22 Kasım 2021

, ,

Şiilik ve Şeriati



Altmışlarda milli ve toplumsal bir güç olarak Şiilik, devrimci potansiyelini açığa çıkarabilmesi için hem milliyetçilik hem de sosyalizm karşısında yeniden ideolojikleşme imkânına kavuştu. Haziran 1963’te Ayetullah Humeyni’nin başını çektiği ayaklanma sürecinde Şiilik, devrimci bir pozisyon elde etti, ama bir yandan da sömürgecilik karşıtı modernitenin aşındırıcı unsurlarına maruz kaldı. Bu süreçte Şiilik, milliyetçilik ve sosyalizmle girdiği muhabbet üzerinden dönüştü ve Aydınlanmacı rasyonalizmin yanına yuvarlandı.

1963’teki isyanın başarısızlıkla sonuçlanması, Şiiliğin devrimci bir ideoloji hâline gelmesini sağladı. Ayaklanmanın bastırılmasından kısa bir süre sonra Şeriati’nin o etkili sesi işitildi. Böylelikle Şiilikteki ayaklanmacı gelenek, en güçlü ifadesine kavuştu.

Şeriati, 1965’te Paris’ten İran’a döndüğünde Haziran 1963 ayaklanmasının bastırılmış olması sebebiyle devrimci Şiilik iyice demoralize olmuş durumdaydı. Şeriati, ülkeye tüm dünya genelinde faal olan kurtuluş hareketleriyle muhabbet hâlinde olan muhalif kuşağın etkili ve gür sesi olarak dönmüştü.

Şeriati’nin Avrupa modernitesiyle girdiği muhabbetin ilk gününden beri Şiiliğin tüm devrimci potansiyelini açığa vuran ideolojik dili tek başına oluşturduğunu söylersek, abartmış olmayız. Yetmişlerin ortasında, ülkeden mecburen ayrılmasından ve Londra’da ölmesinden önce Şeriati, Şiiliği Pehlevi rejimine karşı ideolojik seferberliğin zafer vaat eden mücadele sahası hâline getirmeyi bilmişti.

Modernitenin aşındırıcı güçlerine yüz elli yıl kadar maruz kalmış olan Şiilik, Şeriati üzerinden İslamî ideolojiye dönüştürüldü, aynı zamanda Şeriati ona nihai darbeyi de indirdi. Şeriati, sömürgecilik karşıtı moderniteyle yüzleşen Şiiliğin güçlü sesi idi. Milliyetçiliği ve sosyalizmi kucaklayan, aynı zamanda onlarla sohbet içine giren Şiilik, kendisini sömürgeci modernitenin aynasında görmeye başladı. Avrupa’nın sömürgeci modernitesi, Şiiliğin yüce ötekisi idi. Kendisini o öteki üzerinden kurdu. Şeriati, son Şii metafizikçi, aynı zamanda ilk Şii ideologdu. Şeriati, yüz elli yıl boyunca Avrupa modernitesinin sömürgeci projesine maruz kalan sürecin zirve noktasıydı.

Şeriati’nin altmışların ortasında Şiiliği öne çıkarttığı dönemde o ellilerde milliyetçilik, kırklarda sosyalizm tarafından kenara itilmiş bir yönelimdi. Dolayısıyla Şiilik, bir miktar millileşti, bir miktar da toplumsallaştı.

Humeyni’nin 1963’teki ayaklanması, ne Milli Cephe’deki milliyetçilikle ne de Tude ve Halkın Fedaileri’nin sosyalizmiyle örtüşüyordu. Humeyni 1963’te yenilmeliydi ki Şeriati, altmışların sonunda ve yetmişlerin başında Humeyni’nin ikinci gelişi için gerekli ideolojik zemini hazırlayabilsin.

Şeriati, bu süreçte sahneye çıkıp milliyetçilerden ve sosyalistlerden rol çalmak suretiyle, Hüseyniye-i İrşad’daki ateşli konuşmalarında milliyetçiliği toplum, sosyalistleri millet bağlamına oturttu. Ervand Abrahamian’ın ifade ettiği biçimiyle:

“Şeriati’nin eserlerinin büyük bölümü, esas olarak, İran gibi Üçüncü Dünya ülkelerinin birbiriyle bağlantılı ve fiiliyatta işleyen iki devrime duyduğu ihtiyaç üzerinde durur: Milli devrimle birlikte emperyalist hâkimiyetin tüm biçimleri son bulmalı, ülkenin kültürü, mirası ve milli kimliği canlanmalı; toplumsal devrimle de tüm sömürü biçimleri ortadan kaldırılmalı, yoksulluk ve kapitalizm yok edilmeli, ekonomik modernizasyon gerçekleşmeli, en önemlisi de ‘adil’, ‘dinamik’ ve ‘sınıfsız’ bir toplum inşa edilmeli.”[1]

Şeriati, milliyetçi ve sosyalist ajandanın ötesine geçti ve bunları, İslamî ideoloji olarak yeniden politikleştirilen Şiilik içerisinde cem etti. Altmışların başında Paris’te bulunduğu sıralarda Cezayir ve Küba devrimlerinden beslenen öğrenci hareketliliği zirvesine ulaşmıştı. Şeriati, politik düzlemde Paris’te olgunlaştı. Sartre, Fanon ve Che Guevara çevirileri ile Şiiliği dünya devrim hareketiyle birleştirdi.

Şeriati, Sartre üzerinden özselleştirilmiş Müslüman öznenin tarihsel başkaldırısına varoluşçu bir renk kattı. Fanon ve Che ile birlikte devrimci kişiliği farklı kültürleri kucakladı ve o böylelikle dünyadaki devrimci hareketin yoldaşı hâline geldi. Sonuçta Şeriati, Şiiliği ideolojik bir formasyon hâline getiren isimdi. Bu noktada sadece sömürgeci modernitenin ideolojik ürünlerini edinmekle yetinmedi, aynı zamanda dünyayı önemseyen, meselelerin aciliyetini gören bir düzeye erişti. Sonuçta Şeriati ile birlikte Şiilik, sömürgecilik ve onunla mücadelenin sonuçları olan etnik milliyetçilik ve üçüncü dünya sosyalizmi karşısında bir ideoloji hâline gelmekle kalmadı, aynı zamanda yerelliğine ait sınırlarının ötesine taşıp küreselleşti.

Şeriati, bu tarihsel planda küreselleşmiş Şiilik anlayışını İslamî ideoloji olarak ele alıp onu ayaklanmacı Şii hareketinin kolektif bilinciyle ilişkilendirdi. Süreç içerisinde Şeriati, molla sınıfının o bilinç üzerindeki hâkimiyetine son verdi.

Şeriati’den sonra mollalar, devrimci Şii hareketini tanımlayan en önemli güç olma vasfını yitirdiler. Mollalara yönelik öfke ve hayal kırıklığı üzerinden Şeriati, mollalardaki tereddütlü, sarsak araçsallığın üzerinden atlayarak, Şiiliği tarihsel faillik meselesine bağladı.

Şeriati bu misyonu, ancak Humeyni’nin Haziran 1963’teki isyanının başarısız olmasından hemen sonra, Şubat 1979’da Humeyni’nin muzaffer bir eda ile ülkeye dönüşünden önce üstlenebildi. Sonuçta Şeriati, İran’a 1965’te, Humeyni’nin ayaklanma sonrası sürgüne gönderilmesinden iki yıl sonra gelmiş, Londra’ya ise Humeyni’nin 1979’da ülkesine 1963’te yarım bıraktığı işi tamamlamak için gelmesinden iki yıl önce gitmişti.

Şeriati’nin Paris’ten ülkesine gelip Şiiliği ideolojik modernite bağlamında okuyabilmesi için Humeyni’nin sahneyi terk etmesi gerekiyordu. Humeyni, Şeriati Londra’ya gittikten sonra ülkesine döndü. Şeriati, Londra’ya gittikten bir sonra kalp krizi geçirip öldü. Humeyni, yelkenlerini Şeriati’nin yol açtığı hareketin estirdiği rüzgârla şişirme imkânı buldu.

Hamid Dabaşi

[Kaynak: Islamic Liberation Theology: Resisting the Empire, Routledge, 2008, s. 91-93.]

Dipnot:
[1] Bkz. Ervand Abrahamian, “Ali Shari’ati: Ideologue of the Iranian Revolution,” Yayına Hz.: Edmund Burke, III ve Ira M. Lapidus.