20 Şubat 2021

,

Yaban



Bir yazıda Uğur Şahin ve Özlem Türeci “iki devrimci”[1] olarak takdim edilip selamlanıyor, bir başka yazıda ise onların “pandemi vurguncuları”[2] oldukları üzerinde duruluyor. İki yazı da troçkist yazarların elinden çıkma.

Solcuların çektiği Çukur denilen diziye, tam da aşı meselesinin konuşulduğu günlerde, zehirlenen mahalle halkının aşıyla kurtulduğuna dair sahneler ekleniyor. Sol, devletinin yardımına koşuyor. O yardımı sunmaya mecbur.

Özünde Türeci ve Şahin’in “solculuğu ve Aleviliği” gibi etiketler de bu tartışmayı yürütecek kesimin dilini kesmek için öne çıkartılıyor. Sol, en fazla, aşının neden Çin menşeli olduğunu tartışabiliyor. Yerli-milli aşı istiyormuş gibi yapıyor, ama aslında Alman aşısının reklâmını yapıyor. Almanya’ya çalışıyor.

Aşı karşıtlarında toplumsal olana, toplumsal müdahaleye ve mücadeleye karşı bir alerji olduğu görülüyor. Bu kesim, “ben kendimi düşünürüm, herkes aç kalsın, ama ben organik domates yiyebileyim” diyen kesimle buluşuyor. Aşı karşıtları, devletin halkına, milletine karşı sorumluluklarının gericilik sayıldığı bir dönemde, piyasaya akın ediyorlar. Aşı, pandemi gibi konulara dair komplo teorilerini piyasaya bizzat bu süreci yönetenler yayıyorlar. Her türden itirazı boşa düşürmek, saçmalık olarak yaftalamak için bu komplo teorileri günbegün besleniyor.

Bireyin kendisini saçlarından tutup bataklıktan çıkartabileceğine dair eski şövalye hikâyelerini ısıtıp ısıtıp satan neoliberal düzen, bu tür yaklaşımları çok seviyor. Aşı karşıtlığı, Çin düşmanlığı ile birlikte perçinleniyor. Bir yandan da bireysel kurtuluş hikâyesine iman edenler eliyle yayılıyor. Devletin halka karşı sorumluluklarının sermaye lehine silindiği momentte güçleniyor.

Medya eliyle yayılan ideolojinin sömürgeci bir nitelik arz ettiğini görmek gerekiyor. Devletin halka karşı sorumluluklarının silindiği momentte, birilerinin çıkıp halkı aşağıdakiler/yukarıdakiler diye bölmesi gerekiyor. Halk, devlet hizmetlerini hak edenler-etmeyenler diye tasnif ediliyor. Neticede halk, “evde kal”maya layık olanlar/olmayanlar diye bölünüyor ve bu bölünme, iyice kanıksanıyor. Ayrım hattı, bir ölçüde sterillik ve kurgulanmış insan üzerinden çekiliyor, o hat, zamanla cephe hattına dönüşüyor.

Bu bağlamda, insan doğadan kopartılıyor, mikroptan ve başkalarından arınıyor. Steril ve yalnız insan üretiliyor. O insanın imalatı için mikropla alakalı korku hikâyeleri üretiliyor. Efendiler, “yalnızlık tehlikeli” lafını bu düzlemde ediyorlar. Erkeklik, mikrop derekesine düşürülüyor. Merkezkaç kuvveti gereği uçlara savrulan insan, bir yandan feminizme, bir yandan da LGBT'ye bağlanıyor. Steril ve arınık olmak isteyen kadınlar feminizm safına, erkekler lubunya safına savruluyorlar. Bu süreç, tekellerin ihtiyaçları uyarınca işliyor. Tekeller, şirketler ve devletler, yol temizliği yapıyorlar.

Geçmişte Ebola virüsü ile ilgili anlatılan yalanlara Kovid konusunda da başvuruluyor. Burada da “yabani”, “vahşi” ve “gayri medeni” dünyanın tacizinden bahsediliyor. Çin ve yarasa hikâyeleriyle halk, bireylere bölünüyor ve tekellerin manipülasyonuna açık hâle getiriliyor.

Esasen bu taciz hikâyesi, erkekleri de içerecek şekilde genişletiliyor ve sürekli ısıtılıp ısıtılıp satılıyor. Erkekler, yaban hayatın, geçmişin ilkel yüzünün somut karşılıkları olarak, ırksallaştırılıp düşmanlaştırılıyorlar. Ebola ile dışsallaştırılan, aşağılanan kara Afrika ile kara erkekler, yan yana düşüyor. Ari, temiz, saf olmanın yücelik, üstünlük olduğu öğretiliyor. Erkeksiz kadınlar gibi mikropsuz bedenler tasavvur ediliyor. Hat, buradan çekiliyor. Gerisine düşenler, yok edilmeyi hak eden unsurlar olarak kodlanıyorlar. Temassız kartlar, ideolojiyi ve hayat pratiğini biçimlendiriyor.

Demir Küçükaydın, birçok küçük burjuva solcu gibi, birbirine temas etmeyen, etmemekle sorun çıkartmayan atomize bireylerin komünizmi inşa edeceğini sanıyor. O aşı reklâmı içeren yazısını bu yüzden yazıyor. Komünizmi, o steril, evcil ve kontrol altındaki kurgu olarak tasavvur ediyor. Küçükaydın gibi solcular, kendilerindeki liberalizmi örtbas etmek için kullandıkları komünizmle, ancak böylesi bir tanım üzerinden ilişki kurabiliyorlar. Bu tür solcular, sosyalist hareket içerisinde tekellerin yönelimlerine göre bir sosyalizm tarif etme işini üstleniyorlar. Küçükaydın, tam da bu sebeple, iki ilâç tüccarını devrimci olarak kodluyor ve utanmadan, halkı için dövüşüp ölmüş bir isim olarak Deniz Gezmiş’in hatırasını istismar ediyor. Deniz’in bahsini ettiği bilim insanının bu iki tüccarda cisimleştiğini söylüyor. Çünkü küçükaydınlar, Alman devletinden ayrı, Almanya gibi ülkelerin âli çıkarlarına karşı herhangi bir düşünce geliştiremiyorlar. İster istemez Time, Spiegel gibi dergilerin sahipleriyle aynı safta buluşuyorlar.

Tüm dünyayı bembeyaz çarşaf sanan bir troçkist, ölüdür. Kirsiz, çapaksız, pürüzsüz dünya algısı, öldürür. Zombiler, küresel oligarşiden gayrı bir şeye hizmet edemezler. Onların “dünya devrimi” sanrıları, ancak o oligarşide cisimleşebilir. O sanrılar, oligarşi için vardır.

Dolayısıyla Rojava, esasen anarşist-troçkist gevezelikler bağlamında değer bulabilmektedir. Onun dışında, Öcalan için yürütülen pazarlıkta basit bir kozdan ibarettir. Çünkü aslında Rojava veya Kürd, kimsenin umurunda değildir, sadece bu türden gevezeliklerin malzemesi olarak iş gördüğü için bir süreliğine reklâm edilmektedir. Ama reklâm varsa ticaret vardır, ticaretin sahasını gene Türk devleti ve sermayesi tayin etmektedir.

Demir Küçükaydın, yıllar önce herkese “bana piyango çıktı” der ve nereden geldiği belli olmayan paralarla evini bilgisayarlarla donatır. Türkiye’ye hitaben forum siteleri kurar, içi boş yazılar yazar. Bu forumlar, “internetle komünizm gelecek” diyen isimlere yuva olur. Sol, o yuvalarda çürütülmüştür. Sosyalist harekete yönelik operasyon o sitelerde yürütülmüştür.

Cephe hattının nereden çekildiği ve nasıl inşa edildiği önemlidir. Düşmanınız yoksa, düşmanınız net değilse, ne yapacağınızı da bilemezsiniz.

13 yıldır sol, devlet ve sermayenin kendisine armağan ettiği düşmanla meşgul olmaktadır. 2007 öncesinde gizli gizli destek verdiği AKP, yeni düşmandır. Dolayısıyla cephe hattı, buna göre oluşturulmaktadır. Gericiliğe karşı liberal değerleri savunan birinin internette, robotta, dijitalde, silikon vadisinde özgürlük ve kurtuluş görmesi, gayet doğaldır. Oysa silikon vadisi de robot da CIA ve Pentagon’la bağlantılıdır.

Geçenlerde sohbet ettiğimiz, Amerika’da yaşayan Kürt bir arkadaş, “Biden söz verdi, Kürdistan’ı kuracak” dedikten sonra, oradaki pandemi önlemlerini ve devleti savunuyordu. Demek ki hattın nereden çekildiği önemlidir. Biden’ı mesih kabul edene, dijitalin, robotun, pandemi önlemlerinin, çevre politikalarının sınıfsallığını, askerîliğini ve ekonomisini asla anlatamazsınız.

Belçika’ya göç etmiş, oranın faşist partisi üzerinden bakan olmuş Dersimli kadını (Zuhal Demir’i) önder kabul edene, yoksulun, göçmenin, Avrupalı Müslümanın, işçinin hâlini anlatamazsınız.

Önce Ukrayna, ardından da Suriye’ye gidip savaşan Neonazileri kendilerine yoldaş belleyenler, sürece ilişkin herhangi bir şey işitmek istemeyeceklerdir.

Tam da bu sebeple, burada Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin emperyalizmle, oligarşiyle, büyük ilâç tekelleriyle, sermayeyle, bunların yoksullara ve emekçilere yönelik düşmanlığıyla ilişkisine dair kimse bir şey söyleyemez.

TTB dünya sağlık örgütüne, DSÖ de Bill Gates gibi oligarklara bağlıdır. TTB’nin ağzından çıkan, Allah kelâmıdır, tartışılamaz. Komploculuk eleştirileri ile esasen oligarklar savunulmaktadır. Bugün ülkenin tarım ve sağlık bakanlıkları, o oligarşiye bağlıdır. Komploculuk yaftası, o oligarşiyi ve bakanlıklarını korumak içindir.

Oligarşi ve bakanlıklar, belirli bir sola ihtiyaç duyarlar. O sebeple Küçükaydın, gelen paraların karşılığında otuz yıldır, “kimlik, millet, din, siyaset dışı kalsın, siyasette sadece yüce steril burjuva birey konuşsun” demek zorunda olduğunu bilir. Burjuva siyasetinin bekçiliği, onun ömrü boyunca mücadele ettiği payedir. O oligarklar, kirli, yabani kitleleri bir araya getirecek şeylere karşı bu tür isimlerle tedbir almaktadır.

Çünkü Bill Gates, “sürtünmesiz kapitalizm” peşindedir. O oligarklar, sosyalistlere “sürtünmesiz kapitalizm”i özgürlük mekânı, cennet olarak satmaya mecburdurlar. Tekellerin, küresel oligarşinin yapıp ettiklerinde “komünizm” bulanlar, hain olmak zorundadırlar.

İnsanları bir araya getiren bağlar kopartılmalı, sürtünmeye, çelişkiye sebep olan düzlemler ayrıştırılmalıdır. Kapitalizm için formül açıktır. Bu bağların kopmasını, düzlemlerin ayrışmasını özgürlük diye kutsayanlara karşı uyanık olunmalıdır.

Sürtünmeye sebep olan, bağ kuran, eski bağlarını koruyan herkes, yabanîdir. Mesele, küresel oligarşinin çektiği cephe hattını görmek ve ona göre hareket etmektir. O cephe hattında bağlar ve çelişkilerle düşünen herkes, düşmandır. Çelişkilere ve bağlara örgütlenen her irade, itlaf edilmelidir.

Kooptasyon süreci tamamlanmak üzeredir. Oligarşi, kapitalizm eleştirisine el koymuştur. Kendi öznelerini başa yerleştirmiştir. Döne dolaşa onun istedikleri yapılacaktır. Kitleler, yaban olan/evcil olan ayrımına tabi tutulacak, birileri evcil olduklarını ispatlayacak, paydaş ekonomisinden kendisine verilen sus payına razı gelecek, “kapsayıcı kapitalizm”e ses etmeyecek, rıza göstermeyenler “yaban” ve “terörist” ilân edileceklerdir.

Neticede Cüneyd Zapsu, AKP’yi kurandır ve AKP’den daha güçlüdür. “Yok daha neler, bu komplocular da abarttı, neymiş efenim, hepimize çip takacaklarmış, güleyim bari!” diyerek meseleleri taşkalaya alanlar, Zapsu’nun Davos toplantısı çıkışında verdiği röportajı izlemelidir. Oligarşi, birilerinin ağzına bal çalmakta, o balın maliyetini bile emekçi halkın sırtına yüklemekte, sömürü ve zulmün çarkları dönsün diye belirli bir kesimi kendisine örgütlemektedir. Pandemi krizi, çevre krizi ve iktisadî kriz, bu çarklar bağlamında tartışılmalı, içimizdeki ajanları kesecek bir hat örülmelidir.

Eren Balkır
20 Şubat 2020

Dipnotlar:
[1] Demir Küçükaydın, “İki Devrimci-Türeci ve Şahin”, 2 Ocak 2021, DK.

[2] Genevieve Leigh, “Pandemic Profiteers”, 29 Aralık 2021, WSWS.

0 Yorum: