12 Nisan 2016

, ,

Dâr


Âlemi aptal, kendini akıllı zannetmek, bir çıkış yolu sunmaz, sunmuyor. Akıl dedikleri şeyi sorgulamadan atılacak her hamle, efendilerin âlemine örgütlenmeyi beraberinde getirir. Bu akıl, ister istemez, burjuvazinin yolunu temizlemede görevli kılınacaktır. Efendiler, iç ajanlar olmadan iş yürütemezler. Bunun için sinsi bir siyaset uygulamaya mecburdurlar.
Sinsi siyaset, aptal gördüğü kitlelere sıcak gelecek bir zoka sallamaktan ibarettir. Misal, Almanya’da Doğu Alman emekçilerinin gerilimleri ve solun tıkanıklığı karşısında Rosa Luxemburg adına vakıf kurup gelen fonlar ve paralarla o emekçileri ve solu düzene bağlamak gerekecektir. Artık bir süre sonra dar ömrü boyunca geçimliğini düşünen, bürokratlaşan, halkın dertlerine yabancılaşmış ve sadece cebini düşünen bir siyasetçi tipi hâkim hâle gelecektir. Bu, solun emperyalizme ait, ona içsel düşünce kuruluşlarına örgütlenmesidir.
* * *
Seksenlerin sonunda hapiste olan sol bir örgütün lideri, solun en önemli sorununun “mültecileşme” olduğunu söylemektedir. Asıl sorun, seksenden sonra solun Avrupa’ya kaçması ve buranın ideolojisi ile yüklenmesidir. Bu, altmış yıldır Avrupa başkentlerindeki rahat bürolarında ahkâm kesen solcuların kurumsallaştırdığı, kalıcılaştırdığı bir sorundur.
Bu solcuların kendilerini Lenin, ülkeyi Rusya, buradaki dini Yahudilik-Hristiyanlık zannetmesi, kaçınılmazdır. Gerçekliğin soyut bir bireyliğe göre eğilip bükülmesi gerekecektir. Lenin’in belirli bir dönem sarfettiği sözleri tüm ömrüne teşmil ettikten sonra bu Lenin karikatürleri, esasen Avrupa ideolojisinin basit bir ajanı olmaktan başka bir şey yap(a)mazlar. Lenin, onlar için Batı’yla ilişki kurma biçimidir, orayla kurulan bir köprüdür, başka da bir anlam ve değeri yoktur.
* * *
Almanya’daki mültecilerin teşkil ettikleri, bilmem kaçıncı TKP türevlerinden biri de bu yolu yol bellemektedir. “Komünistler ve Dindarlar”[2] başlıklı yazılar yazan bu çevre, sınıf mücadelesinde işçilerin din denilen yükten nasıl kurtulacağını dert edinmiş görünmektedir. Geçmişte bu yönde Antikapitalist Müslümanları küçük burjuva olarak niteleyen, ama onları önemsermiş gibi görünen yazılar yazan bu çevre, şimdi esen rüzgârla yelken şişirmek için işçileri dinsizleştirmekten dem vurmaktadır. İşçiler dinsizleşecek ki o özel bireylerin kafasındaki rafine, steril sınıf mücadelesi masalı resmiyet kazanabilsin, tek dert budur.
Esen rüzgârsa IŞİD rüzgârıdır. Bu rüzgârla şişirilen yelkenlerin kimin gemisine ait olduğu sorgulanmalıdır. IŞİD kadar tekfirci ve püriten olan bu solcu mahfillerin sınıf mücadelesi gibi bir derdi yoktur. Zira sınıf mücadelesi, sınıfla birlikte nefes alıp vermeyi, o nefesi tüm sınıfsal ezilme durumları ile güçlendirmeyi gerekli kılar. O, sadece işçi-patron arasında değil, tüm toplumsal katmanlarda, tüm tarihsel kesitlerde işleyen bir güçtür.
“Müslüman işçilere”[3] diye bildiri yazan Mustafa Suphi’nin geleneğinden geldiklerini söyleyen bu TKP çevresi, esas kökenini Avrupalı burjuva sol gelenekten almaktadır. Cuma namazı yerine “doğum günleri” tertiplemeyi tek gerçek siyaset zanneden bu çevre için dinsizleşmek, burjuva liberal dünyalarının temize çıkması için şarttır. O dünya, her daim burjuvaziden icazet beklemeye mecburdur. Özne olması, başka türlü mümkün değildir. Ona “özne” olma ehliyetini veren burjuvazidir, sömürülenlerin-mazlumların kolektif mücadeleleri değil.
Salladıkları zokanın bir boyutuyla son seçim süreci üzerinden, Kürtlerle alakalı olduğu da görülmektedir. Saf işçiye ermek, erişmek için Müslüman kadar Kürt’ten de kurtulmak şarttır. Bu zihin dünyası Avrupa’nın bağrından çıkmadır. Avrupa, kendi dinî ve millî yapısını korumak için sağa sola “dinsizleşin, milletsizleşin” diyen ajanlarını yollamaktadır.
İlgili yaklaşım, beslendikleri fonlar üzerinden İslam içre bir akım ve meşrep olarak Aleviliği de Yahudi-Hristiyan görmek, göstermek, kılmak zorundadır. Bunun dışında bir Alevi’ye tahammülleri yoktur. “Alamancı” olup köyünün insanını küçük gören bir insan tipi üretilmiştir. Bunların Aleviciliği de hoşgörü değil, bu horgörünün sınırlarına tabidir. 
Alevicilik, suya sabuna dokunmamanın, gerçekliğin dışında durmanın, ama bir yandan da politikmiş gibi görünmenin bahanesidir. Sermaye kendi tamponlarını oluşturarak ilerlemeye mecburdur. Aleviliği Yahudi-Hristiyan geleneğine bağlayanların asıl bağlandıkları yerler, Avrupa sermayesine ait kanallardır. Yıllardır Alevi çalışmaları yürüten Avrupa ile bugün Maraş’ta Suriyeliler için yapılacak kampın nereye kurulacağına dair koordinatları verenlerin ilişkilendirilmesi gerekir. Onların demografik gayretlerinden “saf işçi” için imkânlar devşirenler de bu zulme ortaktır. İslam’sız coğrafya isteyenler, Alevi’ye de tahammül etmeyeceklerdir. En sonunda varılmak istenen Avrupa’nın insan modelidir ki bu model, şakırdamadığı için kölelik zincirlerini fark etmeyen biyopolitik bir kurguya dayanır.
Bu kurguya giden yolda, küçük TKP’ciklere göre tek çözüm, “doğum günleri ve geziler tertiplemek”tir. Anlaşılan, Almanya’da aldıkları emekli maaşları, Avrupalı emeklilerin merakı olan turizm ideolojisini solculukla ikame etmeye zorlamıştır. Özellikle internet âlemine yansıyan, her gördüğünü fotoğraflama pratiği, bu emekli turist kafilelerinin bir pratiğidir.
* * *
Ama halk, kendisine yönelik bu kadar dışarıdan, tepeden ve hatta küçümseyici bakışı asla sevmez. İstanbul’da turistlerin yoğun olduğu mahallerde toplu ulaşım araçlarına bindiğinizde gördüğünüz yüksek sesle konuşan kim varsa, turisttir. Turist, saygı görme talebi, ama saygısızlık yapma hakkıdır. Tüketim ideolojisinin galebe çaldığı yerdir. Bu kadar ses çıkartıp hâlâ saygı görmeyi beklemek, demek ki turist olmakla alakalıdır.
O turist kafası, dolgun emekli maaşlarının nasıl ödendiğini sorgulamaz. Onda Afrika’nın, Doğu’nun yağmalanması ile ilgili bir sorguya asla rastlanmaz. Zihin ve vicdan, o maaşlar kadardır. Artık Almanya’da bu zihniyet IŞİD rüzgârı ile efendilerin yelkenini şişirmekte, Pegida yaftası ardında mazlum milletlere yönelik öfkeyi örgütlemektedir. Bizim bu ufak TKP’ciğimiz de Pegida’laşmaya mecburdur.
Bu grup, kötü bir Lenin karikatürü olarak belirli tarihsel metinlere atıfta bulunmakta, ama başka metinleri göz ardı etmektedir. “Parti, programına ateizmi almaz, almamalıdır” diyen Lenin’in[4] karşısına bugün ateizmi tek siyaset bellemiş Lenin karikatürleri çıkartılmaktadır.
Söz konusu ateizm, batı meşreplidir. Oradaki akademyada uzun yıllardır belirlenmiş yumuşak karın, kadın meselesidir. Doğu’ya yönelik tüm akınlarda öncelikle İslam ve kadın başlığı öne çıkartılır. Burada kadını aşağılık bir varlık kabul edenlerse, Batı’nın kendisidir. Sinsi siyasetin bir uzantısı olarak kadınlara gidilecek, burjuvazinin “mutlak özgür birey” düsturu doğrultusunda piyasaya hizmet edilecek, bu özgür bireyin bir şekilde “komünist” olması için beklenip durulacaktır. Dolayısıyla Avrupa’nın Erdoğan’da ironik bir üslup dairesinde gördüğü şeyi bizim de görmemiz ve o gören göze örgütlenmemiz istenmektedir.
Amaç hayırlı ise araçların bir önemi yoktur. Buradaki yalan, sallanan zoka, bireylerin komünist olmasıdır. Oysa mühim olan, kolektif ilişkilerin, dinamiklerin, hareketlerin komünist faaliyete iştirakidir. Bu açıdan “geleceğin toplumunu bugünden kuruyoruz, geleceğin insanını bugünden yaratıyoruz, geleceğin ütopyasını bugünden gerçekleştiriyoruz” diyen herkes, bir biçimde yalan söylemektedir. Bu sözlerin hepsi de burjuvaziye verilen hizmetin kızıla boyanmasından başka bir anlam ihtiva etmez. Burjuvazinin ilerleyişi için bu tür gelecekçi vurgular, özünde mülkiyet ve rekabet ilişkilerinden azade değildirler. Özgürleştirilen kadın, tekstil endüstrisinin kölesi olur; özgürleştirilen birey, silâh ve hizmet sektörünün aparatı hâline gelir; özgürleştirilen İnsan, kapitalizme aittir, ona layık bir köledir. Bu hâliyle kurtuluşumuz, Avrupa’nın köleleşmiş solcularına karşı Doğu’nun köle isyanlarına örgütlenmektedir.
Eren Balkır
12 Nisan 2016
Dipnotlar
[1] Scott Jay, “Postmodern Sol”, 5 Ocak 2016, İştirakî.
[2] Mehmet Kadırga, “Komünistler ve Dindarlar”, TKP.
[3] Mustafa Suphi, “Müslüman İşçilere Hitap”, 27 Ocak 2016, İştirakî.
[4] Roland Boer, “Lenin ve Din”, 4 Şubat 2014, İştirakî.

0 Yorum: