17 Eylül 2022

Anadolu’da Muhalif Akımlar: Türkiye Komünist Partisi


Yeşil Ordu içinden çıkan Halk Zümresi, sonrasında bağrından 18 Ekim 1920 günü Türkiye Komünist Partisi’ni çıkarttı. Mustafa Kemal’le anlaşarak, hatta görünüşe göre onun talimatıyla kurulan bu teşkilâtın başında, ekseriyeti Halk Zümresi’nden gelen otuz civarı kişiden oluşan bir merkezî komite vardı. Parti liderleri arasında Eyüp Sabri, Yunus Nadi, Ali İhsan ve Mahmud Esad gibi aşina olduğumuz isimler yer alıyordu. Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşa, Fevzi Paşa, Albay İsmet gibi yüksek rütbeli subayların da partiye üye olmalarını istedi.[1]

Muhtemelen Çerkes Ethem de bu teşkilâtın üyesi. En azından bir süre onun içinde yer aldı. Ekim ayının sonunda Mustafa Kemal, kendisinden gazetesi Seyyare-i Yeni Dünya’yı Ankara’ya taşımasını ve yeni kurulan komünist partisine katılmasını istedi. Bugün Ethem’in hangi koşullarda yeni partiye katıldığını bilmiyoruz. Buna mecbur mu kaldı? Yoksa Mustafa Kemal’in davetine icabet etmesinin amaçlarına hizmet edeceğini mi düşündü? Muhtemelen ikincisi iddia doğru.

Kasım ayının ortasında Seyyare-i Yeni Dünya Ankara’ya taşındı ve partinin yayın organı hâline geldi. Gazetede çıkan ve kendisiyle ilgili olumlu görüşler sunan makalelerin de ortaya koyduğu biçimiyle, gazetenin kontrolü hâlen daha Ethem’deydi.

Parti genel sekreteri, geçmişte Yeşil Ordu içerisinde önemli bir isim olan Hakkı Behiç’ti. Daha önce maliye ve dâhiliyede çalışmış olan Hakkı Behiç, solcu olarak biliniyordu. Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı olan Behiç, Meclis’in açıldığı günden itibaren milliyetçi hareketin “devrimci” kanadı içerisinde yer aldı ve hareketi bir öğretiyle kuşandırmak için çalıştı. Kendi iddiasına göre Behiç, ılımlı sosyalistti ve sosyalizmin Türkiye’nin ihtiyaçlarına uygun hâle getirilmesini savunuyordu. Ama aynı zamanda Behiç, milliyetçi görüşe ve ondan daha az olmak üzere, İslam’a da bağlı bir isimdi. Marksist sınıf mücadelesini dogma olarak görüp ona karşı çıkan Behiç, Türkiye’nin sosyal adalete ekonomideki kilit sektörlerin devlet kontrolüne alınması, zanaatkârların ve küçük ölçekli sanayi üretiminin büyük kapitalist girişimlerle girecekleri rekabette korunması, lüks ürünlerin yasaklanması, tüketici kooperatiflerinin kurulması gibi geçici bir dizi reformlar üzerinden kavuşabileceğine inanıyordu. Birçok çağdaşı gibi Behiç de Ekim Devrimi’ni hayranlıkla anıyordu, fakat gene de Bolşeviklerin sosyalizm modelinin Türkiye’ye uygun düşmediğine inanıyordu. Ama ilginç bir yaklaşım dâhilinde Üçüncü Enternasyonal’in kuruluş süreci içerisinde yer alınması gerektiğini düşünüyordu.[2]

Her ne kadar belirli hesaplamalar dâhilinde Mustafa Kemal’e hasım olan Çerkes Ethem, Eyüp Sabri gibi isimleri bir araya getirmiş olsa da Hakkı Behiç’in komünist partisi, esasen bir muhalefet partisi değildi. Aksine bu parti, milli hükümetin stratejisine destek sunmak için kurulmuştu. Yeşil Ordu da aynı amaç doğrultusunda, ondan birkaç ay önce inşa edilmişti. Fakat Yeşil Ordu, süreç içerisinde yavaş yavaş yıkıcı bir yapı hâline gelmiş, buna karşılık, Türkiye Komünist Partisi, Kemalist hükümete hep sadık kalmıştı. Halk Zümresi içerisinde yer alan Nâzım Bey ve Şeyh Servet gibi muhalif isimler, yeni teşkilâta katılmayı reddettiler. Yeni partinin lider kadrosu içerisinde yer alan Hakkı Behiç, Yunus Nadi ve Mahmud Esad, Halk Zümresi’nin milliyetçi harekete sadık isimleriydi. Sezgileri güçlü politikacılar olarak bu kişiler, Halk Zümresi’nin uçuruma sürüklendiğini gördüler. Mecliste 1920 güzünde yaşanan ilk kavgada hızla milliyetçi iktidara meylettiler ve Mustafa Kemal’e bağlı olduklarını ortaya koydular.

18 Ekim’de kurulan partinin ana amacı, komünist hareketin yeraltında, bilhassa Çerkes Ethem çevresinde yer alan şüpheli isimler arasında gelişme kaydetmesine mani olmaktı. Ekim ayının sonunda İçişleri Bakanlığı bir talimat yayınlayarak, gerekli izinleri almamış olan komünist örgütlerin faaliyetlerini yasakladı ve onlara yeni kurulan partiyi işaret etti.[3] 26 Ekim 1920’de Ali Fuat Paşa’ya gönderdiği bir mektupta Hakkı Behiç, artık sadece resmi parti belgesi olan kişilerin Bolşevik ve komünist olma hakkına sahip olabileceğini söylüyordu.[4]

Solcu militanlar, “Anadolu komünizmi” adına, kendilerindeki özgün politik yönelimlerden vazgeçmeye davet edildiler. Hakkı Behiç’in partisini destekleyen Mustafa Kemal’in gazetesi Hâkimiyet-i Milliye’ye göre, Türkiye’ye uygun düşen yegâne öğreti, komünizmin bu özgül biçimiydi. Bolşeviklerin Rusya’da yaptıkları gibi Anadolu’da bir proletarya diktatörlüğü kurulamazdı. Gerçekte Türk toplumundaki tüm katmanlar, aynı zulme, Batı emperyalizminin zulmüne maruz kalıyorlardı. Ülkenin toplumsal yapılarını altüst edip yabancı kapitalistlerin açgözlülüğü karşısında halkı aynı fikrin etrafında bir araya getirmek mümkün değildi.[5] Hâkimiyet-i Milliye, ayrıca Anadolu komünizmine milletin “üst katman”ının öncülük etmesi gerektiğini söylüyordu, çünkü Türk halk kitleleri, kendi kaderlerini çizecek durumda değildi.[6]

Aynı fikir, farklı bir motivasyon üzerinden, Ekim ayının sonunda Mustafa Kemal’in Ali Fuad Paşa’ya gönderdiği telgrafta da karşımıza çıkıyor.[7] Telgrafın amacı, Batı Cephesi komutanını Hakkı Behiç’in kurduğu teşkilâtın merkez komitesine atandığı konusunda bilgilendirmekti. Büyük Millet Meclisi başkanı, bu telgrafta komünist akımın “ordunun başındaki komutanların kontrolünde olmasını” istediğini söylüyordu. Bu manevranın amacı, asker sovyetlerinin oluşmasına ve askerler arasında yıkıcı fikirlerin yayılmasına mani olmaktı. Mustafa Kemal’in açıklamasına göre komünist partisi, anarşiyi ve ayrışmayı ülkeye taşıyan, dış kaynaklı muhtelif akımların etkisini kırmak için kurulmuştu. Ama onun aklında, birilerini aldatmak için kurulmuş bir teşkilât yoktu. Hakkı Behiç ve yoldaşları, ülkede “komünist” fikirlerin yayılması görevini üstlendiler. Ama Ali Fuad Paşa’ya gönderdiği telgrafta Mustafa Kemal, hareketin ideolojik tercihlerinin en nihayetinde milletin yapılacak propagandaya vereceği tepkiye bağlı olduğunu söylüyordu.

Peki Hakkı Behiç ve ekibi, komünist etiketini sahipleniyor muydu? Onlardaki ılımlı reformizm, muhtemelen sosyalizme yönelik atıflarla örtüşen bir çizgiyi ifade ediyordu. Peki bu, öğreti düzeyinde çocukça bir yaklaşımın ürünü müydü? Terminolojiye dair meselelere kayıtsızlar mıydı? Muhtemelen öylelerdi. Ne olursa olsun, pratiklerinden görebildiğimiz şu: bu ekibin amacı, “aşırı unsurlar”ın altındaki toprağı kaydırmak ve milli bağımsızlık için tehdit teşkil edecek rakip bir partinin kurulmasına mani olmaktı. Başka bir mesele daha vardı. Ekim ayının başında Upmal-Angarski’nin bulunduğu bir Sovyet heyeti Ankara’ya geldi. Heyet başkanı, Ankara’ya gelmezden önce Erzurum’a uğramış, burada buluştuğu Kâzım Karabekir’e Anadolu’da harekete öncülük eden unsurların ülkede komünist propagandaya mani olmamaları tavsiyesinde bulundu.[8] Ayrıca zaten hareketin öncüleri, komünist propagandaya mani olmak için gerekli tedbirleri almayı uygun görmüyorlardı. Peki TKP’nin kurulmasıyla Moskova heyeti başkanının önerilerine uygun hareket edildiğini söyleyebilir miyiz?

TKP’nin kurulması, belli ölçüde konjonktürel bir manevra olarak görülmeli. Bu manevranın amacı da Sovyet Cumhuriyeti’nin gönderdiği heyet üzerinde iyi bir izlenim bırakmaktı. Neticede Ekim ayının başından itibaren milliyetçi hareketin elindeki basında komünizm yanlısı makalelerin daha fazla yer bulması, Upmal-Angarski’nin Ankara ziyaretiyle yakından bağlantılı bir gelişmeydi.[9]

Parti programına muhtemelen Kasım ayının ilk yarısında son hâli verildi.[10] İlginç olan şu ki bu partinin programı ilhamını Eylül ayının başında Halk Zümresi’nin yayımladığı programdan alıyordu. Her iki programda da ülkedeki ekonomik, toplumsal ve kültürel hayatın gelişimiyle ilgili ortaklaşan bir dizi öneriye rastlıyoruz. Tek yenilik, hareketin içerideki işleyişine daha fazla yer veriliyor olması (yeni program, insan örgütleme, hücrelerin yapısı, bütçenin yönetilmesi gibi hususların üzerinde daha çok duruyor.) Programın önemli gördüğü bir diğer mesele de merkez komitesinin örgütsel yapısıydı. Otuz kişiden oluşan komite, beş alt bölüme ayrılmıştı. Kırsalla ilgili meselelere tahsis edilmiş olan ilk bölümün görevi, “köylünün mutlu olması”nı sağlamak ve ekilebilir arazileri millileştirmekti. İkinci bölüm, sanayi ve emekle ilgili meselelerden sorumluydu. Onu örgütsel meselelerde uzmanlaşmış olan bölüm ile propagandadan sorumlu bölüm takip ediyordu. Bu son bölümün görevi, askeriyeyle ilgili meseleler konusunda çalışma yürütmekti. Bu çalışma, ordunun reforma tabi tutulmasını ve millileştirilmesini içeriyordu.

Merkez komitesi üyelerine dağıtılan bu görevler, bize tüm ülkeyi kapsayan bir militan ağının varolduğunu söylüyorlar. Peki ama gerçekte “Anadolu komünizmi” fikrini savunan bu kadar insan var mıydı ülkede? Bu insanların sayısının çok az olduğuna hiç şüphe yok. Bunlar, birkaç milletvekilinden, birkaç gazeteciden, memurdan ve subaydan ibaret bir ekipti aslında. Hakkı Behiç’in Seyyare-i Yeni Dünya gazetesi üzerinden Çerkes Ethem destekçilerine ulaşma imkânı bulduğunu düşünsek bile, bu insanların Ankara’daki teorisyenlerin önerdikleri fikirleri pek umursadıklarını söyleyemeyiz.

Parti programı ile birlikte, 17 Kasım günü uzun bir manifesto da yayımlandı. Hakkı Behiç’in elinden çıkan bu metin, Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde yayımlandı.[11] Kafası karışık, dili anlaşılmaz birinin kaleminden çıkan, akademisyenler için yazılmış izlenimi veren bu metinin amacı, Anadolu komünizminin sunduğu seçenekleri halk kitlelerine ilân etmekti. Metinde, komünist öğretinin ülkenin toplumsal gerçekliklerine uyarlanması ihtiyacı üzerinde duruluyordu. Devrimci tedbirlere karşı olan Türk komünistleri, Hakkı Behiç’in ağzından, özel mülkiyete ve sınıfsal imtiyazlara yönelik saygı duyduklarını ifade ediyorlardı. Manifestoda dile getirildiği biçimiyle, “halkın komünizmin mülkiyeti ortadan kaldırma niyetlisi, özel mülkiyeti yağmalama ve halkı ayrıştırma heveslisi, zengin sınıfa zulmetme ve onu yok etme meraklısı, barbar bir sistem olduğuna inandırmak isteyenler, emperyalizmin ve kapitalizmin destekçileri”ydi. Hakkı Behiç, aynı zamanda Yeşil Ordu’nun eskiden dillendirdiği tespite vurgu yapıyor, İslam’ın kaideleri ile komünist ilkeler arasında herhangi bir çelişkinin bulunmadığını söylüyordu. Hatta ona göre, İslam’daki eşitlikçilik sayesinde Müslüman ülkelerde kapitalizm gelişme imkânı bulamamıştı. Son olarak manifesto, TKP’nin milli niteliğine vurgu yapıyordu. Parti, Moskova’dan tümüyle bağımsızdı ve sadece milletin ihtiyaçlarını ve çıkarlarını dert ediniyordu.

“Milli duyguların kabardığı bu yüzyılda asıl gerekli olan, komünist bayrak arkasına saklanma ihtimali bulunan yeni emperyalizme dair şüpheleri artırmaktır. Bu gereklilik üzerinden, partimiz ısrarla, her şeyden önce komünist ülkelerin, özelde Rus Sovyet Cumhuriyeti’nin bağımsızlığımıza saygı duyması gerektiği üzerinde duruyor.”[12]

Manifestonun Anadolu’da Yeni Gün’de yayımlandığı günlerde Seyyare-i Yeni Dünya gazetesi de Hakkı Behiç’in eline geçti. Gazetenin elimizde kalan birkaç sayısına baktığımızda, gazetenin içeriğinin iyice yumuşatıldığını görüyoruz. Yayın kurulunun elinden çıkan, politik ve askerî meselelerle ilgili haberler, ajans haberleri ve resmi bildiriler, bu ılımlı çizgiye uygun olarak kaleme alınmışlar. Sadece halkı doğrudan ilgilendirmeyen konularda bir tarafgirlik söz konusu. Bir tek Çerkes Ethem ve arkadaşlarını öven yazılarda politik bir konum alındığına tesadüf ediyoruz. Bunun sebebi, Ethem’in, gazetenin Mustafa Kemal’in emriyle yönetici kadrosunun değişmiş olmasına rağmen, Seyyare-i Yeni Dünya’yı hâlen daha kontrolünde tutuyor olması.

Buna karşılık, gazetenin 31 Aralık 1920 tarihli nüshasında “Türk Devrimi” başlıklı ilginç bir şiire yer veriliyor. “Dili zehirli Batı”ya saldırdıktan sonra Şevki Celâl isimli şair, Atilla’nın soyunu ve Oğuz Han’ın çağını övüyor, ardından “yeşil Turan”ın ihtişamından dem vuruyor. Son iki dizesinde Kur’an’ın elde edeceği zaferden bahsediliyor. Edebi açıdan pek de önemli olmayan bu şiir, TKP’nin panturanist boyutunu ortaya koyduğu için oldukça ilginç bir metin aslında. Bu noktada “yeşil elma” teorisinin sahibi Mahmud Esad’ın teşkilâtın öncülerinden biri olduğunu anımsamak gerekiyor. Esasen Mahmud Esad, Hakkı Behiç’in yoldaşları içerisinde “komünizm”i Türk milletini birleştirmek için bir araç olarak gören insanlardan sadece biri.

Seyyare-i Yeni Dünya, Ocak 1921’de yayın hayatına son verdi. Yukarıda da değindiğimiz üzere, Mustafa Kemal, Çerkes Ethem’in ihanetini fırsata çevirerek, Ethem’e ait gazeteyi ve matbaayı onun elinden aldı. Peki bu tarihten sonra TKP’nin başına ne geldi?

Ocak ayının başında Mustafa Kemal, solcu örgütleri Anadolu’daki siyaset sahnesinden silmeye karar verdi. Bu hamlesiyle Mustafa Kemal, Çerkes Ethem’e meyli olan “aşırı unsurlar”ın silâhlı ayaklanma gerçekleştirmelerine dair her türden ihtimali ortadan kaldırmayı ve Ankara hükümetinin önemli bir müzakere süreci içerisine girmekte olduğu Büyük Güçler’in elçilerine iyi niyet gösterisinde bulunmayı amaçlıyordu. Peki Anadolu soluna darbe indiren muhtelif tedbirlerin ardından resmi TKP de faaliyetlerini askıya mı aldı? Öyle görünüyor. Yayın organından mahrum kalan parti, hayatta kalmaya çabalamak dışında bir şey yapamıyor, halkın zihninde giderek siliniyor.

İnzivaya çekilen parti, saklandığı yerden ancak Haziran 1921’de Komintern’in düzenlediği üçüncü kongre vesilesiyle çıktı. Komintern’e üye olma isteği, Kasım 1920’den beri Ankara’da tartışılan bir konu.[13] O dönemde Sovyet rejiminin işleyişini incelemek ve TKP’nin Komintern’e kabul koşularını tartışmak amacıyla dört kişilik bir heyet Rusya’ya gönderildi. Başında Tevfik Rüştü’nün bulunduğu heyet, Şubat 1921’de Moskova’ya vardı. Onlara, Büyük Millet Meclisi’nin tam yetkili kıldığı Sovyet Cumhuriyeti elçisi Ali Fuad Paşa da eşlik ediyordu. Burada Tevfik Rüştü ve yoldaşlarının ne tür adımlar attığını bilmiyoruz. Tahminen bu isimler, Moskova’da kaldıkları birkaç aylık süre boyunca partilerinin davasını anlatma fırsatı buldular.[14] Gelgelelim Komintern, Hakkı Behiç’in teşkilâtını üye yapma fikrine karşı çıktı. Bu, aslında hiç de şaşırtıcı değil. Hem ideolojisi hem de yapısı itibarıyla TKP, Komintern’in ikinci kongresinde benimsenmiş olan, partilerin enternasyonale kabulü ile ilgili 21 şarta hiçbir şekilde uymayan bir partiydi. Temmuz 1921’de Bakû’deki komünist teşkilâttan hayatta kalan isimlerden biri olan Süleyman Nuri, Komintern’in üçüncü kongresine katılan delegelerin huzurunda yaptığı konuşmada, Mustafa Kemal’in emriyle kurulan partinin yanıltıcı ve provokatif niteliğini mahkûm etti.[15] Muhtemelen tam da bu dönemde Hakkı Behiç ve yoldaşları, faaliyetlerine tümüyle son vermeyi kararlaştırdılar. Beynelmilel komünist hareketin yüzüne kapıyı kapattığı parti, birkaç ay hiçbir şey yapmadı, zamanla tüm itibarını yitirdi ve sadece Kemalist hareketin çıkarlarına hizmet eden bir yapıya dönüştü.

Paul Dumont
Meudon, 1977
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Ali Fuad Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953, s. 509; F. Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, s. 313; M. Tunçay, Mesai, s. 84. Bahsi edilen şahıslara ek olarak burada parti üyeleri arasında Mahmud Celâl (ki sonradan Türkiye cumhurbaşkanı oldu), Dr. Tevfik Rüştü (1925-1938 arası dönemde dışişleri bakanlığı yaptı), Şükrü Kaya (1927-1938 arası dönemde içişleri bakanlığı yaptı) ve Refik Koraltan’ın (1950-1960 arası dönemde meclis başkanlığı yaptı) isimlerini anabiliriz.

[2] Hakkı Behiç’in “teorileri” konusunda biz burada esas olarak Hâkimiyet-i Milliye ve Anadolu’da Yeni Gün gazetelerinde çıkan makalelerine atıfta bulunuyoruz. Ayrıca bkz.: A. Cerrahoğlu, Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, s. 175-179.

[3] AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929, Türkiye, 95, 6 Ocak 1921 tarihli rapor, s. 71.

[4] A.F. Cebesoy, a.g.e., s. 507.

[5] “İki Komünizm”, Hâkimiyet-i Milliye, 12 Ekim 1920. Yayın kurulunun elinden çıkan bu makale muhtemelen Hakkı Behiç tarafından yazılmıştı.

[6] “Rus Bolşevizmi, Türk Komünizmi”, a.g.e., 16 Ekim 1920.

[7] 31 Ekim 1920 tarihli telgraf, A. F. Cebesoy, a.g.e., s. 509.

[8] Kâzım Karabekir’in Mustafa Kemal’e 14 Eylül 1920’de gönderdiği telgraf, Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 828-829.

[9] Anadolu’da çıkan gazeteler, bu olayı ele alan bir dizi makaleye yer verdiler. Özellikle bkz.: Yunus Nadi, “İlk Bolşevik Heyeti Ankara’da”, Anadolu’da Yeni Gün, 6 Ekim 1920.

[10] Bkz.: Cerrahoğlu, a.g.e., s. 414-420.

[11] Belgeye şuradan ulaşmak mümkün: Cerrahoğlu, a.g.e., s. 421-428. Ayrıca 6 Ocak 1921 tarihli rapora bakılabilir.

[12] Alıntı, yukarıda bahsi edilen 6 Ocak 1921 tarihli rapordan.

[13] Partinin Komintern üyeliği meselesi Büyük Millet Meclisi’nde gündeme geldi. Bkz.: R. N. İleri, Atatürk ve Komünizm, s. 176-180.

[14] Bu konuda Tevfik Rüştü’nün 1964 yılında Yön dergisinde yayımlanan tanıklığına bakılabilir: “Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Anlatıyor, Yön, 83, 30 Ekim 1964.

[15] Bjulleten’ III-go Kongressa, 23, 20 Temmuz 1921, s. 485.

0 Yorum: