13 Şubat 2021

Pandemi Hiçbir Şeyi Değiştirmedi


Çin’in Vuhan eyaletinden kontrolden çıkmış yangın misali yayılan Kovid salgını, hafızalarımıza ömrümüzün en önemli olaylarından biri olarak kaydedilecek. Virüsün öldürücü etkileri tabii ki önemli, ama sürece asıl damgasını vuran, tüm dünyanın beklenmedik biçimde, en ağır önlemler eşliğinde evlere kapatılması idi. Mart 2020’de dünyanın yarısı, virüsün yayılma sürecini durdurma gayreti dâhilinde, evlere hapsedildi. O günden beri birçok ülke, bu kapatma işlemini aşamalı olarak devreye soktu. Bu konuda en fazla öne çıkan ülkelerden biri de ABD.

Devletin ve medyanın işletmelerin kapanmasına ve herkesin kendisini karantina altına almasına dönük çağrılara tanık olunduğu dönemde, çok az insan, bu sokağa çıkma yasaklarının işçi sınıfının canını acıtıp acıtmayacağı, ona bir katkısı olup olmayacağı üzerinde durdu.

Kovid’in politik ekonomisini dikkatle incelediğimizde, şu gerçeği açık biçimde görüyoruz: Sokağa çıkma yasakları ve alınan tüm tedbirler, yapılan propagandada dile getirilen “hayat kurtarma” vaatlerinin gerçekleşmesini hiçbir şekilde sağlamadı. Bugün kapanmaların politik faydası üzerinde duran yok, herkes, bu tedbirlerin insanları cezalandıran bir politik müsamereden ve kapitalist kontrolün ileriye dönük olarak takviye edilmesinden başka bir şey olmadığını gördü.

Gelgelelim bu tedbirlerin vermiş olduğu zarar, artık tespit edilemeyecek düzeyde.

Bu “Yüzyılda Bir Görülen” Bir Salgın mı?

Sürecin başında kapitalistler ve burjuva bilim insanları, Kovid virüsünün insanlık için önemli bir tehdit olduğuna dair korkularını ifade ettiler. New England Journal of Medicine dergisine yazdığı yazıda Bill Gates hastalığın endişe verici olduğunu, zira “zaten sağlık sorunları olan yaşlıların yanında sağlıklı yetişkinleri de öldürebileceğini” söylüyor, “bugüne dek elde edilmiş olan veriler gösteriyor ki virüsün vakalardaki öldürücülük riski yüzde bir civarında ki bu oran onun, her yıl görülen mevsimsel gripten daha ağır sonuçlara yol açabilecek bir virüs olduğunu ortaya koyuyor” diyordu.

Oysa Kovid bilimi, sürekli değişiyor. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin (CDC) aktardığı tahminler bize, bulaşın öldürücülük oranının yüzde 0,65 düzeyinde olduğunu söylüyor ki bu yüzde, mevsimsel gribin yaklaşık altı katı. ABD’de bakımevlerinde kalanları kapsamayan bir analizin tespitine göreyse bu oran, yüzde 0,26.

Dünya Sağlık Örgütü’nün Ekim 2020’de yayınladığı meta-analiz, dünya genelinde aynı öldürücülük oranını yüzde 0,23 olarak hesapladı. En son kim hangi rakamı bulur bilinmez ama şu husus üzerinde durmak gerekiyor: Kovid’den ölenleri yaşa göre tasnif ettiğimizde, yetmiş yaşın altındaki insanlarda ölüm oranının mevsimsel gribin oranıyla ya aynı ya da onun altında olduğunu görüyoruz. Kovid yüzünden hastaneye yatanların oranında da yaş önemli bir husus. Başka bir ifadeyle, çalışma yaşındaki yetişkinler ve çocuklarında Kovid, önemsiz bir etkiye sahip.

Buna karşın yönetici sınıf ve ona bağlı doktorlar ve bilim insanları, sürekli kitlesel ölümlerden bahsediyor ve bu konuda oluşan korkuyu körüklüyor. Bu kesim, insanın nefesini kesen bir çark edişle, maskeyle ilgili görüşlerini değiştirdi ve onu, alelacele, etkili bir önleyici olarak pazarlamak için uğraştı.

Bugün bile elimizdeki kanıtlar, hastane ortamında bile, maskelerin solunum yolu virüslerini durdurduğuna dair bir şey söylemiyorlar. Örneğin Kaliforniya eyaletinde birinci ve ikinci dalgada vaka sayıları hızla arttı, oysa bu eyalette maske zorunluluğuna halk büyük ölçüde uymuştu. Kanada’nın Ontario şehrinde Kovid, yaygın maske kullanımına rağmen, uzun süreli bakım hizmeti veren bakımevleri türünden kalabalık işyerlerinde hızla yayıldı.

Gelgelelim gene de virüsün işçi sınıfı için risk teşkil edip etmediğini anlamak için sadece sağlık verilerine bakmamak gerek. Hikâyenin asıl acı yanını, istihdam ve üretim verileri ortaya koyuyor.

Kovid İşçi Sınıfının Çalışma Becerisini Etkiledi mi?

Büyük kapitalistlerin ve bilim cemaatinin uyarılarını dikkate alan Trump, Mart 2020’de Kovid salgınıyla ilgili olarak ulusal acil durum ilân etti. Birkaç hafta içinde ABD’de işsizlik oranı aniden yüzde 14,8’e fırladı. Burjuva medya yemedi içmedi, hemen bu verileri duygusal bir tepki dâhilinde, Büyük Buhran’a dair verilerle kıyasladı.

Sokağa çıkma yasağı, işletmelerin kapatılması ve kapalı alanlardaki kısıtlamalar türünden önlemler, ekonomik hasarın sebebi olarak gösteriliyor. Oysa yakından bakıldığında, istihdamla ilgili istatistikî veriler, farklı bir hikâye anlatıyor.

Belirli sektörlerde belirli kapitalistlerin ve küçük sermayenin önlemlerden etkilendiğine hiç şüphe yok, ama üretim sahalarında istihdam oranı, kısa süre içerisinde düştü ama sonra arttı. Madencilik ve ağaç kesim işi, süreci hasarsız atlattı. Aynı durum, kamu hizmetleri için de geçerli. İmalat ve toptancılık sektörü, 2008-2009’da tanık olduğu oranın biraz üzerinde bir düşüşü yaşadı, ama yeniden toparlandı. İnşaat sektöründeki düşüş ise 2008-2009’daki düzeye hiç yaklaşmadı, o da hızla toparlandı. Nakliye ve depoculuk sahasında da benzer bir süreç yaşandı. Yasaklar ve önlemler, küçük işletmeleri ve alışveriş merkezlerini etkilemiş olmasına rağmen, bugün perakende ticaret sektörü, pandemi öncesi ulaştığı düzeye yaklaşmış durumda.

Salgının başında işsizlik oranı yüksekti, ama bu durum, daha çok eğlence ve konaklama sektöründen, aynı zamanda bakım-tamir, kişisel hizmetler, çamaşırhaneler, dernekler ve örgütler gibi hizmet birimlerinden kaynaklanıyordu. Eğlence ve konaklama sektöründe istihdam rakamları yüzde 48, diğer hizmet birimlerinde ise yüzde 22 düzeyinde düştü.

Peki işçi sınıfının önemli bir kısmının hastalığa yakalanmamasının sebebi, uzaktan çalışma mıydı? Üretim sektörlerinde faaliyetlerin eski hızıyla sürmesini buradan açıklayabilir miyiz?

Çalışma İstatistikleri Bürosu’nun tahminine göre ABD’de uzaktan çalışma imkânı sunan işlerde çalışan işçilerin oranı, yüzde 44. Bu kesimin yüzde 35’i, salgın döneminde uzaktan çalışmış. Öte yandan, eğitimi işçi sınıfı için önemli bir merhale olarak aldığımızda, şu görülüyor: kolej eğitimi bulunmayan işçilerin yüzde 74’ü, uzaktan çalışma imkânına sahip değil. Uzaktan çalışma pratiğindeki artış ve katı sosyal mesafe tedbirleri üzerinden bakıldığında, sokaklarda çok az insanın dolaşma şansı bulduğunu söyleyebiliriz.

Ne var ki bu sokaklardaki sessizlik, teslimat hizmetleri ve internet alışverişi ile takviye edildi. Bu da gerekli altyapıya sahip olan Amazon gibi büyük firmaların işine geldi. Başka bir ifadeyle, işçilerin büyük bir çoğunluğu, işlerini muhafaza etmekle kalmadı, salgının ilk gününden beri kesintisiz çalışmayı sürdürdü.

Kovid, işçi sınıfının çalışma koşullarına pek etki etmedi. Bu süreci aynı zamanda sınıf mücadelesinin yokluğu da besledi. Maskenin önleyici bir tedbir olarak propaganda edildiği günlerde işçiler, mücadeleci bir tepki ortaya koydular ve koruyucu ekipman talep ettiler. Ama bu ekipman kısa sürede temin edilince mevcut direniş de sönümlendi. Eğitim emekçileri, çoğunlukla sendikaların öncülüğünde daha mücadeleci bir tepki ortaya koyup işe dönmeyi talep ettiler. Ne var ki direniş yeterince örgütlenmedi, hatta birçok yerde karşılık bile bulmadı.

Resesyonun Sebebi Kovid mi?

Bugün ekonominin düzeyi salgın öncesi düzeyin altında ama bu, onun felâkete sürüklendiği anlamına gelmiyor. Kasım 2020’de onca kapanmaya ve yasağa rağmen istihdam rakamları önemli ölçüde iyileşti. Devletin para dağıtması ile 2008’deki düzeyinden kurtulan GSYİH önceki çeyrekte yüzde 31,4’e çıktıktan sonra son çeyrekte yüzde 33,1’e yükseldi. 2020’nin son çeyreğinde ikinci dalganın yol açtığı tehdide rağmen, yüzde 4,1 büyüdü. Öte yandan ulusal işsizlik oranı, tarihsel planda pek önem arz etmeyen bir düzey olan yüzde 6,7’de çakılıp kaldı.

Amerikan ekonomisi, kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerilemeye tanıklık ediyor ama bu gerilemenin en iyi hâliyle olağan bir resesyon olarak görülmesi gerekiyor.

2008’deki çöküşün üzerinden on yıldan fazla bir zaman geçti. 2020’nin ilk çeyreği itibarıyla GSYİH’deki artış oranı gözle görünür bir biçimde düşmeye başladı. İstihdam oranları endişe verici düzeylere ulaştı. Önceki yılların az çok üzerine çıkan işsizlik rakamları karşısında büyüme süreci, salgın önlemlerinin alınmasından aylar önce durağanlaşmış, hatta yavaşlamıştı. Bunlar, eli kulağında olan krize dair göstergelerdi. Kovid salgınının resesyonun başladığı ana denk gelmesi, tümüyle tesadüftü. Bu dönemde, Marx’ın “kâr oranlarının düşme eğilimi” olarak tarif ettiği yeni bir döngünün başlangıcında olduğumuzu bugün daha iyi anlıyoruz.

Özünde kapitalizme içkin olan yapısal çelişkiler, kaçınılmaz olarak kârda düşüşe ama aynı zamanda istihdamda artışa sebep olabiliyorlar. Üretimdeki düşüş, yatırımcıları paranın musluğunu açıp onun üretimi artıran teknolojilere akıtmaya itiyor. Bu da sadece kâr oranlarının yaşadığı düşüşü hızlandırıyor. Kaçınılmaz olarak tek tek kapitalistler, mevcut sermayenin kütlesel olarak yok olmasına sebep olacak bir hamle dâhilinde, kapılarını kapatıyorlar.

Tutarlı bir kapitalizm teorisinden yoksun olan ve bu krizlerin neden meydana geldiğini anlamayan kapitalistler ve burjuva temsilciler, suçu virüsün ve alınan tedbirlerin sırtına yüklüyorlar.

Küçük sermayenin belirli kesimleri, dükkânlarını kapattılar ve bu konuda epey gürültü koparttılar. Ama analizimizi, tek tek kapitalistlerin sahneledikleri oyunlarla sınırlı tutmamak, durumu mevcut bütünlüğü içinde incelememiz gerekiyor.

İşçi sınıfı açısından baktığımızda Kovid salgını, önemli bir maddi değişime yol açmadı. Birçok işçi, zaten kötü sağlık koşullarıyla, işlerini yitirme riskiyle, borç yüküyle ve başka toplumsal rahatsızlıklarla uzun zamandır boğuşuyordu.

Öte yandan bir de gelişmiş ülkelerde kâr etme becerisine katkıda bulunan ve salgına rağmen gündemde olan parasal genişleme meselesine bakmak gerekiyor. Kısa süre önce ABD Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Richard H. Clarida’nın da teyit ettiği biçimiyle banka, her yıl milyarlarca dolar parayı emlâk piyasasına yatırmayı sürdürecek. Bilindiği üzere emlâk sektörü, ABD’de GSYİH’deki büyümede önemli bir yere sahip. Bu nakit enjeksiyonu sayesinde, 2008’deki çöküşü tetikleyen, nihayetinde çöküş sürecinin etkisini kıran borç yönetimi sahasındaki felâkete mani olunmaya devam ediliyor.

Bu para akışı, kısa vadede gelişmiş ülkelerin ekonomilerini istikrara kavuşturacak olsa da kapitalizmin çelişkilerini kapitalist adımlarla çözüme kavuşturmak mümkün değil. Merkez Bankası, bu politikanın ekonomi istikrara kavuşana dek değiştirilmeyeceğini söylüyor. Ama biz gene de şuna emin olalım: Burjuvazi, “Kovid salgını kaynaklı durgunluk” hikâyesini ve sisteme akıtılan parayı, kapitalistlerin güvenini artırmak ve yatırımları teşvik etmek için kullanıyor.

Bu yönde atılan adımların en önemlisi de krizin başlarında yürürlüğe giren teşvik paketleri. Toplam 2,9 trilyon doları bulan bu fonların büyük bir kısmı, işletmeleri ve piyasayı canlandırma amacı güden programlara tahsis edilecek, yurttaşlara yardım için verilen çeklere değil.

Tek seferlik yapılan 1200 ve 600 dolarlık teşvik ödemeleri ise sadece kira sektörü çökmesin diye yapıldı. Bu açıdan bakıldığında teşvik, esasen yatırımcılara güven aşılamak ve borç ödememe, temerrüde düşme durumlarının oluşmasına mani olmak için atılmış başarılı bir adımdı.

Aşılar ve Ekonominin “Kepenklerini Yeniden Açması”

Sol liberaller, pandemiye ağırlıklı olarak, halkı zor duruma sürükleyecek tedbirlerin alınmasını talep ederek cevap geliştirdiler. Oysa salgın tedbirleri, zaten sermayenin feda edebileceği, etmek istediği, hayatın toplumsal ve dinlenmeyle alakalı yönleri ve sağlık hizmetlerine erişim gibi şeylerle alakalıydı.

Aylarca ailesinin ve dostlarının ziyaretlerinden mahrum kalan yaşlı insanlar, yapayalnız, tek başına ölüp gittiler. Ölmeyenlerin kanser tedavileri, görüntüleme işlemleri ve ameliyatları başka tarihlere ertelendi. Birçoğunun akıl sağlığı bozuldu. Bu açıdan, bugün bu kapanma tedbirlerinin sağlık konusunda önemli bir faydasının olmadığını ortaya koyan çalışmaların sayısının giderek artıyor olmasına şaşmamak gerek.

İşçi sınıfının toplumsal ilişkilerinin merkezinde duran akrabalık ve arkadaşlık bağlarına karşı olan bu tedbirler, iş dışı hayatın inkârından başka bir şey değil. Başka bir ifadeyle, kapanma tedbirleri, kapitalizm koşullarında elde kalmış bir avuç piyasa dışı ilişki imkânını da ortadan kaldırdı, hayatı tüketim ve çalışmanın lehimsiz bir biçimde kaynaştığı bir pratiğe indirgedi. Akıl ve beden sağlığımıza verdiği hasarın kapsamı kimsenin inkâr edemeyeceği düzeye ulaştığında, elimize çok daha fazla verinin geçeceğine hiç şüphe yok.

Bu salgın tedbirleri, sadece sermayenin ekmeğine yağ sürdü. “Pandemi krizi” ile ilgili anlatılan hikâyelerin yaydığı korku ve yarattığı güvensizlik hissi, esasen işçi sınıfı ile ilgiliydi ve onu daha fazla sömürmeye dairdi. Üretimi artıran ve uzun süredir rafta tutulan teknolojilere şirketler daha fazla yatırım yaptı ve üretimde muazzam artışlara tanık olundu. Böylece Marx’ın mutlak artı-değer” dediği şey arttı, yani çalışma gününün uzamasıyla, yapılan işin yoğunluğunun artmasıyla daha fazla artı-değer elde edildi.

Önümüzdeki birkaç ay boyunca ekonominin yeniden açılacağı ve virüsün aşı yoluyla yenileceği konusunda anlatılan hikâyeler, yatırımcıların güvenini tazelemek için kullanılacak. Resesyon sürecinin yol açtığı iş imkânlarıyla birlikte kâr oranı artacak, zira yeni rezerv işsiz ordusu, mecburen işçinin daha fazla sömürüldüğü, iş güvencesinin ortadan kaybolduğu bir döneme girecek.

Virüsün işçi sınıfı için bir tehdit teşkil ettiğine veya onun bir şekilde sınıf mücadelesinde ileri mevziler elde etmek amacıyla burjuvaziye karşı kullanılabileceğine inananlar, büyük bir yanlış içerisindeler. Sol liberaller, test edilmemiş, ispatlanmamış ve tarihsel açıdan daha önce verilmemiş o tepkilere destek sunmak suretiyle sadece burjuvazinin, o temsil iddiasında bulundukları insanların hayatlarının daha da kötüleştirmesine katkıda bulundular.

Kovid Sonrası Gelecek

Yakın gelecekte kapitalist sınıf, sömürüyü artırmayla ilgili uzun vadeli stratejisine geri dönecek. Bu strateji, Kongre’ye veya Beyaz Saray’a hangi partinin hâkim olduğundan bağımsız olarak uygulanacak. Bu gerçeklikte, Biden yönetiminin belirlediği ekonomi danışmanlarını incelediğimizde karşımıza, neoliberalizmin dertlere çare diye önerdiği fikirlere sahip çıkan, ekonomi politikası bağlamında politik ajanlık yapan isimlerin çıkması, gayet doğal bir durum.

Bir de aklımıza, Obama döneminde yaratılan iş imkânlarının yüzde 94’ünün yarı zamanlı, geçici ve esnek çalışma esaslı olduğu gerçeği gelsin. Bu süreçte 2008’deki çöküşün yarattığı devasa işsiz ordusu kullanılmıştı. Aynı durum, Biden için de geçerli. Onun da elinde on milyon işsiz var. Mevcut eğilim dâhilinde işçi sınıfı, neredeyse tek kuruş mesainin ödenmediği, işten çıkartmalara karşı tek bir engelin bile bulunmadığı güvencesiz işlere mahkûm ediliyor. Bu tür işler, son kırk yıldır Batı ekonomilerinin asli unsuru.

Küresel kapitalizmin uzun vadede güttüğü amaçta bir değişiklik yok: o, işçi ücretlerini mümkün olan en düşük seviyeye çekmek istiyor. Pandemi bağlamında bizi asıl şaşırtması gereken şey, salgın önlemleri veya bu konuda kurulan sahneye emir verilmeden fırlayan figüranlar değil, bu sürecin kapitalizmin yüzündeki makyajda bile pek bir değişikliğe yol açmayacak olması.

Leyla Meşuyi
Alexander Davidson
26 Ocak 2021
Kaynak

0 Yorum: