15 Eylül 2022

Anadolu’da Muhalif Akımlar: Yeşil Ordu


İmkânsız Devrim:
1920-1921’de Anadolu’da Muhalif Akımlar


Bağımsızlık mücadelesinin başlarında komünizmin Anadolu’da sahip olduğu etkiye dair net bir değerlendirmede bulunmak güç. Bu konuda diplomatik ilişkilerde yer alan insanların hazırladığı raporlar ve basın üzerinden bilebildiğimiz tek şey, o dönemde Anadolu’da Rusya’da yaşanan olayların ve Ekim Devrimi ardındaki fikirlerin beğeniyle karşılanmış olduğu. Trabzon, Samsun, Rize, Hopa gibi bazı Karadeniz limanları yanında, Bursa ve Eskişehir gibi iç bölgelerde yer alan “sanayi” kentlerinin Sovyet Cumhuriyeti’ne ve sunduğu görüşlere özel olarak destek sunduğu anlaşılıyor.[1]

1920 1 Mayıs’ı, eskiden Pontus olarak adlandırılan bölgedeki kimi sahil kentlerinde kutlandı. Trabzon’da “alt sınıf”a mensup yüzlerce insan, kortej oluşturup kente yürüyüş düzenledi. Yürüyüş esnasında Lenin ve Enver Paşa’nın adları haykırıldı, İngilizlere ve Yunanlılara lanet okundu.[2] Aynı dönemde Bursa’da Millet Yolu isimli gazete, halka Bolşevizm ilkelerini anlatıyor, köylüleri toprak ağalarının elindeki mala mülke el koyup ortaklaşa kullanma konusunda harekete geçirmeye çalışıyordu.[3]

Peki Anadolu’da Bolşeviklere ve fikirlerine yönelik beğeniye eşlik eden somut bir komünist varlığından söz edebilir miyiz? Maalesef bu konuyla ilgili elimizde bulunan veriler, net bir şey söylemiyor. Bolşevik tehlikesini abartma eğiliminde olan Batı ülkelerine ait elçilikler, her yanda Moskova’nın parasıyla dolaşan insanlardan başka bir şey görmüyor. 1920 tarihli diplomatik raporlarsa, Karadeniz’deki tüm limanlarda Sovyet tipi teşkilâtların varlığına işaret ediyorlar.[4]

Bazı belgelere göre, komünist propagandistler sadece (1919 yılının sonunda Mustafa Kemal’in gelişiyle birlikte Anadolu’daki direnişin merkezine hâline gelen) Ankara’da değil, ayrıca Eskişehir’de, bunun yanında, Bandırma[5], Bayburt ve Gümüşhane[6] gibi küçük birkaç yerleşim yerinde faaliyet yürütüyorlardı. Bakû’deki TKP lideri Mustafa Suphi’ye göre, 1920 yılı itibarıyla teşkilâtının Zonguldak, Trabzon ve Rize’de şubeleri, Doğu Anadolu’da, bilhassa Erzurum ve Sivas’ta sempatizanları vardı.[7] Peki ama ülke genelinde komünistler kaç kişilerdi? Bu konuda elimizde sadece ufak kimi ipuçları var.

Bu dönemde Yeşil Ordu gibi prestijli teşkilâtların elinde çok az militan mevcut. Bu tür örgütler, tüm unsurlar bir araya getirildiklerinde, toplamda muhtemelen ancak birkaç yüz kişiden oluşuyorlar.[8]

Yıkıcı fikirleri yayan insanlar arasında Bolşeviklerin serbest bıraktığı çok sayıda savaş tutsağı, ayrıca Almanya’daki Spartakist ayaklanmaya tanıklık etmiş olan Türk işçi ve öğrenciler bulunuyor.[9] Fakat üyelerin büyük bir kısmı, eski İttihat Terakki Partisi üyelerinden ve farklı eğilimlere mensup aydınlardan oluşuyor. Sosyalizm veya komünizm konusunda net bir fikre sahip olmayan bu insanlar, bu doktrinlerin ancak Türkiye’deki antiemperyalist mücadele bağlamında kullanılabileceğini düşünüyorlar. Birçoğu, Bolşevizmin Anadolu’da tesis edilmesi fikrini benimsemiyor. Bu insanların iddiasına göre, kendileri İslam’a ve milli ruha aykırı olan her şeyi kapı dışarı etmiş olan “Türk tipi” sosyalizme bağlılar ve sadece Müttefik Kuvvetler’i ürkütmekle ilgileniyorlar. 1920 yılı boyunca komünistler, Büyük Güçler’in emperyalist faaliyetlerine mani olacak bir görüş dâhilinde, Sovyet Cumhuriyeti ile Türkiye’nin liderliğinde bir Doğu ülkeleri bloğu inşa etme fikrini savunuyorlar.

Dönemin öne çıkan politik simaları içerisindeki önemli bir kesim için mesele, Mustafa Kemal’den uzaklaşmak ve onu soldan kuşatmak. Bu sebeple meclis içerisinde grup oluşturan Halk Zümresi, son tahlilde herhangi bir doktrin etrafında birleşmemiş, sadece huzursuz olan isimleri bir araya getiren bir birlik. İçinde Pantürkistler, kendisini sosyalist olarak niteleyen vekiller, ayrıca Mustafa Kemal’in kişisel iktidarına karşı çıkan milliyetçiler bulunuyor. O dönemde Anadolu solunu asıl güçlü kılan da esas olarak tüm halkı kuşatacak bir niteliği haiz olması.

Anadolu’da faal olan muhtelif “komünist “teşkilâtların tarihi konusunda bugün bile hâlâ çok az şey biliyoruz. Son yıllarda Türkiye’de ve ABD’de[10] meseleyi ele alan çalışmalar ve araştırmalar, birçok sorunu gidermekten uzak. Hepsinde, örgütlerin niteliği ve kronoloji konusunda belirgin bir kafa karışıklığı mevcut. Bunun bir nedeni de birinci el kaynakların yokluğu. Elimizde sadece birkaç risale, birkaç gazete kupürü, iki üç çarpıcı açıklamadan başka bir şey yok.[11]

Mesela bugün Trabzon, Rize veya Bandırma’daki teşkilâtlara dair ne biliyoruz? Neredeyse hiçbir şey. Onlara sadece laf arasında değinmekle yetiniyoruz. Elimizdeki kaynakların büyük bir kısmı, bize sadece Ankara ve Eskişehir’de zirveye ulaşmış olan harekete dair bilgiler veriyor. Dolayısıyla, mecburen biz de bu makalede bu şehirlerde kurulmuş olan Yeşil Ordu, Halk Zümresi, Türk Komünist Partisi ve Halkın Komünist Partisi’ne ağırlık vereceğiz.

Yeşil Ordu

Yeşil Ordu, Büyük Millet Meclisi’nin açılışından kısa bir süre sonra, muhtemelen Mayıs 1920’de kuruldu.[12] O dönemde birçokları, onun Anadolu direnişini kurtaracak gerçek bir ordu olduğuna inanıyorlardı. Ekim Devrimi sonrası İslam’ın rengi olan yeşil, eski Rus İmparatorluğu’nda yaşayan birçok Müslüman örgüt tarafından sembol olarak tercih edilmişti. Yeşil Ordu milisleri, Enver Paşa’nın üvey kardeşi Nuri Paşa komutasında Transkafkasya’da savaştılar, Eylül 1918’de Bakû’nün alınmasında rol oynadılar.[13] Söylentiye göre, Bolşeviklerin silâhlandırıp bir Türk generalinin komutasına verdiği (bu generalin Enver Paşa olduğu söyleniyordu) bu Müslüman birlikler, kısa bir süre sonra Anadolu’ya girdiler.[14]

Askerlerinin moralini yükseltmek isteyen milliyetçi liderler, bu tür söylentileri boşa düşürecek bir yaklaşım içerisine girmediler. Bilâkis, bu liderler, ilgili kanaate arka çıktılar. Hatta Mayıs 1920’de Doğu ordusu komutanı Kâzım Karabekir, Yeşil Ordu adına Erzurumlu kırk kadar gençten oluşan bir süvari birliğini Ankara’ya gönderdi. Yeşil sancak altında yürüyen bu birliğe ülke genelinde vatanı kurtaracak güçlerin kısa süre içerisinde geleceği bilgisini ilân etme görevi verildi.[15]

Gelgelelim, Ankara Yeşil Ordusu’nun Türkiye’yi kurtarmak geleceği söylenen Müslüman askerlerle bir alakası yoktu. Bu teşkilât, daha çok Anadolu’da milliyetçi harekete karşı olan, onun yenilmesini isteyen, “gerici” güçlere karşı örgütlenmeyi asli hedef belirlemiş, ılımlı çizgideki küçük bir gizli teşkilâttı.[16] Teşkilâtın kurucularının danıştığı Mustafa Kemal, onları bu teşkilâtı kurma konusunda teşvik etti ve kuruluş konusunda yeşil ışık yaktı.[17]

Yeşil Ordu’nun merkez komitesini Mustafa Kemal’in 1927 tarihli o ünlü Nutuk’unda “yakın yoldaşlarım” dediği on dört isim meydana getiriyordu.[18] Bu isimler arasında Maliye Bakanı Hakkı Behiç, Sağlık Bakanı Adnan ve aralarında, burada özel olarak anmak durumunda olduğumuz Eskişehir milletvekili Eyüp Sabri, Tokat milletvekili Nâzım, Muğla milletvekili Yunus Nadi ve Bursa milletvekili Servet’in yer aldığı bir grup milletvekili bulunuyordu.[19] Bu merkez komitesine ek olarak teşkilât, 1920 yılının yaz başında Eskişehir’de bir şube meydana getirdi. Bunlara özellikle Bursa gibi şehirlerdeki komitelerin kuruluşu eşlik etti.[20]

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Yeşil Ordu, İstanbul hükümetinin yürüttüğü milliyetçi hareket karşıtı propagandayla mücadele etmek için kuruldu.[21] 1920 yılının başından itibaren bu propaganda, esas olarak dinî argümanlar üzerine inşa edildi: zira milliyetçi hareket, Bolşeviklerle ilişkileri sebebiyle kâfirlikle suçlanıyordu. Bu anlamda Yeşil Ordu, kamuoyu nezdinde Bolşeviklerle kurulan ittifakın İslamî kaidelerle çelişmediğini ispatlama işini üstlendi. Neticede kurulduğu günden itibaren teşkilât, Bolşevik yanlısı ve Müslüman bir çizgiyi benimsedi.

O günlerde Yeşil Ordu’nun genel sekreteri Hakkı Behiç’in sosyalizme meyli olduğunu bilmeyen yoktu. Tokat milletvekili Nâzım Bey de aynı öğretiden etkilenmiş bir isimdi. Dolayısıyla, büyük olasılıkla hareketi komünist yola bu iki isim soktu. Onlara sosyalizmin Kur’an’da mevcut olduğunu söyleyen Bursa milletvekili Şeyh Servet ve İstanbul’da öğrenci iken Marksist düşünceyle temas kurmuş olan eski kaymakam Vakkas Ferid yardımcı oldu. Yeşil Ordu’nun diğer üyeleri, ya eski İttihatçı ya da iyi birer milliyetçiydi. Bunlar, Hakkı Behiç ve Nâzım Bey ile birlikte hareket ettiler. Talat Paşa’nın dostu, ünlü İttihatçı Eyüp Sabri gibi isimler daha da ileri giderek, Ağustos 1920’de ülkede Bolşevizmin acilen benimsenmesi çağrısında bulundular.[22]

Haziran ayının ortalarında Yeşil Ordu üyeleri, kitlelerini genişletmek adına bir dizi belge yayımladılar.[23] Teşkilâtın liderleri, bir beyanname, bir talimatname ve bir de nizamname hazırladılar. Bu belgeler üzerinden insan örgütlemeyi amaçlayan Yeşil Ordu, resmi planda İslamî sosyalizmden yana duran bir konum alıyordu.

Beyanname, Köylüler, çiftçiler, bağcılar, bahçeciler, kunduracılar, yemeniciler, duvarcılar, marangozlar, arabacılara, tüm emekçilere, bürokrasiden, büyük toprak ağalarından ve en genel manada zenginlerden oluşan sömürücülere karşı ayaklanma çağrısı yapıyordu. Beyanname devamında, Rusya’da yaşanan olayları örnek olarak aktarıyordu. Eşitliğin ve kardeşliğin hüküm süreceği “yeni dünya”nın doğuşunu ilân ediyordu. Yaşanan devrim, sadece yoksulluğu değil, hırsızlığı, yalanları, asalaklığı, rüşveti ve dolandırıcılığı da ortadan kaldırıyordu.

Aynı konular Talimatname’de de karşımıza çıkıyor. Ama bu ikinci belgeye daha çok Asya’nın birliğini savunan ideoloji damgasını vuruyor. Talimatname’de dile getirildiği biçimiyle, “Yeşil Ordu’nun nihai hedefi, Asya halklarının samimi bir birliğidir. Asya Asyalılarındır. Bu şiar, Yeşil Ordu’nun sancağında da yazılıdır.”[24]

Peki bu Batı emperyalizminin karşısına çıkartılan Pan-Asyacılık, Asya’nın birliği ideolojisi, Panturancı milliyetçiliğe benziyor mu? Yeşil Ordu’yu teşkil eden kadrolar dikkate alındığında, bu soru boş bir soru değil.

O dönem önemli bir olay yaşanıyor ve Komintern’in 1920’de düzenlediği ikinci kongrede Lenin “Pan-Asyacı hareketleri ve benzeri akımları” mahkûm ediyor, onların “Türk ve Japon emperyalizminin çıkarlarına hizmet ettiği konusunda şüphelerin bulunduğunu” söylüyor.[25]

Talimatname’ye göre Yeşil Ordu, sadece işçilere (kafa ve kol işçilerine) açıktı. Toprak ağalarına, büyük tüccarlara, tefecilere ve komisyonculara kapılar kapalıydı. Teşkilâta yeni giren üyeler, ona sadık kalacaklarına ve emirlere itaat edeceklerine dair yemin ediyorlardı. Üyelerin öğrendikleri sırları ifşa etmemeleri gerekiyordu. Dönekler ve teşkilât disiplinini ihlal edenler, ölüm cezasına çarptırılmakla tehdit ediliyorlardı. Her ne kadar şiddetten uzak dursa da teşkilât manga, takım ve müfrezeler hâlinde, askerî esaslara göre kurulmuştu. Her bir “savaşçı”nın bir tüfeği, üç yüz mermisi olmak zorundaydı. Ama bu kâğıt üzerinde böyleydi, bu bahsi edilen proje, hiçbir zaman gerçekleştirilemedi.

Teşkilâtın en önemli görevlerinden biri, Bolşevik karşıtı propagandayla mücadeleydi. Burjuvazinin açgözlülüğü ve hasisliğiyle mücadele eden teşkilât, sadece sosyalizme bağlanmanın yetmeyeceğini, İslamî kaidelerin de uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Yeşil Ordu üyeleri fitre ve zekât topluyor, bunları “artık işgücüne sahip olmayanlar”a dağıtıyordu.

Yeşil Ordu’nun kaleme alıp dağıttığı üçüncü metin olan Nizamname, teşkilâtın sosyalist tercihlerine dair bir dizi detay sunuyor. Yeşil Ordu, burjuvazinin elinde bulunan sermayenin birikme sürecine karşı çıkıyor, özel mülkiyetin kaldırılmasından yana olduğunu ilân ediyordu. Bir yandan da teşkilât halka kadınların ortak kılınmayacağına dair güvence vermek zorunda kalıyordu.

Yeşil Ordu, aile hayatına saygılı olduğunu, İslam’ın toplumsal ilkelerinden ayrılmayacağını her fırsatta ifade etti. Neticede Batılı emperyalistler, Asya’dan İslam adına kovuluyorlardı. İnsanlığın saadeti teşkilâtın yüce tuttuğu ülküydü. Teşkilâta göre bu saadet, ancak İslamî kardeşliğin yeşil bayrağı ile kızıl bayrağın birliği ile mümkündü.

Peki Yeşil Ordu üyeleri, bu İslamî komünist dili ciddiye alıyorlar mıydı? Bu, Hakkı Behiç, Nâzım Bey, Vakkas Ferid ve Şeyh Servet gibi bazı isimler için geçerli bir durumdu. Fakat teşkilâtın ardındaki diğer birçok isim, onlar kadar samimi değildi. Bunların asli amacı, dinî çevrelerde görülen Bolşevik karşıtı tavra karşı koymak ve Anadolu’yu Rusya ile yakınlaşma fikrine hazır hâle getirmekti.

Bazı politik isimlere göre Yeşil Ordu, aynı zamanda Mustafa Kemal’e yönelik “sol” muhalefeti meydana getirmek için uygulamaya sokulacak planın başlangıç noktası idi. Yeşil Ordu’nun kurulduğu dönemde Anadolu direnişinin lideri olan Mustafa Kemal, bu türden manevraları tüm yönleriyle kavrayamıyor, bu düzlemde, Hakkı Behiç ve yoldaşlarına destek sunuyordu. Mustafa Kemal, çevrilen dümeni ancak Yeşil Ordu faaliyetlerinin gizli yönünün açığa çıktığı 1920 yılının yaz döneminin ortalarında fark edebildi.

Mustafa Kemal’in Yeşil Ordu’dan kopmasının asıl sebebi, muhtemelen Çerkes Ethem’in teşkilâtın üyesi olmasıydı. Çerkes Ethem, Batı Anadolu’daki Salihli bölgesinde bulunan büyük gerilla birliklerinin lideriydi. Geçmişte Ethem, Ankara hükümetine, Anzavur’a bağlı milliyetçi hareket karşıtı çetelerin tasfiye edilmesi yanında, Düzce ve Balıkesir isyanlarını bastırılması gibi birçok hizmette bulunmuş bir isimdi.[26]

Haziran 1920’de Mustafa Kemal, Çerkes Ethem’i Yozgat’ta patlak veren Çapanoğlu isyanını bastırmakla görevlendirdi.[27] Milliyetçilerin Anadolu direnişinin gerçek kahramanı olarak gördüğü Ethem, zamanla Ankara hükümetini küçük görmeye ve ona saldırmaya başladı. İlk Yozgat ayaklanmasını (Haziran 1920’nin sonunda) bastırdıktan sonra, nüfuzu meclis içerisinde giderek artmakta olan Çerkes Ethem, Mustafa Kemal için tehlike arz eden bir hasım hâline geldi.

Muhtemelen Haziran sonuna doğru veya Temmuz ayının başında, Ankara’ya gerçekleştirdiği bir ziyarette[28] Çerkes Ethem Yeşil Ordu’ya katıldı. Ağabeyleri, Saruhan (Manisa) milletvekili Reşit Bey ve Yüzbaşı Tevfik Bey gibi isimlerin yönettiği gizli dernek, Kemalist iktidarın temellerini yıkmayı amaç edinmiş, sağlam bir savaş makinesine dönüştü. Bu tehlikeyle yüzleşen Mustafa Kemal, hemen cevap verdi. Yeşil Ordu içerisindeki kimi unsurların kendisine karşı komplo kurduğuna ikna olur olmaz, Hakkı Behiç’le bir araya geldi ve kendisinden bu teşkilâtı dağıtmasını istemesini söyledi.[29]

Hakkı Behiç’in itirazlarına rağmen, Ankara’daki merkezî komite üyeleri talimat karşısında boyun eğdiler. Teşkilâtın faaliyetleri geçici süre askıya alındı. Fakat kısa süre önce kurulan Eskişehir şubesi kontrolü ele aldı.[30]

Bu şubenin başında, Sivrihisar’daki bir ortaokulun müdürlüğünü yapan Behram Lütfi ve gazetecilik yapan Mustafa Nuri bulunuyordu.[31] İçkiye zafiyeti bulunan Mustafa Nuri, bilhassa sarhoş olduğu anlarda Bolşevizme sempatisini dile getiren bir isimdi.

İki adam tarafından kurulan teşkilât, sırtını içerisinde İsmail Hakkı’nın komuta ettiği “Bolşevik” taburunun da bulunduğu, Ethem’e bağlı askerlere, aynı zamanda Eskişehir proletaryasının belirli kesimlerine dayıyordu. Kemalist askerî sanayiinin önemli merkezlerinden biri olan bu şehir, 1920 baharından beri Başkurt Cumhuriyeti’nin Anadolu’daki temsilcisi Şerif Manatov’un karargâhı hâline gelmişti.[32]

İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na ait raporlara göre, burada sosyalizm dersleri veren Manatov, bir yandan da şehrin önde gelen isimlerini içeren küçük bir ekip meydana getirmişti.[33] Büyük olasılıkla, Bolşeviklere bağlı olarak propaganda faaliyeti yürüten Manatov’un örgütlediği bu ekibin önemli bir kısmı, aynı zamanda Eskişehir’deki Yeşil Ordu şubesine de bağlıydı.

Kısa süre içerisinde Eskişehir, ajitasyon faaliyetlerinin faal bir merkezi hâline geldi. Çerkes Ethem, bu şehirde Anadolu’daki en modern matbaalardan birini kurdu. Çok geçmeden Ethem, kendi gazetesini çıkartmaya başladı. Mustafa Nuri tarafından Ağustos ayının sonlarına doğru çıkartılan ilk yayın organının adı Arkadaş’tı.[34] 13 Eylül günü bu gazetenin yerini Mustafa Nuri ve Arif Oruç tarafından idare edilen Seyyare-i Yeni Dünya gazetesi aldı. Sosyalist fikirlere meyilli olan Arif Oruç, gazeteci olarak katıldığı bu süreçte çıkan gazeteye İslamî Bolşevizm rengini çaldı. Aslında gazete, esas olarak Ethem’in kişisel propagandasına tahsis edilmiş bir yayındı.[35]

O dönem için büyük bir rakam olan üç bin civarında satış rakamına ulaşan Seyyare-i Yeni Dünya’nın yanı sıra Yeşil Ordu’nun Eskişehir şubesi, bir yandan bir dizi broşür ve bildiri dağıttı. Şeyh Servet’in Asr-ı Saadet’ten Bir Yaprak isimli kitabı bu şehirde yayımlandı. Niyeti, Yeşil Ordu militanlarına hareketi destekleyen argümanlar sunmak olan kitabın yayımlanmasındaki amaç, dinsel-teolojik yönlerini ortaya koymak suretiyle, Bolşevizmin ilkelerinin İslam’ın ilkeleriyle bir olduğunu ispatlamaktı.[36]

Mustafa Kemal, bu coşkuya bigâne kalamadı. Çerkes Ethem’deki ve arkadaşlarındaki Bolşevizm yönelimine mani olmak gibi bir derdi yoktu. Ama bir yandan da yaklaşık üç bin askeri içeren Ethem’e bağlı düzensiz birliklerin Kemalist iktidara karşı gelmesi ve onu tehlikeye sokması gibi bir durum söz konusuydu. Ayrıca o dönemde Ankara Hükümeti’nin gayriresmi yayın organı olan Hâkimiyet-i Milliye’ye nazaran daha iyi koşullarda basılmakta olan Seyyare-i Yeni Dünya Ethem’in elinde giderek daha da güçlü bir silâha dönüşüyordu. Mustafa Kemal, henüz Anadolu’nun gözünde önemli bir yere gelmeyi başaramamıştı (hatta 1920 yılı içerisinde yaşanan milliyetçi hareket karşıtı isyanlar, bu bölgede daha yapılacak çok şeyin olduğunu ortaya koyuyordu.) Seyyare-i Yeni Dünya’nın Ethem ve askerlerinden yana olan propaganda faaliyetinin Mustafa Kemal’in itibarına zarar vermesi muhtemeldi.

Bu sebeple, hızla ve kararlılıkla hareket edilmesi gerekiyordu. Eylül ayının başlarında sorun yaratanların siyasi yasaklı ilân edilmesini ve hapis cezasına çarptırılmasını öngören kanunlar çıkartıldı.[37] Eylül ayının sonuna doğru Mustafa Kemal, bir süre önce Ankara’daki faaliyetlerine yeniden başlayan Yeşil Ordu liderlerini toplayıp teşkilâtı bir an önce dağıtmalarını emretti.[38] 4 Ekim’de dernekler kanunu değiştirilerek, hükümete devletin güvenliği için tehlike arz eden teşkilâtları yasaklama hakkını verdi.[39]

Ama bir yandan da Şerif Manatov üzerinden Yeşil Ordu’ya destek olan Bolşeviklerin gücendirilmemesi gerekiyordu. Teşkilât, tam da Ankara hükümetinin Sovyet Cumhuriyeti’yle ilişkilerinin hassas bir aşamaya geçiş yaptığı bir dönemde kapatıldı. Dolayısıyla bu hamle, Türk-Rus ilişkilerini ve iki ülke arasındaki yakınlaşma sürecini riske atacak bir gelişmeydi.[40] Ayrıca Yeşil Ordu içerisindeki Sovyet desteğine güvenen Bolşevik militanların teşkilâtın kapatılmasına ve faaliyetlerini gizli olarak sürdüreceklerine hiç şüphe yoktu. Bu aşamada resmi bir komünist partisinin kurulması fikri gündeme geldi. Bu hamle sayesinde yıkıcı olan tüm unsurlar bir araya getirilecek, ayrıca partinin inşasıyla Sovyet Rusya’ya iyi niyet gösterisinde bulunulacaktı.

Resmi Türkiye Komünist Partisi, 18 Ekim 1920’de kuruldu. Başında Hakkı Behiç gibi eski Yeşil Ordu liderlerinden kimi isimler vardı. Artık vakit Ethem’i ve Eskişehir’deki destekçilerini etkisizleştirmenin vaktiydi. Yeni teşkilâtın kurulmasından kısa bir süre sonra Mustafa Kemal, Ethem’le bir araya geldi ve kibarca kendisinden partiye katılmasını, gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’nın merkezini Ankara’ya taşımasını istedi. Tabii bu süreçte matbaa da Ankara’ya taşınacaktı.[41]

Ethem’in bu isteğe nasıl cevap verdiğini bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, Kasım ayının ortalarında Eskişehir’deki matbaanın sökülüp Ankara’ya taşındığı.[42] Aralarında Arif Oruç’un da bulunduğu, Seyyare-i Yeni Dünya’yı çıkartan ekibin bir bölümü yeni kurulan resmi TKP’ye katıldı. Görebildiğimiz kadarıyla, Moskova’yla ilişkili olan kişinin kendisi olması gerektiğine inanan Ethem de partiye katılmaya karar verdi, bir yandan da yeraltında faal olan kimi unsurlarla birlikte hükümete karşı kurduğu komplonun gerçekleşmesi için faaliyetlerine devam etti.

Seyyare-i Yeni Dünya’nın Ankara’ya taşınması sonrası gazete, Hakkı Behiç’in emrine verildi. Bir süre gazete, yeni kurulan resmi TKP’nin yayın organı olarak iş gördü. Cumartesi hariç her gün çıkan (bu anlamda haftada sadece üç basılan Hâkimiyet-i Milliye gazetesine göre belirgin bir üstünlüğü bulunan) Seyyare-i Yeni Dünya’nın gazete adının altına “Türkiye’nin Komünist Gazetesi” yazısı iliştirildi. Birkaç sayısında gazete (ki bugün elimizde 22 Kasım 1920 tarihinden sonra yayımlanan nüshaları var) Ethem’in askerlerinin kahramanlıklarına odaklandı. Gazetedeki Bolşevik yanlısı eğilim, Sovyet Rusya ile ilişkili, politik ve toplumsal durum, savaş bildirileri gibi bir dizi konuyla alakalı haberde karşılık buldu. Yayın yönetmenlerinin elinden çıkan makalelere yer verildi. Bu makalelerin altında ya Hakkı Behiç’in ya da Arif Oruç’un imzası bulunuyor, genelde de politik haberlerle ilgili oluyordu. Neticede bu pek de yıkıcı olmayan gazete, “yoldaş” Ethem’e sadakatini korudu.

İhtiyatlı bir tutum içerisinde olan Mustafa Kemal, aşama aşama ilerledi, zira meclis içerisinde büyük bir muhalefet grubu vardı ve her adımında bu grubu hesaba katmak zorundaydı. İlk başta Mustafa Kemal, Yeşil Ordu’yu lağv etti. Sonra Ethem’i resmi TKP’ye bağladı, onun gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’yı Ankara’ya taşımasını sağladı. Ethem’in bu hamleyi, Anadolu’nun gözünde kendisini daha da itibarlı kılacak, olumlu bir gelişme olarak gördüğüne inanmak için elimizde birçok sebep var. İktidarı elinde bulunduran Mustafa Kemal’in önünde atacağı tek bir adım kalmıştı, o da hasmını güçlü kılan Kuvvayı Seyyare birliklerini yok etmek.

Kasım sonuna doğru Mustafa Kemal, Ethem’in askerlerini düzenli orduya katılmaya zorlamak için bir dizi tedbir aldı.[43] Ethem ve ağabeyleri Saruhan milletvekili Reşit Bey ve Yüzbaşı Tevfik Bey isyan etmemekten yana tavır aldılar, ama asla teslim olmayacaklarını söylediler. Ethem’in birçok destekçisinin bulunduğu mecliste (neredeyse vekillerin dörtte biri ona bağlıydı) iki tarafın birbirini tehdit ettiği atışmalar, girilen tartışmalar, konuşma süreci Aralık ayı boyunca devam etti. Ama isyancı birliklerin etrafındaki çember giderek daralıyordu. Kısa süre sonra Ethem, harekete geçirecek başka bir gücü olmadığını görünce, Arif Oruç’un yeğeni Nizamettin Nazif üzerinden Eskişehir bölgesinde “Bolşevik” isyanın fitilini ateşledi.[44] Ayrıca nispeten daha gerçekçi bir adım dâhilinde Kemalist askerlerin naklini durdurmak adına, demiryolu işçilerinin greve gitmesini sağladı.[45] Öte yandan, ağabeyi Reşit Bey, düzenli orduya bağlı subayları ve erleri rüşvetle satın alacak provokatörleri sahaya sürdü.[46] Ama bu türden tedbirler, hiçbir işe yaramadı. İsmet Paşa’nın örgütlediği ve yeniden yapılandırdığı Kemalist askerlerin daha güçlü oldukları görüldü.

26 Aralık günü Mustafa Kemal, ne tür bir bahaneyle olursa olsun, gelişigüzel er toplanmasına yasak getirildi. Metinde bu yasağı ihlal edenlerin Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin güvenliğini tehlikeye sokma suçuyla yargılanacağı söylenmekteydi. Bu bildiri, Seyyare-i Yeni Dünya’nın 29 Aralık tarihli nüshasında yer aldı. Ertesi gün gazete ismini değiştirdi ve “Seyyare” kelimesi kaldırıldı. Yeni Dünya, artık Kuvvayı Seyyare’nin yayın organı değildi. O günden sonra Ethem’in adı hiç anılmadı. Gazetedeki görevlerine devam eden Arif Oruç ve Hakkı Behiç, “komünist dünya” ile ilgili makalelerin sayısını artırdı.

Her ne kadar hiç ümit vaat etmeyen bir duruma sürüklenmiş olsa da Ethem, Mustafa Kemal’in ültimatomuna teslim olmayı reddetti. Son anına kadar halkın kendisine destek vermek adına ayaklanacağını ümit etti. Muhtemelen bir yandan da Ekim ayının başında Ankara’ya gelen Bolşevik elçilik heyetinin sürece müdahale edeceği beklentisi içerisine girdi.[47] Fakat o beklenen halk ayaklanması gerçekleşmedi, ayrıca Ruslar da isyancılara yardım eli uzatmadılar. Ocak ayının başlarında her yandan kuşatma altında bulunan Ethem’in askerleri terhis edildi. Bazı birlikler, düzenli orduya katıldılar. Son muharebeler, 5 Ocak günü Gediz’de cereyan etti. Yenilgiyi kabul eden Ethem ve ağabeyleri, bazı destekçileriyle birlikte kaçmayı başardılar ve gidip Yunanistan’a sığındılar. Bu ihanet, neticede Yunanlılar için sıra dışı ve beklenmedik bir gelişmeydi.

Zafer, Mustafa Kemal’in olmuştu. Bu aşamada o çok önemsediği adımlarından birini atma imkânı buldu ve gidip Yeni Dünya matbaasına el koydu. Matbaa, Mustafa Kemal’e ait olan Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin emrine verildi. Ocak ayının sonuna doğru Yeni Dünya yayın faaliyetini durdurdu, makineler yakındaki bir binaya taşındı. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin yayını da birkaç gün kesintiye uğradı. Fakat 6 Şubat 1921 günü Ankara Hükümeti’nin gayriresmi yayın organı yeniden satışa sunuldu. O günden sonra haftada üç gün yayınlanabildi, üstelik gazete nüshaları elle basılmaktaydı. Artık yeni bir günlük gazeteyi çıkartmanın vakti gelmişti. Yeni matbaada makineler gayet güzel işliyorlardı.[48]

Paul Dumont
Meudon, 1977
Kaynak

Dipnotlar:
[1] İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşivleri (aktaran: FO) 371/5171, s. 108-109. Ağustos 1920 tarihli olan bu rapor, Bakû’de çıkan Yeni Dünya gazetesinde Dr. Rumni imzasıyla yayımlanmış bir makaleyi analiz ediyor. Dr. Rumni’ye göre, komünist partisi yanlısı teşkilâtlara tüm Karadeniz sahili boyunca, ayrıca Bayburt ve Gümüşhane’de rastlanmaktaydı. Bursa ve Eskişehir konusunda ise en ilginç veriyi şu yayın temin ediyor: FO 371/5170, Temmuz 1920, s. 74 sonrası ve FO 371/5178, 12 Ağustos 1920 tarihli rapor, s. 123.

[2] Trabzon’daki Fransız konsolosu Lépissier’nin 4 Mayıs 1920’de gönderdiği telgraf, Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivleri (AMAEF), seri E, Levant 1918-1929, Türkiye, 91.

[3] FO 37I/5I70. s. 96.

[4] Örneğin Fransız Cumhuriyeti’nin Kafkasya’da görevli yüksek komiseri A. Chevalley, Quai d'Orsay gazetesinin 17 Aralık 1920 tarihli nüshasında şunları söylüyor: Batum’dan yola çıkıp Zonguldak (Ereğli yakınları), Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon’da karşınıza çıkan manzara gösteriyor ki Tiflis’teki Jöntürkler varlıklarını inkâr etseler de tüm Karadeniz limanlarına Sovyet ruhu erişmiş durumdadır. Her yerde asıl otoriteye miçolar, taş ustaları, dok işçileri ve gemiciler, yani bu bölgenin en sert işlerini yapan, en dalgalı hayatı yaşayan kesimleri sahip.” (AMAEF, seri E, Levant 1918-1929, Türkiye, 95) Chevalley’nin tespitinin gerçekte bir karşılığı var. Ama bu meslek birlikleri komiserin düşündüğünün aksine sovyete denk düşmüyor. Bunlar aslında esnaf birlikleri ve gerçekten de çok güçlüler. Öte yandan, Rusya sahili ile Karadeniz sahili arasında silâh kaçıranlarda belirli bir Sovyet ruhundan söz etmek mümkün. Trabzon gibi sahil kentlerinin Birinci Dünya Savaşı süresince Rus ordusunun işgali altında kaldığı unutulmamalı. 1917’de bu askerlerce kurulan sovyetlerin yerel halk içerisinde yıkıcı fikirleri yaymış olma ihtimali mevcut. Bu konuyla ilgili olarak bkz.: A. M. Šamsutdinov, “Oktjabr'skaja revoljucija i nacional'no-osvoboditel'noe dviženie v Turcii. 1919-1922” [“Ekim Devrimi ve Türkiye’de Ulusal Kurtuluş Hareketi, 1919-1922”] Velikij Oktjabr’ i národy Vostoka içinde [“Büyük Ekim ve Doğu Halkları”], yayın yönetmeni A. A. Gruber, Moskova, 1957, s. 385. Ayrıca bkz.: Ahmed Refik, Kafkas Yolunda (Istanbul, 1919, s. 21) isimli kitabında, Bolşevik propagandacıların Trabzon’da halka kızıl bayrak dağıttığını söylüyor.

[5] FO 371/5178, Mayıs 1920, s. 78. Bandırma teşkilâtı Affan Hikmet tarafından, muhtemelen 1919 başlarında kuruldu. Affan Hikmet Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’na katıldı ve Kilikya İşçi Birliği kurucuları arasında yer aldı. Bu isim konusunda bkz.: D. Şişmanof, Türkiye'de İşçi ve Sosyalist Hareketi, Sofya, 1965, s. 84.

[6] FO 371/5171, s. 109. Bu belgede Bakû’de yayımlanan Yeni Dünya gazetesinin birinci sayısında çıkmış Dr. Rumni’ye ait makaleden alıntı yapılıyor.

[7] Bkz.: Mustafa Suphi, “Faaliyetin Dört Cephesi”, Suphi’nin kaleminden çıkmış metinleri bir araya toplamış olan Türkiye’nin Mazlum Amele ve Rençberlerine isimli çalışma, İstanbul, 1976, s. 35-36.

[8] Elimizde net bir sayı yok. Ama gene de TKP’nin 10 Eylül 1920’de Bakû’de düzenlediği birinci kongrenin 45 delegeyi bir araya getirdiğini, bunların 13’ünün Türkiye’den geldiğini biliyoruz. Bu 13 kişi 41 partili tarafından yetkilendirilmişti. Konuyla ilgili olarak bkz.: İbrahim Topçuoğlu, Neden 2 Sosyalist Partisi, 1946. TKP Kuruluşu ve Mücadelesinin Tarihi. 1914-1960, İstanbul, 1976, I, s. 74. Tabii bu noktada Yeşil Ordu militanları ve Ankara’da kurulan resmi TKP’nin üyeleri de hesaba katılmalı. Yeşil Ordu’nun gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’nın 3.000 basıldığı biliniyor. Ama bu, okurlarının tümünün Yeşil Ordu üyesi olduğu anlamına gelmiyor. İleride de göreceğimiz üzere, gerçekte bu gazete, halk kitlelerine hitap eden, Bolşevikleri ikna etmekle pek ilgilenmeyen, tuhaf bir yayın. Burada ayrıca Ocak 1921’deki büyük antikomünist tasfiye işlemi dâhilinde öldürülen insan sayısının 15 olduğunu belirtelim.

[9] Eylül 1920’de Mustafa Suphi Bakû’de bir araya gelmiş olan yoldaşlarına gerekli şekilde bilinçlendirilmiş olan 349 eski savaş tutsağının Türkiye’ye geri döndüğünü söylüyor. Bkz.: M. Suphi, a.g.e., s. 41. Spartakistler konusunda özellikle bkz.: G. S. Harris, The Origins of Communism in Turkey, Stanford, 1967, s. 36.

[10] G. S. Harris (a.g.e.) ciddiyetle kaleme alınmış ve iyi araştırılmış genel bir görüş sunuyor. Rus tarafıyla ilgili olarak bizim esas olarak şu isimlerden yararlanmamız gerekiyor: A. D. Noviçev, S. I. Kuznecova, R. P. Kornenko ve A. M. Samsutdinov. Türkçe kaynakça son on yıldır sürekli zenginleştirildi. En ilginç araştırmalar şunlar: Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar. 1908-1925, Ankara, 2. Baskı, 1967; Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara, 1967; A. Cerrahoğlu, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, İstanbul, 1975.

[11] En ilginç kaynaklar arasında ilk sırada, Mayıs 1921’de Ankara’da görülen Yeşil Ordu liderlerinin yargılandığı davanın oturumlarından bahsetmek gerekiyor. 1962’de tarih dergisi Yakın Tarihimiz’de yayımlanan bu metinler, 1920’de Ankara’da kurulmuş olan muhtelif sol örgütlerin yapıları ve hedefleri konusuna ışık tutuyor. Elimizde ayrıca Seyyare-i Yeni Dünya ile Emek gazetelerinin birkaç sayısı var. Emek, Halk Komünist Partisi’nin yayın organıydı. Elimizde az bir kısmı bulunan bu materyallerin yanında Hâkimiyet-i Milliye ile Anadolu’da Yeni Gün gazetelerinin de önemli bir kaynak olduğunu söylemek gerekiyor. Hâkimiyet-i Milliye, Ankara Hükümeti’nin gayriresmi yayın organıydı. Türk gazeteciliğinin en önemli isimlerinden biri olan Yunus Nadi’nin çıkarttığı Anadolu’da Yeni Gün ise bir süre Halk Zümresi’nin, meclisteki sol grubun sözcüsü olarak iş gördü.

[12] Bu tarihi şu çalışma veriyor: Gotthard Jaschke, “Kommunismus und Islam im turkischen Befreiungskriege”, Die Welt des Islams, Sayı 20, 1938, s. 112. Türkçesi: İştiraki.

[13] Nuri Paşa’nın Transkafkasya’da oynadığı rol konusunda bkz.: Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkilâbı Tarihi, Ankara, 1967, III (4), s. 209 ve sonrası; W.E.D. Allen ve P. Muratoff, Caucasian Battlefields, Cambridge, 1953, s. 478-480.

[14] 28 Ocak 1920 gibi erken bir tarihte İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen bir raporda adı “Yeşil Ordu” olan bir gönüllü ordusunun Dağıstan’da kurulduğundan bahsediliyor. Nuri Paşa ve Enver Paşa bu girişimin ardındaki isimler (FO 371/5165, s. 102). Oysa bildiğimiz kadarıyla bu dönemde Enver Almanya’da.

[15] Bu konuyla ilgili olarak Kâzım Karabekir’in hatıratına bakılabilir: İstiklâl Harbimiz, 2. Baskı İstanbul, 1969, s. 683. Bahsi edilen “Yeşil Ordu” Ağustos başına kadar Ankara’ya ulaşmadı. Şehre gelişi Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 2 Ağustos 1920 tarihli nüshasında duyuruluyor.

[16] Bolşeviklerin Tealiyi İslam Cemiyeti etrafında toplanmış din adamlarına yönelik saldırıları 1920 yılının başında başladı. Burada şu çalışmaya atıfta bulunuluyor: Mete Tunçay , a.g.e., s. 77.

[17] Mustafa Kemal, Discours du Ghazi Moustafa Kemal Président de la République turque. Ekim 1927, Leipzig, 1929, s. 375-376. Bu hikâye, Yeşil Ordu’nun kökenleri ile ilgili bir detayı içeriyor. Fakat Mustafa Kemal burada sadece olayların resmi yüzünü aktarıyor.

[18] A.g.e.

[19] Yeşil Ordu merkez komitesinin diğer üyeleri şunlardı: Hüsrev Sami (Eskişehir milletvekili), İbrahim Süreyya (Eskişehir), Reşit (Saruhan), Sırrı (İzmit), Mustafa (Dersim), Hamdi Namık (İzmit ), Muhittin Baha (Bursa). Komitede ayrıca muhtemelen ileride cumhurbaşkanı olacak olan Mahmut Celal Bayar da bulunuyor. M. Tunçay, a.g.e., s. 77.

[20] Bunu Mayıs 1921’de gerçekleşen Yeşil Ordu davası esnasında Tokat milletvekili Nâzım Bey’in açıklamalarından öğreniyoruz. Bu ifadeler bir dizi çalışmanın içerisinde yer aldı: Örneğin: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 156-157.

[21] Mustafa Kemal, Yeşil Ordu’nun kuruluşunu şu şekilde izah ediyor: Bu sebeple Osmanlı ordusunun bakayası denilebilecek olan o tarihlerdeki yorgun ve bezgin ve yeni inkılap mefkûresine göre yetiştirilmemiş kıtalar ile inkılabı başarmak hususundaki müşkülat, hissedilir bir derecede idi. Orduyu yeni zihniyete göre şuurlu bir hale getirmenin, o günlerin şartları içinde pek müşkül olacağı zehabı vardı. Dolayısıyla talep olunan vasıflara sahip, şuurlu kimselerden güzide ve inkılap için güvenilir teşkilat yapmak fikri bazı zevatta hâkim olmaya başladı.” [Discours du Ghazi Moustafa Kemal, a.g.e.] Bu metinden de anlaşılacağı üzere ilk başta Yeşil Ordu kendisini Kemalist devrimin öncüsü olarak takdim etmişti.

[22] 19 Ağustos 1920 tarihli gizli istihbarat servisi raporu, FO 371/5171, s. 49.

[23] Tarihi, Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanan Baytar Salih’in açıklamasından öğreniyoruz. Bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 175. Yeşil Ordu’nun hazırladığı Beyanname, Talimatname ve Nizamname bir dizi çalışmada yer aldı. Örneğin bkz.: F. Kandemir, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi, İstanbul, s.d., s. 148-151, 155-157; “Yeşil Ordu Cemiyeti”, Yakın Tarihimiz, Sayı 3, 1962, s. 71; Sayı 4, 1962, s. 104; Sayı 8, 1962, s. 234-235; F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 148-153.

[24] Talimatname’nin ikinci maddesi için bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 149.

[25] Lenin’in millet ve sömürge meselesine dair tezleri, aktaran: H. Carrère d'Encausse ve S. Schram, Le marxisme et l'Asie. 1853-1964, 2. Baskı, Paris, 1970, s. 202. Japon milliyetçiliği konusunda bkz.:. Prof. Delmer Brown, Nationalism in Japan, Berkeley, 1955.

[26] Kemalist devrimin tarihini ele alan çalışmalar, Ankara Hükümeti’ne yönelik direniş hareketleri konusunda genelde ketum bir tutum takınıyorlar. Türkçede yayınlanmış ve konuyu en net biçimde aktaran bir çalışma için bkz.: General K. Esengin, Milli Mücadelede Hıyanet Yarışı, Ankara, 1969. Anzavur ayaklanması, Nisan 1920’de Ethem tarafından bastırıldı. Düzce ve Balıkesir ayaklanmaları ise Mayıs sonuna dek devam etti.

[27] Çapanoğlu, Yozgat vilayetinin eski bir ağalarından biriydi. Adamları Mayıs 1920 ortalarında harekete geçtiler. Şehirde sükunet ancak yılın sonunda sağlanabildi.

[28] Discours du Ghazi Moustafa Kemal, a.g.e., s. 376. Ethem, 20 Haziran 1920 günü Ankara’dan ayrıldı. Şehre 12 Temmuz 1920’de yeniden ayak bastı. Bkz.: K. Esengin, a.g.e., s. 142-146.

[29] Discours du Ghazi Moustafa Kemal, a.g.e., s. 378. Ayrıca Yeşil Ordu davası tutanaklarına, bilhassa Yunus Nadi’nin tanıklığına bakınız (F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 162).

[30] Eskişehir şubesinin, Haziran 1920’de kurulduğunu anlıyoruz. En azından Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde Vakkas Ferid’in ifadesinden bunu anlıyoruz. Dava süresince Vakkas Ferid Eskişehirli militanların Ramazan tatilleri (29 Haziran 1920) süresince temas kurduklarını söylüyor. Bkz.: F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 173.

[31] Yeşil Ordu davası tutanakları. Özellikle Nâzım Bey’in açıklamalarına bakılabilir. Aktaran: A.g.e., s. 157.

[32] Manatov konusunda bkz.: A.g.e., s. 162.

[33] FO 371/5170. Temmuz 1920, s. 75.

[34] G.S. Harris, a.g.e., s. 78; A. D. Noviçev, Kresťjanstvo Turcii v nove j šee vremja [“Modern Çağda Türk Köylüsü”], Moskova, 1959, s. 35.

[35] Ankara’daki Milli Kütüphane’de Seyyare-i Yeni Dünya’nın sadece bir sayısı var (11 Ekim 1920’de Eskişehir’de basılmış olan 32. sayısı). Bu sayıda da sosyalizme veya komünizme dair herhangi bir ize rastlanmıyor.

[36] FO 371/5178, 12 Ağustos 1920 tarihli rapor, s. 127.

[37] G. S. Harris, a.g.e., s. 80.

[38] Nâzım Bey’in İstiklâl Mahkemesi’ndeki ifadesi (F. Tevetoğlu, a.g.e., s. 158).

[39] G.S. Harris, a.g.e.

[40] Sovyet Cumhuriyeti ve Ankara Hükümeti Transkafkasya bölgesindeki toprakların nasıl taksim edileceği konusunda bir anlaşmaya varamıyorlar. Eylül 1920’nin sonlarında Kâzım Karabekir’e bağlı askerler, Ermenistan’a saldırıyorlar. Olayların seyri itibarıyla, Türk-Sovyet çatışmasının yaşanma ihtimali artıyor.

[41] Çerkes Ethem’in Hatıraları, İstanbul, 1962, s. 108-109.

[42] A. E. Güran, Ankara’da basılmış Seyyare-i Yeni Dünya gazetesinin birkaç sayısını bulup yayımladı. Bkz.: Kuvvay-i Seyyare'den Kuvvay-i Milliye'ye Yeni Dünya, İstanbul, 1976. Yeni Dünya konusunda ayrıca bkz.: Ö . S. Coşar, Milli Mücadele Basını, İstanbul, s.d., s. 127-129.

[43] Olaylara dair detaylı bir değerlendirmeyi Nutuk’ta bulmak mümkün: a.g.e., s. 408-435.

[44] F. Kandemir, a.g.e., s. 181; G. S. Harris, a.g.e., s. 87.

[45] A.g.e.

[46] Discours du Ghazi Moustafa Kemal, a.g.e., s. 425.

[47] başkanlığını Upmal-Angarski’nin yaptığı heyet Ankara’ya 4 Ekim’de geldi. Bkz.: G. Jaeshke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Ankara, 1970, I, s. 123.

[48] Ö. S. Coşar, a.g.e., s. 129-130.

0 Yorum: