08 Nisan 2016

, ,

Filistin Edebiyatı


Filistin’in 1948’de Siyonistlerin eline geçmesi, işgal altındaki ülkede yaşayan Arap nüfusun toplumsal yapısını ve sayısını önemli ölçüde değiştirmiştir. Ülkede hâlihazırda yaşamaya devam eden iki yüz bin Arap’ın yaklaşık dörtte üçü köylüdür. Şehirler ya savaş esnasında ya da savaş sonrasında büyük ölçüde boşalmıştır. Bu da politika ve kültür alanında yaşanan canlılığın merkezi hâline gelmiş şehirler üzerinden Arapların toplumsal koşullarında şoke edici bir bozulmaya yol açmıştır.

İşgalci Siyonistler askerî kuşatma amaçlı teşkil ettikleri çemberi tamama erdirdikçe, baskıcı tedbirlerini de uygulamaya sokmaya başladılar; ortam onlar açısından çok uygundu. Ana amaçları Araplara ait her türden izi söküp atmak, yetişip Siyonist bir politik ve edebi hayat dâhilinde bütünleşecek yeni eğilimler için gerekli tohumları ekmekti.

Filistin’in trajik bir biçimde İsrail’in eline geçişine dek Filistin edebiyatı yüzyılın ilk yarısında gelişme imkânı bulan Arap edebiyat hareketinin ana mecrasının bir parçası idi. Bu edebiyat kaynağını o dönemde edebiyat hareketine öncülük eden Mısırlı, Suriyeli ve Lübnanlı yazarlardan alıyor, bu yazarların nüfuzu altında bulunuyordu. Ünlü Filistinli yazarlar bile şöhretlerini büyük ölçüde kendilerini kabul eden ve üretimlerini maddi yönden destekleyen Arap başkentlerine borçluydu. Esasında o dönemde Filistin edebiyatının değerinin azalmasına bir dizi faktör katkı sundu. İlgili dönemde Filistin politik arenada ve Arap milliyetçiliği mücadelesi dâhilinde önemli bir konumda idi.

1948 sonrası Filistin edebiyatı Filistin veya mülteci edebiyatından çok, sürgün edebiyatı olarak tarif edilebilecek yeni bir edebiyat hareketinin temellerini atmayı bildi. Bu hareketin esas unsuru olan şiir son yıllar boyunca nitelik ve teknik açısından ciddi bir ilerlemeye tanıklık etti. 1948 savaşını takip eden kısa bir sessizlik dönemini büyük bir uyanış izledi, milli şiir, halkın milli coşkusunu yansıtacak bir içerik ve biçim kazandı. Şiir Arap ve yabancı edebiyat akımları ile etkileşime girdi, zaman içerisinde tekniğe dair geleneksel kuralların zincirlerini kırdı, eski duygusal patlamaları redde tabi tuttu ve duruma ait gerçekleri ile daha çok uyuşan derin bir hüzün ile ortaya çıktı.

Diğer yandan işgal altındaki Filistin’de ortaya çıkan direniş edebiyatı ise ilkeler açısından kökten bir ayrışma ile yüzleşti. İşgal altındaki Filistin’de Arap edebiyatının omurgası kültürlü insanların ve tüm bir yazar kuşağının göç etmesi sonucu kırıldı. Göçmeyip ülkede kalanlar çoğunluğu köylerde yaşayan, dünyanın başka herhangi bir yerinde muadili olmayan politik, toplumsal ve kültürel baskıya maruz kalan bir cemaat teşkil ettiler.

İşgal altındaki Arapların durumlarına aşağıdaki tespitler ışık tutacaktır:

1. Geride kalan Filistinlilerin büyük bir bölümü toplumsal koşulları sonucu yeni bir yazar ve sanatçı kuşağı meydana getirmelerine imkân sağlayacak kültürel standarda ulaşamadı.

2. Köyden gelen yetenekli insanları bağrına basıp onları yüreklendiren Arap şehirleri düşman eliyle yasaklı birer mekâna dönüştürüldü.

3. Arap nüfusu tümüyle tecrit edildi ve Arap ülkeleriyle temas kuramaz hâle geldi.

4. Siyonist askerî yönetim Arap nüfusa zorba yönetimlere has kısıtlamalar getirdi, Arapların edebi üretimlerini sansürledi.

5. Yayıncılık ve dağıtım araçları ya sınırlandı ya da ağır kısıtlamalara tabi tutuldu.

6. Araplar yabancı dil öğrenme fırsatından mahrumdu. Liseye gitmelerine izin verilen insan sayısı çok azdı, üniversiteye girmeleri ise imkânsızdı.

Gene de ortaya çıkmayı bilmiş edebiyat ürünlerini okurken Arap nüfusunun zulmün zifiri karanlığından geçmek için mücadele verdiğini, varlığını sağlayıp kendisini ifade etmek için işkencelerden geçtiğini akılda tutmak gerek. Bugün Filistin edebiyatı kendi dilini ve ifadesini bulmayı bilmiş, bunları somutlamış, kendisini yüreği heyecan ve coşku ile atan bir direniş edebiyatına dönüştürmüştür.

Şiirin direniş çağrısının ilk alameti olmasının sebebi işte bu ağır kuşatmadır, zira şiir ağızdan ağza yayılan, basılmaya ihtiyaç duymadan yaşamayı bilen bir güçtür. Şiir başından beri kalben öğrenilmesi ve duygulara hızla ve kolayca seslenmesi kolay olan geleneksel edebiyat formudur. İlk başta aşk şiirlerinde önemli bir patlamaya tanıklık edilir. Bununla birlikte geleneksel şiir de çokça kaleme alınır. Ardından direnişin ilk tezahürü olarak halk dilinde, yerel lehçelerde şiirler ortaya çıkmaya başlar. Esasında şiir Filistin tarihinde de büyük bir rol oynar. Yirmilerden beri şiir tüm Arap dünyasında ciddi bir şöhrete sahiptir. Şu şiiri neredeyse her Filistinli bilir ve ezbere okur. Şiir 1936’da İngiliz yönetimince idam edilmezden önce bir Filistinli savaşçı tarafından, irticalen dile dökülmüştür:

Ah gece, şarkısını bitirene dek
Biraz daha kalasın tutsağın yanında.
O ki şafak vakti çırpacak kanatlarını
Rüzgârı savuracak
Cellâdını.

Ah gece, yürüyesin aheste
Dökeyim yüreğimi avuçlarına bir nefeste
Unuttun kim olduğumu,
Ne dert çektiğimi belki de.

Ah çok yazık ellerinin arasından
Kaç saat gelip geçti.
Sanma sakın korkudan ağlıyorum
Bu gözyaşları ülkem,
O evinde aç
Babasız
Yavru kuşlar için.
Kim besleyecek onları benden sonra?

İki kardeşim asıldı darağacında
Benden sonra.
Karım günlerini nasıl geçirecek,
Yalnız ve gözü yaşlı mı?
Daha bileziğini bile takmadım
Bileğine
Ülkem silâh istiyor diye.

Halk şiiri standartları gayet iyi geliştirilmiş bir edebiyat ortaya çıkmazdan önce, 1948 yılını takip eden yaklaşık on yıl boyunca hükmünü sürdürür. Hayatının her türden dışavurumuna galebe çalan mağlubiyete tanıklık eden halk bu dönemde kendisini ifade etmek için kimi yollar bulur. Düğün sabahları, akşam oturmaları, tüm toplantılar bu şiirlerin etkisi ile idam mangalarına aldırış etmeyen coşkulu gösterilere dönüşür. Birçok halk şairi hapse atılır ya da yoğun kısıtlamalara maruz bırakılır. Halk şiiri akımı güçlenip yayıldıkça işgal güçleri de zorba tedbirlerini artırır, bazı şiirleri katleder, Arapların gerçekleştirdiği tüm toplantıları yasaklar. Bazı tedbirler bu direniş eğilimini yok etmek şöyle dursun, beş yıl uykuda kaldıktan sonra yoğun bir güç ve canlılıkla bir yanardağ misali yeniden ortaya çıkmasını sağlar. Altmışların başında yeni bir edebiyat akımı zuhur eder. Bu yeni akımın ilkeleri aynı dönemin çoğunlukla hüzünlü ve ateşli olan sürgündeki şairlerinin kaleme aldığı edebiyattan farklı olarak cüretkârdır, yaşama gücüyle doludur, iyimserdir ve başkaldırı ruhuyla yüklüdür.

Bu yeni patlamayı takip eden on yıl en iyi hâliyle Arapların şahsiyetinin ve kimliğinin mücadele ve dava ile bütünleştiği bir dönem olarak tarif edilebilir. 1948 sonrası birkaç yıl boyunca aşk şiirleri yazan o mağlup edilmiş, biçare halk altmışların başında yılmaz, cesur, ümitvar ve gerçek bir direniş gücüne dönüşür.

Aşk şiirleri 1948 sonrası Arap halkını ezen yalnızlık ve mahrumiyete dair acı duyguların bir sonucudur. Mağlup edilmiş bir azınlık olduklarına dair o his zaman içerisinde isyana dair bir hisse dönüşür. Artık Filistinliler çetin koşullarla yüzleşme konusunda önemli bir adım atmışlardır.

Direniş kolay bir tercih değildir; o meseleyi hayat-memat meselesi olarak gören acımasız bir düşmanla her gün savaşmaktır. Baskı tedbirleri ağırlaştıkça direniş de çelikleşir. Sürgün şiirinin aksine direniş şiiri hüzün ve gözyaşından azade, insanı hayrette bırakan devrimci bir ruh ile birlikte neşet eder. Arap ülkelerindeki politik başkaldırılarda da çabucak makes bulması gerçekten ilginç bir gelişmedir.

Direniş şiiri sadece mana ve şiirsel etkide değil, ayrıca biçim ve teknikte de önemli bir değişikliğe tanıklık etti. Bu şiir geleneksel şiir formlarını reddedip gücünü yitirmeksizin modern teknikleri benimsedi. Mana açısından direniş şiiri muhtelif ifade kanallarına başvurdu:

1. Aşk: Bir kadına dönük aşk tümüyle vatan aşkıyla bütünleştirilir. Kadın ve dünya tek bir büyük aşk içinde ele alınır, büyük kurtuluş davasına dönüştürülür.

2. Hiciv: Düşman ve uşaklarıyla alay edilir, baskı amaçlı eylemler tümüyle acı bir alaycı tavırla ifade edilir. Bu eğilim, tüm yaşananları er ya da geç değişmesi gereken, değişeceği ve olağan yoluna sokulacağı kesin, kısa ömürlü ve geçici bir olarak koşul olarak gören, diri ve ele geçirilmesi mümkün olmayan bir ruhu ortaya koyar.

3. Başkaldırı ve itiraz. Düşman, savaşçıların sağlam ve korku bilmeyen ruhları ile karşı karşıya kalır, o ruhla yüzleşir. Direniş edebiyatının asli özelliği solcu olmasıdır. Bu, Filistinlilerin hayatına hükmeden koşulların bir sonucudur. Bu koşulların şu başlıklar altında özetlenmesi mümkündür:

1. Arap nüfusunun ekseriyeti köylüdür ve İngiliz Mandası’na karşı 1948 öncesinde Filistin’de meydana gelmiş devrimlerde ve ayaklanmalarda yer almıştır. Bu insanlar aynı zamanda 1948’de, alınabilecek en ağır darbeyi yemişlerdir.

2. Filistinliler kötü koşullarda yaşamaya çalışmakta, günlük tayını için mücadele ederken bir de ağır baskılara tanıklık etmektedir.

3. Düşmanın varlığı emperyalist-kapitalist programların bir sonucudur, ayakta kalması ise esasta kapitalizmle mümkün olmuştur. Dahası direniş şiiri tüm Siyonist inançlara yönelik bir itirazdır. Hepsinin hakkından gelir, topunu kâğıt gibi buruşturup bir kenara atar. O salt duygu değil, muhakemeye de dayanan, tüm cüzleri dikişsiz lehimlenmiş bir edebiyattır. Her şeyden önce bu edebiyat kesintisiz Arap devrimi zincirinde önemli bir halkadır, Arap ilerici hareketi ile el ele gider. Tüm engellere ve müşkülâta rağmen direniş edebiyatı gerçek bir edebiyat hâline gelmeyi ve savaşçı şairin şahsiyetini takdim etmeyi bilmiştir.

Gassân Kenefâni
1968

0 Yorum: