29 Kasım 2021

,

İşçi Partisi

İngiliz proleter hareketinin tarihi, temelde Avrupa’daki diğer proleter hareketlerin tarihiyle aynıdır. İngiltere’de proleter harekete “emek hareketi”, diğer ülkelerde sosyalist ve sendikal hareket denmesinin bir önemi yoktur. Farklılık, sadece sıfatlarla, etiketlerle ve kelimelerle ilgilidir. Proleter pratik, Avrupa genelinde tek bir biçim almıştır. Toplumsal sorun üzerinde duran tarihçiler, Marx’ı ve Lassalle’ı sosyalist teorinin iki temsilcisi olarak görme konusunda uzlaşı içerisindedirler.

Neticede kapitalist toplumun ekonomik formu ile politik formu arasındaki çelişkiyi keşfeden ve bu toplumun kaçınılmaz ve zorunlu çöküşünü öngören Marx, proleter harekete nihai hedefi, üretim ve mübadele araçlarının kolektif mülkiyeti hedefini göstermiştir. Lassalle ise işçi sınıfının geçici arzuları olarak yakın hedeflere işaret etmiştir. Marx azami programı, Lassalle ise asgari programı yazmıştır.

İşçiler somut ve yakın kimi hedeflere yöneltilmezse örgütlenemezler. Dolayısıyla işçi hareketinin üzerinde durduğu zemin, Marksist değil, Lasalcıdır. Enternasyonal, Marx’ın öğretisinin somutta başarıya ulaştığını ilân ettiği anda sönümlenmiştir. İkinci Enternasyonal’se reformist ve minimalist bir ruha sahiptir. O kendisine, işçileri sosyalizm safına kazanmayı ve onlara sosyalizm bayrağı altında öncülük edip burjuva rejim içerisinde tüm olası mevzileri ele geçirmeyi hedef olarak belirlemiştir. Bu mevzilerse çalışma saatlerinin düşürülmesi, ücretlerin artırılması, engellilere, yaşlılara, işsizlere ve hastalara maaş bağlanması ile ilgilidir.

Bunlar olurken dünya, esasen kapitalist ekonominin gelişimine tanıklık ediyordu. Devrim, mesihçilere has bir görüş, uzak bir ihtimal olarak değerlendiriliyordu. Sosyalist partilerin ve işçi sendikalarının politikası, bu sebeple devrimci değil, reformistti. Proletaryanın niyeti, burjuvaziden olabildiğince fazla taviz kopartmaktı. Sonrasında burjuvazi bu istenilen şeyleri kendisi verdi.

Neticede işçi eylemliliği esas olarak sendika merkezli ve ekonomik bir içeriğe sahipti. İşçilerin politik eylemleri ile burjuva radikallerin eylemleri iç içe geçti. Klasik yapısını ve rengini yitirdi. İngiliz proletaryası, pratikte diğer Avrupa ülkelerinin proletaryası ile aynı zeminde hareket etti. Diğer ülkelerin proletaryaları, nispeten daha devrimci bir yazından yararlandılar. Daha çok azami programa hürmet ettiler. Ama İngiliz proletaryası gibi onlar da kendilerini asgari programın uygulanması talebi ile sınırlı tuttular. Dolayısıyla İngiliz proletaryası ile Avrupa’nın diğer ülkelerindeki proletarya arasında sadece biçimsel, dışsal ve yazına ilişkin bir farklılık söz konusuydu. Farklılık, esas olarak içinde bulunulan iklimle, sahip olunan mizaçla ve tarzla alakalıydı.

Savaş, devrimci durumu koşulladı. Dünya proletaryası içerisinde açığa çıkan yeni akım, galebe çalmak için o günden beri yoğun bir mücadele veriyor. Bu yeni akımla uyumlu hareket eden İngiltere’deki İşçi Partisi, sosyalizme ve devrim hedefine bağlılığını yeniden ortaya koyma ihtiyacı duydu. Sadece ekonomiyle ilgili adımlar atmakla kalmıyorlar, politik eylemler de gerçekleştiriyorlar. Süreç içerisinde İngiliz proletaryası, taleplerinin kapsamını genişletti. Artık sadece şu veya bu ekonomik avantajı elde etmekle ilgilenmiyor. Hareket iktidarı istiyor, saf anlamda proleter olan politikanın uygulanmasını talep ediyor.

Politikayı ve tarihi yüzeysel okuyan ve empirik veriler üzerinden değerlendiren kişiler, bu değişim karşısında şaşkınlık yaşadılar. Eskiden ölçülü hareket eden, ihtiyatı elden bırakmayan sağduyulu işçi hareketinin bugün sosyalist oluşuna hayret ettiler. Bu işçilerin bir diğer arzusu da toprakta, demiryollarında ve makinelerde özel mülkiyetin devrimci anlamda ortadan kaldırılması idi.

Doğrudur, İngiltere’de İşçi Partililer aynı zamanda sosyalisttirler. Ama eskiden böyle değillerdi. Bugün sekiz saatlik işgünü, ücret artışı, kooperatiflerin korunması, sosyal sigorta kurumunun oluşturulması gibi talepleri dillendiriyorlar. Tıpkı Avrupa’daki diğer sosyalistler gibi davranıyorlar. Fakat eskiden bu sosyalistler, yürüyüşlerde, gazetelerde, o atıp tutan demagojik yazılarda karşımıza bu şekilde çıkmıyorlardı.

İşçi Partisi, bugüne dek evrimci ve reformist bir dile sahipti. Taktikleri bugün de demokrasi ve seçim üzerine kurulu. Ama bu, onlara has bir tutum değil. Avrupa’nın diğer sosyalist partileri ve işçi sendikaları da benzer bir tutum içerisinde. Sosyalizmin elitleri, en genel anlamda aristokrasisi, İkinci Enternasyonal okulundan mezun. Bu insanların zihniyeti ve ruh hâli, reformizme ve reformist faaliyetlere aşina. Bunların aklî ve ruhî uzuvlarının devrimci çalışmaya adapte olmaları mümkün değil. Bu sosyalist ve sendikacı memurlar kuşağı, devrim sevdasından yoksun, işbirliği ve reformun rahle-i tedrisinden geçmiş, demokrasi eğitimi almış ve burjuvazi tarafından evcilleştirilmiş bir kuşak.

Tam da bu sebeple Bolşevikler, İngiltere’deki İşçi Partililerle Almanya’daki Sosyalistler arasında ayrım yapma gereği duymuyorlar. Onlar, Alman sosyal demokrasisindeki ayaklanma arzusunun İşçi Partisi’ndekinden daha büyük olmadığını biliyorlar. Bu sebeple Moskova, İşçi Partisi’nin yayın organı Daily Herald’ı destekledi. İngiltere’deki komünistlerin seçimlerde İşçi Partisi’ne destek sunmasını istedi.

İşçi Partisi, aslında kelimenin tam anlamıyla, yapı itibarıyla bir parti değil. İngiltere’de proletaryanın politik faaliyetleri birbirleriyle bağlantısız olmadığı gibi, ekonomik faaliyetleriyle birlikte ilerliyor. Ekonomik hareket ve politik hareket birlikte tanımlanıyor ve el ele gelişiyor. Aynı organizmanın dayanışma içerisindeki iki uzvu olarak hareket ediyor. Bu anlamda İşçi Partisi, aslında işçi partileri federasyonu. Bu federasyon, İşçi Partisi’nin yanı sıra Bağımsızlar, Fabiusçular, Bernard Shaw’un da içinde yer aldığı aydın grubunu içeriyor. Tüm bu gruplar İşçi Partisi kütlesi içerisinde birleşmişler. Savaş sahasında ise parti, İngiliz proletaryasının sosyalistliğini açıktan beyan eden örgütlerinin kurduğu komünist parti ile işbirliği yapıyor.

Genelde İngiltere’nin şiddet araçlarının kullanıldığı devrimlere karşı dirençli olduğu söylenir. Bu tespit, toplumsal devrimin İngiltere’de karışıklığa yol açmadan, gürültüye sebep olmadan başarılacağına dair düşünceyle pekiştirilir.

Bazı sosyalist teorisyenlerin öngörüsüne göre, İngiltere’de kolektivizme demokrasi üzerinden erişilecektir. Marx’ın da bir vakitler dile getirdiği biçimiyle, İngiltere’de proletarya, programını barışçıl bir yoldan uygulamaya koyacaktır.

Kusursuz Taş kitabında Anatole France, yirmi ikinci yüzyılda komünist bir toplumun kurulduğu bir ütopyadan bahseder. O günlerde sadece Afrika’da bir iki burjuva cumhuriyeti olacaktır. İngiltere’de devrim, kan ve gözyaşı olmaksızın gerçekleşmiştir. Ama nasıl oluyorsa sosyalist İngiltere, krallığı bir biçimde muhafaza etmiştir.

Aslında İngiltere, uzlaşma siyasetinin hüküm sürdüğü, geleneğine bağlı bir ülkedir. Burada reform ve evrim esastır. Spencer’ın evrimci felsefesi ve Darwin’in türlerin kökeni teorisi, Britanya aklının, ikliminin ve ortamının kendine has, özgün iki ürünüdür.

Demokrasi ve meclisin yıldızının söndüğü günlerde İngiltere, hâlen daha herkese oy hakkının kalesi durumundadır. Diğer Avrupa ülkelerinde kalabalıkların kendilerini darbe ve ayaklanma için eğittikleri koşullarda İngiltere’de kitleler, savaş öncesinde olağan hâliyle ve kutsal görülen biçimiyle yapılan seçimlere hazırlık yapmaktadır. Partiler arasındaki kavga, hâlen daha ideolojik atışmalar, nutuklar ve seçim tartışmaları üzerine kuruludur.

Britanya’daki üç büyük parti olarak Muhafazakârlar, Liberaller ve İşçi Partisi basını, mitingleri ve konuşma imkânlarını mücadele araçları olarak kullanmaktadır. Bu partilerin hiçbirisi diktatörlük heveslisi değildir, bu fikri savunmaz. Londra sokaklarında kızıl bayraklarıyla, devrimci marşlarıyla, burjuvazi aleyhine atılan sloganlarla yüz binlerce işçi yürür, ama bu durum hükümeti ne sarsar ne de şaşkına çevirir. İngiliz toprağında Mussolini’nin veya Primo de Rivera’nın yetişmesi mümkün değildir.

Buna karşın, İngiltere’de gericilik, önemli bir mevzie sahiptir. Muhafazakârların amacı, korumacı gümrük tarifeleri getirmektir ki bu temelde gerici bir amaçtır. Liberalizme tepki olarak gerçekleştirilen bu saldırı, burjuvazinin serbest ticareti aleyhinedir. Bu anlamda İngiltere’de gericilik, kendisine has bir yolu takip etmektedir. O, başka ülkelerdeki gericilikle aynı dili konuşmamakta, aynı konulara vurgu yapmamaktadır. Devrim gibi gericilik de İngiliz toprağında yolunu akılla ve güzel kelimelerle açmaktadır. Kapitalist medeniyetin kalesi olan İngiltere’de bu medeniyetin evrimci demokratik zihniyeti, başka yerlere nazaran daha derin köklere sahiptir.

Ne var ki bu zihniyet, dünya genelinde krizdedir. Britanya’da Muhafazakârlar ve Liberaller, ülkede İşçi Partisi’nin iktidarının uzak bir ihtimal olması sebebiyle henüz sınıf diktatörlüğü tesis etme eğilimi içerisinde değildirler. Ama İşçi Partisi’nin çoğunluğun desteğini alması durumunda Muhafazakârlar ve Liberaller birleşecek, birlikte hareket etmeye başlayacaklardır. Savaş dönemlerine has o kutsal birlik yeniden doğacaktır.

Bugün Liberaller, İngiltere’nin muhafazakârlardaki gericiliğe ve sosyalist devrime karşı çıkması, liberalizme, evrime ve demokrasiye bağlı kalması gerektiğini söylemektedirler. Ne var ki bu dil her an değişebilecek, duruma özel olarak kullanılabilecek bir dildir. Yarın İşçi Partisi büyürse, burjuvazinin tüm güçleri birleşecek, tek bir blok oluşturacak, belki de tüm varlığını tek bir kişide somutlayacaktır.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

0 Yorum: