Biz biliyoruz ki liberalizm, fiili faşizmin bağrında
taşıdığı, boş bir umut.
Gezi sonrası bu liberalizme örgütlenenler, KHK’lara,
küçük çaplı grevlere, ev baskınlarına, bodrumlarda katledilen canlara tek bir
laf üretmiyorlar. Seyirci olarak izliyorlar ve herkese koltuk ayırdıklarını
söylüyorlar. Çünkü bu faşizmin ilanihaye sürmeyeceğini, esasen onun kendi
liberal dünyalarının sancılı doğumunun bir parçası olduğunu düşünüyorlar.
Amerika’da askerî stratejistler, Eski Yunan’da
Sparta’ya, doğu coğrafyasında Perslilere bakıyorlar. Amerika’nın Sparta ve Pers
İmparatorluğu gibi hareket etmesini öneriyorlar. Aşağıdakilere ise Atina ve
Elen masalları anlatıyorlar. Tanrıların en büyüğü, Ahura Mazda’nın her şeyi
yarattığına, hakikati ifade eden Arta’yı da kozmosa biçim ve düzen vermek için
meydana getirdiğine inanıyorlar. Arta’nın karşısında yalan, yani Drauga var.
Egemenlere göre, hepimiz yalanız. Yalana karşı hakikatin, karanlığa karşı
ışığın safında olmadığımız için yok edilmeliyiz.
Aynı Pers, bugün ona karşı bir devrimi bağrında
taşıyan günümüz İran’ının karşısına çıkartılıyor. “Kaçar Hanedanı’nın bıyıklı
eşleri” haberleri bu yüzden yapılıyor. Aynı haberleri yapanlar, aynı güzellikte
olan Frida Kahlo’yu azize ilân edebiliyorlar. Kılla tüyle uğraşan liberalizm,
saç kılını görme arzusuyla, batı kaynaklı, “İranlı kadınlar yasağa rağmen
başlarını açıyor” haberleri yapıyor.
Bu İran düşmanlığı, batıya hayranlığın, sadakatin
bildirilmesinin bir ifadesi. Herkesin cenneti, orası. Orada fukara halkların
çektikleri çilelerle kimse ilgilenmiyor. “Gerçek benim, geri kalan yalan”
diyorlar. Birey putu, Batı ile anlam kazanabiliyor.
Oysa İran hiçbir şey değilse, yazının başında
paylaşılan fotoğrafta görüldüğü üzere, eski İsrail konsolosluğunu FKÖ’ye tahsis
eden iradedir. İran hiçbir şey değilse, IRA militanı Bobby Sands’in ölümü
üzerine, İngiliz Büyükelçiliği’nin önündeki Winston Churchill Caddesi’nin
ismini Bobby Sands yapandır. Onların asıl düşman olduğu şey, budur. Bilindiği
üzere, adreste sürekli Bobby Sands’in ismiyle karşılaşmamak için İngiliz
elçiliği, binanın adresini ve giriş kapısını değiştirmiştir.
* * *
Buranın laikleri, liberalleri yüzünü, devletin
ideolojik aygıtı olarak inşa edilen tarih kürsülerinin yalanlarına
çeviriyorlar. AKP bahanesiyle, liberal AKP karşıtlığını süslemek için ta
Sümerlere gidiyorlar. Zorlama bir çabayla, Sümeroloji’nin İslam karşıtı
kullanım yöntemlerini devreye sokuyorlar.
Sümeroloji konusunda üstat bellenen kişi, Kemalist
mitolojinin kurucularından olan Muazzez İlmiye Çığ. Bu tür isimlerin özel bir
eğitimden geçtiğine kuşku yok. İlmiye Çığ’ın kardeşi Turan İtil için de benzer
bir durum söz konusu.
Nöropsikoloji profesörü olan İtil, 12 Eylül
darbesinden hemen sonra ülkeye geliyor. Bizim bu gelişin tercihen veya
tesadüfen olduğunu düşünmemizi istediği açık. Mamak Cezaevi’ndeki tutsaklar
üzerinde deneyler yapıyor. “Gençlerin neden terörist olduğunu” anlamaya çalışan
profesörle ablasının Sümeroloji üzerinden devlete has bir mitoloji üretmesi ve
bu mitolojiyi İslam’la mücadele için kullanması arasında bir tutarlılık söz
konusu.
Bugünse sol, 11 Eylül gibi momentlerin ardından,
liberalizmle tanıştırılıyor, onunla tanımlı kılınıyor. Giderek solun kitlesi,
liberalizm mirasını kendi mirası belliyor. Liberal felsefe, akıl ve siyaset,
sosyalist, komünist her türlü pratiği şekillendiriyor. ABD ve AB ile kurulan
bağlar üzerinden örgütler, ülkedeki dönüşüme dâhil olabileceklerini
düşünüyorlar.
1935’te İran’da örtünmeyi, başörtüsünü yasaklayan bir
yasa çıkartılıyor. İsyan yaşanıyor. Şah’ın emriyle eylemlerde birçok insan
öldürülüyor. Ölülerin ardına saklanan kişiler bile, toplanıp diri diri toprağa
gömülüyorlar. Özünde bu yasak İran’a has da değil. Afganistan ve Türkiye’de de
benzer yasaklar gündeme geliyor. Bu yasağın ardında Britanya’nın talebini ve
iradesini aramak gerekiyor.
Sol, Türkiye’de İslam’a ve Kürd’e yönelik devlet
politikasının bir uzantısı olarak varolabileceğini iyi biliyor. Bu bilinçle
hareket ediyor. Kendisinin ancak kültür-sanat alanında yaşayabileceğini
görüyor. O, kendisine tahsis edilen kum havuzundan gayet memnun. Politik
iktidar yerine “toplumsal devrim” gibi temelsiz, asılsız, gerçek dışı bir olguya
sarılmasının sebebini burada aramak gerekiyor. Toplumsal devrimciliğin içi
boşaldıkça o, toplum mühendisliğine dönüşüyor. Basit fikir, duygu ve algı
değişimlerinin devrimi getireceğini düşünüyor. Liberallerin “önce birey
dönüşsün” lafı, bu sebeple benimseniyor. Faşizm karşısında herkesin elini
kolunu tam da bu fikir bağlıyor.
Faşizm, liberalizmin ekonomik yönünü benimsiyor, ama
felsefi ilkelerini redde tabi tutuyor, modernitenin entelektüel ve ahlakî
mirasını çöpe atıyor. Yalnız bu, geçici bir araz. Her liberal, o faşizmin
ekonomik yönüne içten içe selam duruyor ve işi gücü, o ilkeleri ve mirası dile
pelesenk etmek oluyor. Sonuçta liberallerin AKP eleştirileri, hakikatin
önündeki perde; o perdenin yırtılıp atılması gerekiyor.
Eren Balkır
1 Şubat 2021