20 Haziran 2025

, ,

Bezgeşt: Genelin Özel Olarak Tahayyül Edilmesi

Şeriati’de bezgeşt ile ilgili fikrin nasıl bir seyir izlediğini net olarak bilmiyoruz. Bu eksiklik, akademide kafa karışıklıklarına yol açıyor.[17]

Şeriati, kavramı ilk kez 1967 yılı civarı, Hüseyniyeyi İrşad’daki o ünlü ayaklanmacı derslerinden önce, Cundişapur Üniversitesi’nde verdiği “Bezgeşt be Kiştan” (“Öze Dönüş”) dersinde kullandı.[18] Sonra 1976’da, hapisten çıktıktan sonra Kayhan gazetesinde birbiri ardına iki makalesi yayınlandı: “İnsan, İslam ve Batılı Öğreti” ve “Öze Dönüş”. İlk makale 14 Şubat 1976 günü yayınlanırken, ikincisi, parça halinde gazetede yer buldu. İlk kısım 22 Nisan’da, ikinci kısımsa 22 Haziran’da okuyucuyla buluştu.[19]

Bir de bunlara “Hangi Öze Döneceğiz?” başlıklı başka bir makale eklendi. Üç makale, Şeriati’nin fikriyatındaki değişikliğin izini taşımaktaydı.

Kayhan’da çıkan iki makale, açıktan anti-Marksistti. Enternasyonalizmi kültür emperyalizminin bir biçimi olarak gören bu makaleler, şoven bir üslup dâhilinde, İran milli kimliğine dönülmesi çağrısı yapıyorlardı. Anti-Marksist ve milliyetçi dili içermemesi bakımından ilk iki makaleden farklı olan, Kayhan’da yayınlanmayan üçüncü makale ise silahlı mücadele karşıtı bir konum alıyordu. Şeriati’nin konuyla ilgili ilk dersi, bu makaleyle birlikte, Dönüş ismiyle kitap haline getirildi.

Şeriati’nin hayat hikâyesini kaleme alan Ali Rahnema, Kayhan’da Şeriati’nin hapis pratiği sonrası yayınlanan makalelerin onun düşünce üretiminde revizyonizm eğiliminin yansıması olduğunu söylüyor.

Genç yaşlarda Musaddık yanlısı milliyetçi harekete iştirak etmiş bir isim olarak Şeriati, henüz üniversite öğrencisi iken İslami Hakikati Yayma Merkezi’nde dersler verdiği dönemde hapse atıldı.[20] 1957’de hapisten çıkan Şeriati, ümitsizliğe kapıldı, düşüncelerini revize etti, politik mücadele vermenin mümkün olup olmadığını tartıştı.[21] Ama sonra altmışlı yıllarda devlet bursuyla Paris’te doktora çalışması yürüttüğü dönemde ruh hali de politik faaliyetlerinin düzeyi de değişti.

1964 yılına dek Paris’te kalan Şeriati, düşünsel birikim açısından zengin bir ortamla ilişki kurdu. Louis Massignon, Jean-Paul Sartre, George Gurvitch ve Fanon gibi isimlerden etkilendi.[22] Sonrasında İran’a dönmek, devrimci fikirleri sıradan insana hitap eden Müslüman İranlı bir dille aktarmak istedi.

1964’te ülkeye dönen Şeriati, Hüseyniyeyi İrşad’da radikal içeriğe sahip dersler vermezden önce Meşhed Üniversitesi’nde İslam tarihi hocalığı yaptı. Kendisinden ilham aldıklarını söyleyen gerilla örgütlerinin ayaklanmacı faaliyetlerinin sürdüğü koşullarda bu dersler, Şeriati’nin 1974 yılında on sekiz ay hapis yatmasına sebep oldu.

Rahnema kitabında, 1976’da Kayhan’da çıkan iki makalenin Şah’ın gizli polis teşkilatı SAVAK’ın Şeriati ağzından yazdığı yazılar olabileceğini iddia ediyor. “Hangi Öze Döneceğiz?” yazısını Şeriati hapisten çıktıktan sonra kaleme alıyor. Yazıdaki ayaklanmacı şiddet karşıtlığı, onun fikirlerini revize ettiğini ortaya koyuyor. Bu değişikliğin birçok eylemci öğrencinin ölümü üzerinden yaşandığı düşünülüyor.[23]

Bazıları, bu yazıların Şeriati’nin Heidegger’in felsefi risalelerindeki faşist eğilimlere yakınlaştığının delili olduğunu iddia ediyorlar.[24] Oysa Şeriati, 1967’de kaleme aldığı “Öze Dönüş” yazısında, daha çok Heidegger’in geçmişe dönüş argümanıyla taban tabana zıt bir konum olan sömürgecilik karşıtı geleneği benimsiyordu.[25] Şeriati’nin öze dönüş tartışmasında gördüğümüz, İslam’ın dirilişçi ruhu Alman felsefesinin kimi yönlerini yansıtıyor olsa da Şeriati’nin yeni bir genelin inşasına bağlı olduğu, bu noktada radikal ve ayaklanmacı bir fikriyat geliştirdiği görülüyor.

Şeriati de Fanon gibi yeni bir hümanizmden bahsediyor. Bunu sömürgeci güçlerin önceden tayin ettikleri genelin kaba yanlarını reddeden ama bir yandan da tersyüz edilmiş, aynı ölçüde statik olan kültürel bir biçim olarak özelden de uzak duran bir konum olarak tarif ediyor. Metinde Heidegger’e atıfta bulunuluyor ama burada Şeriati, esasen Heidegger’den dem vuran düşünürlerin geliştirdikleri öze dönüş anlayışlarının karşısına kendi öze dönüş anlayışını çıkartıyor. Şeriati, bu metinlerinde dini, daha da özelde “kültürel İslam”ı, öze dönüş kavramı etrafında dönen sömürgecilik karşıtlığıyla tanımlı tartışmanın içine yerleştirmeye çalışıyor.

Sömürgeci gücü meşrulaştıran hümanist geleneği reddeden Aime Césaire ve Fanon, yerel kültürü somut örnek olarak sunan yaklaşımlara dönmek yerine Sartırcı “bütünleştirme” dürtüsündeki anlayışı esas alan yeni bir genel (evrensel) yaratmaya çalıştı.[26] “Köklere Dönüş” metninde Şeriati, bu dürtüyü kuşanıyordu:

“Batılıların dilinde biz yerliyiz, onlar insan. Dolayısıyla, Batılılarla hümanizm üzerinden kurulan her türden ortaklık, bizim varoluşumuza uygulanmış bir tür şiddet. Bu anlamda bizim kendimizi onlardan ayırmamız, onlardan uzak durmamız gerekiyor. Çünkü bu alışveriş dâhilinde Batılılar, bizimle esas olarak sömüren-sömürge ilişkisi kuruyorlar. […] Bu, özünde bir ilişki değil, düşmanlık.”[27]

Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabında Fanon’un biçimsel kabulle ilişkili sınırlamalara dair görüşünü aktaran Şeriati, mevcut toplumsal koşullardan radikal ve özgürlükçü bir tarzda kopulmadan müşterek insanlık vaadinin kabul edilemeyeceğini söylüyordu.[28] Şeriati’ye göre bu kopuş, “yerli milliyetçiliği”ne evrilmeyecek “yeni insan”ın yaratılmasını vaat ediyordu.[29]

Bu sömürgecilik karşıtı düşünürler, “yeni insan”ın gelecek için bugünde yaşayan varlık olduğuna dair görüşü paylaşıyorlardı. Şeriati, sömürgelikten kurtulma amaçlı olan, yeni insanın geliş sürecine eşlik eden toplumsal hareketlerin aniden ve mucizevi bir biçimde ortaya çıktıklarını söylüyordu.

“Evet, bu tür toplumlarda aniden bir mucize yaşanır. Sosyologların idrak edemeyecekleri, göz alıcı bir mucizedir bu. Yolsuzluğun, çürümenin, cehaletin, ihmallerin, gereksiz çokluğun, geleneğin, batıl inancın ve köleliğin sancısını iliklerinde hisseden toplumlar aniden ayağa kalkarlar. Bu müptezellik maskesini yüzünden söküp attığında kendi içlerinde hayat ve hareket, sıcak bir kana kavuşur. Bir kuşak, özgür, ayık, kararlı ve sorumlu insanlığın havasını teneffüs eder. Ölü toplumun derinliklerinden, tarihin o mezarlığından ve kanalizasyonundan, birdenbire hayat ve hareket çıkar. […] Böylece umutlarını yitirmiş olan tüm aydınlar, kendi toplumlarında böylesine büyük bir mucizenin gerçekleşebileceğini, insani bir birlikteliğin oluşabileceğini görürler. Frantz Fanon’un yeni bir ırktan, yeni bir deriden ve yeni bir düşünme tarzından müteşekkil olan yeni insanı bu sayede meydana gelir.”[30]

“Hayatın ve hareketin sıcak bir kana kavuştuğu ölü toplum”a dair ifadesi, Césaire’ın Sömürgecilik Üzerine Söylev çalışmasında geçmiş ve bugünle ilgili tespitini anıştırmakla kalmaz[31], aynı zamanda sömürgenin zaman denilen sorunun tanımladığı “hayat” içerisindeki ölüm olduğunu söyleyen Fanon’a da atıfta bulunur:

“Burada bahsi edilen sorun, zaman düzleminde ele alınmalıdır. Geçmişte maddileşmiş kulede kilitli kalmaya karşı çıkan zenciler ve beyazlar, yabancılaşmanın zincirini kırarlar. Bugünü kendilerini tanımlayan şey olma vasfıyla birlikte redde tabi tutan zenciler ve beyazlar, yabancılaşmadan kurtulurlar. ‘Ben insanım ve dünyanın tüm geçmişini idrak etmem lazım’ derler. […] ‘Başka türlü beyaz olmayan insanların geçmişinden uğruna yaşamam gereken gayeyi bulamam, haksız yere bugüne dek kabul görmemiş olan siyah medeniyetinin dirilişine kendimi adayamam” diye düşünürler. Kendimi bir geçmişe ait insan haline getirmek değil derdim. Ben, geleceğim ve bugünüm hilafına geçmişi öven şarkılar söylemek istemiyorum.”[32]

Zamansal düzlemde bir geçmişe geri dönme konusunda Césaire ile aynı fikirde olan Fanon, bu mantığı bir adım ileriye taşıyor ve tüm insanların müşterek bedenini temel alması gereken “yeni insan”ın yaratılmasında “özün yeniden ele geçirilmesi” gerektiğini söylüyor.[33] Fanon, bedenin bugün ve geleceğe ait bir genel olgu olmasını istiyor. “Başkalarına dokunma, başkalarını anlama, onları kendime izah etme çabası bunu gerekli kılıyor” diyor.[34] Dilin ve algının tarihinin sömürgenin bedeninin anlamını tayin ettiği, onu kısıtlayıp bozduğu yerde geri dönüş anlayışının üzerinde durduğu “hayat” ve “hareket” gibi mecazlar, Fanon’da maddi ve bedensel bir değere kavuşuyor. “Yeni insan” vaadi, hisseden, özgürce hareket edebilen, dünyayla bu temelde ilişki kuran bedene yaslanıyor.

Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri kitabının çevirisine yazdığı takdim yazısında Şeriati, Fanon’un özcü bir yerden geliştirilen ırkçı kategorileri reddetme çabasını, sömürgecinin gücünün mevcut sistemine yönelik bir cevap olarak tanımlıyor. Bu değerlendirmede ırkçı yaklaşımlara maruz kalan beden, sömürgeci düzenin bir sonucu. Bu anlamda Fanon, bu düzenin hilelerinin yanı ürünü olarak dikkatlerimizi bedene çekiyor.[35]

Ama Şeriati, Fanon’un bedeni müşterek insanlığın bugündeki sahası olarak gören yaklaşımı üzerinde durmuyor. Fanon, deri rengini öze yerleştiren özcü yaklaşımları reddederken, genel manada bedenin evrensel ve genel olduğu düşüncesinin halesine kapılmıyor. Şeriati, bu noktada sömürgeciliğin farklı bir biçimi üzerinde duruyor.

Fanon, Cezayir Devrimi’nin Beşinci Yılı çalışmasında Cezayir’deki sömürgecilik deneyimini tesettür[36], dolayısıyla bir kez daha bedenle ilişkisi üzerinden anlatırken Şeriati, farklı bir sömürgecilik deneyimi bulunan Müslüman’ı ve özünü başka şekilde okuyor.

Césaire gibi isimler, Afrikalılara Batılıların kültürleri veya medeniyetleri olmadığını, küresel sistemde onun sömürgeci için bir emekçi veya köle olarak çalışması gerektiğini söylediği üzerinde dururlarken, Şeriati, İranlıları bu şekilde aşağılama gereği duymuyor.[37]

Şeriati’ye göre, manevi kimi gerçekleri içeren mevcut medeniyetin değerini gören ama bu medeniyeti maddi açıdan gelişkin olan Batı’ya hürmet etmesi gerektiği, aşağı bir konumda gören sömürgecilik, hakiki veya gerçek İranî özün zevahirini (Şeriati’nin tabiriyle “maskesini”) değiştiriyor.[38] Onu metamorfoza tabi kılıyor. Bu noktada adaletsizlikler farklı cevaplarla karşılanıyor. Afrikalı, kendisini ve geçmişini ortaya koyarken, İranlı ve Müslüman, bunu yapamıyor.[39] Bunun yerine, İranlı, gerçek İslam’ı hâkim kılmak, yani bilinçlenmek, ilerici ve direşken bir ideolojiye sahip olmak adına, kendisiyle ilgili kötü ifadelere karşı yeniden eğitim sürecine giriyor.[40]

Dindar konusunda geliştirilen bu görüşün Fanon’un “yeni insan” ile ilgili görüşüne kıyasla hem özel hem de genel üzerinde durduğunu görmek gerekiyor. Şeriati’nin bahsi edilen kitaba takdim yazısı yazsın ricası üzerine başlayan yazışma sürecinde Fanon, Şeriati’ye birleşik bir sömürgecilik karşıtı mücadelenin dine dönüşü veya dine bel bağlayan bir yaklaşımı temel alamayacağını söylüyor.

Fanon, dine dönüş fikri üzerinden Şeriati’nin nihayetinde müşterek dünya cephesini hiziplere ayrıştırabileceğini iddia ediyor.[41] Fanon’un eleştirisini ele aldığı konuşmasında Şeriati, “özel bir din, madem ki özel hayatlarımız yanında bizi de sömürgecilik karşıtı mücadeleye yönlendirebiliyor, o vakit bu özel olana dönüş, kimsenin ayağına pranga vurmaz” diyor.

“Fanon, Üçüncü Dünya toplumlarının küresel sömürgeciliğe karşı mücadelelerinde asıl meselenin politik veya ekonomik değil, insani ve kültürel olduğunu söylüyor. Temelde ekonomik ve politik aşamasından geçen sömürgecilik, tüm hakiki insani değerleri silip atıyor, ortadan kaldırıyor. Tüm zemin düzleniyor, ardından da sahneye sömürgecilik giriyor. […] O vakit aynı Üçüncü Dünya’da güçlenip büyüyeceksek, dine geri döneceğiz. Bilinçli bir İslam’a dönüş, ona yaslanmak, karşımızda birleşmiş olan sömürgeciliğe karşı olan güçleri bölmek şöyle dursun, dünya ölçeğinde sömürgecilik karşıtı birleşik cepheyi kurmaya yazgılıdır, o cephenin kurulması için zaruridir. Kişi, sömürgecilik karşıtı olmazdan önce anlam ve düşünceyle yüklü, bilinçli bir insan olmalıdır. Tam da bu sebeple yüzümüzü kendi kültürümüze, dostu düşmandan ayırma, onları tanıma, olan biteni değerlendirme, kararlar alma, davaya bağlanma ve mücadele etme kudretini, bilinci, insanlığı ve bağımsızlığı yaratacak unsurlarla yüklü o yere çevirmeliyiz.”[42]

Şeriati, öze dönüş ilkesinin de “yeni insan” anlayışının da her türden soyut genelliğin de ortak bir insanlık eleştirisine sahip olduğunu düşünüyor. Bunların dünyanın farklı yerlerinde yaşayan farklı halkların özgül ve özel yanlarına zarar veren, Batı’nın her yeri ve herkesi kucaklayan bir özgünlüğü olduğuna dair fikri güçlendirdiğini iddia ediyor.[43] Bu noktada Şeriati, Fanon’un sömürge toplumunu ahlaki değerlerden azade kılınmışlığı üzerinden tartışan ifadelerine değiniyor.[44]

Ama Şeriati, tüm sömürge toplumlarının aynı ve eş ölçüde değersizleştirildiğini söyleyen Fanon’dan farklı olarak, özel değerlere ve özel tarihlere önem veriyor. Fanon’da bedensellik biçimini almış yeni genelliğin sömürgeciliğin farklı biçimlerini ve bu biçimlerin oluştuğu zamansal kesitleri karşılamadığını düşünüyor.

Bunun yerine Şeriati, yeni bir genel üretmek için öze dönüş fikrini savunuyor ve bu yeni genellikte din içinden düşünmeyen tüm aydınların müşterek bir zemin bulabileceğini iddia ediyor.

“Öze dönüş meselesini ben dile getirirken benim dindar olmamla, senin dindar olmamanla ilgilenmiyorum. Biz, toplumsal sorumluluk konusunda ortak paylara sahibiz. Ortak bir anlayış geliştirmek adına öze dönüş, kültüre dönüş olarak da ifade edilebilir. Kendi benliğimizi tanımak anlamı da yüklenebilir. Biz, bu soruşturma süreci üzerinden İslam kültürüne ve İslami ideolojiye dönüş fikrine ulaşıyoruz. Burada bir gelenek, miras kanalı, toplumda varolan bir düzen veya inanç olarak İslam’dan değil, bir ideoloji olarak İslam’dan söz ediyoruz. […] ‘Bize miras kalmış bir hissiyata veya kuru bir manevi anlayışa yaslanalım’ demiyoruz. Bu dönüş, dünya genelinde tüm aydınları ilgilendiren sloganları temel alıyor.”[45]

“Öze Dönüş” makalesinde Şeriati dini, Fanon’un sömürgeyi pasifleştirdiği için eleştirdiği, ibadetlere gömülmüş, kaderci uygulamalardan kopartıp, politik bir etiğe dönüştürüyor.[46] Şeriati, bu noktada özde duran bir ruh olarak gördüğü Ali Şiası’na işaret ediyor. Şeriati, Ali Şiası’nı hem dindar hem de dindar olmayan aydınların yüklenebileceği toplumsal sorumlulukla tanımlıyor.[47]

Sömürgecilik bağlamında Şeriati, bu dini öz anlayışını bugünde varolan kitlelerin kolektif bilinci üzerinden temellendiriyor. Bu anlamda, öze dönüşün hayatı ıslah edeceğini düşünüyor.

Yaşayan özü tarihsel zaman boyunca oluşan yorumsal ilişkiler olarak tahayyül eden Fanon’dan farklı olarak Şeriati, fiziki bedenlerin varlığını araçsallaştırıyor. Şeriati, şehadet anlayışı üzerinden geliştirdiği ayaklanmacı şiddet anlayışını ortak teorik çerçeve içerisinde sömürgelikten kurtulma çabası üzerinden ele alıyor, onu Fanon’dan farklı bir düzlemde değerlendiriyor.

Areş Davari

[Kaynak: Comparative Studies of South Asia, Africa and the Middle East, Cilt. 34, Sayı. 1, 2014, s. 86-105.]

Dipnotlar:
[17] Ali Geysari’nin bezgeşt tartışması da bu kafa karışıklığı ile malul. Ama gene de 1976 tarihli “Bezgeşt be Kiş” isimli yazısı konusunda önemli bir yorumda bulunuyor. Bkz.: Gheissari, Iranian Intellectuals in the Twentieth Century, s. 97 – 107.

[18] Shari’ati, Bâzgasht, s. 3–33. Rahnema, bu dersi Şeriati’nin Ekim 1971 ve Şubat 1972’de iki parça halinde yaptığı ayaklanmacı konuşmalarından dört yıl önce verdiğini söylüyor. Rahnema, An Islamic Utopian, s. 342–43.

[19] Her iki makalenin başlığı da İngilizceye “Öze Dönüş” anlamını verecek şekilde çevriliyor. Oysa her bir başlıkta öz, Farsça başka bir kelimeyle ifade ediliyor. İlkinde “Kiştan”, ikincisinde “Kiş” kelimesi kullanılıyor. Şeriati’nin gerilla faaliyetleri üzerindeki etkisine karşı çıkmak adına ilk makalenin adı sonradan “İslam’a Karşı Marksizm” olarak değiştiriliyor. Rahnema, An Islamic Utopian, s. 338–49. 1976 tarihli bezgeşt tartışmasını içeren metin için bkz.: “Bâzgasht be Khish”, Shari’ati, Bâz’shinasi- ye Huviyat- i Irâni- Islâmi, s. 79–226.

[20] Bu merkez, salt dini ibadetlere bağlı kalmayı eleştiren, milliyetçi harekete sıcak bakan, İslami söyleme sahip bir yapıydı. Şeriati, bu politik çalışmalarının yanında belirli gazetelere yazılar da yazdı. Ebuzer: Allah’a İbadet Eden Sosyalist isimli önemli çalışmasını bu dönemde (1955) yayımladı. Kitap, aslında Abdülhamid Cevdet Seher’in Ebuzer Gifari isimli kitabının çevirisiydi. Bu kitap, Şeriati’nin tarihsel olguyla kurguyu kasten harmanlayan yaklaşımının ilk yansımasıydı. Bkz.: Shari’ati, Abu Zarr.

[21] Rahnema, An Islamic Utopian, s. 81–83.

[22] Şeriati’nin Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri kitabını Farsçaya tercüme ettiği söylenir. Bkz.: Fanon, Duzakhiyani Ru-ye Zamin. Rahnema, bu çeviriyi Şeriati ile birlikte üç kişinin yaptığını ama kitabın çevirmeni olarak sadece Şeriati’nin adının anıldığını söyler. Rahnema, An Islamic Utopian, s. 126–27. Şeriati, esasında kitabın sonuç bölümünde belirli sayfaları tercüme edip yayımlamıştı. Bu çeviri için bkz.: Shari’ati, Bâzgasht, s. 403–7.

[23] Rahnema, An Islamic Utopian, s. 339–49, 356–70 ve yukarıda yer alan 3. dipnot. Rahnema, metinlerin SAVAK’ın baskıları üzerinden yazılıp yayımlandığını söylüyor. Şeriati’nin hayat hikâyesinin bu dönemine ilişkin detaylarsa net değil. Eğer Şeriati, hapisteyken rejimin baskıları yüzünden yazmışsa bu makaleleri, o vakit yazıların içeriğiyle onun gerçek fikriyatı arasında ayrım yapmak gerekir. Gerçek şu ki Şeriati, sonrasında hapishane öncesi savunduğu ayaklanmacı görüşlere geri döndü. Makalelerin ders olarak dolaşıma sokulmuş, SAVAK’ın bu notları Şeriati’nin rızası olmaksızın yayımlamış olması ihtimali de mevcut.

[24] İslami ideolojiyi kıta felsefesinin gölgesinde ele alanlar, dikkatlerimizi bugünde ortak bir yol olduğu iddiasına çekiyorlar. Mirsepassi, Şeriati’nin “Aydınlanma karşıtı” felsefeyi, Alman romantizmi geleneği içerisinde kimi düşünürlerde görülen “gerici modernizm”i İran’a taşıdığını söylüyor. Yazara göre, Şeriati’nin hakiki bilgi ve benliğin ifadesi olarak dine yaptığı vurgu, Heidegger’in günümüzde atomize olma tehlikesiyle karşı karşıya olan cemaatleri meydana getiren ontolojik bağlarla ilgili tartışmalarıyla örtüşüyor. Bkz.: Mirsepassi, Political Islam, s. 40–41, 85–128. Ayrıca bkz.: yukarıda bu metindeki 4. dipnot.

[25] Césaire, Sömürgecilik Üzerine Söylev kitabında, geçmişe dönüşü savunan her türden görüşü redde tabi tutar: “Biz, ya o ya o diyecek insanlar değiliz. Bizim için mesele, geçmişi tekrarlamak denilen o ütopik ve beyhude bir çaba içine girmek değil. Biz, ölüp gitmiş bir toplumu diriltmek niyetinde değiliz. Bu işi egzotik şeylere meraklı kişilere bırakıyoruz. Bizim derdimiz, güneşin altında çürüyüp giden bir leşe dönüşmüş sömürge toplumunun ömrünü uzatmak da değil. Biz, tüm köle kardeşlerimizin yardımıyla yeni bir toplum, eski günlerdeki kardeşlikle ısınmış, günümüzün üretici güçlerini kuşanmış bir toplum yaratmalıyız.” Césaire, Discourse on Colonialism, s. 45, 51–52. Yazarın asıl diriltmek istediği, o eski günlerin duygusu, ruhu. Kitap devamında, Nazi Almanyası’ndaki totaliter devletin yıllar boyunca sömürgeleri mahvetmiş olan güç mantığının uzantısı olduğunu, bu gücün söz konusu ülkede eskiden Avrupa dışı dünyada Avrupalıların uyguladıkları tekniği kullandığını, onun artık kıta ölçeğinde o çirkin kafasını gösterdiğini söylüyor.

[26] George Ciccariello-Maher, Sartre’ın insanların teorik bütünlükler arasında yaptıkları tercihlerde genelle özelin birlikte ele alındığını düşündüğünü aktarıyor. Özelle genel arasındaki gerilim, Sartre’ı Avrupalı felsefeci olarak sahip olduğu sınırları görmesini sağlıyor. Bu noktada Sartre, Yeryüzünün Lanetlileri için yazdığı takdim yazısında, sömürgecilik deneyimini teorileştiremeyeceğini söylüyor, bu işi Avrupalı olmayan aydınlara bırakıyor. Ciccariello-Maher’e göre Sartre’ın aldığı bu konum, onun Fanon ve Césaire’ın etkisi altındaki fikriyatının bir ürünü. Ciccariello- Maher, “European Intellectuals and Colonial Difference,” s. 129–54.

[27] Shari’ati, Bâzgasht, s. 27–28.

[28] 1952 tarihli kitabının sonunda Fanon, Hegel’in efendi-köle diyalektiğine atıfta bulunarak, şunları söylüyor: “Beyazla siyah açıktan çatışmıyor. Bir gün geliyor, siyahi köleyle çatışmayan beyaz efendi, o siyahi köleyi tanıyor. Oysa kendisinin tanınmasını isteyen, kölenin ta kendisi.” Başkasının kendisine dair bilincini dert edinen köle, tanınmak, kabul görmek için çatışma içine girmek istiyor. Köle, karşısındakiyle eşit düzeyde insan olduğunu ortaya koyabilmek adına, o kuruluş momentine geri dönmeyi arzuluyor. “Ama artık çok geç” diyor Fanon. Kölenin tarihi önceleyen bir moment olarak o mutlak mütekabiliyetin gerçekleştiği kuruluş anı geçtiği için aynı şekilde kabul göremiyor. Bu anlamda, biçimsel kabul yüzünden köle, kendisine ait olumsuz becerileriyle birlikte hakiki manada özgür bir insan öznelliğinden çok bir nesneymiş gibi muamele görüyor. Biçimsel düzeyde kabul gören siyahi adamın içini çatışma arzusu kemiriyor. Böylelikle kendisine verilmiş olanı hak edeceğini düşünüyor. Siyah, beyazın kendisine yönelik hakaretlerini bekliyor, kendisine hayatını riske etmesi için bir sebep vermesini, ondan şiddet yoluyla acısını çıkartmayı istiyor, ama o bahane bir türlü gelmiyor. Fanon, Black Skin, s. 216–22. Fransızcası için bkz.: Fanon, Peau Noire, s. 175 – 80. Şeriati, Fanon’un Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabını Yeryüzünün Lanetlileri çevirisinin giriş bölümünde derinlemesine ele alıyor. “Frantz Fanon ve Düşüncesi” başlığını taşıyan bu giriş bölümü için bkz.: Fanon, Duzakhiyan, s. 15–21.

[29] Şeriati, bu “yerli milliyetçiliğinin” bir tür dönüş anlamı taşıdığını görüyor ama bu anlayışı “gerici dönüş” (bezgeşt-i irticai) olarak görüp reddediyor. Bu noktada Şeriati, kendisini ilgili yaklaşımdan ayrıştırmaya çalışıyor: “Bu dönüş anlayışı ırkçılıktır, faşizmdir, Nazizmdir. […] Biz, ırka dönmek istemiyoruz. […] Biz, insanların kana ve toprağa tapmalarını sağlamak istemiyoruz.” Milliyetçilik karşıtı fikriyatı İslam öncesi geçmişi yücelten yaklaşımlarla birlikte karşıya atan Şeriati, geçmişe yönelik bu türden değerlendirmelerin kitlelerde karşılık bulmadığını, sadece akademide ilgi gördüğünü söylüyor. Shari’ati, Bâzgasht, s. 28–30. Bu ifadeler, 1976’da Kayhan’da yayınlanan “Bezgeşt be Kiş” yazısının o dar milliyetçi mesajı ile birlikte ele alındığında, yazının SAVAK elinden çıkma olduğu iddialarını doğruluyor.

[30] Shari’ati, Bâzgasht, s. 7–8, Farsça çevirisi bana ait. Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri kitabını şu cümlelerle bitiriyor: “Yoldaşlar, hem Avrupa hem kendimiz hem de insanlık için bizim yeni bir deriye, yeni bir düşünme biçimine, yeni bir insana ihtiyacımız var.” (Pour l’Europe, pour nous- mêmes et pour l’humanité, camarades, il faut faire peau neuve, développer une pensée neuve, tenter de mettre sur pied un homme neuf.”) Fanon, Les Damnés, s. 306. Tüm kitabın çevirisi öncesi bu sonuç bölümünü yayınlayan Şeriati, Fanon’un Hegel’in Avrupa’nın üstün olduğuna dair tespitiyle ilişkili Tin anlayışını redde tabi tuttuğu paragrafları aktarmıyor. Bu bölümde Hegel’in tarih felsefesi yeniden ele alınıyor. Üçüncü Dünya milletlerinin Avrupa’nın vaadini yerine getirdiğinden, eski sömürgelerin yeni insanın yaratılmasında asli fail olduğundan bahsediliyor. Kıyaslama için bkz.: Shari’ati, Bâzgasht, s. 406 ve Fanon, Les Damnés, s. 302–4.

[31] Şeriati, dini öze dönüş anlayışı ile Fanon’un birleşik sömürgecilik karşıtı cephede dinin kendisine yer bulamayacağına dair ısrarı arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları tartışırken, “insani özelliklere sahip olan hayatın ıslahına veya ihyasına” atıfta bulunur. Şeriati, bu noktada İslam’ı bir ideoloji olarak tarif ederken Fanon’la benzer bir dile başvurur: “İdeoloji biçimini alan İslam, tevarüs etmiş, geleneğe ait, donmuş kavmiyetçi kalıpların toplamından çok manevi doğuşun yeniden gerçekleşmesi, düşüncenin ve hareketin dirilişidir. Burada mesele, geçmişe dönmek değil, bugündeki geçmişi diriltmektir. Bu ikisi, aynı şeyler değildir.” Shari’ati, Islamshenasi, s. 170, 173, Farsça çeviri bana ait.

[32] Fanon, Peau Noire, 183 ve Fanon, Black Skin, 226, çeviri bana ait. Fanon, “Kuzey Afrika Sendromu”nu tartıştığı bir makalesinde “hayattaki ölüm” ifadesini kullanır. Fanon, Toward the African Revolution, s. 3–16.

[33] Benim Fanon’un “yeni bir genel (evrensel) arayışı” içerisinde olduğuna dair yorumum, onun Hegelci teorideki konu başlıklarıyla ilişkisine dair tespitimi esas alıyor. Sekyi-Otu, Fanon’s Dialectic of Experience, s. 22–27.

[34] Fanon, Black Skin, s. 231.

[35] “Afrika kıtasında güç, sömürgecilik ve emperyalizm, deri rengine bürünür.” Fanon, Duzakhiyan, s. 19, Farsça çeviri bana ait.

[36] Fransızcada Devrimin Sosyolojisi, İngilizcede Geberen Sömürgecilik adıyla yayımlanan Cezayir Devrimi’nin Beşinci Yılı kitabının “Başını Açan Cezayir” başlıklı birinci bölümünde Fanon, sömürgeye dair algı üzerinden Müslüman’ın ırksallaştırıldığını söyler. Ardından tesettürü Kuzey Afrika’da farklılığın bir alameti olarak tarif eder, sonra da Cezayirli kadının sömürgeleştirilme deneyimini tesettürle ilişkisi üzerinden aktarır. Fanon, A Dying Colonialism, 1. Bölüm, bilhassa s. 35, 58–59. Fransızca özgün metindeki bölümler için bkz.: Fanon, Sociologie d’une révolution, 1. Bölüm, bilhassa s. 16–17, 42–43. Cezayirli kadının kaslarındaki gerilim, Yeryüzünün Lanetlileri’nin birinci bölümünde sömürge üzerinden tarif ediliyor.

[37] Shari’ati, Bâzgasht, s. 22–26, çeviri bana ait. Şeriati, “Batı” gibi “Afrika”yı da kapsamlı bir genelleme çabası dâhilinde kullanıyor. Metinde Fanon’u Antiller üzerinden tanımlıyor. Ama bazen de Fanon ve Césaire’ı “Afrika” ile ilişkilendiriyor. Bu türden genellemelere, şu tarz ifadeler eşlik ediyor: “Afrikalı bir aydın, siyahi, Afrikalı, kabileye aitliği, hatta gerçekte gurur duyulacak bir şeyi olmasa da Afrika’nın geçmişiyle övünebilir.” Shari’ati, Bâzgasht, s. 23. Ben, burada Şeriati’nin önermelerini ele almıyorum, bunların kişinin oluşumuyla alakalı anlayışında kendilerine nasıl yer bulduğu meselesine odaklanıyorum. Bundan sonra yapılacak araştırmalar, devrimci İran’da antiemperyalist söylemde ırksal dinamikleri dikkate almak zorunda.

[38] “Maske” ifadesi, Şeriati’nin bezgeşti ve şehadeti tartıştığı birçok metinde karşımıza çıkıyor. Şeriati, Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri eserinin sonuç bölümünü çevirirken, “düzensiz kılma, bir şeyin olağan işleyişini bozma” anlamına gelen “détraquer” fiili yerine kullanıyor. Fanon ise bu fiile geri dönüş vaadinin çözmesi gereken bir sorun olarak, Avrupa’yı yakalama anlayışını eleştirirken başvuruyor. Üretimin yoğunlaşmasından artık bahsetmemek, onun üzerinden düşünmemek gerektiğini söyleyen Fanon, Doğa denilen karşıt biçime dönüşe reddiye sunuyor. İlgili fiili, bu süreçlerin insan zihninin uygun işleyişini bozduğunu anlatmak için kullanıyor. Fanon, Les Damnés, s. 304. Bu açıdan, Şeriati’nin “maske” kelimesini kullanması önemli. Shariati, Bâzgasht, s. 406. Burada Şeriati, mecazlar arasındaki uyumu bozmakla kalmıyor aynı zamanda Fanon’dan teorik açıdan farklı yönlerine işaret ediyor. “Mask şodan” (“maske oluyor”) ifadesi, hem metamormozu hem de teknik açıdan ölüm anında ruhun başka bir bedene geçişini anlatıyor. Yaygın kullanımında kelime, biçimi değişen bir şeyin artık gerçekte olduğu haliyle görünmemesi anlamına geliyor. Fanon’un farklı sömürgecilik deneyimlerinin yol açtığı sonuçlara uygun bir yaklaşım geliştiren Şeriati, şekildeki ve zevahirdeki değişime atıfta bulunuyor, bu açıdan kelimeye çok farklı bir anlam veriyor. “Mask şodan” ifadesi üzerinden tarih gibi ruhun da biçimsel açıdan, tanınma ve kabul sonrası bozulduğu söyleniyor.

[39] Buradaki atıfların ve uyarlama çabalarının kasti olup olmadığını bilmiyoruz ama Fanon’un kitaplarında kavramlar üzerinden ilginç bir oyun oynanıyor. Fanon, Paris’teki eğitimli siyahi adamın kendisini ortaya koyamamasının sebeplerini anlatıyor ama onun görüşleri zencilikle ilgili süreçte mevcut sınırlarla ilişkisini kopartıyor. Fanon, tanınma meselesiyle ilgili tartışmasında esas olarak bu kendini ortaya koyamama halinden şikâyet ediyor. Fanon, Black Skin, s. 109–40, 216–22. Şeriati ise Fanon’un teorik çerçevesini alıyor, İranlının kendisini ortaya koyamama halinden şikâyet ediyor ama bu hali Afrikalının mevcut haliyle karşı karşıya getiriyor. Burada esasen Fanon’un değil, Césaire’ın sözüyle ilişki kuruyor. Ama bir yandan da Césaire ve Fanon’u birlikte anımsatıyor. Ama Fanon’un adını anmıyor. Demek ki Fanon’la kendisini bir görüyor. Onu bilinç düzeyinde sahipleniyor.

[40] Shari’ati, Bâzgasht, s. 32, çeviri bana ait. Özünde Şeriati, sömürgeciliğin tümüyle yadsıyamadığı, erişilebilir bir gelenek olarak varlığını sürdüren, geçmişe ait bir ontolojiden söz ediyor. Bezgeşt, esasında bu geleneği yeniden canlandırma çabasını anlatıyor. O, antiemperyalist bir teorik çerçeve içerisinde imal edilmiş bir Haydegerci yapıya denk düşüyor. Heidegger, Being and Time, s. 435. Şeriati, Césaire ile Fanon’un öz anlayışından kendi anlayışını ayrıştırmak için Heidegger’den fikirler alırken nihayetinde sömürgecilik karşıtı bu iki ismin geliştirdiği, temelde Hegelci olan felsefi birikimi devreye sokuyor. Bu düzlemde, Heidegger’in görüşlerinin Hegel’in görüşleriyle yan yana gelişini Aydınlanma karşıtlığının bir parçası olarak gören Ali Mirsepassi, aşırı genelleme tuzağına düşüyor. Ama öte yandan Mirsepassi, Şeriati’nin hümanizm eleştirisini Heidegger’in hümanizm eleştirisiyle denkleştirirken haklı. Lakin buradan Şeriati’nin Marksizme yakınlığı ile bu eleştirel duruş arasındaki ilişkiyi kopartmak da doğru değil. Neticede Mirsepassi, Şeriati’nin “kültürel veya politik özerkliği feda etmeden moderniteyi benimse için çağdaş bir reçete” diyen hakikilik tanımını Heidegger’e bağlıyor. Oysa Heidegger, kendi kendisinin efendisi olma ve araçsallık gibi anlayışları reddeden bir antihümanist. Bu analizin örneklendiği bir örnek için bkz.: Mirsepassi, Intellectual Discourse, s. 121–23. Heidegger’in teknolojinin Marksist temellük ve yabancılaşmadan kurtulma ile ilgili dilde yaygın olarak gördüğümüz “insani ihtiyaçlar”ın hizmetinde olacak şekilde, araçsal düzeyde kullanımına karşı çıkan görüşleri konusunda onun şu eserindeki “daimi ihtiyat kuvvet”le ilgili tartışmasına bakılabilir: The Question Concerning Technology, s. 3–35.

[41] Şeriati’nin bahsi edilen derste mektupları tartışıyor. Bunun haricinde ilgili yazında bu mektupların varlığına dair elimizde herhangi bir delil yok. Şeriati’nin belâgat gereği derslerinde kurgusal karakterlere ve hikâyelere yer verdiğini biliyoruz. Rahnema, An Islamic Utopian, s. 161–75. Aynı eğilim dâhilinde Şeriati, şehadet kavramını hem kurgu hem de tarihsel gerçekler üzerinden tartışıyor.

[42] Shari’ati, Islamshenasi, s. 169–71, çeviri bana ait.

[43] Shari’ati, Bâzgasht, 13–14, çeviri bana ait.

[44] Fanon, Wretched, s. 6.

[45] Bu pasajın başında Şeriati, öze dönüş kavramını ürettiği için din üzerinden düşünmeyen kimi aydınların isimlerini övgüyle anıyor. Liste, Césaire, Fanon, Julius Nyerere, Jomo Kenyatta, Leopold Senghor, Katib Yasin gibi isimleri içeriyor. Ayrıca burada Celâl Âli Ahmed’in ismi de zikrediliyor. Shari’ati, Bâzgasht, s. 1 –13, çeviri bana ait.

[46] Fanon, Wretched, s. 18.

[47] Ali Şiası-Safevi Şiası arasındaki ayrım, Şeriati’nin düşüncesinin üzerine kurulu ana sütunlardan birini teşkil ediyor. Shari’ati, Tashau Alavi, Tashau Safavi. Özet bir çevirisi için bkz.: Keddie, Roots of Revolution, s. 217–20.

0 Yorum: