Hikâyeyi Yeniden Anlatıyor
Bir arkadaşım Charlie Hebdo dergisini “zekice
yürütülecek tartışmaları tetiklemeyi beceren aptalca karikatürler yığını”
olarak tarif etmişti.
O dönemde okurları arasında öfkeye sebep olan
karikatürlerinden birinin anlamını tartışıyorduk. Birçokları derginin o
karikatürde tüm mültecilerin Köln’deki tacizleri gerçekleştirecek kişiler
olduğunu ima ediyor, masum Aylan Kürdi’nin bile böylesi bir tacizci olacağından
dem vuruyordu.
Dergiyi savunanlarsa, karikatürün Avrupa’nın
kaypaklığını alaya aldığını, kıta genelinde insanların Aylan’a acımakla
Köln’deki saldırılar sonrası militan bir yabancı düşmanlığına savrulma arasında
gidip gelişini eleştirdiğini söylüyordu. Bu da şüphelere yol açıyordu
doğalında. Hebdo da zaten gücünü bu şüpheden alıyordu.
Dergiye yönelik tavır ne olursa olsun dergi
herkesin tadını kaçırmaya, hatta bazen rahatsız edici ölçüde muğlâk kalmaya ve
böylelikle “birilerinin canı yanmazdan önce mutlak özgürlüklerin peşine nereye
kadar düşebiliriz?” ya da “o özgürlükler sonsuza dek yitip gitmezden önce onlar
konusunda ne ölçüde bir uzlaşmaya varabiliriz?” gibi kimi tartışmalara yol
açmaya devam etti.
Hebdo’nun politik yönelimi konusunda hâlâ bir
şüphe var mı bilemem ama son başyazısı bu konuda gayet net. Brüksel’deki IŞİD
saldırısı sonrası yayınlanan sayısında dergi dinî terörizmin gerçeğini ortaya
koyduğuna inandığı alametleri göstermeye çalıştı.
Derginin editörlerine, bilhassa karikatürist
Riss’e göre, Brüksel “çok büyük bir buz dağının görünen kısmı” idi. Gerçek
sorun, politik doğruculuk maskesi takan otosansür kültürüydü. Fransız halkı,
kendi muhaliflerini tehdit eden kültürel bir işgali desteklemiş ve terörizm
sorununa katkı sunmak suretiyle tartışma kanallarını tıkamıştı.
Helâl ekmek pişiren fırıncılar domuz eti ve jambon
servisi yapmadıkları için suçlanıyorlar. Müslüman kadınlar örtündükleri için
azarlanıyorlar. Riss ise şu sonuca ulaşıyor: “Dilediğiniz şeyi yemenize mani
olan fırından başörtüsünden rahatsız olduğunuzu kabul etmenizi bile yasaklayan
kadına dek herkes bizi bu türden düşüncelere alan açmanın suç olduğuna dair bir
hissiyata soktular.”
Asıl rahatsız edici olansa fırıncı ile teröristin
ifa ettiği İslam’ın doğası gereği aynı şey olduğuna dönük iddia idi. Burada
aslında Müslüman fırıncıya “ya domuz eti ver ya da kapat dükkânı” denmiş olsa,
Brüksel’deki saldırının yaşanmayacağı iddia ediliyordu.
Editörler dinî faşizmin alametlerini
sergilediklerini iddia ediyorlar ama bu faşizmi sıradan Müslümanların gündelik
hayatlarında bulmak suretiyle militan ateistlerin dile doladıkları aydınlanma
söylemindeki ırkçılığın deşifre edilmesi girişimine de son vermiş oluyorlar. Bu
militan ateistlerden biri de Sam Harris. Ona göre İslam bugün varolan en
sorunlu öğreti.
Aynı şekilde Charlie Hebdo’nun mantığı koşulsuz
nefret ve herkesi kapsayan cezalandırma politikasına dönüşme potansiyeline
sahip. Bu politika, İnsan Hakları Beyannamesi’nde makul, hoşgörülü insanlara
hakaret etmeyle ilgili bir madde varmışçasına, açıktan övülüyor.
Bu, İslam’ın dinî öğreti ve uygulama olarak ahlakî
çelişkilerden azade olduğu anlamına gelmiyor. Bu dinin onu eleştiren kişilerce
yanlış anlaşıldığı da iddia edilmiyor. Sadece sıradan Müslümanların, bilhassa
Müslüman kadınların Batı’da çoğunlukla maruz kaldıkları zulüm karşısında pasif
bir tavır içerisinde olan kişiler olarak algılanmasına itiraz ediliyor.
Bu söylem kadını maddi ve mecazî açıdan
nesneleştiriyor, kadın bedenini, “toplum”un ona kendi ideallerini, ahlakî
değerlerini ve yasalarını kazıyabileceği birer mekâna dönüştürüyor. İlgili
söylem üzerinden birbirinden farklı Müslüman kadınların bir dizi bağlam
dâhilinde farklı direniş ve baskı deneyimleri yaşadığını görmezden geliyor.
Bu tartışmaların sakallı erkekler meselesine
nadiren odaklanması, söz konusu ayrımcı yaklaşımı ortaya koyuyor. Yorumcular
başörtüsü meselesinin dışına nadiren çıkıyorlar. Başka insanların mevcut
koşullarını nasıl ele aldıkları ve bu koşullara nasıl tepki verdiklerine dair
anlayışa yabancı direniş biçimleri konusunda zor sorular soramıyorlar. Müslüman
kadınlar için yaptıkları tercihler noktasında önemli olan nedir? Müslüman
kadınlar kendilerini her daim mağdur mu hisseder? Dinî kimlikle ilgili
semboller onlara güç katar mı? Tüm ataerkil toplumlar aynı kıyafet
zorunluluğunu mu paylaşır?
Müslüman kadınların çilesini zerre merak etmeyen,
bu çile karşısında yüreğinde hiç merhamet beslemeyen Charlie Hebdo’nun dinî
ataerkillik eleştirisi boştur ve sadece kendisine hizmet etmektedir.
İnsanî koşulların karmaşıklığını göz ardı edip,
yaşanan deneyimlerin çeşitliliğini reddederek bu dergi, kendini üstün görmenin
tehlikeli ve ayrıştırıcı bir biçimini ortaya koyar. Bu yaklaşımda imtiyazlı
Avrupalının çektiği dert beyaz olmayan mağdurların derdinin üzerine yerleştirilir
ve daha yüce bir meşruiyet zeminine sahiptir.
Başka bir deyişle Charlie Hebdo polisin yan yana
dizdiği şüphelilerin arasından gerçek saldırgana uyan tarife göre seçim
yapmaktadır.
Bu yeni-aydınlanmacı söylem sıklıkla rasyonalite
üzerinden takdim edilir. Buna göre, ilerici bir toplumsal örgütlenme,
yurttaşların birbirlerine “nesnel” bir üslup dairesinde davranmaları ile ilgili
kişisel sorumluluklarına bağlıdır.
Birbirimizle etkileşim kurma yöntemimizi nasıl
gerekçelendirdiğimizi göstermemiz gerekir: bir Müslüman jambonlu sandviç
satmıyordur, çünkü o domuz etinin yenmesini yasaklayan bir dine inanmaktadır. O
bunun için makul bir izahat sunmalıdır. Alerji yaptığını, kansere yol açtığını
veya piyasada fazla talep görmediğini vs. söylemelidir.
Bu türden ifadelere bir de Galile, demokrasi,
fikirlerin ve bakış açılarının barış içinde yarışmasına özgürlük tanınması ile
ilgili hikâyeler eklenir.
Ne var ki insanlar, kendilerini nesnel ya da
rasyonel bir tarzda hareket etmeye nadiren mecbur hissederler. Dolayısıyla
iman, şüphe ve güç ile alakalı bu türden tartışmalar üzerinde kafa yormak daha
faydalıdır. Bu tip meseleler duygusal yapımızla alakalıdır, kendi
gerekçelerini, motivasyonlarını ve davranışsal değişikliklerini üretir.
Sam Harris, bilimin ahlakî meselelere cevap
verebileceğine inanır. Doğrudur ama bilimin zihinsel alanın dışına taşan bu
motivasyonları düzenlemesi mümkün müdür?
O hâlde davranışımız sürekli bilinçaltımızla
oynayıp duran sosyo-politik süreçlerden kaynaklanıyorsa, sıradan insanlardan
her zaman “rasyonel” kararlar almasını nasıl bekleyebiliriz?
Şüpheyle kurulan sağlıklı bir ilişki kişinin
inancında iyimser bir artışa yol açabilir. Tersten böylesi bir ilişki
olmadığında inanç nihilist derinliklere gömülür. En kıymetli inançlarımızdan
şüphe etme becerimiz iktidarla olan ilişkimiz hakkında bir şeyler söylüyor ise Charlie
Hebdo’da çıkan başyazının demokrasi ve sekülerizm söylemi kılıfı ardında kaba
bir ahlakî üstünlük iddiasında olduğu görülecektir.
Bu türden bir söylem, iddiasının aksine, dünyaya farklılık
penceresinden değil, küresel düzene ait kültürel alanı düzleştirip
homojenleştirmek isteyen bir kimlik penceresinden bakıyordur.
Tüm sorgunun temeli şüphedir. Şüpheden feragat
ederek bu dergi, dürüst bir tartışmadan da uzaklaştığını kabul etmiştir.
Sıradan Müslümanları Brüksel’den Lahor’a her yerde yaşanan her türden terör
eyleminden sorumlu tutarak Charlie Hebdo ileride bir inanca sahip olma
gerekçesini bir kez daha çöpe atmıştır.
Bugün artık önemli olan, dinî aşırıcılık
meselesinin Avrupa’daki sekülerlerle dünyanın her yerinde yaşayan Müslümanlar
arasında yaşanan manevi bir çatışma olarak takdim edilmesinden kaçınmaktır. Her
şeyden önce bu, IŞİD’in insan kazanmak için başvurduğu hikâyenin ta kendisidir.
Karşı çıkma niyetinde olduğumuz kişilerin
benimsediği aynı türden kıyametçi kötümserliği büyütmeyi göze alamayız.
Riss’in kaleme aldığı
başyazıda dile getirdiği biçimiyle: burası “korkunun temeli çökerten, her şeyin
altını oyan bir iş hâlini aldığı yer ve zamandır. Yürüyecekler için o yolun
taşları döşenmektedir.”
Ferhad Mirza
7 Nisan 2016
7 Nisan 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder