30 Nisan 2016

, ,

Köpük

Edvard Munch –“İşçiler Evlerine Dönüyor”

Suyun yüzündeki köpük dağılır gider.
Geriye kalan, insanların yararına olandır.

[Rad Suresi:17]

 

Üzerinden üç yıl geçti. Temel Demirer ve şürekâsı, bir din sempozyumu tertipledi. Soru-cevap kısmında bir genç, Demirer’e itiraz ederek, “…ama Karmatîler gibi İslamî sosyalist dinamikler de var tarihte” deyince sempozyum sahibi Demirer, gence öfkelenerek, “ben böyle bir şey bilmiyorum, ben bilmiyorsam, tarihte böyle bir şey yoktur, saçmalamayı kes!” diye bağırdı, hatta itirazlarını sürdüren, kürsüye gelip konuşmak isteyen gencin konuşmasına mani oldu. Neyse ki bugün bir çarktır edildi, bugün “Evet öyle şeyler vardır” diyen, o geleneğe ait Muhtare[1] ismiyle yazılar yazan İhsan Eliaçık’la Temel Demirer, üç yıl sonra yan yana geldi.

Çarksa edilmek, ediliyormuş gibi yapmak içindi. Birkaç hafta önce yazdıkları üzerine Orhan Gökdemir, “O kadar da din düşmanı değiliz” diyen bir yazı kaleme aldı.[2] Cumhuriyet mitinglerinde en ön safta yürümesinden belliydi. Oysa refiki, “Türkiye’deki siyasi ve toplumsal yaşantının dinsellikten arındırılmasından” söz ediyordu.[3] Muhayyel ve müstakbel “sosyalist iktidar”ında dinin kökünü kazıma faaliyetini burjuvazisi ve devletiyle, bugünde ifa edeceğini düşünüyordu. Zimmet-himmet, Gökdemir’in tabiriyle, “dolaşım odağı” olmak, bunları söylemeyi gerekli kılıyordu. Özel olmak için yan yana gelinen Tayyip’e fark koymak gerekiyordu.

* * *

Gökdemir tuhaf: “Dindar olmak, kimseye faiz esasına göre çalışıyor diye bankaların kaldırılmasını talep etme hakkı vermez” diyor. Esasında gönlünden geçen, banka patronlarının medya organlarında çalışmanın verdiği cüretle, o türden dindarların kökünü kurutmak. Gökdemir, bir dindarın bankalara karşı olmasına tahammül dahi edemiyor. Din düşmanlığının sebebi uzakta değil, burada.

O yüzden, Marx’ın liberal kulvarda yürürken kaleme aldığı iki makale üzerine kuruyor fason Marksizmini. Bir kelime oyunuyla Yahudilik yerine İslam koyuyor. Dinler tarihiyle ilgili çalışmalarına, ta Mısır ve Yunan dinlerine dek uzanan malumatfuruşluğuna küfrediyor. Metnin mazrufuna değil, zarfına bakıyor. Teori merakının politik bir içeriği ve anlamı bulunmuyor.

Gökdemir’in çarkı dönerken, ağzından şu kelimeler dökülüyor: “İnsan, burjuva toplumunun üyesi olan bencil kişidir.” Buradan da komünizm simyasına dair formülüne ulaşıyor: “Komünizm, burjuvazinin soyutladığını somutlamaktır.” Ama Gökdemir, burjuvaya bağ(ım)lılığından ötürü, “insanın özgürlüğü insanı kurtarmaz, ona burjuvanın insan’ı olma özgürlüğü bahşeder” diyemiyor.

* * *

Marx’ın salladığı kılıcın açtığı yaraların burjuvazinin bezine sarılması şart. Bahsi geçen üç yazar ve başkaları bu sancıyı yaşıyor. Gökdemir’in geçmişte dürüstçe dediği gibi, bu isimler “Marksist değil, sadece Marx’a referans veriyorlar”, o kadar. Referans, atıf da o yaranın kanamasıyla ilgili. Burjuvazinin insan-öznesiyle politik, ideolojik, teorik düzeylerde çok katmanlı bir mücadele veren Marx’ın bireyliğe kapatılması, zihin pratiğine indirgenmesi, ait olduğu yere küfredilmesi şart.

Mesele, kolektif mücadelenin özel ellerden çıkartılması, hakikatin herkese açılması, sömürü ve zulme karşı mücadelenin buradan kurulması.

Bugünkü “Taksim fetişizmi” tartışması da burada. Portekizli sömürgecilerden öğrendikleri bu kelime [feitiço] hem geri, kara Afrika’yı hem de yoz, yobaz dindarlığı çağrıştırıyor. Taksim, “1 Mayıs herkesin olsun” demekse, ondaki büyü, cazibe ve sihrin temizlenmesi zorunlu. 1 Mayıs, gene özel bireylerin mülkü olmalı. Aynı durum, Marx ve Marksizm için hep geçerli.

Bu temizlikçi kafa geçmişte, “Artık dua etmek yetmez”[4] diyen kurtuluş teologlarına, tıpkı Vatikan gibi, düşmanca saldırıyor, “Bunlar solu tasfiye etmek için çalışıyorlar” diyordu.

Latin Amerika’daki bir toplantıda Gökdemir’in şefi Kemal Okuyan’a güya, “Sizin devrim yapmanız zor, çünkü ülkeniz Müslüman” deniliyor, o şef de kendi basiretsizliğini ve kifayetsizliğini Müslümanlık bahanesi ardına gizliyordu.

Oysa o partinin köken aldığını iddia ettiği yapının kurucusu Mustafa Suphi, Komintern koridorlarında aynı lafı edenlere, “Doğuda devrim ocaklarını yakacağız” diye bağırıyordu kürsüden. Ocağa, doğuya ve devrime düşman olmak, İslam perdesi arkasına gizleniyor bugün.

* * *

Vatikan kafasıyla bir yere varılmayacağı açık. O kafanın gene dinle, imanla o Vatikan’a başkaldırmış, kıyam etmiş bir tarihi görmesi mümkün değil. İmanın, bilincin düşmanı, ona dışsal bir mikrop olduğu yalanı, burjuvalara ait.

Mircae Eliade tam aksini, “imanın bilincin temel taşı” olduğunu söylüyor. O iman olmadan, doğum günü partisine ya da kendilerini özel zannedenlerin dinsiz tarikatlarına dönüşmek kaçınılmaz.

Mesele bilim ise fizik bilimi, bugün ilerilik-gerilik meselesinin insanların zihinlerindeki bir kurgu, bir yanılsama olduğunu söylüyor. Fizikten, hareketten yana saf tutunca, onunla empati kurunca siyaset yapılacağı zannediliyor. Mademki din bir yanılsama, hangi bilim ve kimin bilimi, neden söylüyor bunu? O bilim ve o madde adına sadece güç görenle, güçlü görünmek için o bilime ve maddeye tapan arasında bir fark yok.

Dinle mücadele ediyorlar ve bunu sanki “emekçi kitleleri o boyunduruktan kurtarmak istedikleri” için yapıyorlar. Koca bir yalan! Emekçinin derdiyle dertlenmeleri, derdin emekçisi olmaları mümkün değil. Burjuvanın insan-bireyini putlaştırıyorlar, onu aşan her şeye düşmanlık ediyorlar. Solculukları dahi burjuva için, ona içre. Tek meseleleri, o burjuvanın kurduğu zihne-akla uygun bireyler bulmak, gerçeğin belirli cüzünü o zihne-akla uydurmak. Emekçinin aşkınlığı, ezilenin aşkınlığı, devrimcinin aşkınlığı… Hepsine düşmanlar! Ne burjuvanın kabilesinden kovulmak istiyorlar ne de burjuva dışı kabilelerin kavgasına karışmak.

Ve safça, “Ey ahmak İsmail, sen Müslüman olduğun için kapitalizme kul olmaya mecbursun, bak ben oluyor muyum” diyorlar. Borsada çevrilen paraları, müteahhitlik işlerini, yoldaşlarını yıllarca sigortasız çalıştırmalarını, kültürevlerinde burjuva sanatına, TV’sine “kaliteli” elemanlar yetiştirdiklerini, bir seçim çalışmasında patrondan alınan bilbordları vs. unut(tur)uyorlar.

Hem İsmail’i sudan çıkmış balığa çevirmek istiyorlar, hem de o balığı yemeye-satmaya niyetleniyorlar. İsmail de “benim adım İsmail, ait olduğum yerdeyim” deyince “gerici” oluyor. Onlar Batı’dan, burjuvadan, devletten hiza alınca ileri oluyorlar, İsmail o hizaya kıyam edince geri.

“Burjuvazinin dinselleşmeye mecbur” olduğunu söylüyorlar durmadan. O burjuvazinin bankalara itiraz eden, kıyamla varolan Müslüman’ın ruhunu çalıp dinsiz dindar yaratma kumpasına perde oluyorlar. Çünkü bunu arzuluyorlar. Cesetlerin eline bayraklarını tutuşturabileceklerini düşünüyorlar.

Yıllar önce cumhuriyet yürüyüşlerinde dile getirilen tehdit, bunlarda dil buluyor şimdi. Emekçiler, gene ve inatla merhabacılar/selamünaleykümcüler diye bölünüyor. Bekir Coşkun galebe çalıyor. Tüm bu keşmekeşin son bulması, köpüğün dağılıp gitmesi, çekicin çark etmesine bağlı. O çekicin bayramı kutlu olsun.

Selam, Yaradana selam!

Eren Balkır
30 Nisan 2016

Dipnotlar:
[1] İhsan Eliaçık, “İslam’ın Kayıp Şehri: Muhtare”, 13 Ocak 2010, ihsaneliaçık.

[2] Orhan Gökdemir, “Din Devleti Değil Devlet Dini”, 30 Nisan 2016, Sol.

[3] Özgür Şen, “AKP Laikliği Kaldırmayacak ama Yeniden Tanımlayacak”, 30 Nisan 2016, Sol.

[4] Suad Şarabani, “Kurtuluş Teolojisi”, 25 Nisan 2016, İştiraki.

0 Yorum: