Marksist-Leninistlerin Temel Görevleri
“Bugüne dek yürüttüğümüz
çalışmaların temelini ve özünü, kitlelerin politik bilincini artırma çabası
teşkil eder. Fakat bu genel, temel ve kesintisiz ifa edilmesi gereken göreve ek
olarak Rusya’da bugün yüzleşilen dönemlerde olduğu gibi belirli ve özel
görevleri üstlenmek zorunda kalacağımızı unutmamak gerekmektedir. Bu görevlere
karşı cahilce veya ukalaca yaklaşmamalı, tüm dönemlerde ve koşullarda
değişmeden kalan kalıcı görevlerimize anlamsız bir biçimde atıfta bulunmak
suretiyle, bugünün özel görevlerinden kaçmaya çalışmamalıyız. Büyük kitle
mücadelesinin yaklaştığını unutmayalım. Bu mücadele, silâhlı ayaklanma biçimini
alacaktır.”
[V. I. Lenin, “Moskova Ayaklanmasının Dersleri”]
Bu broşürde biz, Marksist-Leninistlerin işçi
sınıfına ve kurtuluş hareketine karşı üstlenmesi gereken temel görevleri
açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. Bu görevler ciddiyetle, pratik bir dikkatle
ele alınmazlarsa, İran’da komünist hareket ve işçi hareketi, toplumun diğer
kesimlerinin faaliyetlerinin gerisine düşecektir. Bugünkü devrimci durum
ışığında, kitle hareketindeki yükseliş ve hareketin kendiliğinden bir
ayaklanmaya evrildiği koşullar karşısında sözümüze Yoldaş Lenin’in ünlü
sözleriyle başladık ki bu kritik günlerde görevlerimizin yanlış anlaşılmasına
ve sapmalara mani olabilelim.
Teorik çalışmayla ve devrimci pratikle yüklü sekiz
yıllık deneyimin ardından halkımızın Marksist-Leninist silâhlı hareketi, yeni
bir aşamaya girmiştir. Geçmişte hareketin maruz kaldığı özel koşullar pratik
meselesini öne çıkartmış, o koşullarda devrimci Marksist-Leninistler, işçi
sınıfıyla kaynaşma, onlara sosyalist bilinç taşıma, nihayetinde de proleter
öncüyü inşa etme çabaları dâhilinde bir dizi engelle yüzleşmişlerdir. Öncü
örgütün devrimci pratiği, hareketin yüzleştiği güçlükleri çözüme kavuşturmak
zorunda kalmıştır.
Marksist-Leninistler, şu türden görevlerle karşı
karşıyadırlar: Diktatörlük temelli hâkimiyetten kaynaklanan durağanlığa ve
pasifliğe, ayrıca geçmişte hareketin yaşadığı stratejik yenilgiye karşı mücadele[1];
hareket içerisindeki oportünizmle mücadele; aktif toplumsal güçleri savaş
sahasına çekme; ve öncünün yanlışları sonucu ona yönelik oluşan güvensizliğin
ortadan kaldırılması. Öte yandan işçi sınıfının politik güçsüzlüğü ve bu sınıf
içindeki kendiliğinden hareketliliğin yetersizliği yukarıda bahsi edilen
sorunlarla birlikte, Marksist-Leninistlerin işçi sınıfıyla kaynaşacağı zemini
büyük ölçüde parçalamıştır. Fakat bugün belirtilen etmenlerde yaşanan
değişikliklerle ve geçmişin yenilgileri ve zaferlerine dair anlayışın
yerleşmesi ile birlikte hareketin yüzleştiği genel koşullar, bizi özel bir
durumun içine sokmuştur. Bu yeni duruma vereceğimiz tepki, örgütümüzün genelde
emekçi kitleler, özelde işçi sınıfının devrimci hareketi ile ilgili teorik ve
pratik konumunu yansıtacaktır.
