Sosyal
reformist parti ve hareketler, her seçim öncesinde, dönüp dolaşıp bir “birlik”
ilân ediyorlar, güçlerini birleştiriyorlar, sonra ne oluyorsa, dağılıyorlar.
Bir sonraki seçim arifesine kadar.
Her
birlik oluşum sürecinin klişeleşmiş parolası şudur: Biz, birliği sadece
seçimlerle sınırlı tutmuyoruz, birliğimiz seçimlerle sınırlı değil. Belli ki “parlamentarist”
diye anılmamak için özel bir çaba içindeler. Devrimci bir politika, devrimci
bir hedef, devrimci bir pratik içinde olmadan devrimci görünmek istiyorlar.
Bunun
nedeni belli: Türkiye ve Kürdistan’da tekelci sermaye egemenliği, buna “burjuva
düzeni” de diyebiliriz, şiddetli bir ekonomik ve politik kriz içindedir. Bu
olgu, bazı sosyal reformist partiler, onların liderleri tarafından laf
kalabalığı ile karartılmak istense de, çoğu sosyal reformist çevre tarafından
da, genel olarak kabul ediliyor.
Örneğin,
Halkevleri Genel Başkanı, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, işin içine
kendilerini de katan bir ifade kullanarak, şu sözlerle tanımlıyor:
“Muazzam bir toplumsal
ekonomik çöküntü içindeyiz. Bunu gündelik hayatta sert bir yoksullaşma, eğitim
ve sağlık gibi kamusal hizmetlerde enkaz görünümü, temel hak ve özgürlüklerin
kırıntılarının da ortadan kaldırılması, çürüme ve gerici-şoven eğilimlerin
kışkırtılması şeklinde yaşıyoruz. Bu sistemsel bir kriz.”[1]
Evet,
“sistem”, yani tekelci kapitalist düzen, “toplumsal ekonomik çöküntü” içinde.
Bir sınıfın egemenliği ekonomik ve toplumsal bir çöküntü içindeyse, Marksist
literatürde buna “devrimci durum” denir. Devrimci durum koşullarında işçi
sınıfının, emekçilerin, yoksul kitlelerin, ezilen halkların, yani toplumun en
alt sınıflarının taşıdıkları devrimci enerji; sömürü, açlık, sefalet, işsizlik,
faşist devletin baskı ve terörüne karşı devrimci mücadeleye duydukları istek,
sosyal reformist partilerin, çevrelerin “devrimci” görünme zorunluluğu
duymalarının nedenidir.
Devrimci
durum, devrimi güncel hâle getirir. Devrimci durum koşullarında devrimci parti
ve güçler, en başa burjuva egemenliğin bir devrimle yıkılarak ekonomik ve
politik iktidarın ele geçirilmesi hedefini koyarlar; seçimler üzerine yavan
gevezelikler yapmayı değil.
“İki
arada bir derede” durumundalar ve ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bir yandan
devrimin toplumsal güçlerindeki devrimci enerji, düzene, faşizme karşı öfkeli,
mücadele isteği ile dolu ruh hâli, ama öte yandan büyük amacı, büyük hedefi
bilinmez bir geleceğe erteleyerek, düzeni reformlarla iyileştirme, en azından
şimdilik yaşanabilir hâle getirme politikası. “Sosyalizm mi, elbette, ama şimdi
yapacak başka, acil işlerimiz var”. Daha da ileri giderek, “bize devrim gerek”,
ama şimdi değil, gelecekte... İşte istisnasız tüm sosyal reformist parti ve
çevreleri kırmızı bir çizgi gibi boydan boya kesen ortak düşünce budur.
Örnek
verdiğimiz Halkevleri Genel Başkanı, aynı söyleşisinde, “Reform mümkün değil,
bize devrim lazım” sözüyle önce üstüne devrim pelerinini şöyle bir atıyor, ama
hemen birkaç cümle arkasından, “devrim” sözcüğünü “sosyalist atak”a çeviriyor.
“[…] ‘Sosyalist atak’
elbette bir iktidar mücadelesidir. Bu da hükümet değişikliği ile yetinmeyen,
onu da içeren, ancak ülkemizde faşizmin bütün kurumsal yapısıyla yıkılmasını
hedefleyen bir mücadeledir.”
Burjuva
sınıf egemenliği koşullarında reform mümkün mü değil mi konusu bir kenarda
dursun, “bize devrim gerek” diyen Halkevleri Genel Başkanı’nın biraz ileride
devrim ve iktidar mücadelesini bilinmez bir geleceğe erteleyerek direniş
örgütleme noktasına gerilediğini görüyoruz. Ama biz, söyleşinin linkini vererek, başka bir örneğe geçmek
istiyoruz.
Sosyal
reformist parti ve örgütlerin burjuvazinin kuyruğuna takılmak ile devrimci
görünmek arasında nasıl bir çaresizlik içinde olduğunu gösteren ikinci
örneğimiz, TKP Genel Sekreteri’dir. Ama, TKP Genel Sekreteri’nin sözlerine
geçmeden önce, şunun altını çizmek istiyoruz: Bu sosyal reformist, kendi
saflarında yetişen TİP Genel Başkanı gibi “acemi” değil. Burjuvaziyle, burjuva
sınıfın bir kanadı olan gerici-faşist “Millet ittifakı” ile işbirliğini öyle
TİP Genel Başkanı gibi açıktan, açık çek vererek, dobra dobra yapmıyor. Daha
dolaylı, lafı eğip bükerek, işbirliği politikasının üstünü ince de olsa bir
tülle örtmeye çalışarak yapıyor. Şöyle:
“Altını çiziyorum: iki
şeyi yapmayacağız. Teslim olmayacağız bugünkü alternatiflere, başka bir seçenek
olduğu iddiamızı başka bir bahara ertelemeyeceğiz. Ama aynı zamanda da
Erdoğan'ın yeniden seçilmesine yardımcı olmayacağız. Bunun çok açık iki önerme olduğunun
altını çiziyorum”[2]
Bir
kere, bu sözlerde “iki önerme” yok. Bir itiraf ve bu itirafı örtmek için
edilmiş bir laf yığını var. Biz işin itiraf yanı üzerinde duracağız. İtiraf
şudur: TKP Genel Sekreteri, lafı eğip bükerek, dolandırarak “Erdoğan’ın yeniden
seçilmesine yardımcı olmayacağız” “önermesi”yle aslında “Millet İttifakı” denen
gerici-faşist ittifakı seçimlerde destekleyeceklerini söylemek istiyor. Ama
sosyal reformist politikanın acemisi, TİP Genel Başkanı gibi “açık çek” vererek
değil, ne yapacağını söyleyerek hiç değil, ne yapmayacağını söyleyerek yapıyor
bunu.
Dedik
ya, TKP Genel Sekreteri, sosyal reformist politikanın acemisi değil diye,
kendisi de sözleri arasındaki çelişkinin farkında olarak şöyle devam ediyor: “Biz,
bu çelişir gözüken iki tutumu devrimci yaratıcılığımızla çözeriz.”
“Çelişki
var ama biz onu çözeriz”, nasıl çözersiniz? “Devrimci yaratıcılığımızla”. Peki
nedir bu “devrimci yaratıcılığınız”, söyleyin de bilelim! “Yok, o kadarı da
bizde kalsın” demeye getiriyor. Gülünç, değil mi? Ama bu sözler gerçektir.
Sonra devam ediyor Genel Sekreter:
“Seçenekler arasında aday
göstermek var, o adayla sonuna kadar gitmek var, aday göstermemek var. Değerlendireceğiz.”[3]
Eski
Genel Başkanı’nı CHP'den Beyoğlu Belediye Başkanlığı’na aday gösteren, dünün
ÖDP’si, bugünün SOL Parti’si adına da konuştuğu anlaşılan TKP Genel Sekreteri,
papatya falı açar gibi, aday gösterebiliriz, o adayla sonuna kadar gidebiliriz,
aday göstermeyebiliriz derken bakın partisi TKP, “devrimci” görünmek için
bundan birkaç ay önce nasıl açıklama yapıyordu:
“Türkiye’de ve dünyada
eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik, zorbalık, adaletsizlik ve savaş üreten
toplumsal düzenin yıkılıp yerine insanca bir düzenin kurulması yarının değil
bugünün acil görevidir. Bu görevi zamansız bulmak, ertelemek, uluslararası
tekellerin milyarlarca insanı yıkıma sürükleyen egemenliğini kabul etmek demektir.”[4]
Evet,
kelimesi kelimesine aynen böyle. Bu düzeni yıkmak, bilinmez bir geleceğin
değil, bugünün acil görevidir. Gerçi, bu ifadede de sosyal reformistlerin
istisnasız tümünün özenle kaçındıkları can alıcı noktadan, proletaryanın
burjuva devlet karşısındaki görevinden, bu düzenin nasıl yıkılacağı sorunundan
söz edilmiyor, ama şimdilik bunu bir yana bırakalım. Ne diyor TKP Bildirisi? Bu
görevi zamansız bulmak, ertelemek, uluslararası tekellerin milyarlarca insanı
yıkıma sürükleyen egemenliğini kabul etmek demektir.
Dün,
“bugünün acil görevi” böyleydi; bugün acil görev, “Erdoğan'ın yeniden
seçilmesine yardımcı olmamak” numarasıyla “Millet İttifakı” üzerinden kitleleri
burjuvazinin kuyruğuna takmak.
Ama
haksızlık etmemek gerek. Ne Halkevleri, ne TKP bu işte yalnızlar. Onlar, sadece
iki örnekten ibaret. Devrimci dönemde, toplumsal devrimin pratik bir sorun
olarak karşımıza çıktığı ve günün acil görevinin kitleleri devrim-iktidar
hedefine çağırmak, onlara devrimin kaçınılmazlığını, genişliğini, derinliğini
anlatmanın birincil ve acil görev olduğu koşullarda yüzünü
seçim-sandık-parlamentoya çevirdikten sonra ne yapılabilir ki?
Günün
acil görevi olarak parlamentoyu, seçimleri gündemine alan, dinci faşist
iktidara kin ve nefret duygularıyla yüklü yoksul, emekçi kitlelere, ezilen
halklara ayaklanma ve devrimi değil de seçimleri işaret edenler, başka ne
yapabilirler! Kendi adaylarıyla çıksalar, oyları bölerek Erdoğan'ın işini
kolaylaştırmış olacaklar; Erdoğan’a karşı kitleleri “Millet İttifakı”nı
desteklemeye çağırsalar, burjuva işbirlikçi politikaları açığa çıkacak. Aşağı
tükürseler sakal, yukarı tükürseler bıyık; yutkunma imkânları hiç yok!
TİP
Genel Başkanı, TKP Genel Sekreteri ya da Halkevleri Başkanı gibi değil, açık
açık konuşarak bütün bu ağırlıklardan kurtuldu. “Biz”, dedi, “Millet
İttifakı'nın adayını desteklemeye hazırız, yeter ki ikinci bir Ekmeleddin
vakası yapmayın.” TİP Genel Başkanı'nın bu düşüncede yalnız olmadığını
biliyoruz. Nitekim, onun da dâhil olduğu bir ittifak şekilleniyor ve birlikte
yürüyeceği partilerin bu politikayla hareket edeceklerinden şüphe yok!
Başka
ne yapsınlar!
Mücadele Birliği
27 Ağustos 2022
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Nebiye Merttürk Söyleşisi, 26 Ağustos 2022, Sendika.
[2]
“Kemal Okuyan Sosyalist Güç Birliği’ni Anlattı”, 22 Ağustos 2022, Cumhuriyet.
[3]
“TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan”, 22 Ağustos 2022, Sol.
[4] “İnsanca Bir Düzenin Kurulması”, 17 Mart 2022, Sol.
0 Yorum:
Yorum Gönder