06 Haziran 2025

,

Arap Milliyetçi Hareketi’nde Enternasyonal Sosyalizm



Haziran 1967’deki savaşı basitleştirici bir yaklaşım dâhilinde “Arap milliyetçiliğinin Waterloo’su”[29] olarak gören anlayış, Arapların 1967 öncesi Nasır’ın projesine sundukları desteğe gereğinden fazla vurgu yapıyor. Bu anlamda, aslında hepimizin gayet iyi bildiği bir dizi gerçeği değersizleştiriyor:

1. 1961’de Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin çöküşüne uzanan süreçte Arap milliyetçi hareketi içerisinde oluşan derin çatlaklar;

2. Nasır’ın liderliğini kimi isimlerin kabul etmemesi;

3. Özelde Filistin, genelde bölgede süren antiemperyalist mücadeleye dair yorumlarda yaşanan anlaşmazlık.

Nasır’ın projesine sunulan desteğe gereğinden fazla vurgu yapanlar, savaşa uzanan süreçte Mısır, Suriye, Irak ve Ürdün’ün uluslararası ilişkiler düzeyinde ulus-devlet merkezli hesaplar yaptığı gerçeğinin üzerini örtüyorlar.[30] Politik ideoloji ve toplumsal hareketler düzleminde ise ilgili yaklaşım, devrimci sosyalist eğilimleri, liberal hümanist eğilimleri, işçilerin ve öğrencilerin kurtuluş mücadelesini, genelde Arap ülkelerinde ve dünyada Yeni Sol’un asli hedefler olarak gördüğü özyönetim, iktidarın ve kaynakların merkezsiz kılınması ve özyönetim kavgasını marjinal şeylermiş gibi görüyor. Hâsılı bu yaklaşım, ilgili dönemde politik açıdan aktif olan Arapların dünyayı görme tarzını öne çıkartıyor.

Ben burada ilgili eğilimleri, Haziran Savaşı öncesinde, esnasında ve sonrasındaki halleri üzerinden analiz etmeden önce, Yeni Sol’u 1948 sonrası Arap Ortadoğusu’nun genel politik zeminine yerleştiren, köklerini Arap Milliyetçi Hareketi’nde bulan, milliyetçilikten devrimci sosyalizme doğru dönüştüğünü söyleyen yaklaşımımı kısaca aktaracağım.

Yeni Sol örgütler, Arap sahnesine “Arap sosyalizmi”yle kaynaşan laik milliyetçiliğin 1948’de Filistin’in kaybına mani olamayan eski elitlerin başarısızlığına bir cevap sunduğu koşullarda ortaya çıktı.[31] Arap sosyalizmi anlayışını ilk geliştiren isim, Batılı ve materyalist değerleri dayattığını düşündüğü komünistlere karşı kırklarda Baas Partisi’ni kuran Mişel Eflak’tı. Eflak’a göre “Arap sosyalizmi, milliyetçi devletin bir kolu ve sonucu, milliyetçiliğin dayattığı bir zorunluluk”tu. “Arap sosyalizmi, milliyetçi ülkü denilen köke bağlı bir kol”du.[32] Eflak, milliyetçiliğin (kavmiyetçiliğin) Arap sosyalizminin inşası için gerekli manevi temeli temin ettiği düşüncesindeydi.[33]

Sömürgecilik karşıtı kavganın zirvede olduğu koşullarda sosyalist ilkelerle ve Fihteci “kan ve toprak” anlayışını esas alan milliyetçi ilkeleri muğlak bir zeminde harmanlayan bu yaklaşım, geniş ilgi gördü. Arap öğrenciler, örgütlenerek yeni partiler ve hareketler inşa ettiler, hatta bunların bazıları, Suriye, Irak, Cezayir, Mısır, Libya ve Yemen’de iktidara geldiler.

FLN haricinde Baasçı partiler, Genç Subaylar Hareketi ve Arap Milliyetçi Hareketi (AMH), bölgeleri kuşatan, devrimci düşünce ve eylemin gelişeceği önemli bir zemin oluşturdu. 1949’da Şam ve Beyrut’taki Filistinli öğrencilerden oluşan küçük bir grubun kurduğu Arap Milliyetçi Hareketi, ellilerde tüm bölgeyi kuşatan hücre ağına sahip oldu.[34] Arap solculuğu, tam da bu zeminde gelişti. İşte asıl mesele de bu gelişmenin üzerinde pek durulmaması.

Ta başından itibaren AMH’nin düşünce dünyasının merkezinde Filistin vardı. Ama ellilerin sonlarından itibaren bu düşünce dünyası, toplumun sosyalist dönüşümüyle ilgili yaklaşımları benimsedi. Zamanla ilgili eğilim Marksizme evrildi ve neticede Arap Körfezi’ndeki önemli devrimci hareketler yanında FHKC ve FDKC gibi yapıları üretti.[35]

İlk başta AHM, uluslararası meseleler ve gelişmeler konusunda pek bir görüş ortaya koymadı. Zaten bu dönemde sosyalizm de milliyetçi fikirlerin ve önceliklerin gölgesi altındaydı. Örgütün eski üyelerinden Velid Kazziha’nın da aktardığı gibi, ellilerde Beyrut’ta örgüt üyelerinin yabancı bir ürün almasına izin verilmiyor, onlardan gizli çalışma yürüten kardeşlik örgütü bünyesinde milli davaya sıkı sıkıya bağlı olmaları bekleniyordu.[36]

Örgütsel düzeyde diğer birçok örgüt gibi AHM de faşistlerde görülen güçlü lider anlayışını benimsedi. Corç Habeş, her ne kadar tartışmalı bir isim olsa da yeni üyelerin karşısına karizmatik bir isim olarak çıkartılıyordu[37] Örgüt üyeleri, ideolojik açıdan faşist değil, milliyetçiydi. Lübnanlı Dürzi düşünür Ali Nasreddin ile Arap milliyetçisi düşünür Sati Husri gibi isimlerden beslenen üyeler, bir yandan da Nekbe ve Arapların intikam alması (örgütün çıkarttığı dergilerden birinin adı Zar’dı [“İntikam”]) fikri üzerinden kendince okumalar gerçekleştiriyorlardı. Eski liderlerin kendilerine ihanet ettiklerine inanan birçok Arap, güçlü olmayı, birleşmeyi ve bağımsızlaşmayı müşterek hedef olarak belirledi. AMH’ye göre, Araplar Filistin’i ancak birleştiklerinde geri alabilirlerdi ki bu da toplumsal düzeyde ajitasyon faaliyetine ihtiyaç duyuyordu. Asli hedef, toplumsal alanı reforma tabi tutmak değildi. Bu hedefe Arap ülkelerini birleştirecek devrimden sonra da ulaşılabilirdi. Bu sebeple, Arap Milliyetçi Hareketi, Suriye ve Mısır’ın Birleşik Arap Cumhuriyeti çatısı altında birleşmesi fikrine destek verdi, ayrıca bu cumhuriyetin yürürlüğe koyduğu sosyal reform programlarından da beslendi. 1961’de cumhuriyetin dağılması sonrası hareketin bazı üyeleri Nasır’a yakınlaşırken, bazıları da Suriye Baası’nın liderlerinin emriyle atıldıkları hapishanelerde ömür çürüttüler.[38]

AMH’ye birçok Arap ülkesinden, farklı geçmişlere sahip insanlar örgütlendi. Bu da örgütün bütünlüklü yapısını muhafaza etmesini güçleştirdi. Güçlü ve merkezi bir lider kadrosu oluşturmaya ve düşüncelerin seyrini izleyecek araçları devreye sokmaya başlayınca böylesine farklı renkleri içeren, çok boyutlu bir hareketin varlığını sürdürmenin çok zor olduğu görüldü.

AMH, farklı toplumsal geçmişlere, düşünsel bagajlara ve milli geleneklere sahip bireylerin kendilerince katkıda bulundukları karmaşık ve çok uluslu bir birlikti. Arapçılık, üyeler arasındaki bağı tanımlayan ve oluşturan düşünceydi. Buna karşın hareket, intikam, birlik, hürriyet, Arapçılık ve Arap milliyetçiliği gibi ana ideolojik yaklaşımlara yönelik farklı görüşleri içeren bir yapıydı.[39]

Batılı fikirlere açık olan ve farklı unsurları içeren kamusal alanıyla Lübnan’da politik liberalizm ve enternasyonalizm güçlü geleneklerken, Körfez’de Suudi Arabistan sorunu ve emperyalizmle petrol arasında doğal sebeplere bağlı olarak oluşmuş olan yapısal ilişki, ağırlıklı bir yere sahipti.

Ellilerin sonuna dek AMH’nin bakış açısı bölgeyle sınırlı kaldı.[40] Üyeler yürüttükleri mücadeleyi, müşterek cemaate denk düşen dini bir terim olarak “Arap ümmeti” üzerinden anlamlandırıyorlardı.[41] Ancak bu, esasen söylem düzeyinde öne çıkan bir kavramdı. Farklı yükümlülüklerin ve itirazların koşulladığı farklı emperyalizm değerlendirmeleriyle AMH, zamanla Arap gerçekliğinde uluslararasını gören bir emperyalizm teorisi geliştirdi.[42]

Filistinli mülteciler Corç Habeş, Nayif Havatima gibi önemli AMH üyeleri, Batılı emperyalist güçlerin İsrail’in oluşumuna ve hayatta kalışına nasıl katkıda bulunduğunu, bu güçlerin uluslararası sistem içerisinde sahip oldukları hegemonik konum üzerinden Arap milletini bölmek için sürekli çalıştıklarını görüyorlardı. AMH kadroları, bulundukları Lübnan, Ürdün, Suriya, Mısır ve Kuveyt gibi ülkelerde emperyalizmin Arap ajanlarına karşı koyacak ağlar inşa ettiler, direnişi örgütlediler, uluslararası güçlerin çabalarına bu şekilde cevap verdiler. Aynı kadrolar, solcu konum uyarınca, sosyal adalete dair meseleleri dert edindiler, eylemlere katıldılar, gençleri örgütlediler. Bu insanlar, 1960 öncesi dünya genelinde gelişmiş olan hareketin bilinçli unsurlarıydı.[43]

Ancak 1957’deki Ulusal Konferans’ta başlayan, zirvesine Mills’in New Left Review dergisine mektup yazdığı 1960 yılında ulaşan süreçte AMH içerisinde önemli bir değişiklik yaşandı. Hareket bünyesinde enternasyonalist sosyalist eğilimle toplumsal devrim aşaması öncesi birliğin sağlanması gerektiğine inanan eğilim arasında bir ayrışmaya tanıklık edildi. Beyrut’ta çıkan Hürriyet dergisine makaleleriyle katkı sunan Marksist birikimiyle Lübnanlı Şii İbrahim Muhsin, AMH’yi Arap halk kitlelerinden koparttığını düşündüğü aşamacılığa yönelik muhalefete öncülük etti. Arap solcuları nezdinde Mills’in mektubuyla aynı zamanda yazılmış, onun kadar tesir yaratmış olan makalesinde İbrahim Muhsin, şunları söylüyordu:

“Arap milliyetçiliği hareketinin ilerici toplumsal devrimden ayrıştığı dönem sona ermiştir. Bununla birlikte, bağımsızlık ve birlik taleplerini uygun bir ilerici teorik çerçeveye yerleştirmeden bu talepleri savunmuş olan, iki dünya savaşı arasında Arap vatanında mücadele yürüten geleneksel milliyetçi partilere ait olduğumuz o aşamanın sonuna gelinmiştir.”[44]

İbrahim’in destekçileri vardı. Ancak Corç Habeş’e sempati duyanlar açısından bu türden bir ilerici sapma, esasen milliyetçi projeyi tehdit edecek, enternasyonal sosyalizme yönelik aşırı vurgudan başka bir anlama sahip değildi. Habeş ve mensubu olduğu politik kanat, Hürriyet grubunu komünist görüyor, Arapların başındaki belâyı enternasyonalist bir yerden okumanın tıpkı Arap komünist partilerinde tanık olunduğu gibi, milli hareketin özgürlüğünü ortadan kaldıracağını düşünüyordu.[45]

1967’de Marksizmin Sahneye Çıkışı

1957-1963 arası oluşan hizipler, sadece soyut tartışmalardan neşet etmiş olgular değildi. Bu dönem boyunca AMH, Abdürrezzak Takriti’nin 2012 tarihli Muson Devrimi kitabında ayrıntılarıyla anlattığı, Umman’daki iktidarı yıkmaya yönelik devrimci faaliyetlere iştirak etti, ardından örgüt, devrimi Suudi Arabistan’a ihraç etmeye çalıştı. AMH üyeleri, bölgede süper güçler arasındaki kapışmanın dışında durmaları gerektiğinin bilincindeydiler. Ancak öte yandan, devrimin ve karşı-devrimin enternasyonalist niteliği üzerinde giderek daha fazla durdular. Örneğin 1964’te AMH’nin önde gelen üyelerinden biri, Kuveyt’te yapılan, Körfez’de faaliyet yürüten üyelerin düzenlediği toplantıda, Suudi Arabistan’ın konumuyla Maoist Çin’in Asya’daki konumunu kıyasladı. Bu üyeye göre, kitleleri harekete katmak suretiyle, devrimin ticari çıkarların kalbine bıçağı saplaması gerekiyordu.[46] Hürriyet dergisinde de süreç içerisinde Amerika’daki insan hakları hareketi yanında Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki sömürgecilik karşıtı savaşlara dair yorumlara daha fazla yer verildi.

Örgütün ana görüşü, İsrail ve Batı karşısında Arapların egemenliğine yeniden kavuşmasını öngören milliyetçi ideoloji üzerine kuruluydu. Ancak emperyalizm konusunda örgüt, kapitalizme ait bir uzantı olarak emperyalizmin devlete sahip olma imkânını ortadan kaldırdığını söyleyen Marksist-Leninist emperyalizm teorisine yöneldi.[47] AMH’nin 1957’de yayınladığı resmi belgelerinden biri, “tekelci kapitalizmin doğal olarak emperyalizm denilen uzantıya yol açtığını” söylüyordu.

Bu mantık uyarınca “milliyetçi mücadele, hem antiemperyalist hem de antikapitalist bir mücadele”ydi. Arapların birliği için mücadeleyi öncelikli gören aşamacı model asli zorunluluk mudur değil midir, ayrıca ekonomik ve toplumsal öncelikler aynı anda geliştirilebilir mi geliştirilemez mi gibi sorular üzerinden süren tartışma, bu yaklaşım üzerinden sona erdi. Aşamacılık ve devrimci örgütlerin asli öncelikleriyle ilgili bu tartışma, aynı zamanda Arap ülkelerinin meşru liderleri burjuvaziyle ittifak kurmalı mı kurmamalı mı üzerinden süren mücadelenin somut bir tezahürüydü. Bu tartışma, sadece AMH ile Baasçıları değil diğer tüm solcu örgütleri böldü.

1963 tarihli konferansta Muhsin, sınıfsal analizi öncelikli görmek gerektiğine dair gerekçelerini detaylarıyla aktardığı raporunu sundu. Muhsin, zamanla Nasır’a yakınlaştı hatta onun yoldaşı oldu, altmışlı yıllar boyunca neredeyse her ay Nasır’ı ziyaret etmek için Kahire’yi gitti.[48] Nasır’ın niyeti, tüm Arap devrimci hareketlerini, özelde İsrail’le çatışma sürecini tetikleyebilecek Filistinli örgütlerini kontrol etmek, bu Filistinli örgütlere süreci provoke etmelerine imkân vermemekti.

Bu süreçte Nayif Havatima gibi AMH’nin önde gelen Filistinli üyeleri, tıpkı Vietnamlılar ve Cezayirliler gibi doğrudan eylem modeline ihtiyaç olduğuna inanmaya başladılar. Zaten o dönemde birçok Filistinli ülke dışında olduğu için içeride kitleleri harekete geçirmek de pek mümkün değildi.

Milliyetçi teoriye bağlı olanlarla sınıfsal analizi benimseyenler, AMH içerisindeki Nasırcılarla fedai fikrine meyilli örgütler arasında yaşanan bu çatışmalar, hiçbir zaman çözüme kavuşturulamadı. Ancak taraflar, bir şekilde geçici anlaşmaya vardılar ve bu anlaşma dâhilinde hareket, 1967 savaşı mevcut ayrışmaları kontrol edilemez düzeye taşıyana dek varlığını sürdürdü.[49]

Muhsin İbrahim’in 1960 Hürriyet dergisine yazdığı, Arap milliyetçilerine Arap halkının toplumsal mücadelelerine, özellikle işçi ve köylülerin mücadelelerine örgütlenmeleri çağrısı yapan makalesi bomba etkisi yarattı. Yazı, Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin hatalarına cevap olarak, ellilerin sonlarında hareket içerisinde tavırlarda yaşanan değişikliği özetleyen bir çalışmaydı. AMH’nin ona bölge ölçeğinde daha iyi hareket etme imkânı sunacak, esnek bir örgüte ihtiyacı olduğunu artık birçok insan görüyordu. Bu üyeler, aynı zamanda solcu güçlerle, mücadele eden sınıfların gündelik dertlerine tercüman olacak ittifaklar kurulması ve Arap komünist partileriyle doğrudan rekabet edilmesi gerektiğine inanıyorlardı.[50]

Arap komünist hareketlerinin tekil mücadele alanlarından uzak durmak yerine, onlarla doğrudan rekabet edilmesi fikri, hareketin uluslararası zemininin yeniden düşünülmesi ihtiyacını gündeme getirdi. AMH üyeleri ideolojik düzeyde sosyalistleştikçe düşünce ve eylem düzleminde bölgeyi değil, dünyayı gören bir yaklaşımı benimsemeye başladılar.

Bu yeni düşünce tarzı, AMH’nin “Suriye’de feodalizmin, kapitalizmin ve büyük çıkar gruplarının kullandığı güç”[51] olarak görüp eleştirdiği Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin 1961’de dağılması üzerinden daha da güçlendi. “Yakın düşman”ı bu şekilde tanımlayan AMH üyeleri, mücadelenin çerçevesini de çizdiler. Artık sadece üretim üzerindeki tekeli ve mülkiyeti kontrol edenlerle değil, ayrıca feodal veya kapitalist olmayıp mülk sahibi sınıfa mensup olmak adına basamakları tırmanma hayali kuran “tüm müttefikler”le yani küçük burjuvaziyle de mücadele edilecekti.[52] Küçük burjuvazi, Mısır ve Suriye’de Arap sosyalist hareketine bugüne dek müttefik olanlar da dâhil, Arap rejimlerinin tümü değilse bile büyük bir kısmına hâkim olan sınıftı.

Esasında AMH bünyesinde Marksizmin milliyetçi mücadele zemininde bölgeye uyarlandığından söz edemeyiz. Muhsin İbrahim, kendi duruşunu proletarya diktatörlüğüne karşı demokratik merkeziyetçilik çağrısı olarak görüyor ve bu duruşu bu düzlemde savunuyordu. İbrahim, aynı zamanda proletaryayı temsil eden ve ortak sorunlar yaşayan İsrailli solcularla diyalog kurulmasını istiyordu. AMH içerisinde ilk başta Yahudi karşıtı sonrasında Siyonizm karşıtı eğilimlerin güçlü olduğu koşullarda bu, esasen cesur bir duruştu.[53]

Örgüt içerisinde dümenin sola kırıldığı süreç bir boşlukta cereyan etmedi. Bu süreç, temelde altmışların ortalarında Arap siyasetinde ve toplumunda açığa çıkan eğilimlerin yansımasıydı. Sola yönelim, örgütün Baasçı rejimle Nasır konusunda çatışma yaşaması ardından, tam da Corç Habeş’in Temmuz 1962’den Mart 1963’e kadar Şam’da hapis yattığı dönemde gerçekleşti.

Bu dönemde AMH üyeleri, bir yandan da Abbas Beydun ve Fevvaz Trabulsi gibi Sosyalist Lübnan dergisinde yazan aydınlarla ve Lübnanlı Marksistlerle yakın ilişki kurdular ama iki taraf, birbirlerinin dergilerine katkı sunmadılar.[54] Habeş’in Beyrut’a dönmesi ardından hareket bölündü.

AMH’nin milliyetçi kolunu eleştiren Muhsin İbrahim, bir yandan da AMH’nin kendisini burjuva ve küçük burjuva bir örgüt olarak tarif ediyordu. Dolayısıyla, örgüt de Arap rejimlerinden daha iyi değildi.[55] Bu saldırı, İbrahim’le Habeş’i karşı karşıya getirdi. Pratiği teori karşısında her zaman önemli gören Habeş, İbrahim’i ve ait olduğu hizbi genelde Arap kitleleri, özelde sıradan örgüt üyelerini örgütten kopartacak aşırı teoricilikle suçladı.

Bu süreçte İbrahim, örgütün Nasır’ın himayesinde kurulacak devrimci örgütler koalisyonuna katılmasını istiyordu. 1964’teki tartışmaların ardından AMH içerisindeki Filistinlilerin önemli bir kısmı Habeş’in yanında hizalanırken, Iraklı ve Lübnanlı delegeler İbrahim ve Havatima’nın yanına gittiler. Aslında bir şekilde bu iki taraf, Haziran 1967 sonrası yaşanacak gelişmelerin ilk adımlarını ifade ediyordu. Bir taraf, Fetih’e ve ilk fedai eylemlerine açıktan veya gizli olarak duyulan saygı temelinde yürütülecek doğrudan halk eylemlerine yönelirken, diğer taraf, zaman içerisinde Marksist-Leninist teoriyi benimsedi.

Yenilgi Sonrası Yeni Sol

Altmışların sonunda kitleler ve devrimciler iki sıcak yaza tanıklık ettiler. Ortadoğu, 1967 savaşının şokunu atlatmaya çalışırken, dünya da gençlik isyanıyla çalkalanıyordu. Bu dönemde, Almanya, Uruguay, Senegal, Fransa, Lübnan ve ABD gibi farklı ülkelerde işçi ve öğrenci eylemleri çakıştı. Arap aydınlarının tüm ümitsiz halleriyle kültürel krizin derinliğinden bahsedip durduğu dönemde yeni toplumsal aktörler sahneye çıktılar ve 1968 yılını dünyayı sarsan bir momente dönüştürdüler.

Farklı ülkelerde açığa çıkan hareketler birbirlerinin yaptıklarını kopyaladılar, mücadele içerisinde geliştirilen yeni yöntemleri birbirlerinden öğrendiler. Bu sayede iletişim imkânları gelişti, böylece kişileri ve örgütleri birbirine doğrudan bağlayan bağlar oluştu.

Paul Berman, A Tale of Two Utopias [“İki Ütopya Masalı”] isimli kitabında 1968’de dört devrimin gerçekleştiğini söylüyor. İlk devrim, orta sınıf alışkanlıklarını değiştiren öğrenci eylemleri. İkinci devrim, Batı’daki modernleşme sürecinin geliştirdiği materyalizmi önemli bir kısmı üçüncü dünyadan ödünç alınan yeni bir içerikle donatma çabası anlamında “ruh sahasındaki ayaklanma”. Üçüncü devrim, sömürgelik halinden yeni kurtulmuş ülkelerde gelişen, orman yangını misali her yanı saran Marksist-Leninist hareketler. Dördüncü devrim de yeni gelişen devrimci sistemler içerisinde açığa çıkmış totalitarizme karşı verilen mücadele.

Filistinli fedailerin merkezde durduğu Yeni Arap Solu, 1967 sonrasında bu dört ayaklı devrimin küresel öncülerinden biri olarak ortaya çıktı. Avrupa, ABD ve başka yerlerde birçok Yeni Solcu örgüt, kendisini emperyalizme karşı örgütlenecek halk mücadelesinin somut örneği olarak görüyordu.

Arap Milliyetçi Hareketi açısından Haziran Savaşı, Muhsin İbrahim etrafında toplaşmış olan Hürriyet grubu ile Corç Habeş yanında, Lübnan’da çıkan Muharrir gazetesinin Filistin isimli ekine yayın yönetmenliği yapan yazar Gassân Kenefâni gibi Filistinli militan aydınların oluşturduğu Filistin dergisi grubunun önceliklerinin netleşmesini sağladı. Haziran 1967 öncesinde Filistin dergisi grubu Nasır’a bağlıyken, savaş sonrasında hızla bağımsız eylem çizgisini benimsedi.[57]

Bu süreçte Habeş FHKC’yi kurdu. İbrahim ise uzun süredir dost olduğu Lübnanlı Marksist örgütleri birleştirmek için kolları sıvadı. Şu veya bu düzeyde Marksist olan iki örgüt de farklı vurgularla da olsa, Arap devriminin ve dünya devriminin doğal öncüsü olarak bağımsız bir Filistin halk hareketinin örgütlenmesi fikrini benimsedi.

Hürriyet dergisinin 1967 yılının sonlarında çıkan sayıları, yenilginin izlerini taşıyordu. Dergi, bu momentte Avrupa’daki eylemleri ve isyanları, bunlarla birlikte, Küba ve Vietnam’daki gelişmeleri aktardı. Derginin Ağustos, Eylül ve Ekim sayılarında “Vietnam’dan Ne Öğrenebiliriz?” türünden, Fransız öğrenci hareketiyle Lübnan öğrenci hareketini, ayrıca AMH ile Castro Küba’sını kıyaslayan makalelere yer verildi.[58] Bir başka makalede “Direniş Yolu Nereden Geçer? Castro Araplara Ne Söyler?” sorusu üzerinde duruluyordu.[59]

Enternasyonalizme yönelme süreci dâhilinde ABD, Arapların ve mücadele eden diğer halkların asli düşmanı olarak belirlendi. Yaşanan yenilgiye yönelik tepki dâhilinde Havatima ile İbrahim, Nasır’ın karşısında konumlandı. Bu karşıtlığın sebebi, sadece Nasır’ın savaşa askeri açıdan hazırlanmamış olması değil, yürüttüğü politikaların sosyalist niteliğinin yetersiz oluşuydu.[60]

Che Guevara 9 Ekim 1967’de ölünce Hürriyet tüm sayısını bu konuya ayırdı. Derginin bu sayısı, üzerinde “Guevara ya da Üçüncü Dünyanın Hiç Ölmeyecek Devrimi” yazısının bulunduğu kapakla çıktı.[61]

Che’nin ölümü bir sonraki sayının da konusuydu. Ömrünün sonuna dek solcu Lübnan gazetesi Safir’in yayın yönetmenliğini yapan Talal Selman, bu sayıda hem Che’nin ölümünü hem de “hezimet” olarak nitelenen, Nasırcı projenin ölümünü birlikte ele alan bir şiirine yer verdi. Che’yi İsa’ya benzeten şiirde “Che, mücadele eden, Küba, Bolivya ve Arap ülkeleri kadar esmer olan, yüz milyonlarca insan yaşasın diye öldü. Tıpkı İsa’nın hayatında görüldüğü üzere Che’nin hayatını kurtarmak zorunda olanların ihanetiydi onun canına mal olan” tespitinde bulunan Selman ardından, kendisini de ihanet edenler arasında sayarak “Che, seni ben öldürdüm!” diyordu.

“Ben veya o, burada etrafımda olan herkes,
Şu hezimeti bize dayatanlar,
Başka başkentlerde oturup
Peşinen mağlubiyeti kabullenenler,
O lanet ihanetin küstah yüzünü görmek için
Hezimet yolunda silahlananlar…

Seni ben öldürdüm, çünkü
elim silaha alışkın değil, çünkü
Silahım lal kaldı.

Çünkü o sadece cenazelerde dilbaz ve neşeli.
Bu hep birlikte işlediğimiz suç, ancak
Guevara’nın yolundan gidersek,
Aşağıdaki dizelerde sureti beliren ortak düşmana karşı
o karanlık diyarlar ele silah alırsa affolur:

Guevara: Benim seni öldüren…
Çünkü ahtapotun kollarına buralarda kimse dokunmadı.
Senin Küba’da
Başkalarının Vietnam’da kestiği gibi
Ben de burada kesseydim o kolları
Sen şimdi olduğun yerde olmayacaktın.
Onlar övüne övüne gösteremeyeceklerdi çıplak bedenini.
Amerika’nın ve doların dayattığı barış döneminde
Güneşi öldürmeyi doğal bir şeymiş gibi takdim edemeyeceklerdi.”

Selman’ın bu hüzünlü ve kendisini kırbaçlamak kadar acı verici şiiri edebiyat tarihine geçmeyebilir ama şiirin Haziran Savaşı’na yönelik duygusal ve ideolojik tepkilere dair genel bir görüş sunduğuna hiç şüphe yok. Bu haliyle şiir, 1967 sonrası Yeni Arap Solu’nun girdiği iki yolu özetliyor. Selman, bir yandan 1967’yi o dönem başlayan güçlü özeleştiri sürecine uygun düşen bir okuma yapıyor, bir yandan da umutlarını Asyalı, Afrikalı ve Arap kimi isimlerin temsil ettikleri küresel devrime ait yeni ikonik kahramanların başlattığı halk hareketine bağlıyor. Şiirde aktarıldığı biçimiyle, emperyalizm, yüzüne geçirdiği maskeyi bizzat kendisi parçalıyor. O maskenin altından kolları her yana ulaşan bir ahtapot olarak Amerikan hegemonyası çıkıyor.

Bahsi edilen özeleştiri sürecinde öne çıkan Marksist düşünürlerden biri de Sadık Celâl Azmi. 1969 tarihli Yenilgi Sonrası Özeleştiri isimli kitabında Azmi, aydınlanmacı ilkelere sarılıyor ve bu ilkeleri geleneksel/modernist ikiliği üzerinden ele alıyor. Ardından da Arap toplumlarında eksik olduğunu yaşanan hezimetle birlikte anladığımız akıl, bilim, analiz ve demokrasi gibi ilerleme için gerekli temel öğelerin modernizasyonla birlikte temin edileceğini söylüyor.[62] Burada modernite, Azmi’nin kurtuluş için gerekli araç olarak gördüğü eleştiriye denk düşüyor.

Diğer düşünürlerse yaşanan yenilgiyi ve onu takip eden krizi Batı’nın aşırı etkisine ait semptomlar olarak gördüler ve kendi kültürlerinin köklerine sarıldılar. Bu kökçü eğilim dirençli olduğunu kanıtladı. Yetmişlerde başlayan İslami uyanışla birlikte Arap toplumlarında farklı türde bir devrim kendisine yol buldu.

Muhtemelen yirminci yüzyılın sonlarında özeleştiri süreciyle İslami diriliş sürecinin eşzamanlı işlemiş olması, bizi Arap rejimlerini, bunun yanında, bölgeye ve kültüre ait sınırları aşan devrimci hassasiyetlerin mirasına körleştirdi. Arap ayaklanmaları öncesi bu hassasiyetler ve görüşler yeniden ilgi gördü.

Benim bu yazıdaki niyetim, yirminci yüzyılın sonlarında Arap coğrafyasında yaşanan krizin sadece Nasırcılığın ve Arap sosyalizminin yaşadığı yenilginin değil, basit bir yaklaşımla, Nasır’ın projesiyle de Nasır öncesi ve sonrası faal olan otoriter Arap rejimleriyle eşitlenmemesi gereken devrimci umudun ürünü olduğunu ortaya koymaktı. Bu devrimci umudun hüküm sürdüğü momentin mirasını yeniden değerlendirmek istiyorsak, ilk adım olarak, yüzyılın ortalarında Arap coğrafyasında solu meydana getiren fikirlerin, hareketlerin ve insanların tarihyazımını geliştirmek zorundayız.

Sune Haugbolle
6 Eylül 2017
Kaynak

Dipnotlar:
[29] Adeed Dawisha, Arab Nationalism in the 20th Century – From Triumph to Despair (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2003), s. 357.

[30] Khalidi, “The 1967 War and the Demise of Arab Nationalism”.

[31] AMH ile ilgili en iyi değerlendirmeyi sunan İngilizce kitap hâlen daha Kazziha’nın 1975 tarihli Arap Dünyasında Devrimci Dönüşüm kitabıdır. Son yıllarda örgütün eski üyeleri AMH ile ilgili Arapça birçok kitap kaleme aldı. Bunların içerisinde en iyi çalışma için bkz.: M. J. Barut, Harakat al-Qawmiyyin al-Arab: al-Nash’a, al-Tatawwur, al-Masa’ir (“Arap Milliyetçi Hareketi: Oluşumu, Evrimi ve Hedefleri”), Şam: al-Markaz al-'arabi lil-dirasat al-istratijiyya, 1997.

[32] Michel Aflaq, Fi Sabil al-Ba’th, al-jiza al-awal (“Baas’ın Yolunda”, Birinci Bölüm), 1943. Baath.

[33] S. A. Hanna ve G. H. Gardner, Arab Socialism: A Documentary Survey (Leiden: Brill, 1969).

[34] Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 45–67.

[35] A. R. Al-takriti, Monsoon Revolution.

[36] Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 23.

[37] Asa’ad Abukhalil, “George Habash and the Movement of Arab Nationalists: Neither Unity Nor Liberation”, Journal of Palestine Studies, Yıl. 28, Sayı. 4 (1999): s. 91–103.

[38] A.g.e., s. 17–46.

[39] Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 145–68.

[40] Ibrahim Muhsin, Limadha munazzamat al-ishtirakiyin al-lubnaniyin? (“Lübnanlı Sosyalistler Örgütü Neden Kuruldu?”) Beyrut, 1970, s. 32–5.

[41] Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 87–91.

[42] Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 56–64.

[43] Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 110–4.

[44] Muhsin ibrahim, al-Huriyya, 2 Mayıs 1960.

[45] Barut, Harakat al-Qawmiyyin, s. 117.

[46] Matthiesen, “Red Arabia: Anti-Colonialism, the Cold War, and the Long Sixties in the Gulf States”.

[47] Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 61–2.

[48] Bardawil, When all this Revolution Melts into Air, s. 74.

[49] Asa’ad Abukhalil, “George Habash and the Movement of Arab Nationalists”, s. 96–7.

[50] Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 66–7.

[51] Al-Huriyya, 6 Ekim 1961.

[52] Al-Huriyya, 15 Ocak 1962.

[53] İbrahim bu yaklaşımı üzerinden, altmışların sonlarında ve yetmişlerde FDKC içerisinde İsrailli Marksistlerle ortaklık kurmayı savunuyor. AMH içerisinde süren antisemitizm tartışması için bkz.: Asa’ad Abukhalil, “George habash and the Movement of arab nationalists”, s. 92.

[54] Fevvaz Trabulsi Söyleşisi, Beyrut, 2017.

[55] Kazziha, Revolutionary Transformation in the Arab World, s. 74.

[56] P. Berman, A Tale of Two Utopias: The Political Journey of the Generation of 1968 (New York: W. W. Norton & Company, 1996).

[57] H. Baumgarten, “the three faces/Phases of Palestinian nationalism, 1948–2005”, Journal of Palestine Studies, Yıl. 23, Sayı. 4 (2005): s. 30.

[58] Al-Huriyya, 1967, Sayı 373 ve 377, s. 379.

[59] Al-Hurriya, 1967, Sayı 381.

[60] Baumgarten, a.g.e., s. 29.

[61] Al-Hurriya, 1967, Sayı 383.

[62] Kassab, Contemporary Arab Thought, s. 74–80.

0 Yorum: