Türkiye’de esasen sosyalist hareketin laiklik gibi bir
derdi yoktur. Sol örgütler için laiklik, devlete ve sermayeye hoş görünmek, işmar
etmek için kullanılan bir makyajdan ibarettir. O, ordunun
gölgesine sığınanların bahanesidir.
Yüz yıldır sol, kendisini ancak sağcıların dilindeki
argümanlara göre kurabilmiştir. Onun dışındaki devrimci ve komünist pratik, sol
tarafından tasfiye edilmiştir. Sol, ancak sağ kadar, onun izin verdiği ölçüde
konuşabildiğini bilir.
Sol örgütler, sağın “bu solculuk bu topraklara
yabancı” sözüne göre inşa edilmişlerdir. Sürekli, bu topraklara yabancı
olmadıklarını ispatlama derdindedirler. Bunun için bir toprak tarif
ederler. Toprak, bir süre sonra faşist
harekette görüldüğü türden, sınıf ve sınır dışı, yüce ve kutsal bir değer
hâline gelir, eleştiriden muaf olmak için, o toprak, eleştiriden muaf tutulur.
* * *
TKP danışma kurulu üyesi şahıs[1], İran
cumhurbaşkanını, aslında 1979’da devrimin arkasındaki iradeyi, İran toprağına
yabancı bir unsur olarak gördüğünü söylüyor. Bunu söyleyerek, buradaki toprak
sahiplerine işmar ediyor. Çünkü İran’a dair ne söyleniyorsa, Türkiye için
söyleniyordur. Danışma üyesi, bugün bin yıllık medeniyetin temsilcisi olduğunu
iddia eden Şah yanlıları gibi konuşuyor.
Bu anlamda, TKP’nin danıştığı kurulun üyesi, Şah
yanlısı bir sağcıdır. Sağa göre inşa edilmiş sol, ancak sağcılık üretebilir.[2]
Nereye örgütleniyorsan, nereyi örgütlüyorsan, osundur. Orta sınıfa örgütlenen,
onun düdüğünü üflemek zorundadır.
Bugün mesele, TKP’ye açma izni verilen semtevlerinin, esasen kısa vadede seçim bürosu, uzun vadede emlak
bürosu olmasıdır. O izin, bunun içindir. Bu seçim sürecinde TKP balonuna kim üflüyorsa, halkın
ve işçi sınıfının düşmanıdır. Çünkü o balon, çarpma anında şiddeti düşürmek
için kullanılan bir tür hava yastığıdır. Orta sınıfın elinde sol, hava
yastığından başka bir şey olamaz.
Bir belediye seçiminde başörtülü adayı manşetlere ve
sahneye taşıyan bir partinin laiklik gibi bir derdi yoktur, olamaz. Onun için laiklik, devlete ve sermayeye hoş görünmek
için giyilen bir kıyafetten ibarettir.
İran’da iki tutam saç için sokaklar yakılırken, burada
laik geçinen solcular, ancak İran haberleriyle birbirlerini gaza
getirebiliyorlar. Bu “kendine propaganda”nın ezilene, sömürülene bir hayrı
yoktur. Sola İran’ı küçümseyip, onu “haydut devlet” gören ABD’nin yanına
hizalanma, ama kendi ülkesinde kitlelere seçim havucunu sallama görevi
verilmiştir.
İran’da irade, “biz Küfe ehli değiliz, Ali’yi yalnız
bırakmayız” diyen halk kitleleriyle tanışmadığı, kaynaşmadığı, orayı sınıfsal
anlamda bölmediği sürece hiçbir sonuç alamaz. Danışma kurulu üyesinin cahil
cesaretiyle, İran toprağına yabancı saydığı ideoloji, o halkın kavgasına
kazılı, direncine yazılıdır. Bu kavgaya düşman olan danışma kurulları, ancak
devletin hâkim kanatları ve egemen sınıf fraksiyonları arasında yaptıkları
seçimi sosyalizm diye yutturmak için uğraşırlar.
“Egemen
sınıf fraksiyonları ve devletin hâkim kanatları arasında yaklaşık 150 yıldır
devam eden mücadele, sol-sosyalist hareketin bu topraklardaki mücadelesini
biçimlendirmemelidir. Kemalist dönemi ve laikliği tarihsel kazanımlar olarak
gören Aydınlanmacı sol ile, -İdris Küçükömer’in tezlerinden mülhem- bir dönem
ilericiliği devletin muhafazakâr popülist kanadına ve ‘otantik burjuvaziye’
yakıştıran liberal-sivil toplumculuk, aynı ilerlemecilikten, kapitalist
kalkınmacılıktan, burjuva birey kurgusunun övgüsünden, aynı liberalizmden
beslenmektedir. Tarihten bir örnek olarak bunun, sözgelimi Rusya’daki Menşevik
hareketten pek bir farkı bulunmamaktadır.”[3]
Bugün solun tamamı, Ekim Devrimi’nin karşısında
hizalanmış sol örgütlere dönüşmüştür.[4] Sol, Ekim düşmanıdır. Dışarlıklı, bu
toprağa yabancı, gerçek ve akıl dışı olarak suçlanmaktansa sol örgütler,
devletle ve sermayeyle varolmayı seçmişlerdir. Onların filizlendiği
toprak burasıdır.
Bugün sol örgütler, içeriden, yerli, gerçek ve makul
olmanın devletin ve sermayenin safında olmakla mümkün olduğunu düşünüyorlar. Bu
sebeple onlar, devlete ve sermayeye karşı her türden “Bolşevik” itirazı yok
etmek zorunda. Varlıklarının gerekçesi bu.
* * *
TKP’nin danıştığı kurulun üyesi şahıs, aslında
Amerika’da yaşayan İranlı’nın değerlendirmesinde dile getirilen beyazlığın
savunucusudur.
“Sürgündeki
şah yanlısı kişilerin büyük bir kısmı, imtiyazlarının devrim yüzünden
yitirildiğini, o imtiyazların ise esasen onurlu bir şey olan beyaz olma
ayrıcalığı aracılığıyla elde edildiğini düşünüyor.”[5]
İlker Belek gibiler, salgını koruma hareketi üyesi
olarak, ilâç şirketlerine göre kendilerini inşa ediyorlarsa eğer, bu beyazlığın
savunucuları da kendilerini Müslüman ve Kürt düşmanlığına göre kurmaya
mecburdurlar. Bu düşmanlık, tabii ki mülkiyete dairdir. Bu solcular, kendileri
gibi mülküne tehdit gördüğü unsurlara yönelik düşmanlığı sosyalizm diye
pazarlamaya mecburdurlar. İlâç mümessilliği nasıl ki sosyalizm değilse, orta
sınıfın mülkünü savunmak da sosyalizm olamaz.
TKP danışma üyesi gibilerin “Binlerce yıllık İran kültürü”
dedikleri şey de sarayların, efendilerin, kralların ve satrapların kültürüdür.
Danışma üyesi, ezilenin, sömürülenin kültürüne, Ali’nin yolundan, Hüseyin’in
sancağı ile yürüyenlere düşmandır. O nedenle, Twitter vitrinlerinde vakitlerini
burjuva kültürüne methiyeler düzmekle geçirmektedirler. Kışlık Saray’daki Çin
vazolarını kıran proleterler, TKP gibiler için kâbustan başka bir şey değildir.
* * *
Öyle ya da böyle, sol örgütler, ezilenin sömürülenin
iradesine örgütlenmediği, o iradeyi örgütlemediği için 1979’da yenildiler.
İranlı bir marksistin dediği gibi, “kimse, gelip devrimi solun elinden çalmadı.
Sol, aslında devrime hiç hazır değildi.”[6] Ama mollalar, “ekonomik krizle
geçen dönemi (1974-79) kitle tabanı oluşturmak, propaganda faaliyeti yürütmek,
camileri kitleleri organize edip harekete geçirmek için kullandılar.” Sol ise
bu dönemi “diktatörlüğe karşı birleşik cephe” gibi konulara dair soyut
tartışmalar yürüterek geçirdiler.”
Bu süreç, “Arap’ın hikâyesi” denilerek aşağılandığı
düşünülen İslam ve Şiiliğe dair cehaletle izah edilemez. Mollanın tarihsel
konumu, Şiiliğin tarihsel-toplumsal yeri, sınıfsal gelişmelerde ezilenleri
kimlerin örgütlediği gibi meselelere bakmayanlar, İran’ı ancak kendi
hayalciliklerine malzeme olarak kullanırlar. İran'a bakıp Türkiyeliliğe
şükretmekle ömür tüketirler.
* * *
24 Ocak 1993 günü patlayan bombanın sesini işittik,
kısa bir süre sonra TV ekranının altında kayan yazıdan Uğur Mumcu’nun
öldürüldüğünü öğrendik.
Cenazesine on binler katıldı. “MİT, CIA,
Kontrgerilla”ya işaret eden sloganlarımızla ve o toy hâlimizle, oradaydık.
Maltepe Camii önüne gelindiğinde, etrafımızdaki
insanlar, karşıdaki binanın üçüncü katını gösterip “n’apıyor bunlar böyle, kim
bunlar?” diyorlardı. O katta o günlerde STP diye anılan “TKP” bürosu vardı.
İçerideki insanlar, büronun camına boydan boya dizilip kitleyi seyre
dalmışlardı. Ertesi gün o izleyicilerden birine, “cenazeye neden
katılmadıklarını” sorduk. Soruya “Metin abi, Uğur Mumcu’nun MİT ajanı olduğunu
söylüyor, o yüzden katılmadık” cevabını verdiler.
“Metin abi”, kısa süre önce ölen Metin Çulhaoğlu’ydu.
Partinin akıl hocası olan bu kişi, sonra, 28 Şubat sürecine doğru “darbe olacak
ve darbenin kitle tabanını Atatürkçü Düşünce Derneği oluşturacak” tespitine yer
verdiği yazılar yazdı. Gelgelelim, Çulhaoğlu ve çizgisi, on beş yirmi yıl sonra
Uğur Mumcu’nun da ADD’nin de gerisine düştü. Biden’la aynı gemiye bindi.[7]
Son TKP içi bölünmede ana tartışma konusunun
“Fethullahçıların gemisine binelim mi binmeyelim mi?” tartışması olduğu
söyleniyordu. Her iki taraf da binme yanlısıydı. Ama Kemal Okuyan, saflık,
arınıklık, sterillik düşkünü, kişisel egosu ve kariyerine sevdalı olduğu için,
“hayır, o gemiye binmeyelim, bizi kirletir” dedi. Metin başkan ve yoldaş Baş,
“bizim abdestimiz sağlam” cevabını verdi. Tilmizi Okuyan ise,
“Gorbaçov
dönemi, Brejniyev ve Hruşçov dönemlerinin kapsamlı bir eleştirisinden yola
çıkarak yeni bir sıçramayı belirledi, yeni bir süreci başlattı. […] Gorbaçov’un
konuşması bu anlamda bir umut ışığıdır.”[8]
diyen hâlini ve fikrini hiç değiştirmedi. Avrupa
soluyla organik bağını hiç kopartmadı. Kendisini, Sovyetler’in tasfiye süreci
için gerekli ideolojik araçları üreten Avrupa KP’lerinin teslimiyetçi çizgisine
bağladı. Öyle ki partisi, Küba Devrimi’nin içeriğine ve biçimine tümüyle
karşı olmasına rağmen, Küba sempatisini örgütlemeye çalıştı. Bunun için dernek
kurdu. Aslında bu Küba ilgisi de Küba’nın Batı’yla, özellikle Avrupa’yla ve sermayeyle
ilişki kurmak için adım attığı günlerde başladı. Bugün aşı ve eşcinsellik
konusunda Küba’ya destek vermelerinin sebebi, “oradaki glasnost”u[9] Avrupa
adına savunup kendi çizgisini buradan meşrulaştırmak.
Sol içerisine yönelik operasyonun adı olarak TKP, bugün İngiltere ve Almanya’da elektrik dağıtımını
kamulaştırma kararı verildiğini işitince, “elektrik devletleştirilsin”
eylemleri yapabiliyor. Ancak Avrupa’dan işaret
alındığında, burada eylem yapılabiliyor. Bu açıdan, TKP, liberal Selin Sayek
Böke’nin de gerisine düşüyor. Bu tür sol örgütler, efendiler adına sahayı boşaltıyorlar,
böylelikle sağ partileri parlatıyorlar. TKP, göçmenleri örgütleyeceğini Avrupa
sınırlarını korumayı görev bellediği için söylüyor. Başkanı, Şangay İşbirliği
Örgütü ile yapılan görüşmelerin ardından, bu Avrupacılığı sebebiyle, “ülke
Avrupa'dan kopmaz, kopamaz!” deme gereği duyuyor.
Satrap, Pers imparatorluğundaki bölge valilerini ifade
ediyor. Bugün solcular, bugünün “imparatorluğu”na bağlı bölgelerin valileri
olmak için birilerine yaranmaya, hoş görünmeye çalışıyorlar. “Laiklik” diye
bağırıyorlar, ama onun için dövüşecek ne bir iradeleri, ne istekleri, ne de
güçleri var. O yaranma, hoş görünme çabasına “sosyalist siyaset” diyorlar.
Kendilerini ve başkalarını kandırıyorlar. Sosyalist siyasetse sadece ezilenin,
sömürülenin kolektif iradesiyle tanımlı. Onun satrap adaylarının mülkiyetiyle
ve rekabetiyle bir alakası yok.
Eren Balkır
25 Eylül 2022
Dipnotlar:
[1] Engin Solakoğlu, “Dış gücün resmi”, 23 Eylül 2022, Twitter.
[2] Laborans’ın “Güney Azerbaycan” tabirini kullanması
da aynı sağcılaşmanın tezahürüdür. Bu solcular, MİT’e bağlı Türkçülerin
jeopolitikasına örgütlenmişlerdir. Yağmadan pay istemektedirler. [Laborans,
“Güney Azerbaycan Halkı”, 23 Eylül 2022, Twitter.
[3] Tevfik Ziya, “Laiklik Burjuvazinin Güvencesidir”,
12 Nisan 2016, İştiraki.
[4] Eren Balkır, “Siyanür”, 11 Kasım 2019, İştiraki.
[5] Areş Davari, “İranlı Göçmenlerde Sol Liberalizm”,
2018, İştiraki.
[6] Yasemin Mater, “Fedai Pratiğinden Çıkartılacak
Dersler”, 10 Eylül 2008, İştiraki.
[7] Metin Çulhaoğlu, “Evet, Bu Kez Herkes Aynı
Gemide!”, 9 Kasım 2020, İleri.
[8] Cemal Hekimoğlu, “Glasnost ve Sol”, Temmuz 1987, Gelenek.
[9]
Jakobenist1793, “Yeni Aile”, 26 Eylül 2022, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder