08 Şubat 2021

, ,

Marksist-Leninistlerin Temel Görevleri

Bugüne dek yürüttüğümüz çalışmaların temelini ve özünü, kitlelerin politik bilincini artırma çabası teşkil eder. Fakat bu genel, temel ve kesintisiz ifa edilmesi gereken göreve ek olarak Rusya’da bugün yüzleşilen dönemlerde olduğu gibi belirli ve özel görevleri üstlenmek zorunda kalacağımızı unutmamak gerekmektedir. Bu görevlere karşı cahilce veya ukalaca yaklaşmamalı, tüm dönemlerde ve koşullarda değişmeden kalan kalıcı görevlerimize anlamsız bir biçimde atıfta bulunmak suretiyle, bugünün özel görevlerinden kaçmaya çalışmamalıyız. Büyük kitle mücadelesinin yaklaştığını unutmayalım. Bu mücadele, silâhlı ayaklanma biçimini alacaktır.

[V. I. Lenin, “Moskova Ayaklanmasının Dersleri”]

 

Bu broşürde biz, Marksist-Leninistlerin işçi sınıfına ve kurtuluş hareketine karşı üstlenmesi gereken temel görevleri açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. Bu görevler ciddiyetle, pratik bir dikkatle ele alınmazlarsa, İran’da komünist hareket ve işçi hareketi, toplumun diğer kesimlerinin faaliyetlerinin gerisine düşecektir. Bugünkü devrimci durum ışığında, kitle hareketindeki yükseliş ve hareketin kendiliğinden bir ayaklanmaya evrildiği koşullar karşısında sözümüze Yoldaş Lenin’in ünlü sözleriyle başladık ki bu kritik günlerde görevlerimizin yanlış anlaşılmasına ve sapmalara mani olabilelim.

Teorik çalışmayla ve devrimci pratikle yüklü sekiz yıllık deneyimin ardından halkımızın Marksist-Leninist silâhlı hareketi, yeni bir aşamaya girmiştir. Geçmişte hareketin maruz kaldığı özel koşullar pratik meselesini öne çıkartmış, o koşullarda devrimci Marksist-Leninistler, işçi sınıfıyla kaynaşma, onlara sosyalist bilinç taşıma, nihayetinde de proleter öncüyü inşa etme çabaları dâhilinde bir dizi engelle yüzleşmişlerdir. Öncü örgütün devrimci pratiği, hareketin yüzleştiği güçlükleri çözüme kavuşturmak zorunda kalmıştır.

Marksist-Leninistler, şu türden görevlerle karşı karşıyadırlar: Diktatörlük temelli hâkimiyetten kaynaklanan durağanlığa ve pasifliğe, ayrıca geçmişte hareketin yaşadığı stratejik yenilgiye karşı mücadele[1]; hareket içerisindeki oportünizmle mücadele; aktif toplumsal güçleri savaş sahasına çekme; ve öncünün yanlışları sonucu ona yönelik oluşan güvensizliğin ortadan kaldırılması. Öte yandan işçi sınıfının politik güçsüzlüğü ve bu sınıf içindeki kendiliğinden hareketliliğin yetersizliği yukarıda bahsi edilen sorunlarla birlikte, Marksist-Leninistlerin işçi sınıfıyla kaynaşacağı zemini büyük ölçüde parçalamıştır. Fakat bugün belirtilen etmenlerde yaşanan değişikliklerle ve geçmişin yenilgileri ve zaferlerine dair anlayışın yerleşmesi ile birlikte hareketin yüzleştiği genel koşullar, bizi özel bir durumun içine sokmuştur. Bu yeni duruma vereceğimiz tepki, örgütümüzün genelde emekçi kitleler, özelde işçi sınıfının devrimci hareketi ile ilgili teorik ve pratik konumunu yansıtacaktır.

Son aylarda kitlelerin geniş tabanlı mücadelelerinde ciddi bir artışa tanıklık ediyoruz. Hareketteki yükseliş dâhilinde atılan sloganlar ve dile getirilen talepler, etkisiz devrimci hareketin mevcut hâlini yansıtıyor, sınıflı toplumun tüm sefil hâline tercüman, ezilen kitlelerin bastırılmış arzularına ve umutlarına dil oluyor. Gelecek konusunda umutlanmamızı sağlayan bu başlangıca selam olsun.

Ama öte yandan kitlelerin sınıfsal içeriğini dikkate almayan, işçi sınıfının konumunu ve demokratik devrimde proletaryanın oynayacağı rol üzerinde durmayan tek taraflı bir bakış, nihayetinde anti-emperyalist güçleri hüsrana sürüklemekten başka bir işe yaramaz. Bu noktada Yoldaş Lenin’in sözleri öğreticidir: Sonuna kadar sadece proletarya demokrat kalabilir ve krallığa en fazla o düşmanlık edebilir. Bu tespitin gerisine düşülemez. Zira proletaryanın politik özgürlükler ve demokratik değişimler yolunda verilen mücadelenin öncüsü olmasını zorunlu kılan şey, ondaki sınıfsal niteliktir.

O hâlde ana esasları, Marksist-Leninistleri silâhlı mücadelede destekleyecek hususları, işçi sınıfının kurtuluş hareketinde oynayacağı rol ve bu sınıfın hegemonyasını tesis etmesi ile ilgili anlayışımız temelinde aktarmak gerekmektedir. Bu zorunluluk, sınıf mücadelesiyle kurtuluş hareketi arasındaki münasebetten, mevcut aşamada sosyalist görevlerle demokratik görevler arasındaki bağdan kaynaklanmaktadır.

Bugün ülkemiz, genel bir krizle boğuşmaktadır. Emperyalizme bağımlı olan bu sistemin ekonomik, politik ve kültürel açıdan yaşadığı çürüme, milyonları ölüm-kalım mücadelesine sürüklemektedir. Halkın mücadeleleri kesintisiz bir biçimde sürmekte, derinleşmekte, kapsamı genişlemekte, bu da günbegün hissedilen genel krizi derinleştirip yoğunlaştırmaktadır. Şah’ın emperyalizme bağımlı diktatörlük rejimi, kitleleri önceden başvurduğu hâkimiyet kurma yöntemleri ile yönetememektedir. Geçmişte mücadelelere mani olmak için kullanılan tüm baskıcı yöntemler, bugün tüm etkisini yitirmiştir. Şehirlerde orduyu ve polis güçlerini konuşlandırmasına ve sıkıyönetim ilân etmesine rağmen uzun zamandır ezilen kitleler, grevlere ve gösterilere hiç korkmadan, tüm cesaretleriyle devam etmektedirler. Yönetici sınıf içi çelişkiler yoğunlaşmıştır, politik kriz, mevcut çelişkilerin fiili bütünlüğüne ait bir yansımasıdır. Böylesi bir durumda askeri yoldan veya başka bir şekilde iktidara gelmiş hiçbir kukla hükümet, ülke içinde istikrarı yakalayamaz. Ne tür bir yapıda olursa olsun bu türden hükümetler çalışamaz ve nihayetinde çöker, çünkü sistem içi çelişkiler derinleşip yoğunlaşmıştır.

Petrol gelirlerine bel bağlayan Şah ve rejimi, bir zamanlar hem emperyalist devletlere hem de bağımlı kapitalist devletlere borç verir durumdaydı. Bugünse kendi yanlışlarını tazmin edebilmek adına rejim, ekonomik ve askeri programlarını iptal etmekte, ayrıca kredi için emperyalistlere yalvarmaktadır. Bu türden gerçekler de gösteriyor ki toplumumuzda devrimci durum (devrimin nesnel koşulları) mevcuttur. Yani bugün toplumumuzda yaşanan genel kriz öyle bir noktaya erişmiştir ki sömürülen kitleler eskisi gibi yaşayamazlar ve mevcut varlık koşullarını değiştirmek istemektedirler. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, sömürenler ülkeyi eskisi gibi yönetememektedirler. Bu türden bir devrimci durumda devrimci öncünün gerekli vasıflara sahip olduğu (öznel koşulların oluştuğu) gerçeklikte devrimin fitili ateşlenip kitleler o nihai ve tarihsel kavgaya girebilirler. Ayrıca devrimci öncü bu koşullarda hazır olmasa bile, kitleler mücadeleyi sürdürecek durumdadırlar. Halkımın militanca gerçekleştirdiği gösteriler ve onun içindeki bazı grupların büyük bir gayretle ama dağınık bir biçimde yürüttüğü faaliyetler, rejimin devrileceğine dair birer işarettir. Sonuçta yönetici aygıt ezilecektir. Toplumumuzda öncü, belirli bir nüfuza ve örgütsel güce sahip olduğunda bugün rejimin ajanlarına karşı düzenledikleri, Molotof kokteylleri, benzin, taş ve sopalarla gerçekleştirdikleri saldırılarla kendisini savunan kitleleri etkiler. Öncü, kitleleri silâhlı mücadeleyle tanıştırır, kitleler öncünün kendisine sunduğu silâhı alır.

Böylesi bir durumda kitlelerin mücadeleleri her gün daha da gelişir. Öncünün diğer politik taktiklerle birlikte devreye soktuğu devrimci güç, kitlelerin mücadelelerini yönlendirme ve örgütleme noktasında özel bir rol üstlenir. Aynı zamanda Marksizme göre devrimci durumda devrimin zaferi, kitlelerin farklı denetimlerini dikkate alan öncünün hazır olup olmadığına bağlıdır. Bu da bize şunu gösterir: Bir toplumda devrimin nesnel koşulları mevcut olabilir, ama aynı zamanda farklı sınıflar ve katmanlar farklı politik niteliklerle hareket edebilir. Bu farklılıklarsa sınıfların ve katmanların oluşumunda tarihsel koşulların yol açtığı bir sonuçtur, ayrıca onların mücadeleyi deneyimleme biçimleriyle ilgilidir. Bu yanlışları ve kusurları gidermek, o sınıfların ve katmanların ideolojik temsilcilerinin görevidir.

Burada hareketin mevcut durumunu incelemeyeceğiz. Bugün halkımızın demokratik hareketi, şehirli kitlelerin mücadeleleridir ve bu mücadeleler, esas olarak radikal küçük burjuvazi eliyle yürütülmektedir. Emperyalizme ve ona bağlı devletlere yönelik sınıfsal konumu ve sahip olduğu tarihsel mücadele geleneğine bağlı olarak küçük burjuvazide sınıf bilinci yüksektir. Dinî görüşlerini değiştirmek suretiyle diğer emekçi kitlelere, özelde işçi sınıfına yakınlaşabilmekte, birleşik anti-emperyalist cephe içinde ona müttefik olabilmektedir.[2] Ancak radikalleşme süreci ve sahip olduğu geniş kitle tabanı ile birlikte küçük burjuvazi, işçi hareketinin potansiyel düşmanıdır ve devrimci hareketin tüm liderliğinin kendi hakkı olduğunu iddia edebilir. Radikal küçük burjuvazi, sınıfsal çıkarlarını anladığı ve önemli bir politik güce kavuştuğu ölçüde bu grupla ilişkiler, ciddiyetle ve yüksek bir bilinçle yürütülmelidir.

Bir yandan toplumumuzda küçük burjuvazi, emperyalizm karşıtı mücadelede kararlı ve militan bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Bir yandan da proletaryadan farklı olarak küçük burjuvazi, homojen bir sınıf meydana getirmemekte, diktatörlüğe ve emperyalizme karşı mücadelede tarihsel planda parçalı bir yapı teşkil etmektedir. Hangi grubun hâkim olduğuna bağlı olarak küçük burjuvazi, kurtuluş hareketi üzerinde farklı ve önemli etkiler bırakacaktır. Eğer muhafazakârından işçi sınıfı karşıtına tüm küçük burjuva gruplar milli mücadelenin liderliğini üstlenecek olursa, halk güçlerinin birliği önüne engeller çıkartacaktır. Bugün küçük burjuva faaliyetler içerisinde en önemli rolü, bu grup oynamaktadır. Son aylarda yürütülen anti-komünist propaganda, küçük burjuvaziyle işçi sınıfı arasındaki çelişkileri keskinleştirmiştir. Bugünkü aşamada bu çelişkilere ve yoğunlaşmasına gereksiz yere vurguda bulunmak, halk güçlerine fayda sağlamayacak, pratikte düşman karşısında işçi sınıfını ve küçük burjuvaziyi farklı düzeylerde zayıflatacaktır.[3] Biz, toplumumuzda milli ve anti-emperyalist güçlerin çıkarlarına göre hareket eden radikal ve militan küçük burjuva örgütlerin mücadelesini destekliyoruz ve bu desteğin işçi sınıfına ve kurtuluş hareketine faydası olacağını düşünüyoruz. Milli güçlerin dağılması ve yoldan çıkması, birleşik cephe içindeki halk güçlerinin birliğini zayıflatacak, ayrıca demokratik halk devrimini yapması noktasında işçi sınıfının sahip olduğu gücü kıracaktır.

Bu noktada proletaryaya bakalım. Kanaatimize göre proletarya, militan bir öncü örgütün bulunmadığı halk mücadeleleri dâhilinde kendi rolünü asla oynayamaz. Halkın mücadelesinde işçi sınıfının çıkarlarını savunan ve o çıkarlara göre hareket eden bir proleter örgüt olmadan, işçi sınıfı birleşik cepheye dâhil olamaz ve hegemonyasını tesis edemez. Mevcut durumda işçi sınıfı hareketi, diğer anti-emperyalist kesimlerin mücadelesinin gerisine düşmüştür. 28 Ağustos 1953 darbesi sonrası işçi sınıfı hareketi durağanlaşmıştır. Bu durağanlığa ise en fazla proleter öncünün olmaması katkı sunmuş, bu süreci Şah’ın diktatörlük rejiminin uyguladığı ağır baskılar ve proletaryanın köylü kökeni beslemiştir (Son yıllarda birçok köylü bu sınıfa dâhil olmuştur). Kendilerini proletaryanın ideolojik temsilcileri olarak gören ve bu sınıfın öncüsü mertebesine yükselmeye çalışan devrimci Marksist-Leninistler, işçi sınıfı hareketinin geriliği meselesini ele almalı, bu yönde bir çalışma yürütmemenin felâketlere yol açacağını görmelidir. Bu husus tüm boyutlarıyla idrak edilmezse Marksist örgütler, ancak küçük burjuvazinin kuyruğuna takılırlar. Fabrikalardaki işçilerse sendika faaliyeti aşamasında çakılı kalırlar ve/veya küçük burjuva ideolojisinin peşinden giderler.

Ancak son yıllarda işçi sınıfı mücadeleleri önemli bir büyümeye tanıklık etmiştir. Bunun sebebi ise rejimin yüzleştiği politik ve ekonomik krizlerdir, ayrıca öncünün silâhlı mücadelesinin toplum üzerinde bıraktığı genel etkidir. Rejim, her yıl onlarca grevle ve gösteriyle uğraşmak zorunda kalmaktadır. Örneğin geçen yıl bazı fabrikalarda yüz kadar greve tanıklık edilmiş, bu grevlerin bazıları ordunun müdahalesiyle bastırılabilmiştir. Toplumda kitle hareketini ileri iten devrimci durum, yeraltındaki işçi hareketinin açığa çıkması için gerekli ortamı hazırlamaktadır. Bugün tam da bu sebeple işçi sınıfı mücadeleleri tarihinde eşine pek rastlanmayacak genişlikte bir sınıf mücadelesine tanık olunmaktadır. Bu koşullarda işçi grevleri, diğer kesimlerin demokratik talepleriyle bağ kuracak güce sahiptir. Marksist-Leninistler, sosyalist bilinci işçilere taşımak için mevcut ortamdan istifade edebildiğinde işçi sınıfı kurtuluş hareketi içerisinde tarihsel rolünü oynayabileceklerdir.

İşçi sınıfı hareketi ile kurtuluş hareketi arasındaki uçurum, gerçek Marksist-Leninistleri önemli sorumluluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Marksist-Leninistlerin en önemli görevi, sosyalist bilinci işçi sınıfına taşımak ve bu sınıfın talepleriyle mücadelelerini birbirine bağlamaktır. Bu bilinci ileri taşımaksa toplumun tabi olduğu tarihsel koşullara, ayrıca toplumun temel ihtiyaçlarına cevap vermesi için öncünün benimsediği stratejik çerçevelere bağlıdır. Farklı koşullarda ve farklı bir durumda bu mesele, politik mücadelelerle çözülebilecek bir meseledir. Ancak bugünün koşullarında sosyalist bilinç, silâhlı mücadeleden ayrı tutulduğu, halkın mücadelelerine yol açacak ve onları besleyecek etkiden mahrum kaldığı durumda gerekli güce sahip olamayacaktır. Bu ilkeye bağlı kalmayan her türden politik mücadele etkisini yitirecek, kelime tüccarı oportünistlerin girdabına kapılacaktır. Politik mücadele biçimleri yanında sendikalar gibi ekonomik mücadele biçimlerinde amaç, işçilerle politik düzeyde kaynaşmak ve onları mücadeleye çağırmaktır. Dolayısıyla silâhlı öncünün varlığı, her şeyden bağımsız, soyut bir varlık değildir. Politik ve ekonomik mücadeleler, silâhlı hareket çizgisini benimsediği noktada, halk hareketinin niteliksel ve niceliksel açıdan büyütülmesinde gerçek bir rol oynayabilirler.

Proletaryanın sosyalist görevleriyle demokratik görevleri arasındaki ilişki konusunu Marksist-Leninistler, sınıf hareketinin mevcut durumuna ve toplumdaki demokratik hareketin mevcut koşullarına bağlı olarak ele alırlar. Rusya örneğinde görüldüğü üzere 1898’de proleter güçler dağınıktı, militan bir proleter örgüt yoktu. İşçi sınıfı mücadelelerinin bu türden bir örgütle kaynaşması komünistlerin en önemli görevi olduğu için Lenin, tüm sosyalist güçlerin proletarya içinde çalışmasını istedi. Onun kanaatine göre işçiler içinde militan bir devrimci örgütün kurulması, en önemli görevdi, dolayısıyla Lenin, o günkü koşullarda güçlerin dağıtılmasına karşı çıktı. İşçi sınıfı, demokratik hareket içerisinde kendi yolunu ancak bu sayede çizebilir, demokratik mücadeleyi temel hedeflere ancak bu şekilde ulaştırabilirdi. Fakat böylesi bir örgütün kurulduğu ve birçok güçleri kendi etrafında örgütlediği koşullarda Lenin, işçi sınıfına her şeyi kapsayan, canlı bir politik bilinci kazandırmak için halk sınıfları içinde çalışılması gerektiğini söyledi. Bu anlamda demokrasiye ilişkin genel görevleri tüm halka aktarmalı, sosyalist ideallerimizi bir saniye bile saklamamalıyız. Lenin bu bağlamda, herkesin önüne geçip, genel demokratik meseleleri gündeme getirme, onlarla ilgili olarak derinleşme ve bu meseleleri çözüme kavuşturma görevini unutan bir kişinin sosyalist olamayacağını söyler.

Bize göre sosyalist görevlerle demokratik görevler arasındaki doğal bağa dair bu Leninist kanun, farklı sınıfların ve katmanların mücadelelerinin bağlı olduğu koşullardan ve taşıdığı niteliklerden, ayrıca bu sınıf ve katmanlar üzerindeki etkisinden bağımsız ele alınamaz. Rusya’da on dokuzuncu yüzyılın sonlarından Ekim Devrimi’ne uzanan süreçte proleter hareket, diğer toplumsal gruplardan daha fazla gelişmiş, Rusya’daki devrimci hareket içerisinde öne çıkmayı bilmiştir. Proleter sınıf mücadeleleri, devrimci hareketin çekim merkezini teşkil eder ve diğer katmanların mücadelesini bir biçimde etkiler. Rusya’da sosyalist hareket, süreç içerisinde bu sınıfın devrimci pratikleri üzerinden paha biçilmez deneyimler biriktirmiştir. Bizim toplumumuzda ise diğer katmanlara kıyasla işçi sınıfının bilinci düşüktür, Marksist-Leninistler dağınık durumdadırlar. Bu koşullarda kitle hareketlerindeki büyüme, emekçilerin mücadelesini ve işçilerin mücadelesini yoğun bir biçimde etkilemektedir. Bu sebeple, diğer toplumlardan farklı olarak İran’da komünistler, kitle hareketini ciddiyetle ele almalı ve ona aktif olarak katılmalıdırlar. Komünistler, proletarya ile ilgili temel görevlerini tek taraflı ele almamalı, bu hareketin karşılarına çıkarttığı görevlerden kaçmamalıdırlar. Lenin’in Doğu Halkları Komünist Örgütleri Kongresi’ne sunduğu raporda dile getirdiği biçimiyle, “öncü, komünizme geçişi tek başına gerçekleştiremez.”[2] Lenin, bu noktada bu ülkelerdeki proleter olmayan emekçi kitlelerin devrimci faaliyetler konusunda teşvik edilmesine ve sınıf bilincinin rolüne dikkat kesilmenin gerekliliğine işaret etmektedir. Dogmatik ve kılı kırk yaran kişilere cevaben Lenin şunu söyler: “Bunlar, çözümünü herhangi bir komünist kitapta bulamayacağınız sorunlardır.”[3]

Bizim toplumumuzda Marksist-Leninistlerin işçi sınıfına ve onun örgütlendiği yapının gerekliliğine yönelik vurgusu, kitle hareketini görmezden gelmeye sebep olmamalıdır. Biz, bu iki olguyu komünist teori ve pratiğe dönük vurgu ile birbirine bağlamalıyız. Toplumun diğer kesimlerini görmezden gelen ve işçi sınıfına tek taraflı olarak bakan aşırı sol eğilimlerden uzak durmalıyız. Buna karşılık, komünist hareket içinde işçi sınıfını ve çıkarlarını görmeyen ve küçük burjuvazinin kuyruğuna tutunan eğilim, sağcı bir eğilimdir. Devrimci militan örgütün sınıfsal bir kimliğe kavuşması, Leninizm açısından, genel bir görevdir. Demokratik ve anti-emperyalist mücadele içindeki ilerleyişimiz ise sınıfsal güce sahip olmamıza bağlıdır. Bu sebeple, devrimci hareket içerisinde bağımsız bir sınıf kimliğinin oluşmadığı, Marksist-Leninistlerin örgütsel ve ideolojik dağınıklık içinde bulundukları koşullarda asıl gerekli olan, işçi sınıfı ile kaynaşmak ve devrimci Marksist-Leninistler arasında birlik meydana getirmektir.

Mevcut durumda silâhlı öncünün tarihsel görevlerini bu şekilde anlamak zorunda olan bir güç olarak biz, silâhlı harekete destek olan tüm Marksist-Leninistlerin ana görevinin işçi sınıfı ile politik-örgütsel düzlemde kaynaşmak olduğunu düşünüyoruz. Tam da bu görevin önemine istinaden “işçi sınıfıyla politik-örgütsel kaynaşma için ileri” sloganını proletaryanın devrimci öncüsünün oluşumuna doğru atılmış pratik bir adım olarak benimsiyoruz. Tüm devrimci Marksist-Leninist birliktelikler, gruplar ve unsurlar, bu kaynaşma yönünde çaba harcamalı, işçi sınıfı hareketini genel kitle hareketine, diktatörlük karşıtı harekete ve anti-emperyalist harekete sosyalist yöntemler dâhilinde bağlamalı, bu noktada sosyalist bilinci onlara taşımalıdır.

Yoldaşlar: milyonların dâhil olacağı o savaşın saati gelip çatmıştır. Emperyalizmin ekonomik ve askeri gücüne bel bağlayan sınıf düşmanı, toplumumuzda devrimci şiddetin düzeyini çoktan tayin etmiştir. Kitleler, devrimci şiddet düzeyini yukarı çekmesi ve istikrarsız oportünist unsurların kararsızlıklarını ortadan kaldırması için, uzlaşma nedir bilmeyen devrimci orduya sahip olabilmeli, sadece ona güvenmelidir. Tam da bu sebeple uzlaşma nedir bilmeyen halk ordusunun kuruluşu için gerekli hazırlıklar, şimdiden başlatılmalıdır.

İşçi sınıfına gidelim.

Proletaryanın ve silâhlı hareketin militan birliğini gerçekleştirelim.

Diktatör Şah’a ve emperyalist destekçilerine ölüm.

İran Halkının Fedai Gerillaları Örgütü
Ekim 1978

Dipnotlar:
[1] Burada Başbakan Musaddık’ın seçimle işbaşına gelen milliyetçi hükümetinin devrilip Şah’ın iktidara taşındığı CIA destekli 1953 darbesine atıfta bulunuluyor.

[2] Son yıllarda Ali Şeriati gibi isimler, İslam’ı reforma tabi tutup modernize etmek ve onu bilim ve ilerlemeyle uyumlu evrensel bir ideoloji olarak sunmak adına kimi çalışmalar ortaya koymuşlardır.

[3] Burada belirtmeliyiz ki kendisini İran Halkının Mücahidleri Örgütü’nün Marksist-Leninist şubesi olarak adlandıran grup, bu çelişkiyi derinleştirmekte, bu noktada küçük burjuvazi ile işçi sınıfı arasına engeller koymakta, işçi sınıfı dışı kesimlerle ülke genelindeki dinî gücün oluşumuna karşı hamleler yapmaktadır. Bunu yaparak örgüt, işçi sınıfı hareketinin çıkarlarına ciddi zararlar vermiştir.

[4] Burada Yoldaş Lenin, “öncü” kelimesini bilinç değil, işçi sınıfı anlamında kullanmaktadır.

[5] V. I. Lenin, “İkinci Tüm Rusya Doğu Halkları Komünist Örgütleri Kongresi’ne Hitap”, 22 Kasım 1919, Collected Works, Cilt 30, Moskova: Progress: 1965, s. 162.