Son aylarda kitlelerin geniş tabanlı
mücadelelerinde ciddi bir artışa tanıklık ediyoruz. Hareketteki yükseliş
dâhilinde atılan sloganlar ve dile getirilen talepler, etkisiz devrimci
hareketin mevcut hâlini yansıtıyor, sınıflı toplumun tüm sefil hâline tercüman, ezilen kitlelerin bastırılmış arzularına ve umutlarına dil oluyor. Gelecek konusunda umutlanmamızı sağlayan bu başlangıca selam olsun.
Ama öte yandan kitlelerin sınıfsal içeriğini
dikkate almayan, işçi sınıfının konumunu ve demokratik devrimde proletaryanın
oynayacağı rol üzerinde durmayan tek taraflı bir bakış, nihayetinde
anti-emperyalist güçleri hüsrana sürüklemekten başka bir işe yaramaz. Bu
noktada Yoldaş Lenin’in sözleri öğreticidir: Sonuna kadar sadece proletarya
demokrat kalabilir ve krallığa en fazla o düşmanlık edebilir. Bu tespitin
gerisine düşülemez. Zira proletaryanın politik özgürlükler ve demokratik
değişimler yolunda verilen mücadelenin öncüsü olmasını zorunlu kılan şey,
ondaki sınıfsal niteliktir.
O hâlde ana esasları, Marksist-Leninistleri
silâhlı mücadelede destekleyecek hususları, işçi sınıfının kurtuluş hareketinde
oynayacağı rol ve bu sınıfın hegemonyasını tesis etmesi ile ilgili anlayışımız
temelinde aktarmak gerekmektedir. Bu zorunluluk, sınıf mücadelesiyle kurtuluş
hareketi arasındaki münasebetten, mevcut aşamada sosyalist görevlerle
demokratik görevler arasındaki bağdan kaynaklanmaktadır.
Bugün ülkemiz, genel bir krizle boğuşmaktadır.
Emperyalizme bağımlı olan bu sistemin ekonomik, politik ve kültürel açıdan
yaşadığı çürüme, milyonları ölüm-kalım mücadelesine sürüklemektedir. Halkın mücadeleleri
kesintisiz bir biçimde sürmekte, derinleşmekte, kapsamı genişlemekte, bu da
günbegün hissedilen genel krizi derinleştirip yoğunlaştırmaktadır. Şah’ın emperyalizme
bağımlı diktatörlük rejimi, kitleleri önceden başvurduğu hâkimiyet kurma
yöntemleri ile yönetememektedir. Geçmişte mücadelelere mani olmak için
kullanılan tüm baskıcı yöntemler, bugün tüm etkisini yitirmiştir. Şehirlerde orduyu
ve polis güçlerini konuşlandırmasına ve sıkıyönetim ilân etmesine rağmen uzun
zamandır ezilen kitleler, grevlere ve gösterilere hiç korkmadan, tüm
cesaretleriyle devam etmektedirler. Yönetici sınıf içi çelişkiler
yoğunlaşmıştır, politik kriz, mevcut çelişkilerin fiili bütünlüğüne ait bir
yansımasıdır. Böylesi bir durumda askeri yoldan veya başka bir şekilde iktidara
gelmiş hiçbir kukla hükümet, ülke içinde istikrarı yakalayamaz. Ne tür bir
yapıda olursa olsun bu türden hükümetler çalışamaz ve nihayetinde çöker, çünkü
sistem içi çelişkiler derinleşip yoğunlaşmıştır.
Petrol gelirlerine bel bağlayan Şah ve rejimi, bir
zamanlar hem emperyalist devletlere hem de bağımlı kapitalist devletlere borç
verir durumdaydı. Bugünse kendi yanlışlarını tazmin edebilmek adına rejim, ekonomik ve askeri programlarını iptal etmekte, ayrıca kredi için
emperyalistlere yalvarmaktadır. Bu türden gerçekler de gösteriyor ki
toplumumuzda devrimci durum (devrimin nesnel koşulları) mevcuttur. Yani bugün
toplumumuzda yaşanan genel kriz öyle bir noktaya erişmiştir ki sömürülen
kitleler eskisi gibi yaşayamazlar ve mevcut varlık koşullarını değiştirmek
istemektedirler. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, sömürenler ülkeyi eskisi
gibi yönetememektedirler. Bu türden bir devrimci durumda devrimci öncünün
gerekli vasıflara sahip olduğu (öznel koşulların oluştuğu) gerçeklikte devrimin
fitili ateşlenip kitleler o nihai ve tarihsel kavgaya girebilirler. Ayrıca devrimci
öncü bu koşullarda hazır olmasa bile, kitleler mücadeleyi sürdürecek
durumdadırlar. Halkımın militanca gerçekleştirdiği gösteriler ve onun içindeki
bazı grupların büyük bir gayretle ama dağınık bir biçimde yürüttüğü
faaliyetler, rejimin devrileceğine dair birer işarettir. Sonuçta yönetici aygıt
ezilecektir. Toplumumuzda öncü, belirli bir nüfuza ve örgütsel güce sahip
olduğunda bugün rejimin ajanlarına karşı düzenledikleri, Molotof kokteylleri,
benzin, taş ve sopalarla gerçekleştirdikleri saldırılarla kendisini savunan
kitleleri etkiler. Öncü, kitleleri silâhlı mücadeleyle tanıştırır, kitleler
öncünün kendisine sunduğu silâhı alır.
Böylesi bir durumda kitlelerin mücadeleleri her
gün daha da gelişir. Öncünün diğer politik taktiklerle birlikte devreye soktuğu
devrimci güç, kitlelerin mücadelelerini yönlendirme ve örgütleme noktasında özel
bir rol üstlenir. Aynı zamanda Marksizme göre devrimci durumda devrimin zaferi,
kitlelerin farklı denetimlerini dikkate alan öncünün hazır olup olmadığına
bağlıdır. Bu da bize şunu gösterir: Bir toplumda devrimin nesnel koşulları
mevcut olabilir, ama aynı zamanda farklı sınıflar ve katmanlar farklı politik
niteliklerle hareket edebilir. Bu farklılıklarsa sınıfların ve katmanların oluşumunda
tarihsel koşulların yol açtığı bir sonuçtur, ayrıca onların mücadeleyi
deneyimleme biçimleriyle ilgilidir. Bu yanlışları ve kusurları gidermek, o
sınıfların ve katmanların ideolojik temsilcilerinin görevidir.
Burada hareketin mevcut durumunu incelemeyeceğiz. Bugün
halkımızın demokratik hareketi, şehirli kitlelerin mücadeleleridir ve bu
mücadeleler, esas olarak radikal küçük burjuvazi eliyle yürütülmektedir.
Emperyalizme ve ona bağlı devletlere yönelik sınıfsal konumu ve sahip olduğu
tarihsel mücadele geleneğine bağlı olarak küçük burjuvazide sınıf bilinci
yüksektir. Dinî görüşlerini değiştirmek suretiyle diğer emekçi kitlelere,
özelde işçi sınıfına yakınlaşabilmekte, birleşik anti-emperyalist cephe içinde
ona müttefik olabilmektedir.[2] Ancak radikalleşme süreci ve sahip olduğu geniş
kitle tabanı ile birlikte küçük burjuvazi, işçi hareketinin potansiyel
düşmanıdır ve devrimci hareketin tüm liderliğinin kendi hakkı olduğunu iddia
edebilir. Radikal küçük burjuvazi, sınıfsal çıkarlarını anladığı ve önemli bir
politik güce kavuştuğu ölçüde bu grupla ilişkiler, ciddiyetle ve yüksek bir
bilinçle yürütülmelidir.
Bir yandan toplumumuzda küçük burjuvazi, emperyalizm
karşıtı mücadelede kararlı ve militan bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Bir yandan
da proletaryadan farklı olarak küçük burjuvazi, homojen bir sınıf meydana
getirmemekte, diktatörlüğe ve emperyalizme karşı mücadelede tarihsel planda
parçalı bir yapı teşkil etmektedir. Hangi grubun hâkim olduğuna bağlı olarak
küçük burjuvazi, kurtuluş hareketi üzerinde farklı ve önemli etkiler
bırakacaktır. Eğer muhafazakârından işçi sınıfı karşıtına tüm küçük burjuva
gruplar milli mücadelenin liderliğini üstlenecek olursa, halk güçlerinin
birliği önüne engeller çıkartacaktır. Bugün küçük burjuva faaliyetler
içerisinde en önemli rolü, bu grup oynamaktadır. Son aylarda yürütülen
anti-komünist propaganda, küçük burjuvaziyle işçi sınıfı arasındaki çelişkileri
keskinleştirmiştir. Bugünkü aşamada bu çelişkilere ve yoğunlaşmasına gereksiz
yere vurguda bulunmak, halk güçlerine fayda sağlamayacak, pratikte düşman
karşısında işçi sınıfını ve küçük burjuvaziyi farklı düzeylerde
zayıflatacaktır.[3] Biz, toplumumuzda milli ve anti-emperyalist güçlerin
çıkarlarına göre hareket eden radikal ve militan küçük burjuva örgütlerin
mücadelesini destekliyoruz ve bu desteğin işçi sınıfına ve kurtuluş hareketine
faydası olacağını düşünüyoruz. Milli güçlerin dağılması ve yoldan çıkması,
birleşik cephe içindeki halk güçlerinin birliğini zayıflatacak, ayrıca demokratik
halk devrimini yapması noktasında işçi sınıfının sahip olduğu gücü kıracaktır.
Bu noktada proletaryaya bakalım. Kanaatimize göre
proletarya, militan bir öncü örgütün bulunmadığı halk mücadeleleri dâhilinde
kendi rolünü asla oynayamaz. Halkın mücadelesinde işçi sınıfının çıkarlarını
savunan ve o çıkarlara göre hareket eden bir proleter örgüt olmadan, işçi
sınıfı birleşik cepheye dâhil olamaz ve hegemonyasını tesis edemez. Mevcut durumda
işçi sınıfı hareketi, diğer anti-emperyalist kesimlerin mücadelesinin gerisine
düşmüştür. 28 Ağustos 1953 darbesi sonrası işçi sınıfı hareketi
durağanlaşmıştır. Bu durağanlığa ise en fazla proleter öncünün olmaması katkı
sunmuş, bu süreci Şah’ın diktatörlük rejiminin uyguladığı ağır baskılar ve proletaryanın
köylü kökeni beslemiştir (Son yıllarda birçok köylü bu sınıfa dâhil olmuştur). Kendilerini
proletaryanın ideolojik temsilcileri olarak gören ve bu sınıfın öncüsü
mertebesine yükselmeye çalışan devrimci Marksist-Leninistler, işçi sınıfı
hareketinin geriliği meselesini ele almalı, bu yönde bir çalışma yürütmemenin
felâketlere yol açacağını görmelidir. Bu husus tüm boyutlarıyla idrak edilmezse
Marksist örgütler, ancak küçük burjuvazinin kuyruğuna takılırlar. Fabrikalardaki
işçilerse sendika faaliyeti aşamasında çakılı kalırlar ve/veya küçük burjuva
ideolojisinin peşinden giderler.
Ancak son yıllarda işçi sınıfı mücadeleleri önemli
bir büyümeye tanıklık etmiştir. Bunun sebebi ise rejimin yüzleştiği politik ve
ekonomik krizlerdir, ayrıca öncünün silâhlı mücadelesinin toplum üzerinde
bıraktığı genel etkidir. Rejim, her yıl onlarca grevle ve gösteriyle uğraşmak
zorunda kalmaktadır. Örneğin geçen yıl bazı fabrikalarda yüz kadar greve
tanıklık edilmiş, bu grevlerin bazıları ordunun müdahalesiyle
bastırılabilmiştir. Toplumda kitle hareketini ileri iten devrimci durum,
yeraltındaki işçi hareketinin açığa çıkması için gerekli ortamı
hazırlamaktadır. Bugün tam da bu sebeple işçi sınıfı mücadeleleri tarihinde
eşine pek rastlanmayacak genişlikte bir sınıf mücadelesine tanık olunmaktadır. Bu
koşullarda işçi grevleri, diğer kesimlerin demokratik talepleriyle bağ kuracak
güce sahiptir. Marksist-Leninistler, sosyalist bilinci işçilere taşımak için
mevcut ortamdan istifade edebildiğinde işçi sınıfı kurtuluş hareketi içerisinde
tarihsel rolünü oynayabileceklerdir.
İşçi sınıfı hareketi ile kurtuluş hareketi
arasındaki uçurum, gerçek Marksist-Leninistleri önemli sorumluluklarla karşı
karşıya bırakmaktadır. Marksist-Leninistlerin en önemli görevi, sosyalist bilinci
işçi sınıfına taşımak ve bu sınıfın talepleriyle mücadelelerini birbirine
bağlamaktır. Bu bilinci ileri taşımaksa toplumun tabi olduğu tarihsel koşullara,
ayrıca toplumun temel ihtiyaçlarına cevap vermesi için öncünün benimsediği
stratejik çerçevelere bağlıdır. Farklı koşullarda ve farklı bir durumda bu
mesele, politik mücadelelerle çözülebilecek bir meseledir. Ancak bugünün
koşullarında sosyalist bilinç, silâhlı mücadeleden ayrı tutulduğu, halkın
mücadelelerine yol açacak ve onları besleyecek etkiden mahrum kaldığı durumda
gerekli güce sahip olamayacaktır. Bu ilkeye bağlı kalmayan her türden politik
mücadele etkisini yitirecek, kelime tüccarı oportünistlerin girdabına
kapılacaktır. Politik mücadele biçimleri yanında sendikalar gibi ekonomik mücadele
biçimlerinde amaç, işçilerle politik düzeyde kaynaşmak ve onları mücadeleye
çağırmaktır. Dolayısıyla silâhlı öncünün varlığı, her şeyden bağımsız, soyut bir
varlık değildir. Politik ve ekonomik mücadeleler, silâhlı hareket çizgisini
benimsediği noktada, halk hareketinin niteliksel ve niceliksel açıdan
büyütülmesinde gerçek bir rol oynayabilirler.
Proletaryanın sosyalist görevleriyle demokratik
görevleri arasındaki ilişki konusunu Marksist-Leninistler, sınıf hareketinin
mevcut durumuna ve toplumdaki demokratik hareketin mevcut koşullarına bağlı
olarak ele alırlar. Rusya örneğinde görüldüğü üzere 1898’de proleter güçler
dağınıktı, militan bir proleter örgüt yoktu. İşçi sınıfı mücadelelerinin bu
türden bir örgütle kaynaşması komünistlerin en önemli görevi olduğu için Lenin, tüm sosyalist güçlerin proletarya içinde çalışmasını istedi. Onun kanaatine
göre işçiler içinde militan bir devrimci örgütün kurulması, en önemli görevdi,
dolayısıyla Lenin, o günkü koşullarda güçlerin dağıtılmasına karşı çıktı. İşçi sınıfı, demokratik hareket içerisinde kendi yolunu ancak bu sayede çizebilir,
demokratik mücadeleyi temel hedeflere ancak bu şekilde ulaştırabilirdi. Fakat böylesi
bir örgütün kurulduğu ve birçok güçleri kendi etrafında örgütlediği koşullarda
Lenin, işçi sınıfına her şeyi kapsayan, canlı bir politik bilinci kazandırmak
için halk sınıfları içinde çalışılması gerektiğini söyledi. Bu anlamda
demokrasiye ilişkin genel görevleri tüm halka aktarmalı, sosyalist
ideallerimizi bir saniye bile saklamamalıyız. Lenin bu bağlamda, herkesin önüne
geçip, genel demokratik meseleleri gündeme getirme, onlarla ilgili olarak
derinleşme ve bu meseleleri çözüme kavuşturma görevini unutan bir kişinin
sosyalist olamayacağını söyler.
Bize göre sosyalist görevlerle demokratik görevler
arasındaki doğal bağa dair bu Leninist kanun, farklı sınıfların ve katmanların
mücadelelerinin bağlı olduğu koşullardan ve taşıdığı niteliklerden, ayrıca bu
sınıf ve katmanlar üzerindeki etkisinden bağımsız ele alınamaz. Rusya’da on
dokuzuncu yüzyılın sonlarından Ekim Devrimi’ne uzanan süreçte proleter hareket,
diğer toplumsal gruplardan daha fazla gelişmiş, Rusya’daki devrimci hareket
içerisinde öne çıkmayı bilmiştir. Proleter sınıf mücadeleleri, devrimci
hareketin çekim merkezini teşkil eder ve diğer katmanların mücadelesini bir
biçimde etkiler. Rusya’da sosyalist hareket, süreç içerisinde bu sınıfın
devrimci pratikleri üzerinden paha biçilmez deneyimler biriktirmiştir. Bizim toplumumuzda
ise diğer katmanlara kıyasla işçi sınıfının bilinci düşüktür,
Marksist-Leninistler dağınık durumdadırlar. Bu koşullarda kitle
hareketlerindeki büyüme, emekçilerin mücadelesini ve işçilerin mücadelesini
yoğun bir biçimde etkilemektedir. Bu sebeple, diğer toplumlardan farklı olarak
İran’da komünistler, kitle hareketini ciddiyetle ele almalı ve ona aktif olarak
katılmalıdırlar. Komünistler, proletarya ile ilgili temel görevlerini tek taraflı
ele almamalı, bu hareketin karşılarına çıkarttığı görevlerden kaçmamalıdırlar. Lenin’in
Doğu Halkları Komünist Örgütleri Kongresi’ne sunduğu raporda dile getirdiği
biçimiyle, “öncü, komünizme geçişi tek başına gerçekleştiremez.”[2] Lenin, bu
noktada bu ülkelerdeki proleter olmayan emekçi kitlelerin devrimci faaliyetler
konusunda teşvik edilmesine ve sınıf bilincinin rolüne dikkat kesilmenin
gerekliliğine işaret etmektedir. Dogmatik ve kılı kırk yaran kişilere cevaben
Lenin şunu söyler: “Bunlar, çözümünü herhangi bir komünist kitapta bulamayacağınız
sorunlardır.”[3]
Bizim toplumumuzda Marksist-Leninistlerin işçi
sınıfına ve onun örgütlendiği yapının gerekliliğine yönelik vurgusu, kitle
hareketini görmezden gelmeye sebep olmamalıdır. Biz, bu iki olguyu komünist
teori ve pratiğe dönük vurgu ile birbirine bağlamalıyız. Toplumun diğer
kesimlerini görmezden gelen ve işçi sınıfına tek taraflı olarak bakan aşırı sol
eğilimlerden uzak durmalıyız. Buna karşılık, komünist hareket içinde işçi
sınıfını ve çıkarlarını görmeyen ve küçük burjuvazinin kuyruğuna tutunan
eğilim, sağcı bir eğilimdir. Devrimci militan örgütün sınıfsal bir kimliğe kavuşması,
Leninizm açısından, genel bir görevdir. Demokratik ve anti-emperyalist mücadele
içindeki ilerleyişimiz ise sınıfsal güce sahip olmamıza bağlıdır. Bu sebeple, devrimci
hareket içerisinde bağımsız bir sınıf kimliğinin oluşmadığı, Marksist-Leninistlerin
örgütsel ve ideolojik dağınıklık içinde bulundukları koşullarda asıl gerekli
olan, işçi sınıfı ile kaynaşmak ve devrimci Marksist-Leninistler arasında
birlik meydana getirmektir.
Mevcut durumda silâhlı öncünün tarihsel görevlerini
bu şekilde anlamak zorunda olan bir güç olarak biz, silâhlı harekete destek
olan tüm Marksist-Leninistlerin ana görevinin işçi sınıfı ile politik-örgütsel
düzlemde kaynaşmak olduğunu düşünüyoruz. Tam da bu görevin önemine istinaden “işçi
sınıfıyla politik-örgütsel kaynaşma için ileri” sloganını proletaryanın
devrimci öncüsünün oluşumuna doğru atılmış pratik bir adım olarak benimsiyoruz.
Tüm devrimci Marksist-Leninist birliktelikler, gruplar ve unsurlar, bu kaynaşma
yönünde çaba harcamalı, işçi sınıfı hareketini genel kitle hareketine,
diktatörlük karşıtı harekete ve anti-emperyalist harekete sosyalist yöntemler
dâhilinde bağlamalı, bu noktada sosyalist bilinci onlara taşımalıdır.
Yoldaşlar: milyonların dâhil olacağı o savaşın
saati gelip çatmıştır. Emperyalizmin ekonomik ve askeri gücüne bel bağlayan
sınıf düşmanı, toplumumuzda devrimci şiddetin düzeyini çoktan tayin etmiştir. Kitleler,
devrimci şiddet düzeyini yukarı çekmesi ve istikrarsız oportünist unsurların kararsızlıklarını
ortadan kaldırması için, uzlaşma nedir bilmeyen devrimci orduya sahip
olabilmeli, sadece ona güvenmelidir. Tam da bu sebeple uzlaşma nedir bilmeyen halk ordusunun kuruluşu için gerekli hazırlıklar, şimdiden başlatılmalıdır.
İşçi sınıfına gidelim.
Proletaryanın ve silâhlı hareketin militan
birliğini gerçekleştirelim.
Diktatör Şah’a ve
emperyalist destekçilerine ölüm.
İran Halkının Fedai Gerillaları Örgütü
Ekim 1978
Dipnotlar
[1] Burada Başbakan Musaddık’ın seçimle işbaşına
gelen milliyetçi hükümetinin devrilip Şah’ın iktidara taşındığı CIA destekli 1953
darbesine atıfta bulunuluyor.
[2] Son yıllarda Ali Şeriati gibi isimler, İslam’ı
reforma tabi tutup modernize etmek ve onu bilim ve ilerlemeyle uyumlu evrensel
bir ideoloji olarak sunmak adına kimi çalışmalar ortaya koymuşlardır.
[3] Burada belirtmeliyiz ki kendisini İran
Halkının Mücahidleri Örgütü’nün Marksist-Leninist şubesi olarak adlandıran grup, bu çelişkiyi derinleştirmekte, bu noktada küçük burjuvazi ile işçi sınıfı
arasına engeller koymakta, işçi sınıfı dışı kesimlerle ülke genelindeki dinî
gücün oluşumuna karşı hamleler yapmaktadır. Bunu yaparak örgüt, işçi sınıfı
hareketinin çıkarlarına ciddi zararlar vermiştir.
[4] Burada Yoldaş Lenin, “öncü” kelimesini bilinç
değil, işçi sınıfı anlamında kullanmaktadır.
[5] V. I. Lenin, “İkinci Tüm Rusya Doğu Halkları Komünist
Örgütleri Kongresi’ne Hitap”, 22 Kasım 1919, Collected Works, Cilt 30, Moskova: Progress: 1965, s. 162.