05 Nisan 2016

, ,

Üryan

Harami var diye korku verirler
Benim ipek yüklü kervanım mı var.”
[Karacaoğlan]
Eskiden “kapitalizme ve emperyalizme özel/has bir Marksizm vardı. Şimdi ilerlemek lazım, artık küreselleşme çağındayız. Bunun için gene özel bir Marksizm kurgulamak gerek.” diyorlardı. Solculuk, hep kendini, kendi zaman ve mekânını yüceltmek olarak algılanıyordu, o yüzden bu tarz cümleler kuruluyordu. Dertleri ne sömürü ne zulümdü. Tek meseleleri, solcu olmakla kazandıkları “özne” vasfını yitirmemek, bu imkânları kaybetmemekti. Özne ise nesnenin, nesnel güçlerin bir tabisinden ibaretti. Solculuksa her duruma ve döneme uyum sağlama becerisi idi.
Önce işçilere, “siz çoksunuz, burjuva gibi sizin de mülkünüz var, onlar sizi politik manada engelliyorlar, o engelleri yıkmaya geldik” dediler. Dertleri burjuva siyaset dünyasında, işçi dolayımı üzerinden, pay kapmaktı. Kapitalizm nesneldi, kaçınılmazdı, onun insanın ufkunu açmasına odaklanmak gerekirdi. Amerikan işçi sendikaları, ülkenin emperyalizme örgütlenmesine bu zeminde destek oldular.
Sonra emperyalizm döneminde halklara seslendiler: “çoksunuz, emperyalistler sizin mülkünüze göz koymuş, onlar gibi olabilirsiniz, biz bunun için geldik.” Emperyalizm nesneldi, ülke insanına, ama özellikle üst tabakaya, “ülkenin önünü açacağız” dediler. Nesnelliğin tabisi oldular. Kapitalist olmayan yol üzre, üçüncü dünya liderleri buradan neoliberal sürece payanda oldular.
Ardından küreselleşme veya neoliberalizm olarak niteledikleri aşamada ezilenlerin kulağına “çoksunuz, bu iktidarlar sizin kendinizi aşmanıza izin vermiyor, biz bunun için varız” diye fısıldadılar. Neoliberalizm nesneldi, ezilme nedenlerini ortadan kaldıracak, onların birer mülk ve güç kaynağı olarak devreye sokulmasını sağlayacak bir süreçti. Önemli olan, ona tabi olmaktı. Tekeller ve emperyalist ordular onlarla yol aldılar.
Bugün toplamda işçileri burjuvalardan, halkları emperyalistlerden okuyan, oradan anlayan kesim, “ezilen” analizleri yapıyor. Bedenin sömürge hâline gelmesinden, kimliğin emek gücü gibi üstünlük sağlayacak bir mülk olmasından söz ediyorlar. Alman işçisi Bernstein’ın ne kadar umurunda ise ezilenler de bunların o kadar umurunda. Ezilen, bazı özel bireylerin sınır aşırılığına, hareket serbestiyetine dair bir mecaz. Başka da bir anlamı yok.
Bu özel bireyler, kendilerini seslendikleri yerden kuruyorlar. Yüce Türkiye’nin mülk sahibi halkına sınırları gösteriyorlar, böylece kendilerinin sınırların ötesinde olduğu imasında bulunmuş oluyorlar. Cinsiyet, milliyet ve iktisatla ilgili atıfları, hep bununla alakalı.
Geçmişte Ford işçilerine diyor ki, “sizin de üretim aracınız var, kolunuz. Ben de makine var, bu konuda eşitiz. Hep birlikte ülkenin refahı için çalışalım”. Bu söz, ezilenciler nezdinde farklı biçimlerde güncelleniyor. Feministler, Imelda Marcos’tan Çiller ve Hillary’ye kadar birçok isim ve Boğaz Köprüsü’nde intihar eden adama “atla” diye bağıran kadın karşısında susuyorlar. Esasında eserleri ile övünmeleri gerekiyor. Sınırın ötesinden konuşanlar onlar. Mülk ve güç onların. İnsan olmayı onlar hak ediyor. Mülksüzlere ve güçsüzlere bu durumun çizdiği sınırı aşmaya çağırıyorlar. Fukara bir emekçi ailenin kızına uygulanan şiddet, o ekonomik, coğrafî ve biyolojik sınırları aşmak için kullanılacak bir bahaneden, sopadan ibaret. Gerisi boş.
Zira tüm bu işçi, halk ve ezilenler üzerinden dillendirilen siyaset, teorik açıdan burjuva siyasetin bir tezahürü. Onlar, burada ve şimdide kalması gereken bireyler imal ediyorlar. Cem Uzan’ın “açın Türkiye’nin önünü” sözü bireylere dek sirayet ediyor. Devletin ayağa düştüğüne sevinenler, onun her yana, bireyler şahsında nüfuz ediyor oluşunu gizliyorlar. Görevleri bu. Devlet sirayet ettikçe kendilerinin de sirayet edeceklerini zannediyorlar. Kısa günün kârı için vazgeçilen tarih ve gelecek bugünde tabiyeti daha da koyultuyor.
Bu nedenle “Allah’ı öldürelim, burjuvazinin İnsan denilen tanrısına tapalım” diyorlar. İnsan Hakları Beyannamesi ile tespit altına alındığı biçimiyle, İnsan mülk sahibi, rekabete açık, ileri Batı bireyidir. Egemenlerin “bu nesnel süreç sizin zincirlerinizi kıracak” telkinlerine inananlar, bizi işte bu tanrıya kul olmaya davet ediyorlar. Sadece kendilerini düşünmeyi politik bir boyaya daldırıyorlar.
Öznellik de bu tanrıya göre inşa ediliyor. Bu süreçte AKP sağı; Fethullah solu örgütlüyor. Hangisinin melek, hangisinin şeytan olduğunun bir önemi yok, ikisi de öznelliğini aynı yere borçlu. Yeni Osmanlı, bir masal. Fukara Müslüman’ın ağzına çalınmış bir parmak bal. Bunun karşısında tek tek her bireye kimlikler üzerinden bu türden masallar anlatmanın bir anlamı yok. Önce o İnsan tanrısı ile hesaplaşılmak zorunda. Üryanın ipek yüklü kervana örgütlenmemesi için o kervan sahiplerinin, bekçilerinin, rehberlerinin fikrinden kopması gerekiyor.
O insan-birey, “şimdi neoliberalizm çağı, öyle kapitalizme ve emperyalizme karşı olmanın anlamı yok. Bugün önümüzü kim açıyor, ona koşalım” diyor. Buna karşı öznel varlığı korumanın kendisi bir siyaset değil. Onlar kime yanaşıyorsa, kendilerine ev kölesi bulmak için geliyorlar. Sadece kendi öznelliğini görmek, ikna için kapı aralıyor.
Bu körleşme, yıllardır Latin Amerika edebiyatı yapanların bu kıtanın üzerinden kendisini inşa etmiş bir emperyalizmin Ortadoğu’ya sarkmasına tek bir laf etmemesini beraberinde getiriyor. Hemen varolan, üstün ve yüce olduğunu düşündüğü imkânlarına sarılıyorlar. Sonra mevcut iktidarın o burjuva İnsan dininin önünde engel olduğunu söylüyorlar. Esasen iktidarın dini de aynı kaynaktan besleniyor.
Özel olayım diye neoliberalizmin emperyalizm ve kapitalizmle bağını kesmenin manası yok. İnsan tanrısına ibadet etmek adına, işçiyi, halkı ve ezileni o hizaya çekmek, nafile. Onların burjuvaziyle yürütülen pazarlığın masasında istismar edilmesine izin vermemek gerek. Bildiğimiz ekonomi, coğrafya veya biyoloji onların kavgasından neşet etmiyor. Politika, egemenlerin bilgisi etrafında tavaf ediyor. Kıyamı bir yandan da burada örgütlemek gerekiyor.
Eren Balkır
4 Nisan 2016

0 Yorum: