ABD’de birçokları, özgürlükle demokrasinin
kapitalizmle sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu düşünür. Kapitalizm ve Özgürlük isimli kitabında Milton Friedman daha da
ileri giderek, kapitalizmin demokrasi ve özgürlük için gerekli bir koşul
olduğunu iddia eder.
Kapitalizmin zahiren, yaşadığı yayılma ile
birlikte, bireysel özgürlükleri muazzam ölçüde genişlettiği doğru, ama bir
yandan da nispeten daha demokratik politik örgütlenme biçimleri için halklar
mücadele içerisine girdiler. Kapitalizmin özgürlüğü ve demokrasiyi temelde
engellediği iddiası, bu sebeple birçoklarına tuhaf gelecektir.
Kapitalizmin bu değerlerin yayılmasını
engellediğini söylemek, kapitalizmin özgürlük ve demokrasiye her durumda ters
düştüğünü iddia etmek demek değil. Aksine birçok temel süreçlerin işleyişi
üzerinden kapitalizm özgürlük ve demokraside tedavi edilmesi mümkün olmayan
birçok ağır hasara yol açıyor. Kapitalizm, özgürlük ve demokrasi konusunda
belirli sınırlandırılmış biçimlerin ortaya çıkmasını teşvik ediyor, ama aynı
zamanda bunların gerçekleşmesi konusunda belirli bir alt eşik dayatıyor.
Bu değerlerin merkezinde ise kendi kaderini tayin
hakkı duruyor. Bu, insanların yaşam koşullarına karar verme becerisini en geniş
manada haiz olması gerektiği inancına işaret ediyor.
Bir kişinin eylemi sadece o kişiyi etkiliyorsa, o
vakit onun başkasından izin istemeden bu faaliyete girebilmesi gerekiyor.
Özgürlüğün bağlamı budur. Ama bir eylem başkalarının hayatlarını etkiliyorsa, o
vakit diğer insanların ilgili faaliyete dair bir çift sözü olması gerekiyor.
Her iki durumda da ana mesele, insanların hayatlarının aldıkları biçimi mümkün
olduğu ölçüde kontrol edebilmeleri.
Pratikte her tercih başkalarını etkiler. Herkesin
kendisini ilgilendiren her karara katkı sunması mümkün değil, bu türden
kapsamlı demokratik katılımda ısrarcı olan her türden toplumsal sistem,
insanların sırtına tahammül edilemeyecek bir yük bindirir. Bu nedenle bizim
özgürlük meseleleri ile demokrasi meseleleri arasında ayrım yapmak için bir
dizi kurala sahip olmamız gerekiyor. Toplumumuzda bu türden bir ayrım, genelde
özel alan ve kamusal alan arasındaki sınıra referansla birlikte konuluyor.
Özel alan ile kamusal alan arasındaki bu çizginin
doğal ya da kendiliğinden bir yönü yok. Bu çizgi toplumsal süreçlerce çekiliyor
ve muhafaza ediliyor. İlgili süreçlerin dayattığı görevler karmaşık bir yapı
arz ediyor ve çoğunlukla itirazlara yol açıyor.
Devlet özel alanla kamusal alan arasında bazı
sınırlar çekiyor ve bazı sınırları da kaldırıyor ya da toplumsal normlar olarak
çözüyor. Özel alan ile kamusal alan arasındaki sınır çoğunlukla belirsiz bir
nitelik arz ediyor. Tam manasıyla demokratik bir toplumda sınırın kendisi
demokratik müzakerenin konusunu teşkil ediyor.
Kapitalizm anlamlı bir demokrasinin kapsamını
daraltıp gerçek bireysel özgürlüğün gerçekleşmesini sınırlandıran bir yoldan,
özel alan ve kamusal alan arasına bir sınır çekiyor. Bunun beş şekilde
yapıldığı görülüyor:
1. “Ya
çalış ya da açlıktan öl” özgürlük değildir.
Kapitalizm piyasa üzerinden gelir peşinde olma ve
özel servet biriktirme çabası ile yakından bağlantılıdır. Bu “özel”
faaliyetlerden kaynaklanan ekonomik eşitsizlikler kapitalizmin doğasına özgüdür
ve felsefeci Philippe van Parijs’in “gerçek özgürlük” dediği alan dâhilinde
eşitsizlikler üretir.
Özgürlükten neyi kastedersek edelim, onun “hayır”
deme becerisini içeriyor olması gerek. Zengin bir kişi, ücret karşılığı
çalışmama konusunda özgürce karar verebilirken, fakir bir kişi, bağımsız geçim
araçlarından yoksun olmakla böyle bir şeyi kolaylıkla yapamaz.
Ama özgürlüğün değeri bundan daha derindir. O
kişinin hayat planları üzerinden pozitif yönde eyleme geçme becerisidir de.
Kişi bu noktada sadece cevabı değil, sorunun kendisini de seçer. Zengin
ailelerin çocukları kariyerlerinde ilerlemek için ücretsiz stajlardan istifade
edebilirken, fakir ailelerin çocukları bunu yapamaz.
Kapitalizm birçok insanı gerçek özgürlükten bu
şekilde mahrum eder. Zenginliğin ortasında sefalet kendi kaderini tayin hakkı
için gerekli kaynaklar ile tüm diğer maddi kaynaklar arasındaki kurulmuş olan
denklem sebebiyle varolabilmektedir.
2. Karar
veren kapitalistlerdir.
Özel alanla kamusal alan arasındaki sınırın
kapitalizm dâhilinde belirlenmesi süreci çok sayıda insanın demokratik kontrolden
dışlanmasına sebep olur. Belki de özel sermaye sahipliğine eşlik eden en temel
hak, özçıkar temelinde yatırım yapma ve yapmama hakkıdır.
Bir şirketin üretimi bir yerden başka bir yere
taşıma kararı özel ve kamusal alanda insanların hayatlarına radikal bir etkiye
sebep olsa bile, bu karar gene de özel bir karardır. Gücün özel ellerde
toplaşması meselesinin kaynakların verimli bir şekilde tahsisi için gerekli
olduğu iddia edilse de bu türden kararların demokratik kontrolün dışında
tutulması sermaye sahipleri dışında herkesin kendi kaderini tayin etme
becerisini azaltacaktır.
3. Dokuza
beş zulümdür.
Kapitalist şirketler işyeri diktatörlükleri olarak
örgütlenirler. İşletme sahibinin gücünün önemli bir bileşeni ise çalışanlarına
ne yapacaklarını söyleme hakkına sahip olmasıdır. Bu, iş sözleşmesinin temelini
oluşturur: iş arayan kişi, ücret karşılığında patronun emirlerine uymayı kabul
eder.
Elbette bir patron işçilere önemli bir özerklik
sağlama konusunda serbesttir. Kimi durumlarda bu, işin kârı maksimize edecek
şekilde örgütlenmesi için gerekli bir yoldur. Ama bu türden bir özerklik
işletme sahibinin isteği doğrultusunda verilir ya da geri alınır. Kendi
kaderini tayin etme meselesi anlayış olarak sağlam bir temele sahip değildir,
bu da özerkliğin seçkinlerin özel tercihlerine bağımlı olmasına neden olur.
Kapitalizmi savunan bir kişinin patronun
kurallarından hoşlanmayan bir işçinin her daim işi bırakıp bırakamayacağına
dair soruya cevap bulması gerekir. Ama tanım itibarıyla işçiler bağımsız geçim
araçlarından mahrum olduklarından, işi bıraktıklarında yeni bir iş aramak
zorunda kalacak, kapitalist şirketlerde mevcut olan iş imkânlarının ölçüsü
dâhilinde patronun emirlerine tabi olmaya gene de devam edecektir.
4. Hükümetler
kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmek zorundadır.
Özel sermayenin önemli yatırım kararlarını kontrol
etmesi kamu kurumlarını kapitalistlerin çıkarlarına uygun kurallar ve yasalar
oluşturmaya mecbur eder. Yatırım imkânlarının sıfırlanması ve sermaye
hareketliliğinin azalması ile ilgili tehdit her daim kamu politikası
tartışmalarının arka planını teşkil eder, dolayısıyla ideolojik yönelimleri ne
olursa olsun siyasetçiler, iyi iş ortamını muhafaza edip sürdürme meselesini
sürekli dert edinmeye mecburdurlar.
Bir sınıf diğerleri karşısında öncelikli olduğu
sürece demokratik değerler boştur.
5. Politik
sistemi seçkinler kontrol eder.
Son olarak zengin insanların politik iktidara
erişimi diğerlerine nazaran daha fazladır. Tüm kapitalist demokrasilerde durum
bu şekildedir, politik iktidardaki servete bağlı eşitsizlik kimi ülkelerde daha
fazladır.
Daha fazla erişim imkânına sahip olmayla ilgili
özgül kimi mekanizmalar vardır ve bunlar farklılık arz ederler: politik
kampanyalara yapılan katkılar; lobi faaliyetlerinin finanse edilmesi;
seçkinlere ait her türden toplumsal ağ; rüşvetler ve diğer yolsuzluk biçimleri.
ABD’de politik amaçlar konusunda özel kaynaklarını
devreye sokma becerisini sınırsız bir biçimde kullanan sadece zengin bireyler
değildir, bu tür imkânlardan kapitalist şirketler de istifade edebilmektedir.
Politik iktidara farklı erişim imkânları en temel demokrasi ilkesini de boşa
düşürmektedir.
¤ ¤ ¤
Bu sonuçlar bir ekonomik sistem olarak
kapitalizmde yaygın olarak görülmektedir. Bu, kapitalist toplumlarda ilgili
sonuçların kimi vakit azaltılamadığı anlamına gelmez. Farklı yer ve zamanlarda
özgürlük ve demokrasi dâhilinde kapitalizmin yol açtığı deformasyonu telafi
etmek için birçok politika devreye sokulur.
Bu noktada özel yatırım alanına kamusal kimi
sınırlamalar getirilir, böylelikle kamusal alanla özel alan arasındaki net
sınır aşınır; güçlü bir kamu sektörü ile aktif devlet yatırımı biçimleri
sermaye hareketliliği tehdidini zayıflatabilir; seçimlerde özel servetin
kullanımına sınırlama getirilmesi ve politik kampanyaların kamu eliyle finanse
edilmesi zenginlerin politik iktidara erişim konusunda ellerinde bulundurdukları
imtiyazları azaltabilir; çalışma kanunu hem politik alanda hem de işyerlerinde
işçilerin kolektif gücünü artırabilir; kapsamlı ve çeşitlilik arz eden sosyal
yardım politikaları özel servete erişim imkânı bulunmayanların gerçek
özgürlüklerini artırabilir.
Politik koşullar uygun olduğunda kapitalizmin
anti-demokratik ve özgürlüğü kısıtlayıcı yönlerinin etkileri hafifletilse de
tümüyle ortadan kaldırılamaz. Kapitalizmin bu şekilde ehlileştirilmesi tüm
dünya genelinde kapitalist ekonomiler dâhilinde faal olan sosyalistlerin
savundukları politikaların merkezî hedefi olagelmiştir.
Oysa özgürlük ve demokrasi
tam anlamıyla gerçekleştirilecekse, kapitalizmin sadece ehlileştirilmesi
yetmez. Onun aşılması gerekir.
Erik Olin Wright
12 Nisan 2016
12 Nisan 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder