El Diario
Temmuz 1988
Devletin en çok aradığı insan olmak, size nasıl bir duygu veriyor?
Bunu bilmek, işimi yaptığımı, daha çok çalışmam gerektiğini söylüyor bana. Bize düşen, devrimin, partinin, Marksizm-Leninizm-Maoizmin, halkın ve kitlelerin sorumluluğunu daha fazla üstlenmek.
Bıçak sırtında yaşamak zorunda olduğumuzu
anlamalıyız. Anlamazsak, komünist de olamayız. Devletin baskı güçlerinin
kendince sebepleri var. Benim sebeplerimi ise daha fazla sadık ve daha fazla
yararlı olmak istediğim partim belirliyor. Çünkü hayat, yolun bir yerinde
bitebilir, sonuçta o yolun bir başı bir de sonu vardır.
Korktuğunuz
bir şeyler var mıdır?
Korkmak
mı? Bence korku ve korkusuzluk arasında belirli bir çelişki söz konusudur.
Mesele, ideolojimizi benimsemek ve içimizdeki cesaretin zincirlerini kırmaktır.
Bizi cesur kılan, bize cesaret veren, ideolojimizdir. Kanaatimce kimse cesur
doğmaz. İnsanları ve komünistleri cesur kılan, sınıf mücadelesidir.
Proletaryadır, partidir, ideolojimizdir.
Peki
en büyük korku nedir? Ölüm mü? Bir materyalist olarak hayatın bir gün sona
ereceğini biliyorum. Asıl önemli olan, iyimser olmak, başkalarının bağlı
olduğumuz işi sürdüreceğine, nihai hedef olan komünizme ulaşacaklarına
inanmaktır. Asıl korku, bu davayı kimsenin yürütmeyeceğini düşünmekle
ilgilidir. Kitlelere inancınız varsa, sizde korkudan eser kalmaz.
Bence
sonuçta en kötü korku, kitlelere inanmak yerine, kendinin vazgeçilmez olduğuna,
dünyanın merkezi olduğuna inanmaktır. Bence en kötü korku budur. Piştiğin,
şekil aldığın yer, parti, proleter ideoloji, temelde Maoizm denilen tav
ocağıysa tarihi kitlelerin yaptığını, devrimin partinin eseri olduğunu, tarihin
kesin olarak ilerleyeceğini, devrimin ana yönelimi ifade ettiğini bilince
çıkartırsın. İşte korku, o an silinir gider. Geride ise başkalarıyla birlikte
ileride komünizm güneşi doğsun, tüm dünyayı aydınlatsın diye bugünden gerekli
temeli atmanın verdiği hoşnutluk kalır.
Siyaset
ve savaş dışında nelerle meşgul oluyorsunuz? Hangi kitapları okuyorsunuz?
Sevdiğim
kitapları okumaya pek vakit bulamıyorum. Bu ara biyografi okuyorum. Edebiyatın
harika bir sanatsal ifade biçimi olduğunu düşünüyorum. Misal Shakespeare
okumayı seviyorum. Onda politik meselelere dair izler buluyorum. Örneğin Jül
Sezar ve Macbeth önemli dersler içeriyor. Edebiyatı seviyorum, ama
bende hep baskın olan, siyasettir. Politik olanın anlamını, perde gerisini
onunla anlamaya çalışıyorum.
Bence
her büyük sanatçının ardında o dönemde sınıf mücadelesi içerisinde yer almış
bir politik lider vardır. Perulu yazarların romanlarını da okuyorum.
Bir
keresinde Thomas Mann’ın Musa ile ilgili kısa hikâyesini (Kanun Tabletleri)
okudum. Sonrasında kitabı, o dönemde içinde yer aldığımız mücadeleyi politik
açıdan yorumlamak için kullandık. Kitabın bir bölümünde “kanunu ihlal
edebilirsiniz ama inkâr edemezsiniz” deniliyordu. Biz bunu şu şekilde
yorumlamıştık: Kanunu ihlal etmek, Marksizme karşı gelmek, ondan sapıp yanlış
fikirlere yönelmek demektir. Marksizme karşı gelebilirsiniz, ama kimsenin onu
inkâr etmesine izin verilemez.
Edebiyat
eserlerinden çok şey öğrenmek mümkün. Edebiyat kadar müziği de severim.
Şimdilerde eskisi kadar hoşlandığımı söyleyemem ama. Bilim kitaplarını severim.
Üniversitede hukuk okudum, çünkü bir mesleğim olması gerekiyordu. Felsefeyi
seviyordum ve zamanla ona yoğunlaştım. Felsefe üzerinden bilimi keşfettim.
Matematik ve fizik sorularını çözmek için çok zaman harcamışımdır. Kanaatimce
fizik, olağanüstü bir bilimdir. Onu “aklın macerası” olarak nitelemek mümkün.
Bence
bilimin sorunu, bilim insanları. Çıkış noktasında materyalistler, bilim
sahasında kaldıkları sürece hayırlı sonuçlar ortaya koyuyorlar, ama felsefeye
veya başka sahalara daldıklarında, eğer bir de materyalist değilseler, idealizm
batağına saplanıyorlar. Bu, Einstein için de geçerli bir durum.
Bilimi
seviyorum, onun olağanüstü olduğunu düşünüyorum. Bendeki bu bilime dönük meyil,
felsefe ile ilgili doktora tezimde tüm açıklığıyla görülebilir. Tezde Kant’a
göre zaman ve uzamın analizini matematik ve fizik bilimine başvurarak, Marksist
bir bakış açısı üzerinden yapmıştım. Pek vakit bulamıyorum, ama teze geri dönüp
bakmam ve onu tekrar incelemem gerek. Şu an bende tezin bir nüshası bile yok.
Şiir
de sever misiniz?
Evet.
Bir ara dünya şiirini incelemiştim. Okul kütüphanesinde bazı çalışmaları okuma
fırsatı bulmuştum.
Şiiri
severim. Başkan Mao’da hayran olduğum özelliklerden biri de onun olağanüstü bir
şair olmasıdır. Peru şiirinde ise Vallejo benim için önemlidir. O bizim
şairimizdir, ayrıca komünisttir.
Bazıları
“Bayrak” ve “1980’de Silâhlı Mücadeleyi Başlatın” başlıklı konuşmalarınızın
güzel birer politik savaş şiiri olduğunu söylüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bazen
siyaset sahasında kendinizi serbest bırakmanız, tutkunun ve derin duyguların
konuşmasına ve kararlılığınızı güçlendirmesine izin vermeniz gerekir. Böylesi
durumlarda asıl konuşan, yürektir. Bence o anlarda savaşın ayrılmaz parçası
olan devrimci tutku, kendisine dil buluyordur. O konuşmaların ne tür bir edebi
değeri var, ben bir şey söyleyemem.
Hiç
bunalıma girdiniz mi?
Hayır.
İyimserliğin iliklerime işlediği düşüncesindeyim. Ben, duygusal sorunlar veya
bunalım yerine idrak ve inanç sorunlarıyla meşgulüm. Alabildiğine iyimser bir
insanımdır. Marksizm ve Başkan Mao, insanların, özellikle komünistlerin iyimser
olduklarını anlamamızı sağlamıştır. Dara düştüğümde olumlu olana bakar ya da o
zor durum içerisinde hâlen daha varolan gelişme ihtimaline odaklanırım, çünkü
hiçbir şey tümüyle kara ya da tümüyle kızıl olamaz.
Büyük
bir yenilgi yaşasak bile bunun olumlu yanına bakmak gerekir. Mesele, dersler
çıkartmak, olumlu yana odaklanarak çalışmalarımıza devam edebilmektir. Birileri
size illaki destek sunar, mücadeleye coşkuyla katılırlar, çünkü komünizm
insanları birleştirir.
Hiç
arkadaşınız var mı?
Hayır
yok. Benim yoldaşlarım var. Onların benim yoldaşım olmaları bana gurur veriyor.