulmaz olduğuydu; siyasal düzenin tartışma götürmez temelini bu dokunulmazlık oluşturur.

Bu nedenle liberal düşünürler, John Locke kadar erken bir dönemde, zenginleri rızaları olmadan vergilendiremeyeceğinizde ısrar ettiler. Eğer bunu yaparsanız, bu politikanın kurbanlarına isyan etmeleri ve gaspçılara karşı şiddet kullanmaları için iyi bir neden verirsiniz. Dolayısıyla liberal siyaset, en başından beri içine kazınmış olan diktatörlük seçeneğini içeriyordu. Böylece siyasetin temel görevinin mülkiyeti korumak ve en büyük günahının da onu tenkit etmek olduğu varsayımı bir dogmaya dönüştü. Ancak elbette bu siyasetin ne yapabileceği veya yapması gerektiğine dair oldukça dar bir tanım. Ve bu sınırlamanın sıkıntısını bugüne kadar çekiyoruz. Tipik bir batı demokrasisinde, özel mülkiyeti ihlal etmekten sakındığınız sürece birçok şey yapabilirsiniz.

Yani ekonomik liberalizmin temel yapısında insanların özgürlüğünü aslında engelleyen bir şey mi var?

Kapitalizm, özünde antidemokratik bir ekonomik yapıdır: her şeyden önce işçiler üzerinde tahakküm anlamına gelir. Kapitalizm hiyerarşiktir, eşitlikçi değildir. Aynı zamanda çok önemli bir soru gündeme geliyor: servet, belli ellerde bu denli büyük çapta yoğunlaşmışken, yeniden dağıtım nasıl yapılabilir? Klasik liberalizm şunu söyler: “Durumu değiştirmek için hiçbir şey yapmayın.” Ancak bu politik alanı sıkı bir biçimde kısıtlar ve olasılıklarını büyük ölçüde azaltır. Eğer biz, ekonomiyi siyasi mülahazalardan uzak tutarsak, demokrasi ciddi şekilde sekteye uğratılır. Dolayısıyla liberal ekonomik görüş kitlelere şunu söyler: “Demokrasi hakkında düşündüğünüzde çok fazla mantıklı olmaya çalışmayın! Demokrasinin sözüne iman etmeyin. O, sadece çok fazla dert yaratır!”

Ayrıca burjuva haricinde hiç kimse için ekonomik durumu iyileştirmeye çalışmayın.

Kesinlikle. Bu durum bugün de fazlasıyla geçerli. Elon Musk’ın açıklamaları, burada tartıştığımız şeyler için çok değerli örnekler sunuyor, çünkü kendisi, bu konuda oldukça dürüst ve açık. Kısa bir süre önce Amerikalıların çok çalışmadıklarını, işten kaytardıklarını, dolayısıyla onların “gecesini gündüzüne katan” Çinli işçilerden feyz almaları gerektiğini söyledi. Bu, oldukça açık bir ifade, çünkü Musk, Çinli işçilerin çok çalışma talebi karşısında demokratik olarak direnmelerinin hiçbir yolu olmadığını biliyor. Demokratik sistemin fazlasıyla gevşek ve hoşgörülü olduğunu; işçileri disiplin altına almak, daha çok çalıştırmak ve düşük maaşları kabul etmeleri için Çin’de gördüğümüz sisteme benzer daha sıkı bir sistemin gerekliliğini ima ediyor.

Musk, geçtiğimizde günlerde Donald Trump’ın hâlâ partide merkezi bir rol oynamasına rağmen Cumhuriyetçileri destekleyeceğini de duyurmuştu.

Bu, liberal düşüncede yerleşik olan diktatörlük seçeneğinin güzel bir emaresi. Bütün liberallerin böyle bir şeyi destekleyeceğini tabii ki söylemiyorum. Ancak ekonomik ve politik liberalizmi uzlaştırmak çok zor. Bu ikilemin bir sonucu olarak, bazı politik liberaller, ekonomik olarak farklı bir yol seçerler ve diğerleri, temel çatışmayı gerçekten çözemeden iki kutup arasında bocalarlar.

Bir dereceye kadar, sosyalizmin kendisinin politik liberalizmin bir çocuğu olduğu savunulabilir. Marx ve Engels, politik liberaller olarak yola çıktılar ve liberalizmin temel fikirleri özgürlük ve herkes için demokratik katılımı asla terk etmediler. Sadece kavramlarını daha da geliştirdiler, çünkü kapitalizm altında hakiki bir demokratik projenin gerçekleşmesine yönelik umudun ciddi şekilde sınırlı olduğunu fark ettiler.

Kaynak
Çeviri: Alper Kara

0 Yorum: