10 Kasım 2021

,

Katolik Demokrasisi

Don Luigi Sturzo

Birbirlerine duydukları kin ortadan kalınca demokrasi yanlıları ile Katolik Kilisesi anlaştı, bunun sonucunda da demokrasi ve Hristiyanlık temelinde, bir dizi ülkenin yeniden inşa edilmesinde kullanılacak, az çok beynelmilel niteliği haiz bir politik parti meydana geldi.

Bu Katolik demokrasisi veya demokratik Katoliklik, Orta Avrupa’da gelişme kaydetti. Katolikliğin merkezi kabul edilen Almanya’da Büyük Almanyacıların öldürdüğü önemli liderleri Erzberger, cumhuriyetin ilk yıllarında önemli bir rol oynadı. Avusturya, bir ara Katolik demokratlarca yönetildi.

Eskiden Orlean Sarayı’na bağlı, kralcı asiller, Charles Maurras ve örgütlediği L’Action Française [“Fransız Aksiyonu”] içerisinde etkili oldular. Cumhuriyetçiliğe bağlı olanlar, milli blok içerisinde eridiler. Bazı isimlerse demokrasi ve barış yanlısı bir çizgiyi benimsediler. Bu çizginin liderliğini Fransa-Almanya arasında uzlaşma sağlanmasını savunan Marc Sagnier isimli bir vekil üstlendi.

Katolik demokrasisinin en aktif olduğu yer ise İtalya idi. Burada hareket, kendisine has özellikler geliştirdi. Beş yıl önce çalışmalarını yoğunlaştıran ve kitleleri harekete geçiren hareketin lideri, popülist bir isim olan Don Sturzo idi. Sturzo, örgütleme becerisi olan, tilki gibi zeki bir rahip. Bu hareketin tarihi, bize hareketin politik bir akım olarak beynelmilel bir niteliğe ve içeriğe sahip olduğunu ortaya koyuyor.

1919 öncesi İtalyan Katolikleri, siyasette parti olarak yer almazlardı. Dinlerine bağlı oluşları buna mani oluyordu. Liberalizme karşı direnç geliştirmeleri ve mücadeleyi yükseltmeleri ile birlikte Savoy Sarayı’ndaki hanedan ailesi çatısı altında İtalya’nın yeniden birleşmesine dair görüş, tekrar dirildi. Bu görüşe göre liberalizm, ruhban karşıtıydı ve masonik bir ruha sahipti.

Katolikler, İtalyan devleti konusunda Vatikan’ın takındığı tavra bağlı kalmak zorundaydılar. Katolikler ve liberallerle bu dönemde sağlanan barış, köklü anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına mani oldu. Ama iki akım, 20 Eylül günü yaşananları ve yol açtığı sonuçları hafızasından hiç silmedi.

İtalya’nın çok az avantaj elde etmesine neden olan savaş, Katoliklerin siyasete geri dönmesi için gerekli zemini hazırladı. Barış anlaşmasının yol açtığı rezillikler yüzünden iyiden iyiye itibarsızlaşmış olan eski liberal hizipler otoritelerini belli ölçüde yitirdiler. Liberal fikir ve onu savunan insanların hayal kırıklığına uğrattığı kitleler, akın akın sosyalizmin safına geçtiler.

Bu noktada Don Sturzo, demokratik motiflerle süslenmiş, gerektiği şekliyle modernize edilmiş Katolik fikre kitleleri çekmek için bir fırsat yakaladı. Katolik işçileri birlikler ve sendikalar içerisinde bir araya getiren Don Sturzo, şehirde azınlık olsalar bile taşraya hâkim olan işçiler üzerinden önemli bir güç elde etti. Don Sturzo’nun ve yardımcılarının sosyalist dile çalan bir dille hitap ettikleri bu işçi birlikleri Halk Partisi’nin kitle zemini hâline geldi. Parti bir yandan da, eskiden Victor Emmanuel, Garibaldi, Cavour ve Mazzini’nin kurduğu rejimi kabule asla yanaşmayan birçok aristokratı ve burjuvazi içerisindeki Katolik isimleri de örgütledi.

Mevcut rejimle rahat rahat işbirliği tesis edebilmek adına parti, programında Vatikan’dan bağımsız olduğunu beyan etti. Ama bu, aslında biçimle ilgili bir meseleydi. Ortada teoride ve pratikte elindeki politik nüfuzu Kilise’ye teslim etmiş bir Katolik örgüt vardı. Kilise, aldığı ahlakî konumlarıyla birlikte elli yıldır demokrasi yanlısı masonik siyaset tarafından kapı dışarı edilmişti.

Aynı ortamdan ve doğuşundan beri kendisine destek sunan politik konjonktürden istifade eden İtalyan Katolik partisi, 1919 seçimlerinde muazzam bir zafer kazandı. Kazandığı yüz elli altı vekil ile sosyalistlerden sonra meclisteki en büyük grup hâline geldi. Böylelikle Halk Partisi, kral yanlısı hükümetin desteklenmesinde önemli bir yere oturdu. Nitti, Giolitti, Bonomi ve Facta, sırasıyla bu partiyle işbirliğine gitti. Halk Partisi, bakanlar kurulunun teşkili noktasında da önemli bir unsurdu. 1921 seçimlerde partinin vekil sayısı 101’den 109’a çıktı. Don Sturzo, partinin genel sekreteri ve lideri olarak, iyice güçlendi.

Ne var ki İtalyan Katolik partisinin sahip olduğu güç rastlantısal, geçici ve kırılgandı. Farklı ekiplerden oluşuyor olması, ayrışma sürecini kaçınılmaz olarak tetikledi. Ekonomik çıkarlarına uygun olarak sağcı kanat, sosyalizm karşıtı siyasete meyletti. Bir dizi köylü birliğinin desteklediği solcu kanat ise sosyal demokrasi talep ediyordu. Bu anlamda, İtalya’da Katolik demokrasisinin iç bütünlüğü ve birliği, hükümetteki merkezci siyasetin ısrarına bağlıydı. Gerici sağ veya devrimci sol zafer kazanacak olursa halk hareketinin eksenini teşkil eden merkez, bölünmeye mecburdu.

Faşist hareketin, yani gerici tehdidin gelişmesiyle birlikte Halk Partisi içinde kriz baş gösterdi. Katolik solunun Miglioli gibi liderleri, merkezci ve evrimci siyaseti güçlendirecek olan Halk Partisi-Sosyalist Parti koalisyonu için çalıştılar. Kısa süre önce komünistlerden ayrışan Sosyalist Parti kanadı, Halk Partisi ile blok oluşturmaya sıcak bakıyordu. Bu bloğun sosyalistler yanında Nitticileri de içermesi isteniyordu. Her iki parti de böylesi bir bloğun faşist dalgaya karşı koyabileceğini düşünüyordu. Gelgelelim bloğun kurulması önünde kimi engeller çıktı. Halk Partisi içerisindeki muhafazakâr kanat ile sosyalist parti içerisindeki devrimci kanat, merkezci bir yapı içerisinde bir araya gelmeye sıcak bakmıyordu.

Faşist diktatörlüğün kurulması ve demokratik siyasetin kapı dışarı edilmesi ile birlikte Don Sturzo’nun partisi ağır bir darbe aldı. Halk Partisi, faşizme teslim oldu. Hükümetteki adamları ve mecliste verdikleri oylarla faşistlerin ekmeğine yağ sürdü. Halk Partisi içerisindeki muhafazakâr kesimi faşistler örgütledi. Vatikan’la sıcak ilişki kurma ve eğitim sahasında Kilise’ye tavizde bulunma siyaseti üzerinden Mussolini, Katolik sağı kendisine çekti. İşçilerin kazanımlarına yönelik saldırıları ve kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmesi ile birlikte Halk Partisi içerisindeki işçi kesimi faşistlere karşı çıkmaya başladı. Seçimlerin yaklaştığı günlerde söz konusu kriz daha da derinleşti.

Bugün İtalya’da Katolik demokrasisi dağılma sürecine girmiş durumda. Parti içerisindeki sağcılar, tümüyle faşizme teslim oldular. Don Sturzo’ya bağlı merkez demokrasiye bağlı olduğunu bir kez daha beyan etti.

Başka ülkelerde de Katolik partileri tarihsel planda benzer bir konuma sahipler. Bu partilerin kaderleri, merkezci ve demokratik siyasetin kaderine bağlı. Bu siyaset, gerici siyaset tarafından alt edildi, Katolik demokrasisi ise ruhsuzlaşıp dağıldı.

Aslında bugünkü politik kriz, dindışı demokrasinin krizi değil, kapitalist demokrasinin krizi. Sonuçta kapitalist demokrasinin seküler gömleğini çıkartıp Katolik gömleğini üzerine geçirmesine gerek yok. Bu ve benzeri konularda belirli alışkanlıklar edindiniz diye keşiş olmuyorsunuz.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: