İkinci Tüm Rusya Doğu Halkları
Müslüman Komünist Örgütleri Kongresi’ne Hitap
Bu
kongre, 22 Kasım-3 Aralık 1919 tarihleri arasında Komünist Halk Örgütleri
Merkez Bürosu’nun inisiyatifiyle Rusya Komünist Partisi (Bolşevik) merkez
komitesinde gerçekleştirildi. Kongreden bir gün önce, merkez komitesi üyeleri,
21 Kasım günü Lenin başkanlığında bir araya geldi. Kongreye oy hakkı bulunan
71, oy hakkı bulunmayan fakat konuşma hakkı bulunan 11 delege katıldı. 22 Kasım
günü Lenin, mevcut durumu ele alan bir rapor sundu. Bu raporda dile getirilen
karar, “Doğu’da yürütülecek çalışmaların temeli olarak iş görecek ana tezlerin
somutlaştırılması ve taslağının oluşturulması” için başkanlığa teslim edildi.
Kongrede delegeler, Doğu Halkları Komünist Örgütleri Merkez Bürosu’nun
çalışmalarıyla ilgili raporu, yerelliklerden gelen raporları, ayrıca Merkezî
Müslüman Savaş Birliği’ne ve Halkın Milliyetleri Komiserliği’ne bağlı Merkezî
Müslüman Komiserliği’ne ait raporları dinlediler. Ulus meselesi, Başkurtlar ve
Tatarlar özelinde tartışıldı, devamında da devletin örgütlenmesi ve parti
çalışmaları için kurulmuş olan seksiyonların raporları ile Doğu’da kadınlar ve
gençler arasında yürütülen çalışmalarla ilgili raporlar dinlendi. Kongre,
Doğu’da partinin ve hükümetin üstleneceği görevlerin genel çerçevesini çizdi ve
Doğu Halkları Komünist Örgütleri Merkezî Büro’nun yeni üyelerini seçti.
◊ ◊ ◊
Yoldaşlar,
ne mutlu ki Doğu’nun Müslüman örgütlerini temsil eden, komünist yoldaşların
düzenledikleri bu kongreyi selamlama, Rusya’da ve tüm dünyada şu anda ulaşılan durum
hakkında birkaç söz söyleme fırsatı buldum. Konuşmamın konusu güncel olaylar ve
bana öyle geliyor ki şu anda bu sorunun en temel yönü, Doğu halklarının
emperyalizme karşı tutumu ve bu halklar arasındaki devrimci harekettir.
Doğu
halklarının bu devrimci hareketinin şimdi etkin bir şekilde gelişebileceği,
başarılı bir sonuca ancak Sovyet cumhuriyetimizin beynelmilel emperyalizme
karşı devrimci mücadelesiyle doğrudan bağlantılı olarak ulaşabileceği açıktır.
Rusya’nın geri kalmışlığı, sahip olduğu geniş topraklar ve Avrupa ile Asya,
Batı ile Doğu arasında bir sınır oluşturması gibi bir dizi koşul sebebiyle, tüm
yükü biz üstlenmek zorunda kaldık ve biz, bu yükü dünyanın emperyalizme karşı
verdiği mücadelenin öncüsü olmanın büyük bir onuruyla omuzluyoruz. Sonuç
olarak, yakın gelecekte tüm gelişme süreci, beynelmilel emperyalizme karşı daha
geniş ve daha çetin bir mücadelenin verileceğini muştuluyor. Bu mücadele,
kaçınılmaz olarak, Sovyet Cumhuriyeti’nin karşısında birleşen Almanya, Fransa,
İngiltere ve ABD’ye karşı verdiği mücadele ile bağlantılı bir biçimde
yürütülecektir.
Meselenin
askerî yönüne gelince; durumumuzun her cephede ne kadar elverişli olduğunu
biliyorsunuz. Bu sorun üzerinde ayrıntılı olarak durmayacağım; Sadece şunu
söyleyeceğim: beynelmilel emperyalizm tarafından bize dayatılan iç savaş, iki
yıl içinde Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti’ne hesaplanamaz
sıkıntılar yaşattı, ayrıca köylülere ve işçilere, çoğu zaman onların tahammül
bile edemeyecekleri büyüklükte, omuzlanması imkânsızmış gibi görünen bir yük
yükledi. Ama aynı zamanda uyguladığı yoğun şiddet, ayrıca sosyalist devrimden
önce de bizi soyup soğana çeviren, vahşi birer hayvana dönüşmüş müttefiklerin o
acımasız ve ağır saldırıları sayesinde bu savaş, bir mucize gerçekleştirdi ve
insanları savaşmaktan bıktırıp usandırdı. Görebildiğimiz kadarıyla, bu müttefik
güçler, neticede zafere ulaşamamış, ama iki yıldır savaşa tahammül etmek
zorunda kalmış savaşçıları savaşa dâhil etme imkânından da yoksunlar.
Bugün
Kolçak, Yudeniç ve Denikin’e karşı kazandığımız zaferler, dünya emperyalizminin
kurtuluşları için savaşmak için ayaklanan ülkelere ve uluslara karşı
mücadelesinin tarihinde yeni bir aşamanın gelişini ifade ediyor. Bu bağlamda, iç
savaşımızın iki yılı, “bir savaşın karakterinin ve başarısının esas olarak
savaşa giden ülkenin iç rejimine bağlı olduğu, savaşın, savaştan önce o ülkenin
yürüttüğü iç politikanın yansıması olarak görülmesi gerektiği” tezini doğruladı.
İç politika ve içte hüküm süren rejim, savaşın sürdürüldüğü süreçte illaki bir
karşılık buluyor.
Savaşı
hangi sınıf çıkardığı, hangi sınıfın sürdürdüğü sorusu, çok önemli bir sorudur.
Rusya gibi geri kalmış, dört yıllık emperyalist savaş neticesinde harap olmuş,
iki yıldır onca büyük ve eşi benzeri görülmemiş güçlüğe ve sıkıntıya rağmen
savaşı sürdürecek güçlü iradeye sahip olabilmiş bir ülkede böylesi bir halk
bulunduğu, iç savaşı kurtuluşa ulaşmayı bilmiş işçi ve köylüler yürüttükleri,
tüm dünya genelinde kendi ülkelerindeki kapitalistlerden kurtulma mücadelesi
veren emekçi halkların politik mücadelesini burada sürdürdüğü için, ancak bu
sayede zafere ulaşılabildi.
Bu
gerçeği, iç savaş süreci boyunca Kolçak örneğinde çok çarpıcı bir biçimde
görüyoruz. Kolçak, dünyanın en güçlü ülkelerinin desteğine sahip bir düşmandı.
Elinde Japon askerleri gibi dünya emperyalistlerine bağlı en iyi askerleri de
içeren yabancı askerlerle teşkil edilmiş bir ordu bulunuyordu. O Japonlar, sürece
çok fazla dâhil olmadıkları için çok az zaiyat verdiler. Kolçak’ın arkasında,
serfliği hiç bilmemiş, bölgenin en zengin, hâliyle komünizme epey uzak olan
Sibirya köylüleri vardı. Görebildiğimiz kadarıyla, Kolçak yenilmesi güç bir
düşmandı, çünkü elindeki askerler, beynelmilel emperyalizmin ileri
muhafızlarınca korunuyorlardı. Bir yılı aşkın bir süre boyunca Sibirya’ya ve
oradaki devasa doğal kaynaklara hükmeden Kolçak, yenilmesi imkânsız olan bir
güçmüş gibi görünüyordu.
İkinci
Enternasyonal’deki sosyalist partilerin, Kurucu Meclis komitesinin teşkil
ettiği cepheyi meydana getirmiş olan Menşeviklerin ve Sosyalist Devrimcilerin
desteğini arkasına almış olan Kolçak, doğal olarak, sıradan insanların,
sokaklarda dolaşan halkın gözünde sağlam ve yenilmez biri olarak algılanıyordu.
Ama Kolçak, Rusya’nın merkezine ne kadar çok hamle yaptıysa o kadar çok harap
oldu, en sonunda da hep birlikte Sovyet Rusya’nın Kolçak karşısında zafere
ulaştığına tanık olduk.
Hiç
şüphe yok ki bu zafer, kapitalist boyunduruktan kurtulmuş işçi ve köylülerin
birleşik gücünün gerçek mucizeler yaratabileceğinin pratik kanıtıdır. Elimizde
artık, devrimci bir savaşın emekçileri gerçekten cezbettiği ve ilgilendirdiği,
o emekçiler, sömürücülere karşı savaştıklarının bilincine vardıkları vakit,
böyle bir devrimci savaşın mucizeler gerçekleştirme gücüne ve yeteneğine sahip
olacağına dair pratik bir kanıt var.
Kanaatimce
Kızıl Ordu’nun elde ettiği başarılar, verdiği mücadele, zaferlerle örülü
tarihi, tüm Doğu halkları için çok önemlidir. Kızıl Ordu, Doğu halklarına ne
kadar yenilmezmiş gibi görünürse görünsün, mücadelesi dâhilinde teknolojinin ve
askerî sanatın tüm nimetlerinden faydalanan Avrupalı zalimlerin aslında zayıf
olduğunu gösterecek. Doğu halkları, milyonlarca emekçi ve sömürülen insanı
ayaklandırmayı başaran ve ezilen halklarca verilen devrimci savaşın bu tür
imkânları ortaya çıkarabildiğini, böylesi mucizeleri gerçekleştirebileceğini,
Doğu halklarının kurtuluşa ulaşmalarının mümkün olduğunu görecekler. Sadece
beynelmilel devrim ihtimalleri değil, aynı zamanda tüm kudretli emperyalist
ülkelerin askerî işgalleri üzerinden çile çeken Asya, Sibirya’da elde edilmiş,
bir yandan da Sovyet Cumhuriyeti’nin ortaya koyduğu askerî deneyimler üzerinden
bakıldığında, bu kurtuluşun gerçekleşme ihtimali yüksektir.
Ayrıca,
Rusya’daki iç savaş deneyimi, bize ve tüm ülkelerin komünistlerine, iç savaşın
potasında, devrimci coşkunun gelişimine içteki güçlü kaynaşmanın eşlik ettiğini
göstermiştir. Savaş, bir ulusun tüm ekonomik ve örgütsel güçlerini sınar. Son
tahlilde, kıtlık ve soğuktan kıvranan işçiler ve köylüler için savaş ne kadar
zor olsa da, bu iki yıllık tecrübeye dayanarak, kazandığımızı ve kazanmaya
devam edeceğimizi söylenebiliriz, çünkü cephe gerimiz çok sağlam, çünkü kıtlığa
ve soğuğa rağmen, köylüler ve işçiler bir arada duruyorlar, güçlendiler ve her
ağır darbeye güçlerinin daha büyük bir uyumu ve artan ekonomik gücü ile cevap
verdiler. Dünyanın en güçlü ülkelerinin desteğini arkasına alan Kolçak ve
Yudeniç, ancak bu sayede mağlup edilebildi. Geçtiğimiz iki yıl, bir yandan
devrimci bir savaşın geliştirilebileceğini, diğer yandan da Sovyet sisteminin,
amacı devrimci merkezi, beynelmilel emperyalizme savaş açmaya cüret etmiş işçi
ve köylülerin cumhuriyetini hızla yok etmek olan yabancı işgalinin ağır
darbeleri altında güçlendiğini ortaya koydu. Ancak bu ağır darbeler, Rusya’nın
işçi ve köylülerini yok etmek yerine, onların daha da kuvvetlenmesine hizmet
etti.
Bu
ana ders, içinde bulunduğumuz dönemin başlıca muhtevasıdır. Topraklarımızda
kalan son düşman olan Denikin’e karşı elde edeceğimiz nihai zaferlerin
arifesindeyiz. Kendimizi güçlü hissediyoruz ve binlerce kez yineleyebiliriz ki,
Cumhuriyet’in Denikin’e karşı verdiği savaştan kendi içinde daha da sağlamlaştığını,
sosyalist yapıyı inşa etme görevi için daha hazır hâle geldiğimizi söylerken,
yanılmadığımızı biliyoruz. Biz, bu yapının inşasına tüm iç savaş süresince tüm
vaktimizi ve enerjimizi teksif etmeyi bildik. Artık özgürce yürüdüğümüz bu yolda,
bu işe kendimizi daha fazla adayabileceğiz.
Batı
Avrupa’da emperyalizm çöküyor, görüyoruz. Biliyorsunuz, bir yıl önce
sosyalistlerin büyük bir kısmı, hatta Alman sosyalistleri bile, gidişatı zerre
anlamıyorlardı. Onlar, hâlihazırda dünyada iki emperyalist grubun mücadelesine
tanık olduğumuzu görmediler ve bu mücadelenin tüm tarihi meydana getirdiğine
inandılar, başka şeyler üretebilen bir gücün bulunmadığını düşündüler. Onlara
göre, sosyalistlerin bile dünyadaki güçlü yağmacı gruplardan birinin safına
katılmaktan başka seçeneği yoktu. 1918 Ekim’inin sonunda durum böyle
görünüyordu. Ancak aradan geçen bir yılda, dünya tarihinde eşi benzeri
görülmemiş olaylara, derin ve geniş kapsamlı olaylara tanık olduk. Bu olaylar,
emperyalist savaş süresince vatansever olan ve kendi tavrını karşılarında bir
düşman olduğu düşüncesi üzerinden haklı çıkartmaya çalışan birçok sosyalistin
gözünü açtı.
İngiliz
ve Fransız emperyalistleriyle ittifaklarını, sözde Alman emperyalizminden
kurtuluşu getireceği bahanesiyle meşrulaştırmak istediler. Bakın görün, o
savaşta kaç vehim, uçup gitti! Şimdi Alman emperyalizminin çöküşüne tanık
oluyoruz, üstelik bu çöküş, sadece cumhuriyetçi değil, sosyalist bir devrime
yol açıyor.
Biliyorsunuz,
bugün Almanya'da sınıf mücadelesi daha da şiddetlendi, iç savaş giderek
yaklaşıyor. Bu savaş, Alman proletaryasının cumhuriyetçi renkleri benimsemiş,
ancak emperyalist kalan Alman emperyalistlerine karşı verdiği bir savaş.
Batı
Avrupa’da toplumsal devrimin hızla olgunlaştığını ve aynı şeyin Amerika’da ve
Britanya’da, görünüşte kültür ve uygarlığı temsil eden ülkelerde, bugünün Hunları
olan Alman emperyalistlerine karşı galip geldiğini herkes biliyor. Ama iş Versay
Antlaşması’na geldiğinde, bunun Alman soyguncularının bize dayattığı Brest
Antlaşması’ndan yüz kat daha açgözlü olduğunu ve savaştan galip çıkan bahtsız
ülkelerdeki kapitalistlerin ve emperyalistlerin Almanya’ya en ağır darbeyi
indirdiğini herkes gördü.
Versailles
Antlaşması, galip ulusların halklarının gözlerini açtı. Britanya ve Fransa demokratik
devletler olmalarına rağmen, karşımızda artık kültür ve medeniyet
temsilcilerinin değil, emperyalist yağmacılar tarafından yönetilen ülkelerin
bulunduğunu gördük. Bu yağmacılar arasındaki iç mücadele o kadar hızlı
gelişiyor ki, Versay Antlaşması’nın sevinç naraları atan emperyalistler için
sadece görünüşte bir zafer olduğunu, gerçekte tüm emperyalist dünyanın iflasını
ifade ettiğini, bu gelişme sayesinde savaş sırasında çürüyen emperyalizmin
temsilcileriyle ittifak kuran ve savaşan yağmacı gruplardan birini savunan
sosyalistlerin emekçi halk tarafından terk edilmesini sağladığını keyifle dile getirebiliriz.
Bugün
emekçilerin gözleri açıldı, çünkü Versay Antlaşması, açgözlü bir barıştı. Fransa
ve İngiltere’nin aslında sömürgeler üzerindeki egemenliklerini pekiştirmek ve
emperyalist güçlerini artırmak için Almanya’ya karşı savaştıklarını ortaya
koydu. Bu iç mücadele, zaman geçtikçe daha da büyüyecek.
Bugün
Londra’dan gelen 21 Kasım tarihli bir telsiz mesajı okudum. Mesajda, devrimcilere
sempati duyduklarına zerre şüphe duymadığımız Amerikalı gazeteciler,
Amerikalılar Versay Anlaşması’na onay vermediler diye Fransa’da onlara yönelik daha
benzerine rastlanmamış bir nefretin açığa çıktığını söylüyorlar.
İngiltere
ve Fransa savaştan galip çıktılar, ama Fransızlar ve İngilizler, kendilerini
istedikleri kadar galip saysınlar. Bunlar, savaş sırasında yaptığı yardım için,
kaymağını ve tefeci faizini yağmalamaya karar veren Amerika’ya gırtlaklarına
kadar borçludurlar. O borçların güvencesi de bugün inşa edilmekte olan ve büyüklük
olarak İngiliz donanmasını geride bırakan Amerikan donanmasıdır.
Amerikalıların
açgözlü emperyalizmindeki kabalığın düzeyini ölçmek için, Amerikan ajanlarının
beyaz köleleri, kadınları ve kızları satın alıp fahişeliği geliştirmek adına
Amerika’ya göndermelerine bakılabilir. Bir düşünün, özgür, kültürlü Amerika,
genelevlere beyaz köleler sağlıyor! Polonya ve Belçika’da Amerikan ajanlarıyla
çatışmalar yaşanıyor. Bu, İtilaf Devletleri’nden yardım alan her küçük ülkede
geniş ölçekte olup bitenlerin küçük bir örneğidir.
Örneğin
Polonya’yı ele alalım. Amerikalı ajanlar ve vurguncular, oraya gidiyorlar ve
Polonya’nın tüm servetini satın alıyorlar, Polonya’nın artık bağımsız bir güç
olduğuyla övünüyorlar. Polonya, Amerikan ajanları tarafından satın alınıyor. Bugün
Amerikalıların elinde olmayan bir fabrika ya da sanayi dalı yok. Amerikalılar,
o kadar küstah hâle geldiler ki, daha önce tefecilerin ülkesi olan, ancak
ekonomik gücünü yitirdiği, kendisine ait tahılı ve kömürü bulunmadığı, kendi
kaynaklarını geniş bir ölçek dâhilinde geliştiremediği için şimdilerde Amerika’ya
tepeden tırnağa borçlu olan “büyük ve özgür galip ülke” Fransa’yı
köleleştirmeye başlıyor. Amerika, bu koşullarda, kendisine verilecek haracın
kayıtsız şartsız ve tam olarak ödenmesinde ısrar ediyor. Böylece Fransa,
İngiltere ve diğer güçlü ülkelerin ekonomik olarak iflas ettiği gerçeği,
giderek daha da belirgin hâle geliyor.
Fransa
seçimlerinde din adamları üstünlüğü ele geçirdiler. Baştakiler tarafından
aldatılıp tüm gücünü Almanya’ya karşı güya özgürlük ve demokrasiyi savunma
işine teksif eden Fransız halkı, şimdi bitmez tükenmez bir borçla, açgözlü
Amerikan emperyalistlerinin alaylarıyla, en önemlisi de en vahşi gericiliğin temsilcilerinden
oluşan din adamları iktidarıyla ödüllendirildi.
Tüm
dünyada durum, ölçülemeyecek kadar karmaşık hâle geldi. beynelmilel sermayenin
uşakları Kolçak ve Yudeniç’e karşı kazandığımız zafer, büyük bir zaferdir; bu, bugün
net bir biçimde görülemese de, dünya ölçeğinde elde ettiğimiz, esasında görünenden
çok daha büyük bir zaferdir. Bu zafer, birliklerini bizim üzerimize salamayan
emperyalizmin içte yaşadığı çürümenin bir neticesidir. İtilaf devletleri bunu
denediler, ama bir sonuç alamadılar, çünkü o devletler, askerlerimizle temas
ettikleri, kendi dillerine çevrilmiş Rus Sovyet anayasamızı okudukları vakit
moralleri bozuldu. Kokuşmuş sosyalizmin liderlerinin etkisine rağmen, anayasamız,
her zaman emekçilerin beğenisini kazanacaktır.
Bugün
“Sovyet” kelimesi, artık herkes tarafından anlaşılıyor. Sovyet Anayasası, tüm
dillere çevrildi ve her işçi tarafından biliniyor. İşçiler, beynelmilel
sermayeye karşı o anayasanın, emekçi halkın kurduğu politik sistemin zafer
çağrısı yaptığını, beynelmilel emperyalistlere karşı zaferi o sistemin elde
ettiğini biliyor. Bu zaferimiz, tüm emperyalist ülkelerde yankı buldu, çünkü
onları kendi askerî birliklerinden mahrum bıraktık, onları kazandık, bu askerleri
Sovyet Rusya’ya karşı kullanma olanağından mahrum bıraktık.
Finlandiya,
Polonya ve Letonya gibi diğer ülkelerin birlikleriyle savaşmaya çalıştılar, ama
hiçbir şey olmadı. Birkaç hafta önce Avam Kamarası’nda konuşan İngiliz Bakan
Churchill, övüngen bir üslupla dile getirdiği ve tüm dünyaya ilân edilmiş olan beyanatında,
Sovyet Rusya’ya karşı on dört ulustan oluşan bir seferin düzenlendiğini, yeni
yılda Rusya’ya karşı zafere ulaşacaklarını söyledi. Gerçekten de bu sefere Finlandiya,
Ukrayna, Polonya, Gürcistan, Çekoslovaklar, Japonlar, Fransızlar, İngilizler ve
Almanlar gibi birçok ulus katıldı. Ama neticeyi hepimiz biliyoruz!
Estonyalıların Yudeniç’in elindeki güçleri zor durumda bıraktığını biliyoruz.
Şimdilerde basında şiddetli bir tartışma sürüyor, çünkü Estonyalılar ona yardım
etmek istemiyor, Finlandiya da burjuvazisinin istediği kadar Yudeniç’e yardım
etmedi. Böylece bize saldırmaya yönelik ikinci girişim de aynı şekilde
başarısız oldu.
İlk
aşamada İtilaf Devletleri kendi birliklerini seferber edecek, bu askerler askerî
teknik imkânlarla donatılacak, böylelikle Sovyet Cumhuriyeti yenilecekti. Gelgelelim
bu askerler, Kafkasya’dan, Archangel’den ve Kırım’dan çoktan çekildiler;
Çekoslovakların Sibirya’da yaptıkları gibi, hâlâ Murmansk’ta kalıyorlar, ama
sadece izole gruplar olarak. İtilaf Devletleri’nin bizi kendi kuvvetleriyle
yenmeye yönelik ilk girişimi, bizim için zaferle sonuçlandı. İkinci girişim,
komşumuz olan ve mali açıdan tümüyle İtilaf Devletleri’ne bağlı olan ulusları
bize karşı üzerimize salmak ve onları sosyalizmin yuvası olarak bizi ezmeye
zorlamaktan ibaretti. Ancak bu girişim de başarısızlıkla sonuçlandı: Bu küçük
ülkelerden hiçbirinin böyle bir savaşı sürdüremeyeceği ortaya çıktı. Üstelik bu
hamlenin ardından İtilaf Devletleri’ne yönelik düşmanlık, her bir küçük ülkede
daha da katmerlendi, toprağa ve zihinlere sindi.
Finlandiya,
Yudeniç Krasnoye Solo’yu ele geçirdiğinde, Petrograd’ı almak için yola
çıkmadıysa, bunun nedeni, Sovyet Rusya ile bağımsız olarak yan yana yaşayabileceğini,
ancak İtilaf Güçleri ile barış içinde yaşayamayacağını anlayıp tereddüt
etmesiydi. Bütün küçük uluslar bunu düşündüler. Buralarda şovenizm yaygın
görülen bir olgu, ama aynı zamanda bu ülkelerde sömürü imkânlarını buralarda
genişleten İtilaf Devletleri’ne yönelik nefret de epey güçlü. Bugün
gelişmelerin seyrini doğru bir biçimde değerlendirdiğimiz vakit Sovyet
Cumhuriyeti’ne karşı yürütülen beynelmilel savaşın sadece birinci değil, aynı
zamanda ikinci aşamasının da başarısız olduğunu görebiliyoruz. Şimdi yapmamız
gereken tek şey, Denikin’in güçlerini yenmek ki bu güçlerin yarısına çoktan diz
çöktürüldü.
Konuşmamda
kısaca özetlediğim Rusya’daki ve beynelmilel düzlemdeki durum bu şekildedir.
Son olarak, Doğu milliyetleri açısından gelişen durum hakkında bir şeyler
söylememe izin verin. Siz, muhtelif Doğu halklarının komünist örgütlerinin ve komünist
partilerinin temsilcilerisiniz. Rus Bolşevikleri, devrim için yeni yollar açmak
gibi son derece zor, ama aynı zamanda son derece asil bir görevi üstlenerek,
eski emperyalizmde bir gedik açmayı başardılar.
Siz
Doğu’nun emekçi halkının temsilcilerinin önünde, daha büyük ve daha yeni bir
görev var. Bütün dünya için yaklaşan sosyalist devrimin, yalnızca her ülkenin
proletaryasının kendi burjuvazisine karşı zaferi olmayacağı iyice netleşiyor.
Devrimler kolay ve hızlı bir şekilde gerçekleşselerdi, bu mümkün olabilirdi.
Emperyalistlerin buna izin vermeyeceklerini, tüm ülkelerin kendi içindeki Bolşevizme
karşı silâhlandığını, tek düşüncelerinin Bolşevizmi içeride yenmek olduğunu
biliyoruz. Bu nedenle, her ülkede, eski sosyalist uzlaşmacıların burjuvazinin
yanında yer alacağı bir iç savaş süreci demleniyor. Demek ki sosyalist devrim,
esas olarak veya sadece her bir ülkedeki devrimci proleterlerin burjuvaziye
karşı yürüteceği bir mücadele neticesinde gerçekleşmeyecek. Hayır, bu mücadele,
emperyalizmin zulmettiği tüm sömürgelerin ve ülkelerin, tüm bağımlı ülkelerin beynelmilel
emperyalizme karşı koyacakları bir mücadele olacak.
Geçen
Mart ayında kabul ettiğimiz, dünya genelinde cereyan eden toplumsal devrimine
dair yaklaşımımızı ortaya koyduğumuz parti programında, emekçi halkın tüm
gelişmiş ülkelerdeki emperyalistlere ve sömürücülere karşı yürüteceği iç
savaşın beynelmilel emperyalizme karşı verilen ulusal savaşlarla birleştiğini
söyledik. Bu, devrimin seyri tarafından teyit edilmiş bir gerçekliktir, zaman
geçtikçe doğru olduğu daha net bir biçimde görülecektir. Süreç, Doğu’da da bu
şekilde işleyecektir.
Doğu’da
kitlelerin bağımsız katılımcılar, yeni bir yaşamın kurucuları mertebesine
yükseleceğini biliyoruz, çünkü bu yüz milyonlarca insan, şimdiye dek beynelmilel
emperyalist politikaya tabi olan birer nesneden ibaretti ve sadece kapitalist
kültürü ve medeniyetin gelişeceği toprağı gübrelemek, beslemek için varolabiliyordu.
Biz biliyoruz ki o emperyalistler, sömürgelere yönetme yetkisi bahşetmekten
bahsettikleri vakit, dünya nüfusunun önemsiz sayılabilecek küçük bir kısmına çoğunluğu
sömürme hakkını, yağmalama ve talan yetkisini veriyor. O zamana kadar bağımsız
bir devrimci güç oluşturamadığı için tarihsel ilerleme yörüngesinin tamamen
dışında kalan bu çoğunluğun bugün, yirminci yüzyılın başında bu pasif rolü
oynamaktan kurtulduğunu biliyoruz.
Bizdeki
1905 Devrimi’ni Türkiye, İran ve Çin’deki devrimlerin izlediğini, Hindistan’da
devrimci bir hareketin geliştiğini biliyoruz. Emperyalist savaş da aynı şekilde
devrimci hareketin büyümesine katkıda bulundu, çünkü Avrupalı emperyalistler, tüm
sömürge alaylarını mücadelelerine katmak zorunda kaldılar.
Emperyalist
savaş, Doğu’yu da harekete geçirdi ve halklarını beynelmilel siyaset alanına
çekti. İngiltere ve Fransa, sömürge halklarını silâhlandırdı ve onların askerî
teknik ve güncel makinelere alışmalarına yardımcı oldu. Bugün bu bilgiyi
emperyalist soylulara karşı kullanacaklar. Günümüzde cereyan eden devrimde Doğu’nun
uyanmasıyla birlikte, tüm Doğu halklarının, sırf başkalarının zenginleşmesinin
nesneleri olmamak adına, tüm dünyanın kaderini belirleyecek kavgaya iştirak
edecekleri bir dönem geliyor. Doğu halkları, pratik eylem ihtiyacına, her
ulusun tüm insanlığın kaderini şekillendirmede yer alması ihtiyacına binaen, o
ölüm uykusundan uyanıyor.
Başlangıcı
üzerinden bir yargıda bulunursak, uzun yılları alacak devrimci mücadele dâhilinde
çok fazla çabaya ihtiyaç duyan dünya devrimi tarihi içerisinde devrimci
hareket, sizden beynelmilel emperyalizme karşı verdiğimiz mücadeleyle
birleşmenizi ve bu mücadelede önemli bir rol üstlenmenizi talep edecek. Beynelmilel
devrime iştirak ettiğinizde, karşınızda ifa edilmesi hâlinde ortak başarımız
için gerekli temeli teşkil edecek olan çok karmaşık ve çok güç bir görevle
yüzleşeceksiniz, çünkü burada insanların büyük bir kısmı, ilk kez bağımsız
hareket etmeye başlayacak, ilk kez beynelmilel emperyalizmi alt etmek için verilen
mücadelede aktif bir faktör hâline gelecek.
Doğu
halklarının çoğu, Avrupa-Rusya hattındaki en geri ülkeden bile daha kötü durumda.
Ancak feodal kalıntılara ve kapitalizme karşı mücadelemizde, Rusya’nın
köylülerini ve işçilerini birleştirmeyi başardık; köylüler ve işçiler,
kapitalizme ve feodalizme karşı birleştiği için zafere bu kadar kolay
ulaşabildik. Burada Doğu halkları ile temas özellikle önemlidir, çünkü Doğu
halklarının çoğunluğu, emekçi halkın, kapitalist fabrika okulundan geçmiş
işçilerin değil, Ortaçağ’a has zulmün mağduru olan emekçi ve sömürülen köylü
kitlelerinin tipik birer temsilcisidir.
Rus
devrimi, proleterlerin, kapitalizmi yendikten ve geniş bir coğrafyaya yayılmış olan
işçi köylü kitlesiyle birleştikten sonra, Ortaçağ’a has zulme karşı ayaklanıp
zafere ulaşabildiğini ortaya koydu. Sovyet Cumhuriyeti’miz, şimdi Doğu’nun
uyanan tüm halklarını bir araya getirmeli ve onlarla birlikte beynelmilel
emperyalizme karşı bir mücadele yürütmelidir.
Bu
bağlamda siz, daha önce dünya komünistlerinin yüzleşmedikleri bir görevle karşı
karşıyasınız: komünizmin genel teorisine ve pratiğine dayanarak, kendinizi
Avrupa ülkelerinde olmayan belirli koşullara adapte etmelisiniz; bu teori ve
pratiği, nüfusun büyük bölümünün köylü olduğu ve görevin kapitalizme karşı değil,
Ortaçağ kalıntılarına karşı bir mücadele yürütmek olduğu koşullara
uygulayabilmelisiniz. Bu, zor ve spesifik bir görevdir, ancak ifa edildiği
vakit hepimizin minnettar kalacağı bir görevdir, çünkü şimdiye kadar mücadelede
yer almayan kitleler, mücadeleye katılıyorlar, ayrıca Doğu’daki komünist
hücrelerin örgütlenmesi, size Üçüncü Enternasyonal’le sürekli yakın temas
içerisinde olma imkânı sunuyor. Dünyanın öne atılmayı bilmiş proleterlerinin, çoğu
durumda Ortaçağ koşulları içerisinde yaşayan Doğulu emekçi ve sömürülen
kitleleriyle kuracağı ittifak için özel kimi biçimler bulabilmelisiniz.
Sizin
büyük çapta ve büyük ülkelerde yapacağınızı biz, ülkemizde küçük ölçekte
başardık. Bu son görevi başarı ile gerçekleştireceğinizi umuyorum. Temsilcisi
olduğunuz Doğu’daki komünist örgütler sayesinde, ileri devrimci proletarya ile
temas hâlindesiniz. Göreviniz, komünist propagandanın her ülkede halkın
anladığı bir dilde yürütülmesini sağlamaya devam etmektir.
Nihai
zaferin ancak dünyanın bütün ileri ülkelerinin proletaryası tarafından
kazanılabileceği açıktır ve biz Ruslar, İngiliz, Fransız veya Alman
proletaryasının gücüyle besleyeceği bir çalışmaya başlıyoruz. Ama görüyoruz ki
bu ülkelerdeki işçi sınıfının, başta Doğu ulusları olmak üzere, tüm ezilen
sömürge ulusların emekçilerinin yardımı olmadan zafere ulaşamayacak. Komünizme
geçişin yalnızca öncü tarafından gerçekleştirilemeyeceğini anlamalıyız. Görevimiz,
ulaştıkları düzey ne olursa olsun, emekçi kitleleri devrimci faaliyete,
bağımsız eyleme ve örgütlenmeye dâhil etmek, daha ileri ülkelerin
komünistlerine yönelik gerçek komünist doktrini her halkın diline çevirmek,
hemen yerine getirilmesi gereken pratik görevleri ifa etmek ve ortak mücadele
dâhilinde, diğer ülkelerin proleterlerine yoldaş olmaktır.
Bunlar,
çözümünü hiçbir komünist kitapta bulamayacağınız, ancak Rusya’nın başlattığı
ortak mücadelede bulacağınız sorunlardır. Bu sorunu ele alıp, onu kendi
bağımsız deneyiminizle çözüme kavuşturmanız gerekiyor. Bu konuda size esas
olarak, bir yandan diğer ülkelerin emekçi halklarının öncüleriyle kurduğunuz yakın
ittifak, diğer yandan, burada temsil ettiğiniz Doğu halklarına yönelik doğru
yaklaşımı bulma yeteneğiniz yardımcı olacaktır. Bu halklar arasında uyanmakta
olan, uyanması gereken, tarihsel haklılığı olan burjuva milliyetçiliğini temel
almak zorunda kalacaksınız. Aynı zamanda, her ülkenin emekçi ve sömürülen
kitlelerine giden yolu bulmalı ve onlara anladıkları bir dilde, tek kurtuluş
umutlarının beynelmilel devrimin zaferinde olduğunu, beynelmilel proletaryanın
Doğu’nun yüz milyonlarca emekçi ve sömürülen halkının yegâne müttefiki olduğunu
söylemelisiniz.
Hiç
şüphe yok ki devrimci dönem ve devrimci hareketteki büyüme sayesinde
üstlendiğiniz böylesine muazzam bir görev, ancak Doğulu komünist örgütlerin
ortak çabası sonucu başarıyla ifa edilebilir. Beynelmilel emperyalizme karşı
verilen mücadeleden eksiksiz bir zaferle çıkılmasını, zafer tacının başa
geçirilmesini, ancak bu görev sağlayabilir.
V. I. Lenin
22
Kasım 1919
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder