13 Nisan 2016

Kapitalizm ve Özgürlük

“Özgürlük gündelik bir pratiktir” –Tunus
ABD’de birçokları, özgürlükle demokrasinin kapitalizmle sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu düşünür. Kapitalizm ve Özgürlük isimli kitabında Milton Friedman daha da ileri giderek, kapitalizmin demokrasi ve özgürlük için gerekli bir koşul olduğunu iddia eder.
Kapitalizmin zahiren, yaşadığı yayılma ile birlikte, bireysel özgürlükleri muazzam ölçüde genişlettiği doğru, ama bir yandan da nispeten daha demokratik politik örgütlenme biçimleri için halklar mücadele içerisine girdiler. Kapitalizmin özgürlüğü ve demokrasiyi temelde engellediği iddiası, bu sebeple birçoklarına tuhaf gelecektir.
Kapitalizmin bu değerlerin yayılmasını engellediğini söylemek, kapitalizmin özgürlük ve demokrasiye her durumda ters düştüğünü iddia etmek demek değil. Aksine birçok temel süreçlerin işleyişi üzerinden kapitalizm özgürlük ve demokraside tedavi edilmesi mümkün olmayan birçok ağır hasara yol açıyor. Kapitalizm, özgürlük ve demokrasi konusunda belirli sınırlandırılmış biçimlerin ortaya çıkmasını teşvik ediyor, ama aynı zamanda bunların gerçekleşmesi konusunda belirli bir alt eşik dayatıyor.
Bu değerlerin merkezinde ise kendi kaderini tayin hakkı duruyor. Bu, insanların yaşam koşullarına karar verme becerisini en geniş manada haiz olması gerektiği inancına işaret ediyor.
Bir kişinin eylemi sadece o kişiyi etkiliyorsa, o vakit onun başkasından izin istemeden bu faaliyete girebilmesi gerekiyor. Özgürlüğün bağlamı budur. Ama bir eylem başkalarının hayatlarını etkiliyorsa, o vakit diğer insanların ilgili faaliyete dair bir çift sözü olması gerekiyor. Her iki durumda da ana mesele, insanların hayatlarının aldıkları biçimi mümkün olduğu ölçüde kontrol edebilmeleri.
Pratikte her tercih başkalarını etkiler. Herkesin kendisini ilgilendiren her karara katkı sunması mümkün değil, bu türden kapsamlı demokratik katılımda ısrarcı olan her türden toplumsal sistem, insanların sırtına tahammül edilemeyecek bir yük bindirir. Bu nedenle bizim özgürlük meseleleri ile demokrasi meseleleri arasında ayrım yapmak için bir dizi kurala sahip olmamız gerekiyor. Toplumumuzda bu türden bir ayrım, genelde özel alan ve kamusal alan arasındaki sınıra referansla birlikte konuluyor.
Özel alan ile kamusal alan arasındaki bu çizginin doğal ya da kendiliğinden bir yönü yok. Bu çizgi toplumsal süreçlerce çekiliyor ve muhafaza ediliyor. İlgili süreçlerin dayattığı görevler karmaşık bir yapı arz ediyor ve çoğunlukla itirazlara yol açıyor.
Devlet özel alanla kamusal alan arasında bazı sınırlar çekiyor ve bazı sınırları da kaldırıyor ya da toplumsal normlar olarak çözüyor. Özel alan ile kamusal alan arasındaki sınır çoğunlukla belirsiz bir nitelik arz ediyor. Tam manasıyla demokratik bir toplumda sınırın kendisi demokratik müzakerenin konusunu teşkil ediyor.
Kapitalizm anlamlı bir demokrasinin kapsamını daraltıp gerçek bireysel özgürlüğün gerçekleşmesini sınırlandıran bir yoldan, özel alan ve kamusal alan arasına bir sınır çekiyor. Bunun beş şekilde yapıldığı görülüyor:
1. “Ya çalış ya da açlıktan öl” özgürlük değildir.
Kapitalizm piyasa üzerinden gelir peşinde olma ve özel servet biriktirme çabası ile yakından bağlantılıdır. Bu “özel” faaliyetlerden kaynaklanan ekonomik eşitsizlikler kapitalizmin doğasına özgüdür ve felsefeci Philippe van Parijs’in “gerçek özgürlük” dediği alan dâhilinde eşitsizlikler üretir.
Özgürlükten neyi kastedersek edelim, onun “hayır” deme becerisini içeriyor olması gerek. Zengin bir kişi, ücret karşılığı çalışmama konusunda özgürce karar verebilirken, fakir bir kişi, bağımsız geçim araçlarından yoksun olmakla böyle bir şeyi kolaylıkla yapamaz.
Ama özgürlüğün değeri bundan daha derindir. O kişinin hayat planları üzerinden pozitif yönde eyleme geçme becerisidir de. Kişi bu noktada sadece cevabı değil, sorunun kendisini de seçer. Zengin ailelerin çocukları kariyerlerinde ilerlemek için ücretsiz stajlardan istifade edebilirken, fakir ailelerin çocukları bunu yapamaz.
Kapitalizm birçok insanı gerçek özgürlükten bu şekilde mahrum eder. Zenginliğin ortasında sefalet kendi kaderini tayin hakkı için gerekli kaynaklar ile tüm diğer maddi kaynaklar arasındaki kurulmuş olan denklem sebebiyle varolabilmektedir.
2. Karar veren kapitalistlerdir.
Özel alanla kamusal alan arasındaki sınırın kapitalizm dâhilinde belirlenmesi süreci çok sayıda insanın demokratik kontrolden dışlanmasına sebep olur. Belki de özel sermaye sahipliğine eşlik eden en temel hak, özçıkar temelinde yatırım yapma ve yapmama hakkıdır.
Bir şirketin üretimi bir yerden başka bir yere taşıma kararı özel ve kamusal alanda insanların hayatlarına radikal bir etkiye sebep olsa bile, bu karar gene de özel bir karardır. Gücün özel ellerde toplaşması meselesinin kaynakların verimli bir şekilde tahsisi için gerekli olduğu iddia edilse de bu türden kararların demokratik kontrolün dışında tutulması sermaye sahipleri dışında herkesin kendi kaderini tayin etme becerisini azaltacaktır.
3. Dokuza beş zulümdür.
Kapitalist şirketler işyeri diktatörlükleri olarak örgütlenirler. İşletme sahibinin gücünün önemli bir bileşeni ise çalışanlarına ne yapacaklarını söyleme hakkına sahip olmasıdır. Bu, iş sözleşmesinin temelini oluşturur: iş arayan kişi, ücret karşılığında patronun emirlerine uymayı kabul eder.
Elbette bir patron işçilere önemli bir özerklik sağlama konusunda serbesttir. Kimi durumlarda bu, işin kârı maksimize edecek şekilde örgütlenmesi için gerekli bir yoldur. Ama bu türden bir özerklik işletme sahibinin isteği doğrultusunda verilir ya da geri alınır. Kendi kaderini tayin etme meselesi anlayış olarak sağlam bir temele sahip değildir, bu da özerkliğin seçkinlerin özel tercihlerine bağımlı olmasına neden olur.
Kapitalizmi savunan bir kişinin patronun kurallarından hoşlanmayan bir işçinin her daim işi bırakıp bırakamayacağına dair soruya cevap bulması gerekir. Ama tanım itibarıyla işçiler bağımsız geçim araçlarından mahrum olduklarından, işi bıraktıklarında yeni bir iş aramak zorunda kalacak, kapitalist şirketlerde mevcut olan iş imkânlarının ölçüsü dâhilinde patronun emirlerine tabi olmaya gene de devam edecektir.
4. Hükümetler kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmek zorundadır.
Özel sermayenin önemli yatırım kararlarını kontrol etmesi kamu kurumlarını kapitalistlerin çıkarlarına uygun kurallar ve yasalar oluşturmaya mecbur eder. Yatırım imkânlarının sıfırlanması ve sermaye hareketliliğinin azalması ile ilgili tehdit her daim kamu politikası tartışmalarının arka planını teşkil eder, dolayısıyla ideolojik yönelimleri ne olursa olsun siyasetçiler, iyi iş ortamını muhafaza edip sürdürme meselesini sürekli dert edinmeye mecburdurlar.
Bir sınıf diğerleri karşısında öncelikli olduğu sürece demokratik değerler boştur.
5. Politik sistemi seçkinler kontrol eder.
Son olarak zengin insanların politik iktidara erişimi diğerlerine nazaran daha fazladır. Tüm kapitalist demokrasilerde durum bu şekildedir, politik iktidardaki servete bağlı eşitsizlik kimi ülkelerde daha fazladır.
Daha fazla erişim imkânına sahip olmayla ilgili özgül kimi mekanizmalar vardır ve bunlar farklılık arz ederler: politik kampanyalara yapılan katkılar; lobi faaliyetlerinin finanse edilmesi; seçkinlere ait her türden toplumsal ağ; rüşvetler ve diğer yolsuzluk biçimleri.
ABD’de politik amaçlar konusunda özel kaynaklarını devreye sokma becerisini sınırsız bir biçimde kullanan sadece zengin bireyler değildir, bu tür imkânlardan kapitalist şirketler de istifade edebilmektedir. Politik iktidara farklı erişim imkânları en temel demokrasi ilkesini de boşa düşürmektedir.
¤ ¤ ¤
Bu sonuçlar bir ekonomik sistem olarak kapitalizmde yaygın olarak görülmektedir. Bu, kapitalist toplumlarda ilgili sonuçların kimi vakit azaltılamadığı anlamına gelmez. Farklı yer ve zamanlarda özgürlük ve demokrasi dâhilinde kapitalizmin yol açtığı deformasyonu telafi etmek için birçok politika devreye sokulur.
Bu noktada özel yatırım alanına kamusal kimi sınırlamalar getirilir, böylelikle kamusal alanla özel alan arasındaki net sınır aşınır; güçlü bir kamu sektörü ile aktif devlet yatırımı biçimleri sermaye hareketliliği tehdidini zayıflatabilir; seçimlerde özel servetin kullanımına sınırlama getirilmesi ve politik kampanyaların kamu eliyle finanse edilmesi zenginlerin politik iktidara erişim konusunda ellerinde bulundurdukları imtiyazları azaltabilir; çalışma kanunu hem politik alanda hem de işyerlerinde işçilerin kolektif gücünü artırabilir; kapsamlı ve çeşitlilik arz eden sosyal yardım politikaları özel servete erişim imkânı bulunmayanların gerçek özgürlüklerini artırabilir.
Politik koşullar uygun olduğunda kapitalizmin anti-demokratik ve özgürlüğü kısıtlayıcı yönlerinin etkileri hafifletilse de tümüyle ortadan kaldırılamaz. Kapitalizmin bu şekilde ehlileştirilmesi tüm dünya genelinde kapitalist ekonomiler dâhilinde faal olan sosyalistlerin savundukları politikaların merkezî hedefi olagelmiştir.
Oysa özgürlük ve demokrasi tam anlamıyla gerçekleştirilecekse, kapitalizmin sadece ehlileştirilmesi yetmez. Onun aşılması gerekir.
Erik Olin Wright
12 Nisan 2016

0 Yorum: