Altmışlarda
milli ve toplumsal bir güç olarak Şiilik, devrimci potansiyelini açığa
çıkarabilmesi için hem milliyetçilik hem de sosyalizm karşısında yeniden
ideolojikleşme imkânına kavuştu. Haziran 1963’te Ayetullah Humeyni’nin başını
çektiği ayaklanma sürecinde Şiilik, devrimci bir pozisyon elde etti, ama bir
yandan da sömürgecilik karşıtı modernitenin aşındırıcı unsurlarına maruz kaldı.
Bu süreçte Şiilik, milliyetçilik ve sosyalizmle girdiği muhabbet üzerinden
dönüştü ve Aydınlanmacı rasyonalizmin yanına yuvarlandı.
1963’teki
isyanın başarısızlıkla sonuçlanması, Şiiliğin devrimci bir ideoloji hâline
gelmesini sağladı. Ayaklanmanın bastırılmasından kısa bir süre sonra
Şeriati’nin o etkili sesi işitildi. Böylelikle Şiilikteki ayaklanmacı gelenek,
en güçlü ifadesine kavuştu.
Şeriati,
1965’te Paris’ten İran’a döndüğünde Haziran 1963 ayaklanmasının bastırılmış
olması sebebiyle devrimci Şiilik iyice demoralize olmuş durumdaydı. Şeriati,
ülkeye tüm dünya genelinde faal olan kurtuluş hareketleriyle muhabbet hâlinde
olan muhalif kuşağın etkili ve gür sesi olarak dönmüştü.
Şeriati’nin
Avrupa modernitesiyle girdiği muhabbetin ilk gününden beri Şiiliğin tüm
devrimci potansiyelini açığa vuran ideolojik dili tek başına oluşturduğunu
söylersek, abartmış olmayız. Yetmişlerin ortasında, ülkeden mecburen
ayrılmasından ve Londra’da ölmesinden önce Şeriati, Şiiliği Pehlevi rejimine
karşı ideolojik seferberliğin zafer vaat eden mücadele sahası hâline getirmeyi
bilmişti.
Modernitenin
aşındırıcı güçlerine yüz elli yıl kadar maruz kalmış olan Şiilik, Şeriati
üzerinden İslamî ideolojiye dönüştürüldü, aynı zamanda Şeriati ona nihai
darbeyi de indirdi. Şeriati, sömürgecilik karşıtı moderniteyle yüzleşen
Şiiliğin güçlü sesi idi. Milliyetçiliği ve sosyalizmi kucaklayan, aynı zamanda
onlarla sohbet içine giren Şiilik, kendisini sömürgeci modernitenin aynasında
görmeye başladı. Avrupa’nın sömürgeci modernitesi, Şiiliğin yüce ötekisi idi.
Kendisini o öteki üzerinden kurdu. Şeriati, son Şii metafizikçi, aynı zamanda
ilk Şii ideologdu. Şeriati, yüz elli yıl boyunca Avrupa modernitesinin
sömürgeci projesine maruz kalan sürecin zirve noktasıydı.
Şeriati’nin
altmışların ortasında Şiiliği öne çıkarttığı dönemde o ellilerde milliyetçilik,
kırklarda sosyalizm tarafından kenara itilmiş bir yönelimdi. Dolayısıyla
Şiilik, bir miktar millileşti, bir miktar da toplumsallaştı.
Humeyni’nin
1963’teki ayaklanması, ne Milli Cephe’deki milliyetçilikle ne de Tude ve Halkın
Fedaileri’nin sosyalizmiyle örtüşüyordu. Humeyni 1963’te yenilmeliydi ki
Şeriati, altmışların sonunda ve yetmişlerin başında Humeyni’nin ikinci gelişi
için gerekli ideolojik zemini hazırlayabilsin.
Şeriati,
bu süreçte sahneye çıkıp milliyetçilerden ve sosyalistlerden rol çalmak
suretiyle, Hüseyniye-i İrşad’daki ateşli konuşmalarında milliyetçiliği toplum,
sosyalistleri millet bağlamına oturttu. Ervand Abrahamian’ın ifade ettiği
biçimiyle:
“Şeriati’nin eserlerinin
büyük bölümü, esas olarak, İran gibi Üçüncü Dünya ülkelerinin birbiriyle
bağlantılı ve fiiliyatta işleyen iki devrime duyduğu ihtiyaç üzerinde durur:
Milli devrimle birlikte emperyalist hâkimiyetin tüm biçimleri son bulmalı, ülkenin
kültürü, mirası ve milli kimliği canlanmalı; toplumsal devrimle de tüm sömürü
biçimleri ortadan kaldırılmalı, yoksulluk ve kapitalizm yok edilmeli, ekonomik
modernizasyon gerçekleşmeli, en önemlisi de ‘adil’, ‘dinamik’ ve ‘sınıfsız’ bir
toplum inşa edilmeli.”[1]
Şeriati,
milliyetçi ve sosyalist ajandanın ötesine geçti ve bunları, İslamî ideoloji
olarak yeniden politikleştirilen Şiilik içerisinde cem etti. Altmışların
başında Paris’te bulunduğu sıralarda Cezayir ve Küba devrimlerinden beslenen
öğrenci hareketliliği zirvesine ulaşmıştı. Şeriati, politik düzlemde Paris’te
olgunlaştı. Sartre, Fanon ve Che Guevara çevirileri ile Şiiliği dünya devrim
hareketiyle birleştirdi.
Şeriati,
Sartre üzerinden özselleştirilmiş Müslüman öznenin tarihsel başkaldırısına
varoluşçu bir renk kattı. Fanon ve Che ile birlikte devrimci kişiliği farklı
kültürleri kucakladı ve o böylelikle dünyadaki devrimci hareketin yoldaşı
hâline geldi. Sonuçta Şeriati, Şiiliği ideolojik bir formasyon hâline getiren
isimdi. Bu noktada sadece sömürgeci modernitenin ideolojik ürünlerini edinmekle
yetinmedi, aynı zamanda dünyayı önemseyen, meselelerin aciliyetini gören bir
düzeye erişti. Sonuçta Şeriati ile birlikte Şiilik, sömürgecilik ve onunla
mücadelenin sonuçları olan etnik milliyetçilik ve üçüncü dünya sosyalizmi
karşısında bir ideoloji hâline gelmekle kalmadı, aynı zamanda yerelliğine ait
sınırlarının ötesine taşıp küreselleşti.
Şeriati,
bu tarihsel planda küreselleşmiş Şiilik anlayışını İslamî ideoloji olarak ele
alıp onu ayaklanmacı Şii hareketinin kolektif bilinciyle ilişkilendirdi. Süreç
içerisinde Şeriati, molla sınıfının o bilinç üzerindeki hâkimiyetine son verdi.
Şeriati’den
sonra mollalar, devrimci Şii hareketini tanımlayan en önemli güç olma vasfını
yitirdiler. Mollalara yönelik öfke ve hayal kırıklığı üzerinden Şeriati,
mollalardaki tereddütlü, sarsak araçsallığın üzerinden atlayarak, Şiiliği
tarihsel faillik meselesine bağladı.
Şeriati
bu misyonu, ancak Humeyni’nin Haziran 1963’teki isyanının başarısız olmasından
hemen sonra, Şubat 1979’da Humeyni’nin muzaffer bir eda ile ülkeye dönüşünden
önce üstlenebildi. Sonuçta Şeriati, İran’a 1965’te, Humeyni’nin ayaklanma
sonrası sürgüne gönderilmesinden iki yıl sonra gelmiş, Londra’ya ise
Humeyni’nin 1979’da ülkesine 1963’te yarım bıraktığı işi tamamlamak için
gelmesinden iki yıl önce gitmişti.
Şeriati’nin
Paris’ten ülkesine gelip Şiiliği ideolojik modernite bağlamında okuyabilmesi
için Humeyni’nin sahneyi terk etmesi gerekiyordu. Humeyni, Şeriati Londra’ya
gittikten sonra ülkesine döndü. Şeriati, Londra’ya gittikten bir sonra kalp
krizi geçirip öldü. Humeyni, yelkenlerini Şeriati’nin yol açtığı hareketin
estirdiği rüzgârla şişirme imkânı buldu.
Hamid Dabaşi
[Kaynak:
Islamic Liberation Theology: Resisting the Empire, Routledge, 2008, s.
91-93.]
Dipnot:
[1] Bkz. Ervand Abrahamian, “Ali Shari’ati: Ideologue of the Iranian
Revolution,” Yayına Hz.: Edmund Burke, III ve Ira M. Lapidus.