04 Kasım 2021

,

Yanki İmparatorluğu ve Demokrasi

Robert M. La Follette

ABD hükümetinin içerisinde Bay Coolidge ve Bay Dawes olduğu sürece, Cenevre’de beklendiği üzere, Wilson’cı özgürlük ve demokrasi davasının bir ilerleme kaydetmesi mümkün değildir. Amerikan seçimleri, Bay Hughes ve Bay Coolidge’in siyasetine onay vermiştir. Bu milliyetçi ve emperyalizm yanlısı politika, dünyayı Wilson’ın birliğinin beslediği yanılsamalardan uzaklaştırmıştır.

Emperyalist bir tutum takınarak ABD, tarihsel kaderine boyun eğiyor. Lenin’in o devrimci çalışmasında dile getirdiği biçimiyle “emperyalizm, kapitalizmin son aşamasıdır”. Spengler’ın felsefe ve bilim ile ilgili çalışmasında ifade ettiği biçimiyle emperyalizm, kültürün varacağı son politik duraktır. Birleşik Devletler, büyük bir demokrasiden çok büyük bir imparatorluktur. Üzerindeki cumhuriyetçilik gömleğinin bir anlamı yoktur ABD’de kapitalizmin gelişimi, emperyalizmle sonuçlanmıştır. Amerikan kapitalizmi, artık ABD’nin ve sömürgelerinin mevcut sınırları içerisinde gelişme kaydedemez. Bu sebeple onda genişleme ve başka ülkelere hâkim olma istidadı mevcuttur.

Wilson, yeni özgürlük anlayışı için dövüşmek istedi, ama gerçekte o, yeni bir imparatorluk için dövüştü. Onun kafasında tasarladığından daha büyük olan bir tarihsel güç Wilson’ı savaşa sürükledi. ABD’nin dünya savaşına girme emrini, emperyalist çıkarları verdi. Wilson, imparatorluğun özel niteliğini nazik ve vakur bir üslupla yüceltirken aslında ona hizmet ediyordu. Savaşta kimlerin başarılı olacağına karar veren ABD, birden Avrupa’nın kaderinde önemli bir role sahip olan bir arabulucu hâline geldi. Avrupa’nın bankaları ve fabrikaları, Amerikan borsasını ve Avrupa’nın elinde bulunan hisseleri kurtardı. Bunlar, birden Avrupa borsasına ve hisselerine hücum ettiler. Avrupa ABD’ye kredi verirken, birden ondan borç alır hâle geldi.

ABD bu dönemde dünyadaki altının yarısından fazlasını topladı. Bu noktada Yankiler, elde ettikleri sonuçları savunma ve kazanımları artırma ihtiyacı duydular. Bu da Wilson’ın sonunu hazırladı. Çünkü Yankiler, Wilson’daki boş laflardan utanıyor, rahatsız oluyorlardı. Kendi dönemi içerisinde faydalı olmuş olan Wilson’ın programı barış döneminde anlamsızlaşmıştı. Wilson’ın savunduğu yeni özgürlük anlayışı herkese uysa da ABD’ye uymuyordu. Bu sebeple cumhuriyetçiler iktidara geldiler.

İstemeye istemeye de olsa, ABD’yi Wilson’ın politikasına ne döndürebilir? Demokrat Parti’nin adayı Davis ihtiyatlı, mülayim bir diplomat, Wilson’daki rahatsız edici yan ve hayal gücü onda yok. ABD, hükümeti ona gönül rahatlığıyla verebilir, çünkü onun ülkenin emperyalist çıkarlarına halel getirmesi mümkün değil.

Buna karşın Coolidge, daha fazla güvence ve daha iyi teminat sunuyor. Coolidge Cumhuriyetçi iken Davis Demokrat, gene de bu tür sıfatlara pek aldanmamak gerekiyor.

Dahası Davis hatip olmak gibi bir kusura sahip. Coolidge ise sessiz sakin, belagatiyle tehlikeye neden olacak biri değil. Diğer yandan Demokrat Parti içerisinde Wilson’cı düşünceleri benimsemiş epey insan var. Cumhuriyetçi Parti, sendikaların ve solcuların başkan adayı Robert M. La Follette’i kendisinden, içindeki verimli ve atik isimlerden ayırmayı başardı. La Follette, esasen hem Amerikan kapitalizminden hem de emperyalizmden yana duran ilginç bir aday. Cumhuriyetçilerin içinden çıkmış tehlikeli bir muhalif, bir sapkın, partinin ince eleyip sık dokuduğu ilkelerinden uzaklaşmış bir isim.

Calvin Coolidge’in başkan seçilmesi kimseyi pek şaşırtmadı. Birçok gözlemci bunun olacağını öngörmüştü. ABD, daha doğrusu, Amerikalı kapitalistler, siyasetlerini değiştirmek istemiyorlardı. Neden değiştirsinler ki?

Coolidge döneminde işler o kadar da kötü gitmedi. Coolidge, tarih ve dünya bağlamında önemli bir isim değildi. Ama gazeteler, kurumlar ve yazarlar, heybetli bir kişilik yarattılar kendisinden ve onu başkan adayı yaptılar. Onun gerçek hayat hikâyesi ve kişiliği üzerinde kimse durmadı, gazeteler, kurumlar ve yazarlar o hikâyenin içerisinden arayıp tarayıp gayet kıymetli bir şey buldular: sükût.

Bu noktada Coolidge, bize mükemmel, sessiz, suskun, gizemli bir kişi olarak takdim edildi. Wilson ise onun tam zıddı idi. Wilson söz ise Coolidge sükût idi.

O kurumlar, gazeteler, yazarlar bize Coolidge’in konuşmadığını, ama bolca düşündüğünü söylediler. Bu tür insanların sessiz, sakin olmalarının nedeninin sessizliği sevmeleri olduğundan bahsedildi ama öyle değildi, bu insanların söyleyecek bir şeyleri yoktu. Ama nedense insanlar, gizemli, anlaşılmaz kişilerden ve illüzyondan etkileniyorlardı. İnsanlar sözü seviyor, ama sükûta saygı duyuyorlardı. Söz gümüşse sükût altındı. Bu özelliği onun ABD’de neden itibar gördüğünü de izah ediyor aslında.

Birleşik Devletler, imparator olmanın yanında bir demokrasidir de. Bu tespitte bir sorun yok. Ama şu görülmeli: bugün ABD’de galebe çalan, ondaki imparatorluk yönü. Demokratlar daha fazla demokrasiyi; Cumhuriyetçiler daha fazla imparatorluğu ifade ediyorlar. Bu anlamda seçimleri Demokratların değil de Cumhuriyetçilerin kazanmış olması gayet doğal ve mantığa uygun bir gelişme.

Yanki imparatorluğu, Yanki demokrasisine göre daha somut ve daha doğrulanabilir bir gerçeklik. Bu imparatorluk, henüz askerleriyle dünyaya hâkim olma şansına sahip olamadı, ama bu şansa para ile kavuşması mümkün. Üstelik bugün imparatorluğa o kadar da ihtiyaç yok. Bugün dünyadaki örgütlenme veya dağılma sürecinin ana niteliği politik olmaktan çok ekonomik. Ekonomik güç politik gücü koşulluyor. Eski imparatorluklar sahaya ordularını sürerlerken, bugünkü imparatorluklar bankacılarını sahaya sürüyorlar. Birleşik Devletler, dünyadaki altının büyük bir bölümünün sahibi. Hazinesi ağzına kadar altınla dolu olan bir ülkeyle parası neredeyse tedavülden kalkmış, bitip tükenmiş, dilenci konumuna düşmüş ülkeler yan yana yaşıyorlar. Bu sebeple ABD, azıcık altın karşılığında onlara istediğini dikte edebiliyor.

Avrupa devletlerinin kurtarıcı bir sihirli değnek olarak gördükleri Dawes planı, her şeyden önce Amerikan bankacılık sistemine ait bir plan. Londra konferansını gündeme getiren ve yöneten Morgan’dı. Avrupa’nın yeniden inşası politikasını kaleme alanlar, ABD’yi hakem olarak görüyorlar. Örneğin Nitti’nin kitapları, Avrupa medeniyetinin yardımına koşsun diye ABD’ye yapılmış çağrılarla başlıyor, gene bu çağrılarla bitiyor.

Ama ABD, bugünün krizini izlemekle yetinmek isterdi, ama o da bu krizin ana karakterlerinden biri. Avrupa, Amerika’daki gelişmelerle yakından ilgileniyor, ama ABD, Avrupa’daki gelişmelerle o kadar ilgili değil. Avrupa’daki iflas, ABD’deki iflasın başlaması demek. Bu sebeple Amerika, Avrupa’daki kendisinden borç alan ülkelere borç vermeye devam etmek zorunda. Eğer Avrupa borçlarını öderse, Amerika bu sefer ona mali yardım sunmaya mecbur. Elbette bu yardımları özel kimi güvenceler karşılığında yapacak. Poincaré döneminde Fransa, Amerikan bankalarından harcamalarını azaltıp vergileri artırma şartıyla kredi alabilmişti. Almanya ise Dawes planının vereceği mali yardım karşılığında kendisini ABD’nin kollarına bıraktı.

Kuzey Amerika, Avrupa’nın kaderiyle ilgilenmeye mecbur. Etrafına ekonomik duvarlar öremez. Avrupa’dan farklı olarak Birleşik Devletler altına hücumun çilesini çekiyor. Amerikan deneyimi, bize altınsızlığın da altın fazlasının da belâ olduğunu öğretiyor. Altın bolluğu yaşam giderlerini artırıyor, sermayeyi ucuzlatıyor. Altın, dünya için ölümcül, tıpkı Wagner’in operasında anlatılan trajedide olduğu gibi.

Avrupa’daki yoksullaşma, Amerikan maliyesinin ve sanayisinin büyük bir pazarı kaybetmesi demek. Amerikan tarımı ve sanayisinde işsizlik krizi tam da bu sebeple baş gösterdi. İşsizlik, aynı zamanda toplumsal meseleleri derinleştirdi. Proletaryada devrimci fikirlerin yayılması için gerekli zemini oluşturdu.

Cumhuriyetçilerin seçim zaferine, emperyalizm yanlısı ve muhafazakâr iddialarıyla edindikleri değere rağmen devrimci ruh hâlinin ABD genelinde yayıldığına şahit olunuyor. Bir dizi olgu, bize ABD’nin devrimci fikirlerin giremeyeceğini, bu ülkenin böylesi fikirlere karşı bağışıklığının bulunduğunu söyleyenleri bir bir yanıltıyor. Amerikalı işçiler giderek daha fazla cesur adımlar atıyorlar. Tarımsal ürünlerdeki azalma sebebiyle yoksullaşan küçük köylü, eski partilerinden kopuyor.

Birleşik Devletler’de de iki partili sistem krizde. La Follette’in adaylığı geleneksel siyasetin dengesini bozdu. Üçüncü bir akımın ortaya çıkışını muştuladı. Bu akım, henüz biçimini ve ifadesini kazanabilmiş değilse de yenilenme sürecinde güçlü bir akım olarak kendisini ortaya koyabildi. Yeni partinin kaderinin, yıllar önce Roosevelt’in peşinden gitmek için Cumhuriyetçi partiden kopanların kaderine benzediğini söyleyenler yanılıyorlar. Onlar, hizipçi Cumhuriyetçilerdi ve kendi fikirlerini yaymaya çalışıyorlardı. La Follette, her şeyden önce sendikaların ve tarım birliklerinin adayı. Bunun yanında bir de daha gelişkin olan başka bir akım, ABD’de yeni fikirler dile getiriyor, hiç kimsenin ele almadığı meselelere eğiliyor.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: