18 Aralık 2020

Bedreddin


İhvan-ı Safa, bilgi ve çalışma pratiğini insanın mutluluğu için kullanmayı savunan ilk hareketti. Bu fikri yüzlerce yıl sonra Lasalle ve Marx da savundu. Sonra Bolşeviklerin mottosu hâline geldi. Rusya’da bugün bu söz, duvarlarda ve kapılarda yazılı.

İhvan-ı Safa’nın Basra dışında kollarının olup olmadığını bilmiyoruz. Kolları olsa bile bu kollar arasında ne tür bir ilişkinin mevcut olduğu konusunda da elimizde bilgi yok. Ama gene de hareketin İran, Orta Asya, Rusya, Mısır gibi İsmailîlere ait ilkelerin nüfuz ettiği ülkelerde belirli kollara sahip olduğunu varsayıyoruz.

Muhtemelen onuncu yüzyılın ikinci yarısında belirli bir tepki ortaya konmuş gibi görünüyor. Bu dönemde Bahreyn’de Karmatiler geri çekiliyor, on birinci yüzyıl başlarında Abbasi halifeliğinde önemli politik gelişmeler yaşanıyor. Tüm bunlar, İhvan’ı ve faaliyetlerini bir biçimde etkiliyor.

Söz konusu faaliyetlerin yol açtığı sonuçlardan biri de iktidarın İhvan’a yönelik zulmü. Muktedirler, bu dönemde İhvancıları yeraltında çalışmaya zorluyorlar. Bu sebeple hareket, çalışmalarını bir süreliğine durduruyor veya niteliğini değiştiriyor.

Muhtemelen bu dönemde geniş bir coğrafyaya yayılmış olan İsmailî hücreleri de politikadan uzak durmaları, sadece toplumsal, ekonomik veya ahlakî ve dinî meselelerle ilgilenmeleri konusunda baskı görüyorlar. Bazı hücreler toplumsal ekonomik, bazı hücrelerse ahlakî ve dinî meselelerle ilgileniyorlar. Bu tespitimiz, esasen İhvan’dan türemiş, onun ilkelerinden etkilenmiş örgütlerin faaliyetlerine dair bilgilerimize dayanıyor.

Bu örgütler, Osmanlı döneminde Araplar, İranlılar ve Türkler arasınd karşımıza, esnaf birlikleri, Nakşibendi, Rifai, Yekçar gibi tasavvuf ve derviş tarikatları, ayrıca İsmailî grupları veya İhvan-ı Safa ile manevi açıdan bağlantılı başka yapılar olarak çıkıyor.

Bugün bu gruplar arasında manevi bir bağ olduğu düşüncesi, konuyla ilgili çalışma yürüten kişilerin itibar ve kabul ettikleri bir düşünce.[1] Moskova’da Doğu Çalışmaları Okulu’nda Türkçe profesörü olarak çalışan Rus şarkiyatçı Gordlevski, “Anadolu’daki ahilerin misafirperverlik, seyyahlara ve yabancılara ilgi gösterme gibi vasıflara sahip olmasından, onların ilk başta o topraklara yabancı olduklarını, hatta daha kesin bir ifadeyle, İranlı olduklarını anlıyoruz” diyor.

Bu grupların ve benzeri türde örgütlerin Karmatî hareketinden türediklerine, onların mirasını üstlenmiş meşru yapılar olduklarına dair elde çok fazla kanıt var. Bu kanıtlardan biri, örgütlerin üyelerinin kardeşlik anlamında ba ahi veya ahi ifadesini kullanıyor olmaları. Bu, İhvan-ı Safa üyeleri arasında yaygın olarak görülen bir pratik. Bu yapılarda belirgin bir komünist eğilim de söz konusu. Ayrıca hepsi de Hz. Ali’den ve evlatlarından yana. Bu örgütler, kardeşlik örgütü olarak faaliyet yürütüyorlar. İçeride ve dışarıda farklı örgütlülüğe sahipler.[2]

Bu gruplar kendilerini Karmatîlere, en genel manada İsmailîlere bağlayan manevi bağı belirli ölçüde hâlen daha muhafaza ediyorlar. Aynı şekilde esnaf ve zanaatkârlar, bazı şehirlerde başka yerlerde görülmeyen belirli dinî törenleri ve âdetleri uygulamayı sürdürüyorlar.

Konuyla ilgili bir Rusça kaynakta şu söyleniyor: “Türk esnafı, lideri kabul etme ilkesi üzerine kurulu ahlakî ve manevî kardeşliğe sıkı sıkıya bağlıdır, ayrıca meslek birliklerinden çok şeyhine itaat eder. Buradan eski lonca düzeninin meslek birliklerinden farklı bir ruha sahip olduğu sonucuna ulaşmak mümkündür.”

Bu düzeni incelediğimizde karşımıza dervişlerin düzenine benzer bir düzen çıkar. Burada manevî, tefekküre dayalı bir hayat, esnaf birliklerinden ziyade kendi tarikatından aldığı feyz ile aydınlanacak olanlara verilen dinî ve ahlakî eğitim esastır. İsmailî ataları gibi politika sahasına girdiklerinde bu insanlar, ezilenlerin haklarını savunmakta, Osmanlı’nın başındaki idarecilerden toplumsal refah talep etmektedirler.

Mevlevîler, Bektaşîler ve Nakşibendîler gibi derviş tarikatlarının tarihini, ayrıca Mevlevî tarikatı şeyhlerinin kitaplarını ya da bazı üyelerinin toplumsal çalışmalarını incelediğimizde karşımıza radikal Şii eğilimler, İranî veya İsmailî bir ruhun çıkacağına hiç şüphe yoktur.[3]

İsimleri, eğilimleri, iç ve dış düzeni farklı olsa da tüm bu grupların neşet ettikleri kökü ve oradan aldıkları unsurları tespit etmek mümkündür. İster farkında olsunlar ister olmasınlar, bu örgütler, o kökten aldıkları unsurları hâlen daha muhafaza etmektedirler.

Bu unsurların en önemlisi ise Hasan Sabbah’ın müritlerinin kalplerine nakşettiği, salih amelde bulunmayı emreden toplumsal ruhtur. Esnaf ve bugün de uç eğilimleri savunan ilkelere sahip derviş tarikatları, isyancı, faal İsmailî ruhunun muhafaza edildiği bir tür sığınak olarak iş görmektedir. Buralar, bazen Osmanlı sultanları, İran ve Türk şahları ve hanları türünden zorbalara başkaldıran, onlara hakları verilmeyen insanlara karşı görevlerini hatırlatan cesur sesleri işittiğimiz yerler.

Buna bir örnek de 1415-1418 arası dönemde Türkiye’de patlak veren derviş isyanı.

Osmanlı tarihine aşina olanlar, İran’dan, yani İsmailîlerin yurdundan, tüm Doğu’daki toplumsal ve ahlakî hareketlerin kaynağından gelen Simavnalı Bedreddin’in bu isyana liderlik ettiğini bilirler.

Bedreddin ve iki talibi, Börklüce Mustafa ile Yehuda Muhtadi Torlak Kemal, öğrendikleri radikal sosyalist fikirleri Anadolu insanına yaymaya çalıştı. Bu isimlerin sosyalizme meyil vermelerinin sebebi, Moğol fetihleri, Timur saldırıları ve bereketli toprakları çöle döndüren, geriye kalan az sayıda insanın evsiz, aşsız oradan oraya savrulmasına neden olan savaşlar, yargılamalar ve yaşanan felâketlerdi.

Toprakların ve mülkün büyük bölümü sultanlara ve şehzadelere aitti. Sadece kendilerini düşünen bu insanlar, yoksulun, köleleştirilmiş halkın sırtından kazandıkları servetleri biriktirmekten başka bir şey yapmıyorlardı. Yoksulun mevcut durumunu dikkate alan Bedreddin ve müritleri, camilerde ve sokaklarda tepkilerini sert bir dille ortaya koydular. Sözleri yoksula ve ezilene tesir etti. Bedreddin ve müritleri etrafında toplaşan yoksullar ve ezilenler onların yanında saf tuttular. Cümle âleme, “din millet ayırt etmeksizin herkes için adalet ve eşitlik talep ettiklerini, servetin insanlar arasında eşitçe dağıtılmasını istediklerini” haykırdılar. Çağrı tüm ülkede yankılandı. Bu çağrı üzerinden o dönemin ekonomik ve toplumsal durumundan memnun olmayanlar, Bedreddin ve müritlerini silâhla desteklemeye karar verdiler. Devletle bir dizi çatışma yaşandı. Üç yıl süren bu çatışma sürecinde sosyalist parti, kendisini ve ilkelerini yiğitçe savundu. Ama zamanla gücü tükendi. Erzak bitti, silâhları kalmadı. Sultan Çelebi Mehmed’in ordusu, onları İzmir yakınlarında mağlup etti. Hareketin liderlerinden olan Mustafa Börklüce ele geçirildi. Börklüce, Manisa yakınlarında çarmıha gerilerek öldürüldü.

Sonra Osmanlı askeri, hareketin büyük lideri ve kahramanı Simavnalı Bedreddin’in peşine düştü. Onu Makedonya dağlarında yakalayıp öldürdüler. Bedreddin müritleri sağa sola dağıldılar. Hareket, hedefine ulaşamadan sönümlendi.[4]

Bendeli Cevzi

Ağustos 1928

[Kaynak: Tamara Sonn, Interpreting Islam: Bandali Jawzi’s Islamic Intellectual History, Oxford University Press, 1996, s. 169-171.]

Bendeli Cevzi, 1872’de Kudüs’te dünyaya geldi. Aynı şehirde Ortodoks kilisesinde ve Trablus yakınlarındaki bir manastırda rahiplik eğitimi aldı. 1891’de Rusya’ya gitti. 1899’da Kazan Üniversitesi’ni bitirdi. Mutezile üzerine tez kaleme aldı. Üniversitede hukuk eğitimi alan Cevzi, Arapça ve Fransızca öğrendi, tarih ve edebiyat derslerine girdi. 1920’de Bakû Üniversitesi’nde Doğu Çalışmaları bölümünde hoca oldu. 1925 yılında aynı üniversitede dekan olarak görev yapmaya başladı. Yazı, Cevzi’nin “İslamî düşüncenin gelişiminin ilk Marksist yorumu” kabul edilen çalışması İslam’da Fikir Akımlarının Tarihi’nden alınmıştır.

Dipnotlar
[1] Doğu’da esnafın tarihi konusunda bkz. H. Thorning, Beitrage zur Kenntniss d. islamischen Vereinwesens (Berlin: Mayer and Muller], 1913).

[2] Anadolu’daki ahiler konusunda İbni Battuta’nın günlüklerine (2:260—360, Paris baskısı) ve İstanbul Üniversitesi edebiyat fakültesi dekanı Prof. Mehmed Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar eserine (İstanbul: Matbai Amire, 1918) bakılabilir.

[3] Muhtemelen Hülagü Han’ın İran’a girmesi sebebiyle Anadolu’ya birçok İsmailî örgütü göç etti, bunların büyük bir kısmı Nakşibendi tarikatına katıldı.

[4] Bu hareketle ilgili olarak Türk vakanüvislerin çalışmalarına ve Köprülü’nün yukarıda adı geçen kitabının 234. sayfasında yer alan beşinci dipnota bakılabilir.

0 Yorum: