Naim Süleymanoğlu, kapitalist ilerlemenin kurbanı.
1986’da Türkiye’ye getirildiği günlerde,
Bulgaristan’a, kapalı kapılar ardında bir milyon dolar ödendiği konuşuluyordu.
Bugün bunu kimse hatırlamayacaktır. Hatırada kalan, ekran başında daha da
güçlenmek isteyen ve daha güçlü görünme arzusunda olan küçük burjuvanın sevinç
çığlıklarıdır. Küçük burjuvanın Naim imgesi, AKP’ye örgütlenmiştir.
Bugün elde edilen başarının ardında, gizli gizli
verilen paralar ve doping ilâçları olduğundan da hiç bahsedilmeyecektir. Kimse,
o ilâçların bir avuçluk karaciğeri dirhem dirhem çürüttüğünü, o çürümeyle erken
yaşta bir sporcunun öldüğünü bilmeyecektir. Bilinmesi gereken, Türkiye’nin
büyüdüğü veya zaten büyük olduğu gerçeğidir.
O, 12 Eylül rejiminin geriye çekildiği,
Thatcher-Reagan dönemine has liberalizmin öne fırladığı dönemde eğilip öpmüştür
vatan toprağını. Cepler dolsun diye, bir herkül icat edilip anıtlaştırılmıştır.
Biraz da dere kenarında inek gören kurbağanın hikâyesi
gibidir yaşananlar. Sovyetler’den ve sosyalist ülkelerden Batı’ya kaçanlara
kucak açılmışsa, bizim neyimiz eksiktir? Bulgar’ın Türk’ü varsa, bizim de
Kürd’ümüz vardır. O günlerin lüverden fırlayacak mermi gibi dolaşan küçük
burjuvaların ağzına bir parmak bal çalınmalıdır. Çalınmıştır. Hepsi, cinayete
suç ortağıdır.
* * *
Devlete dair analizlerde bir yandan kurumsal-yapısal
ilişkilere, bir yandan da kültürel-ideolojik boyuta vurgu yapan teoriler
konuşmaktadır. Naim, biraz da ikisinin bileşkesi gibidir. Havalimanında ilk
elini sıkan askerler, 12 Eylül paşaları; boynuna bayrak asanlar, yeni dönemin
yuppileri, şirket müdürleridir.
Denilir ki türkülerde veya şiirlerde geçen “ciğer”,
karaciğeri ifade etmektedir. Bedenin tüm pisliği onun omuzlarındadır. Onu pare
pare edense cepteki para, dildeki herkül olma arzusudur. Bugün ikisi, iç içe
geçmiştir. Naim’le yetişmiş bir kuşak, “hep fazla”ya kul, aza düşman
kılınmıştır. Küçük burjuva, biçareye, ezilene, yoksula duyduğu husumetle yaşar.
Onu solu da böyledir. Azken çok, dipteyken yukarıda
görünme kavgasındadır. O sol, Bekaa’da Ahu Tuğba’yı, merkez komitelerinde
Fenerbahçe’nin hâlini bu yüzden tartışmaktadır. O yüzden elindeki fenerle,
kapitalizmin bugünde “komünizm”e dair serpiştirdiği kırıntıları arayıp çıkınına
atma derdindedir. Yoksulun Musa’sı öldürülmüş, asası kapitalizme verilmiştir
ona göre.
* * *
Naim’i öldüren, yarışın, hızın ta kendisidir. Eski
Yunan’da bile Pers gölgesindeki kent-devletleri, müsabakalarla
yönetilebilmişlerdir. Herkül, oralardan kalan bir imgedir. Bir yanıyla yoksul
halkın çığlığı, bir yanıyla krala teslimiyetin tescilidir.
Bugün futbolla ilgili “yabancı sınırı” tartışması da
bu ortamda cereyan etmektedir. Okul bahçelerinin park yeri, spor salonlarının
düğün salonu olduğu bir yerde top ve saha hâkimiyeti öğrenilmez. Sadece cebe
bakan ve iri görünmeye çalışan bir ruh hâlidir dil bulan. O yabancıya düşmanmış
pozu kesen MHP, Naim’i ve popülaritesini belediye başkan adayı yapmış bir
partidir. Mühim olan, damardaki kan, kanda akan dopingdir. Sokakta, insanların
ve onca engelin olduğu yerde çalım atmayı öğrenmemek esastır onun dünyasında.
* * *
Mesele, ölü sevmek değil, ölünce sevmektir. Küçük
burjuva, bazı şeylere ancak ölünce tahammül gösterebilmektedir. Ahmet Kaya
mevzuunda da olan budur. Baro başkanına sempatik gelmeyen de budur. Hep
birlikte, cebin ve herkülün devletine, düzenine biat söz konusudur. Ruhuyla,
bedeniyle hemhal olunan, onlardır. Ölçü oradan çekilir, ölçek oradan alınır.
Naim’le birlikte dirilen neyse, bugün ölmüştür.
Cüsseyi iri, cebi kabarık gösterecek her tür teşebbüs, müşterek cana ihanettir.
Adriyatik’ten Çin Seddi’ne gerilen jeopolitik kuşak, buradan kopmuştur. Tüm
kibir kuleleri, devrilmeye mahkûmdur. Onları inşa eden kölelerin isimlerini ise
efendilerin tarihi asla yazmaz.
Eren Balkır
18 Kasım 2017