18 Şubat 2021

,

İşçiler ve Köylüler


İtalyan devleti savaş süresince, savaşa yol açan sebeplere bağlı olarak, temsilcileri eliyle, maddi ürünlerin üretim ve dağıtım sürecini düzenleme işini üstlendi. Böylelikle devlet, endüstri ve ticaret üzerinde bir tür tröst hâline geldi, üretim ve mübadele araçları devletin elinde toplaştı, proleter ve yarı-proleter kitlelerin maruz kaldığı sömürü düzeyi eşitlendi, bu da devrimci etkilere yol açtı. Dolayısıyla bugünkü mevcut durumun temel niteliğini, bahsi edilen olguları ve onların sebep oldukları psikolojik sonuçları dikkate almadan anlamak imkânsızdır.

Kapitalizm açısından hâlen daha geri olan Rusya, İtalya, Fransa ve İspanya gibi ülkelerde şehirle kır, işçiyle köylü arasında keskin bir ayrım söz konusudur. Bu ülkelerde tarım, gerçek mânâda feodal olan ekonomi biçimlerini kendi bünyesinde tutmuş, bu duruma bir yandan da belirli bir psikoloji eşlik etmiştir.

Modern liberal kapitalist devlet anlayışına aşina olmayan bu ülkelerde ekonomik ve politik kurumlar, bidayeti olan, belirli bir tarihsel gelişim sürecinden geçmiş, daha gelişkin toplumsal birliktelik biçimleri için gerekli koşulların oluşturulması sonrası çözülüp dağılacak tarihsel kategoriler değil, daha çok, ebedi ve vazgeçilmesi mümkün olmayan doğal kategoriler olarak ele alınmaktadırlar.

Pratikte bu ülkelerde büyük mülkiyet, serbest rekabetin dışında tutulmuş, modern devlet, feodal özüne saygılı davranmış, o, her şeyi kendi sorumluluğuna almak gibi hukukî formüller geliştirmiş, böylece feodal rejime ait imtiyazları ve bu rejimin varlığını gerçekte bir biçimde muhafaza etmiştir.

Bu sebeple köylülerin genel zihniyeti, toprağın hizmetkârı olmanın dışına çıkamamış, bu köylüler, belirli durumlarda ele silâh alıp “efendiler”ine karşı başkaldırmış, ama kendilerini mülk sahipleri nezdinde bir milletin, proleterler nezdinde bir sınıfın, yani genel anlamda bir kolektifin parçası olarak görememiş, belirli bir sisteme sahip eylemlilik süreci içine girememiş, toplumsal varoluşun dayandığı ekonomik ve politik ilişkileri değiştirecek kesintisiz bir isyanı tetikleyememiştir.

Bu tarz koşullarda köylülerin psikolojisi asla kontrol edilemez; sömürü pratiklerine karşı geliştirdikleri savunma sistemi dâhilinde köylüler, duygularını gizlerler, onları dolaylı olarak ifade ederler, hatta bazen bu duygular çelişkili bir biçimde ortaya konurlar. Mantıksal sürekliliği olmayan bir bencillik geliştiren köylülerin duyguları, gerçekte karşılığı olmayan bir kayıtsızlık ve itaatkârlıkta somutlanır.

Köylüler açısından sınıf mücadelesi, eşkıyalığın, orman kundaklama eylemlerinin, büyükbaş hayvanları sakatlamanın, kadın ve çocuk kaçırmanın, belediye mallarına saldırmanın eşlik ettiği bir süreçtir ve bu süreç, kalıcı ve etkili sonuçlara yol açmayan basit terörizm biçimini almaktadır.

Dolayısıyla buradan, nesnel planda köylülerin psikolojisini, meclisi esas alan demokratik devletin yol açtığı toplumsal koşulların sebep olduğu ilkel duygular toplamına indirgemek mümkündür. Tümüyle toprak sahiplerinin, onlara bağlı dalkavukların ve rüşvetin, yolsuzluğun kölesi olmuş devlet görevlilerinin insafına kalmış olan köylülerin hayatlarıyla ilgili asıl endişesi, toprak sahipleri ile devlet görevlilerinin barbarlara has zorbalığına, suiistimallerine, ayrıca beklenmedik doğal afetlere karşı o hayatları fiziken korumaktan ibarettir.

Köylüler, her daim hukuk sahasının dışında, hukukî bir şahsiyetten ve ahlak üzerinden inşa edilmiş bir bireysellikten muaf bir biçimde yaşamışlardır. Onlarda kargaşaya meyilli bir yan, her an patlamaya hazır bir öfke vardır. Bu öfke ki hep jandarma ve şeytan korkusu ile zapturapt altında tutulur.

Köylüler, disiplin nedir bilmezler; tabiatın elinden o kıt bulunan meyveleri toplarken veya ailesinin hayatı için büyük fedakârlıklarda bulunurken verdiği tüm o kişisel mücadelesi dâhilinde sabırlı ve sebatkâr olan köylü, sınıf mücadelesi içerisinde sabırsız, alabildiğine şiddete meyilli biri olarak çıkar karşımıza. Köylü, sınıf mücadelesi dâhilinde genel bir amaç belirleyemez, o amacın peşinde sabırla hareket edemez, sistematik bir mücadele yürütemez.

Siperlerde ve kan deryası içerisinde geçen son dört yıllık dönem, köylülerin psikolojisini kökten değiştirmiştir. Devrimin temel koşullarından biri olan bu değişim, kendisini bilhassa Rusya’da açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Söz konusu değişim, sanayileşmenin olağan gelişim sürecinin sonucu değildir ve esas olarak esasen savaşla birlikte gündeme gelmiştir.

Savaş, kapitalizm açısından en geri olan ulusları, mekanik araçlara en az sahip olanları, elindeki tüm erkekleri askere almaya zorlamış, bu uluslar, merkezî imparatorlukların sahip oldukları silâhların karşısına, canlı kanlı insanlardan oluşan büyük kütlelerle çıkmak zorunda kalmışlardır.

Rusya açısından savaş, alabildiğine geniş bir coğrafyada, hep dağınık hâlde yaşamış olan bireyleri bir araya getirmiş, insanlar, yıllarca kesintisiz bir biçimde fedakârlıklarda bulunmuş, herkes, ölüm tehlikesiyle yüzleşmiş, eşit ve aynı ölçüde acımasız olan bir disipline göre yaşamak durumunda kalmıştır. Bu kadar zaman herkesin hep birlikte aynı koşullara maruz kalması psikolojik açıdan önemli etkilere yol açmış, bu etkiler, tüm zenginliği ile birlikte, öngörülemeyen sonuçlara sebep olmuşlardır.

Zamanla bireyin bencil dürtüleri silinip gitmiş, müşterek bir birlikçi ruh peyda olmuş, duygular eşitlenmiş, toplumsal disiplin, alışkanlık hâlini almıştır: Bu sürecin sonunda köylüler devleti, o karmaşık ve muazzam yapısı dâhilinde ele almaya başlamış, onun ölçüsüz gücünü görmüş, katmanlı yapısını idrak etmişlerdir. Böylelikle köylüler, dünyanın bilincine varmışlardır. Artık dünya, köylüler için kâinat kadar büyük veya köydeki kilise kulesi kadar dar değildir. Oluşan bilinç dâhilinde artık devletler ve halklar, toplumsal açıdan sahip oldukları güçlü ve zayıf yanlar, ordular ve silâhlar, zenginlikler ve yoksulluklar zihinde somutlaşmışlardır.

Bu süreçte belki de ancak onlarca yıllık tarihsel tecrübenin ve kesintili mücadelelerin kazandıracağı dayanışma bağları oluşmuştur. Dört yılda, siperlerdeki o çamur ve kanın içinde kendisini kalıcı ve dinamik toplumsal biçimler ve kurumlarda teyit etmeye hevesli olan bir manevi dünya ortaya çıkmıştır.

Rus cephesinde askerî delege konseyleri, işte bu şekilde oluşturulmuştur. Köylü askerler, Petrograd ve Moskova’da, aynı zamanda Rusya’nın diğer sanayi merkezlerinde hayata aktif bir biçimde katılma imkânı bulmuşlar, işçi sınıfının birliği konusunda belirli bir bilinç edinmişlerdir. Bunun üzerine Rus ordusu terhis edilip askerler işyerlerine dönünce Vistula’dan Pasifik Okyanusu’na dek uzanan tüm imparatorluk topraklarını, Rus halkının yeniden inşa ettiği devletin temel organları olan konseylerin meydana getirdiği ağ kuşatmıştır.

Bu yeni psikoloji, sanayi şehirlerine aktarılan komünist propagandanın temelini teşkil etmiş, kolektif devrimci hayatın ortaya koyduğu deneyimler üzerinden kabul ve teşvik edilen sosyal hiyerarşiler, ilgili psikolojinin üzerine inşa edilmişlerdir.

İtalya’daki tarihsel koşullar, dün olduğu gibi bugün de Rusya’daki koşullardan oldukça farklıdırlar. İşçi ve köylü kitlelerinin birliği meselesi ise aynı gerçeğe tabidir: Bu birlik, sosyalist devletin fiili pratiği dâhilinde oluşacak ve siperlerde inşa edilen müşterek hayatın yeni psikolojisini temel alacaktır.

İtalya’da tarım, savaşın sebep olduğu krizden çıkmak için yürüttüğü tüm faaliyetleri köklü bir biçime dönüştürmek zorundadır. Makinelerin tarımda kullanılmasıyla hayvancılık sona ermiş, bu da gerekli makinelere sahip teknik kurumların varlığını esas alan sanayi kültürüne hızla geçişi zorunlu kılmıştır. Fakat bu türden bir dönüşüm, özel mülkiyet rejiminde, herhangi bir felâkete yol açmaksızın gerçekleşemez: Bu noktada asıl gerekli olan, sosyalist devlettir. İlgili dönüşüm, ancak köylülerin ve işçilerin çıkarlarına halel getirmeyecek biçimde, komünist çalışma birimleri içerisinde kurulan birliktelik kapsamında gerçekleşebilir.

Makinelerin üretim sürecine dâhil edilmesi, her daim işsizlik krizine yol açmış, ama bu krizler, emek piyasasındaki esneklikle yavaş yavaş aşılmışlardır. Bugün çalışma koşulları köklü bir biçimde değişmektedir: tarım sektöründeki işsizlik, etkili göç sürecinin imkânsız oluşu sebebiyle, çözümsüz kalmıştır. Tarımın sanayi temelli dönüşümü, ancak sanayi işçilerinin ve yoksul köylülerin kurduğu konseyleri esas alan bir proletarya diktatörlüğü üzerinden, yoksul köylülerin rızası ile gerçekleştirilebilir.

Fabrika işçileri ve yoksul köylüler, proleter devrimi yapacak iki kuvvettir. Bilhassa bu iki sınıf için komünizm, varoluşsal bir zorunluluğu ifade eder: komünizm hayat ve özgürlük; özel mülkiyetin sürdürülmesine dönük pratiklerse yok olma tehlikesiyle yüzleşmek, her şeyi fiziksel hayata kaptırmak demektir. O “her şey”se asli unsur olarak devrimci coşkunun sürekli kılınmasını, tavizlere karşı demirden iradeyle karşı konulmasını, insanın kendisini tam anlamıyla gerçekleştirmesine dönük, engellenemez yürüyüşünü, kısmi ve geçici aksilikler karşısında moralleri bozmamayı, kolay başarılar karşısında yanılsamaya kapılmamayı içerir.

Bu hasletler, devrimin omurgasıdır, ilerleyen proleter ordunun demirden müfrezeleridir. O müfrezeler ki engelleri tek darbede yıkar geçer, bazen de o engelleri, düşmanın kalesini yıpratan, paramparça eden, yorulmak nedir bilmeyen, feda ile yoğrulmuş emeğin ve sabırlı çalışmanın sel suyunun önüne katar.

Komünizm, işçilere ve köylülere ait bir kültürdür; o, işçilerin ve köylülerin, ilerlemenin ve güzelliğin yaratıcı ruhu hâline gelmelerini sağlayacak şahsiyeti, onuru ve kültürü onlara bahşedecek tarihsel koşullardan oluşan sistemin adıdır.

Her türden devrimci çalışma, ancak işçi ve köylülerin hayatına ait ihtiyaçlar ve onların talepleri üzerine kurulu olduğu sürece başarı şansına sahiptir. Proleter ve sosyalist hareketin liderleri, bu gerçeği anlamak zorundadırlar. Ayrıca bu liderler, devrimin baş eğmez gücüne onun genel psikolojisine uygun bir biçimin nasıl kazandırılacağına ilişkin soru üzerinde de durmalıdırlar.

Savaştan önce kapitalist ekonomi açısından geri kalmış olan bir ülkede tarladaki işçilerin, sınıf mücadelesine dair doğal bir anlayış geliştirme noktasında kendilerini eğitecekleri ve kapitalist felâket sonrası devletin yeniden inşa edileceği süreçte kalıcı bir disiplin edinecekleri, kökleri sağlam, etki alanı geniş köylü örgütleri kurup geliştirmeleri mümkün değildi.

Savaş sürecinde ruhlar fethedilmiştir. Dört yıldır, kan deryası içerisinde emekçiler, komünizmi tecrübe etmiş, bu tecrübe herkesçe paylaşılmıştır. Lâkin eğer biz, tüm bu bireyleri yeni kolektif hayatı örecek kurullar içerisinde bir araya getiremezsek, fethedilen o ruhları işlevli kılıp pratiğe yönlendiremezsek, tüm o bireyler kaybolup gidecektir. Elde edilen tecrübeler, geliştirilmeli, bütünleştirilmeli, bilinçli bir biçimde somut bir tarihsel hedefe doğru geliştirilmelidir.

Dolayısıyla köylülerin örgütlenmesi meselesi, ilerlemenin ve düzenin önemli bir unsuru hâline gelmiştir. Sisteme dayalı, disiplinli bir eylem geliştirmeleri mümkün olmayan köylüleri kendi hâllerine bırakırsak, bu insanlar şekilsiz bir kütle hâline gelecek, tutkular kendi kaotik düzensizliğini dayatacak, bugüne dek tüm ağırlığı ile çekilmiş çileleri bile gölgede bırakacak, henüz kimsenin işitmediği çilelerden bile daha acımasız zulümlere yol açacaklardır.

Komünist devrim, temelde bir örgütlenme ve disiplin sorunudur. İtalyan toplumunun somut ve nesnel koşulları dâhilinde devrime, fabrika işçilerinden oluşan o yekpare ve homojen kitlesiyle, sanayi şehirleri önderlik edecektir.

O hâlde bizim dikkatimizi, sınıf mücadelesinin yeni biçiminin fabrika içerisinde, sanayi üretimi sürecinde yarattığı yeni hayata yöneltmemiz gerekmektedir. Ne var ki fabrika işçilerinin sahip olduğu güç, devrimin kendisini somut ve kapsamlı bir biçimde inşa etmesini sağlamayacaktır. Bu anlamda bizim şehri kırla birleştirmemiz, köylerde yoksul köylülerin kurumlarını oluşturmamız gerekmektedir. Sosyalist devlet, tarım sahasına makineleri bu kurumlar aracılığıyla sokacak, tarım ekonomisinin o büyük dönüşüm sürecini onlar üzerinden işletecektir.

İtalya’da bu çalışma, düşünüldüğünden daha kolaydır: Savaş süresince köylü nüfusunun büyük bir kısmı şehirlerdeki fabrikalara taşınmıştır. Bu insanlar arasında yürütülen komünist propaganda faaliyeti, kısa süre içerisinde kendisine kök bulmuştur. Söz konusu nüfus, artık şehirle kır arasındaki çimento olarak iş görmeli, güvensizliği ve garezi yok edecek sıkı propaganda çalışmasını geliştirmek için kullanılmalıdır. Bu noktada onun köylü psikolojisi, derinlemesine idrak edilmeli, güven meselesi üzerinde durulmalı, tarlalarda çalışan işçilerin elindeki o muazzam gücü komünist harekete katacak olan yeni kurumların oluşturulup geliştirilmesi için çalışılmalıdır.

Antonio Gramsci

2 Ağustos 1919

Kaynak

0 Yorum: