03 Aralık 2020

,

Abimael Guzmán ile Söyleşi

El Diario

Temmuz 1988

 

Devletin en çok aradığı insan olmak, size nasıl bir duygu veriyor?

Bunu bilmek, işimi yaptığımı, daha çok çalışmam gerektiğini söylüyor bana. Bize düşen, devrimin, partinin, Marksizm-Leninizm-Maoizmin, halkın ve kitlelerin sorumluluğunu daha fazla üstlenmek. 

Bıçak sırtında yaşamak zorunda olduğumuzu anlamalıyız. Anlamazsak, komünist de olamayız. Devletin baskı güçlerinin kendince sebepleri var. Benim sebeplerimi ise daha fazla sadık ve daha fazla yararlı olmak istediğim partim belirliyor. Çünkü hayat, yolun bir yerinde bitebilir, sonuçta o yolun bir başı bir de sonu vardır.

Korktuğunuz bir şeyler var mıdır?

Korkmak mı? Bence korku ve korkusuzluk arasında belirli bir çelişki söz konusudur. Mesele, ideolojimizi benimsemek ve içimizdeki cesaretin zincirlerini kırmaktır. Bizi cesur kılan, bize cesaret veren, ideolojimizdir. Kanaatimce kimse cesur doğmaz. İnsanları ve komünistleri cesur kılan, sınıf mücadelesidir. Proletaryadır, partidir, ideolojimizdir.

Peki en büyük korku nedir? Ölüm mü? Bir materyalist olarak hayatın bir gün sona ereceğini biliyorum. Asıl önemli olan, iyimser olmak, başkalarının bağlı olduğumuz işi sürdüreceğine, nihai hedef olan komünizme ulaşacaklarına inanmaktır. Asıl korku, bu davayı kimsenin yürütmeyeceğini düşünmekle ilgilidir. Kitlelere inancınız varsa, sizde korkudan eser kalmaz.

Bence sonuçta en kötü korku, kitlelere inanmak yerine, kendinin vazgeçilmez olduğuna, dünyanın merkezi olduğuna inanmaktır. Bence en kötü korku budur. Piştiğin, şekil aldığın yer, parti, proleter ideoloji, temelde Maoizm denilen tav ocağıysa tarihi kitlelerin yaptığını, devrimin partinin eseri olduğunu, tarihin kesin olarak ilerleyeceğini, devrimin ana yönelimi ifade ettiğini bilince çıkartırsın. İşte korku, o an silinir gider. Geride ise başkalarıyla birlikte ileride komünizm güneşi doğsun, tüm dünyayı aydınlatsın diye bugünden gerekli temeli atmanın verdiği hoşnutluk kalır.

Siyaset ve savaş dışında nelerle meşgul oluyorsunuz? Hangi kitapları okuyorsunuz?

Sevdiğim kitapları okumaya pek vakit bulamıyorum. Bu ara biyografi okuyorum. Edebiyatın harika bir sanatsal ifade biçimi olduğunu düşünüyorum. Misal Shakespeare okumayı seviyorum. Onda politik meselelere dair izler buluyorum. Örneğin Jül Sezar ve Macbeth önemli dersler içeriyor. Edebiyatı seviyorum, ama bende hep baskın olan, siyasettir. Politik olanın anlamını, perde gerisini onunla anlamaya çalışıyorum.

Bence her büyük sanatçının ardında o dönemde sınıf mücadelesi içerisinde yer almış bir politik lider vardır. Perulu yazarların romanlarını da okuyorum.

Bir keresinde Thomas Mann’ın Musa ile ilgili kısa hikâyesini (Kanun Tabletleri) okudum. Sonrasında kitabı, o dönemde içinde yer aldığımız mücadeleyi politik açıdan yorumlamak için kullandık. Kitabın bir bölümünde “kanunu ihlal edebilirsiniz ama inkâr edemezsiniz” deniliyordu. Biz bunu şu şekilde yorumlamıştık: Kanunu ihlal etmek, Marksizme karşı gelmek, ondan sapıp yanlış fikirlere yönelmek demektir. Marksizme karşı gelebilirsiniz, ama kimsenin onu inkâr etmesine izin verilemez.

Edebiyat eserlerinden çok şey öğrenmek mümkün. Edebiyat kadar müziği de severim. Şimdilerde eskisi kadar hoşlandığımı söyleyemem ama. Bilim kitaplarını severim. Üniversitede hukuk okudum, çünkü bir mesleğim olması gerekiyordu. Felsefeyi seviyordum ve zamanla ona yoğunlaştım. Felsefe üzerinden bilimi keşfettim. Matematik ve fizik sorularını çözmek için çok zaman harcamışımdır. Kanaatimce fizik, olağanüstü bir bilimdir. Onu “aklın macerası” olarak nitelemek mümkün.

Bence bilimin sorunu, bilim insanları. Çıkış noktasında materyalistler, bilim sahasında kaldıkları sürece hayırlı sonuçlar ortaya koyuyorlar, ama felsefeye veya başka sahalara daldıklarında, eğer bir de materyalist değilseler, idealizm batağına saplanıyorlar. Bu, Einstein için de geçerli bir durum.

Bilimi seviyorum, onun olağanüstü olduğunu düşünüyorum. Bendeki bu bilime dönük meyil, felsefe ile ilgili doktora tezimde tüm açıklığıyla görülebilir. Tezde Kant’a göre zaman ve uzamın analizini matematik ve fizik bilimine başvurarak, Marksist bir bakış açısı üzerinden yapmıştım. Pek vakit bulamıyorum, ama teze geri dönüp bakmam ve onu tekrar incelemem gerek. Şu an bende tezin bir nüshası bile yok.

Şiir de sever misiniz?

Evet. Bir ara dünya şiirini incelemiştim. Okul kütüphanesinde bazı çalışmaları okuma fırsatı bulmuştum.

Şiiri severim. Başkan Mao’da hayran olduğum özelliklerden biri de onun olağanüstü bir şair olmasıdır. Peru şiirinde ise Vallejo benim için önemlidir. O bizim şairimizdir, ayrıca komünisttir.

Bazıları “Bayrak” ve “1980’de Silâhlı Mücadeleyi Başlatın” başlıklı konuşmalarınızın güzel birer politik savaş şiiri olduğunu söylüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bazen siyaset sahasında kendinizi serbest bırakmanız, tutkunun ve derin duyguların konuşmasına ve kararlılığınızı güçlendirmesine izin vermeniz gerekir. Böylesi durumlarda asıl konuşan, yürektir. Bence o anlarda savaşın ayrılmaz parçası olan devrimci tutku, kendisine dil buluyordur. O konuşmaların ne tür bir edebi değeri var, ben bir şey söyleyemem.

Hiç bunalıma girdiniz mi?

Hayır. İyimserliğin iliklerime işlediği düşüncesindeyim. Ben, duygusal sorunlar veya bunalım yerine idrak ve inanç sorunlarıyla meşgulüm. Alabildiğine iyimser bir insanımdır. Marksizm ve Başkan Mao, insanların, özellikle komünistlerin iyimser olduklarını anlamamızı sağlamıştır. Dara düştüğümde olumlu olana bakar ya da o zor durum içerisinde hâlen daha varolan gelişme ihtimaline odaklanırım, çünkü hiçbir şey tümüyle kara ya da tümüyle kızıl olamaz.

Büyük bir yenilgi yaşasak bile bunun olumlu yanına bakmak gerekir. Mesele, dersler çıkartmak, olumlu yana odaklanarak çalışmalarımıza devam edebilmektir. Birileri size illaki destek sunar, mücadeleye coşkuyla katılırlar, çünkü komünizm insanları birleştirir.

Hiç arkadaşınız var mı?

Hayır yok. Benim yoldaşlarım var. Onların benim yoldaşım olmaları bana gurur veriyor.