11 Eylül 2022

,

Şili’nin Katli


Şili’nin katli, uzun zamandır beklenen bir şeydi. Son aylarında “can çekişen Allende hükümeti”yle ilgili haberlere basın sık sık yer veriyordu. Medyada isimlerini duyurarak geçimini sağlayan birçok kişi, Şili’nin ölümüne dair kelam etme ihtiyacı duydu. Bir tek Washington’dan ses çıkmadı.

İngiliz İşçi Partisi bile Şili’nin ölümünü resmi gözlerinden dökülen resmi yaşlarla selamladı. Oysa parti, bu dönemde ne Şili’deki sosyal demokrasi pratiğiyle ne de Afganistan’daki gelişmelerle ilgilendi. Bu durum, katilleri bir süre rahatsız etti. Oysa bu adamlar, İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte yaşanan en büyük katliam olan 1965 Endonezya katliamı kadar büyük bir katliama imza atmışlardı.

Darbeden önce Santiago duvarlarına bu genç gericiler “Cakarta” yazdılar. Bugün Şili ordusu, televizyonları başında haberleri izleyen halka Endonezya’nın ülkeye yabancı yatırımcıları çekmek konusunda ne kadar başarılı olduğunu anlatıyor. Demek ki Şili’de de yabancı yatırım ile ilgili bir sorunla yüzleşilmeyecek. Orta sınıfın alacağı intikamın kaç kişiyi katledeceğini kimse bilmeyecek, çünkü sadece fabrikalarda çalışan, gecekondularda veya köylerde yaşayan insanlar ölecek ve onların adlarını kimse işitmeyecek. Neticede üzerinden yüz yıl geçti ve biz, Paris Komünü’nün ezilmesi sonrası kaç kişinin öldüğünü hâlen daha bilmiyoruz.

Şili’nin ölümü üzerine yazılan yazılardaki asıl sorun, bu yazıların çok azının Şili’yle ilgili olması. Bu küçük ve uzak ülke, tıpkı otuzların İspanya’sı gibi bahtsız. Küresel ölçekte önemli olan siyaseti başkalarına örnek olacak cinsten, ama bu siyaset maalesef korumasız.

Şili, birçok şeyin sınandığı, birçok sorunun cevap bulduğu yerdi. Amerikalılar, Şili’nin sosyalizmin şiddet araçlarının kullanıldığı bir ayaklanma veya iç savaş olmaksızın iktidar olup olamayacağı sorusundan daha önemli olan yönler içerdiğini kesinlikle biliyordu. Dün olduğu gibi bugün de onlar için asıl mesele, Latin Amerika’daki emperyalist gücün muhafaza edilmesi. Bu güç, sadece Şili’de değil, Peru’da, Panama’da, Meksika’da ve kısa süre önce Perón’un elde ettiği zaferle Arjantin’de tesis edilen muhtelif politik rejimler eliyle son beş yıl içerisinde azalmıştı. En nihayetinde askerî darbenin fitilini asıl ateşleyen, Allende değil, Perón’du.

ABD, Şili’nin ipini çekmek için ülkeyi ekonomik açıdan boğazlayacak adımlara bel bağladı. Ağır bir dış borç yükünün altında ezilen, ithalattaki hızlı artışa tanıklık eden ülkenin bağımlı olduğu tek ürün olan bakırın fiyatı 1970’te birden düştü ve iki yıl boyunca düşük seviyede kaldı. Amerikalılar daha fazla bekleyemeyeceklerini gördüler. Şili silâhlı kuvvetlerine yapılan kesintisiz silâh teslimatı, ABD’nin darbeyi her zaman aklının bir köşesinde tuttuğunu ortaya koyuyordu.

Dünya açısından Şili, sosyalizmin geleceğinin teorik düzlemde sınandığı yerdi. Hem sağcılar hem de aşırı solcular, demokratik sosyalizmin işe yaramayacağını ispatlamakla meşgullerdi. Şili’nin ölümü üzerine yazdıkları yazılar, sadece ne kadar haklı olduklarını ortaya koymak içindi. Her iki kesime göre darbe, Allende’nin hataları sonucu gerçekleşti.

Allende’nin başında bulunduğu Halkın Birliği’ndeki zafiyetler ve yanlışlar, tabii ki ciddiyetle ele alınmalı. Şimdiden, olan biten üzerinden efsaneler kaleme alınmazdan önce, üç şeyin netliğe kavuşturulması gerekiyor.

1. Şurası gayet açık ki Allende hükümeti intihar etmedi, katledildi. Bu hükümetin sonunu finansal kriz, politik veya ekonomik hatalar değil, bombalar ve silâhlar getirdi. Bazı sağcılar, “Allende muhaliflerine darbeden başka bir seçenek bıraktı mı?” diye soruyorlar. Bu sorunun cevabı gayet basit: darbe yapmamak.

2. Allende hükümeti nezdinde sınan, demokratik sosyalizm değil, burjuvaziydi. Hukukun ve anayasanın kendisine artık hiçbir avantaj sağlamadığını düşünen burjuvazi, hukuka artık daha fazla bağlı kalmak istemedi. Halkın Birliği, İngiltere’de İşçi Partisi hükümetlerinin elinde olan ve bu hükümetlerin bir biçimde heba ettikleri anayasal güce hiçbir vakit sahip olmadı. Bu hükümetin başında hukukî düzlemde azınlık oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı vardı ve bu cumhurbaşkanı, düşmanlarının kontrol ettiği, kendisine düşman olan bir meclisle ve yargı sistemiyle boğuşmak zorunda kaldı. Bu düşmanlar, Halkın Birliği hükümetinin önerdiği kanunların çıkmasına hep mani oldular, sadece muhalefetin izin verdikleri yürürlüğe girdi. Allende’nin elinde anayasal güç yoktu. Allende, sadece anayasanın budadığı hakların bahşedildiği bir cumhurbaşkanı olarak sahip olduğu imkânlardan istifade edebildi, kendisindeki yaratıcılık gibi hasletlerle yetinmek zorunda kaldı. Bu yıl yapılan meclis seçimlerinde kontrol ele geçirilemeyince, anayasal araçlar üzerinden ilerlemek dışında başka bir yol kalmadı. Allende, gene de dizginleri eline alamadı.

3. Peki anayasa dışı araçlar mevcut muydu? Bu aşamada Allende, legalite yerine devrim seçeneğine başvurmadı. Halkın Birliği, ne orduda ne de siyasette elindeki fizikî kudreti devreye sokabilecek bir konuma gelebildi. Esasında iç savaş, Allende’nin nefret ettiği bir şeydi. Oysa belirli bir tarihsel deneyime sahip her yetişkin bilir ki iç savaş bazen zaruridir. Fakat Allende, iç savaştan kaçınmak için elinden gelen her şeyi yaptı, çünkü o, kendilerinin iç savaşı kaybedeceğine inanıyordu. Haklı olduğuna hiç şüphe yok.

Güç kullanması konusunda karşı tarafı tahrik eden, düşman oldu. Üstelik bunun için yıkıcı etkilere yol açacak, işçi sınıfının başvurduğu geleneksel yöntemlerden istifade edildi. Nakliye firmaları, ülke genelinde greve çıktılar. Bu grevin amacı, sadece ekonomiyi felç etmek değil, ayrıca hükümeti baskı uygulama ve istifa seçeneklerinden birini seçmeye zorlamak, böylelikle silâhlı kuvvetlerin politik tarafsızlık konumunu terk etmesini sağlamaktı. Çünkü gericiler, silâhlı kuvvetlerin kendisini sol veya sağ ile tanımlamak durumunda kalması hâlinde sağı tercih edeceğini biliyorlardı. Geçen yılın güz aylarında yapılan grevler başarısız olurken, bu yaz yapılan grevler başarılı oldular.

Bu hamleye karşılık Allende, sadece direniş tehdidini savurmakla yetindi. Aslında pratikte karşı tarafa şu soruyu sordu: “O korkunç, uzun vadede kontrol edilemez olan iç savaş seçeneğine hazır mısınız?” Muhtemelen Allende, Şili burjuvazisinin iç savaş süreci içerisine girmek istemeyeceğini düşünerek bir hesap hatası yaptı. En genel manada sol, bu süreçte sağın duyduğu korkuyu ve içindeki nefreti küçümsedi. İyi giyimli kadınların ve adamların kanın tadını alma konusunda hiçbir çekincelerinin olmayacağını göremedi. Buna karşılık, yaşanan olayların da ortaya koyduğu biçimiyle, sol örgütlü bir direniş ortaya koydu. Bu direnişin yeterince örgütlü olup olmadığını zaman gösterecek. Ama muhtemelen direnişin örgütsel düzeyi kâfi gelmeyecek. 1964’te Brezilya solu dövüşmedi, ama Şili solu, kanının son damlasına kadar dövüşecek. Bugün ülke, karanlık bir döneme giriyor ve herkes, ışıkları kimin söndürdüğünü gayet iyi biliyor.

Peki Allende ne yapabilirdi? Hâlihazırda toprağa düşmüş veya kısa bir süre içerisinde ölecek olan cesur kadın ve erkeklerin yanlışlarını sorgulamak için gayet zor bir momentteyiz. Bugün Allende’nin mezarı başına gidip, üzerinde “ben sana dememiş miydim?” yazılı dövizler taşıyan kalabalığın arasına karışmayı kimse istemez. Böylesi bir zamanda neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda ayrım yapmak bile zor bir iş. Bu aşamada bakır piyasası gibi Şilililerin kontrolünde olmayan şeylerden, Halkın Birliği içerisindeki kavgalar sebebiyle atılamayan politik adımlardan, teorik planda başka şekilde ele alınabilecek, pratikte değiştirilebilir olan hususlardan ve farklı etkilere yol açabilecek politikalardan bahsedilebilir. Neticede Allende hükümeti, ekonomi sahasında bir kumar oynadı ve bu kumar, onca risk ve tehlikelere rağmen oynandı ve kaybedildi.

Ama ben, gene de Allende’nin 1972 yılının başından itibaren zamana oynayabileceğini, yapılan büyük değişikliklerin geri çevrilmesine mani olabileceğini, bu değişiklikleri güvence altına alabileceğini, şansı yaver gitmesi durumunda, Halkın Birliği’nin kendisine ikinci bir şans verilmesini sağlayacak bir politik sistem kurabileceğini düşünmeden edemiyorum. Allende, cumhurbaşkanlığı dönemi boyunca ne sosyalizmi inşa edebildi ne de bunu teklif edebildi. Son birkaç ayında eli kolu bağlandı, pratikte hiçbir şey yapamaz hâle geldi. Darbeyi herkes bekliyor, herkes öngörüyordu. Onun gelişi kimseyi şaşırtmadı.

Eric Hobsbawm
20 Eylül 1973

Editörün Notu:

İngiltere’de yayınlanan New Society dergisine gönderilmiş olan bu makalenin son kısmı, dergi yayın kurulu tarafından çıkartıldı. Ertesi hafta (27 Eylül 1973 günü) çıkacak sayısında yayımlanmak üzere yayın kuruluna gönderdiği mektupta Eric Hobsbawm, “dile getirdiği argümanın iç tutarlılığı adına” kimi hususları özet bir biçimde aktarma ihtiyacı duydu:

1. Halkın Birliği, işçiler ve yoksullar arasında geniş bir destekçi kitlesi elde etme konusunda başarılı olsa da alt orta sınıfın, küçük çiftçilerin ve iş adamlarının desteğini alamadı. Bu, ölümcül bir hataydı. Allende ve Komünist Partisi, bu hatanın ne kadar önemli olduğunun farkındaydı.

2. Şili hareketi, 1964’te Brezilya’daki hareketten farklı olarak, silâhlı direnişi kesintisiz bir biçimde sürdürdü. Bu sayede eldeki mevzilerin tümü yitirilmedi, bundan sonra da yitirilmeyecek.

3. Şili’de eski demokratik düzene geri dönülme ihtimali bulunmuyor. Muhtemelen ülke, ufak tefek değişikliklerle birlikte, Brezilya’nın yürüdüğü yoldan yürüyecek. Aşırı sağcı gerillalarla, teknokratlarla ve mebzul miktarda yabancı sermayeyle tanışacak. Bir sonraki kurban, galiba Peru ordusundaki “Nasırcı kanat olacak.

4. On yıl sonra ABD, muhtemelen kendisini daha az mesut edecek bir Latin Amerika bulacak.

[Kaynak: Viva La Revolución: Eric Hobsbawm on Latin America, Little, Brown, 2016, s. 318-321.]

0 Yorum: