İhvan-ı Safa, bilgi ve çalışma pratiğini insanın mutluluğu
için kullanmayı savunan ilk hareketti. Bu fikri yüzlerce yıl sonra Lasalle ve
Marx da savundu. Sonra Bolşeviklerin mottosu hâline geldi. Rusya’da bugün bu
söz, duvarlarda ve kapılarda yazılı.
İhvan-ı Safa’nın Basra dışında kollarının olup
olmadığını bilmiyoruz. Kolları olsa bile bu kollar arasında ne tür bir
ilişkinin mevcut olduğu konusunda da elimizde bilgi yok. Ama gene de hareketin
İran, Orta Asya, Rusya, Mısır gibi İsmailîlere ait ilkelerin nüfuz ettiği
ülkelerde belirli kollara sahip olduğunu varsayıyoruz.
Muhtemelen onuncu yüzyılın ikinci yarısında belirli
bir tepki ortaya konmuş gibi görünüyor. Bu dönemde Bahreyn’de Karmatiler geri
çekiliyor, on birinci yüzyıl başlarında Abbasi halifeliğinde önemli politik
gelişmeler yaşanıyor. Tüm bunlar, İhvan’ı ve faaliyetlerini bir biçimde
etkiliyor.
Söz konusu faaliyetlerin yol açtığı sonuçlardan
biri de iktidarın İhvan’a yönelik zulmü. Muktedirler, bu dönemde İhvancıları
yeraltında çalışmaya zorluyorlar. Bu sebeple hareket, çalışmalarını bir süreliğine
durduruyor veya niteliğini değiştiriyor.
Muhtemelen bu dönemde geniş bir coğrafyaya
yayılmış olan İsmailî hücreleri de politikadan uzak durmaları, sadece
toplumsal, ekonomik veya ahlakî ve dinî meselelerle ilgilenmeleri konusunda
baskı görüyorlar. Bazı hücreler toplumsal ekonomik, bazı hücrelerse ahlakî ve
dinî meselelerle ilgileniyorlar. Bu tespitimiz, esasen İhvan’dan türemiş, onun
ilkelerinden etkilenmiş örgütlerin faaliyetlerine dair bilgilerimize dayanıyor.
Bu örgütler, Osmanlı döneminde Araplar, İranlılar
ve Türkler arasınd karşımıza, esnaf birlikleri, Nakşibendi, Rifai, Yekçar gibi tasavvuf
ve derviş tarikatları, ayrıca İsmailî grupları veya İhvan-ı Safa ile manevi
açıdan bağlantılı başka yapılar olarak çıkıyor.
Bugün bu gruplar arasında manevi bir bağ olduğu
düşüncesi, konuyla ilgili çalışma yürüten kişilerin itibar ve kabul ettikleri
bir düşünce.[1] Moskova’da Doğu Çalışmaları Okulu’nda Türkçe profesörü olarak
çalışan Rus şarkiyatçı Gordlevski, “Anadolu’daki ahilerin misafirperverlik,
seyyahlara ve yabancılara ilgi gösterme gibi vasıflara sahip olmasından,
onların ilk başta o topraklara yabancı olduklarını, hatta daha kesin bir
ifadeyle, İranlı olduklarını anlıyoruz” diyor.
Bu grupların ve benzeri türde örgütlerin Karmatî
hareketinden türediklerine, onların mirasını üstlenmiş meşru yapılar olduklarına
dair elde çok fazla kanıt var. Bu kanıtlardan biri, örgütlerin üyelerinin kardeşlik
anlamında ba ahi veya ahi ifadesini kullanıyor olmaları. Bu, İhvan-ı
Safa üyeleri arasında yaygın olarak görülen bir pratik. Bu yapılarda belirgin
bir komünist eğilim de söz konusu. Ayrıca hepsi de Hz. Ali’den ve evlatlarından
yana. Bu örgütler, kardeşlik örgütü olarak faaliyet yürütüyorlar. İçeride ve
dışarıda farklı örgütlülüğe sahipler.[2]
Bu gruplar kendilerini Karmatîlere, en genel
manada İsmailîlere bağlayan manevi bağı belirli ölçüde hâlen daha muhafaza
ediyorlar. Aynı şekilde esnaf ve zanaatkârlar, bazı şehirlerde başka yerlerde
görülmeyen belirli dinî törenleri ve âdetleri uygulamayı sürdürüyorlar.
Konuyla ilgili bir Rusça kaynakta şu söyleniyor: “Türk
esnafı, lideri kabul etme ilkesi üzerine kurulu ahlakî ve manevî kardeşliğe
sıkı sıkıya bağlıdır, ayrıca meslek birliklerinden çok şeyhine itaat eder. Buradan
eski lonca düzeninin meslek birliklerinden farklı bir ruha sahip olduğu sonucuna
ulaşmak mümkündür.”
Bu düzeni incelediğimizde karşımıza dervişlerin
düzenine benzer bir düzen çıkar. Burada manevî, tefekküre dayalı bir hayat,
esnaf birliklerinden ziyade kendi tarikatından aldığı feyz ile aydınlanacak
olanlara verilen dinî ve ahlakî eğitim esastır. İsmailî ataları gibi politika
sahasına girdiklerinde bu insanlar, ezilenlerin haklarını savunmakta, Osmanlı’nın
başındaki idarecilerden toplumsal refah talep etmektedirler.
Mevlevîler, Bektaşîler ve Nakşibendîler gibi
derviş tarikatlarının tarihini, ayrıca Mevlevî tarikatı şeyhlerinin kitaplarını
ya da bazı üyelerinin toplumsal çalışmalarını incelediğimizde karşımıza radikal
Şii eğilimler, İranî veya İsmailî bir ruhun çıkacağına hiç şüphe yoktur.[3]
İsimleri, eğilimleri, iç ve dış düzeni farklı olsa
da tüm bu grupların neşet ettikleri kökü ve oradan aldıkları unsurları tespit
etmek mümkündür. İster farkında olsunlar ister olmasınlar, bu örgütler, o
kökten aldıkları unsurları hâlen daha muhafaza etmektedirler.
Bu unsurların en önemlisi ise Hasan Sabbah’ın
müritlerinin kalplerine nakşettiği, salih amelde bulunmayı emreden toplumsal
ruhtur. Esnaf ve bugün de uç eğilimleri savunan ilkelere sahip derviş
tarikatları, isyancı, faal İsmailî ruhunun muhafaza edildiği bir tür sığınak
olarak iş görmektedir. Buralar, bazen Osmanlı sultanları, İran ve Türk şahları
ve hanları türünden zorbalara başkaldıran, onlara hakları verilmeyen insanlara
karşı görevlerini hatırlatan cesur sesleri işittiğimiz yerler.
Buna bir örnek de 1415-1418 arası dönemde Türkiye’de
patlak veren derviş isyanı.
Osmanlı tarihine aşina olanlar, İran’dan, yani
İsmailîlerin yurdundan, tüm Doğu’daki toplumsal ve ahlakî hareketlerin
kaynağından gelen Simavnalı Bedreddin’in bu isyana liderlik ettiğini bilirler.
Bedreddin ve iki talibi, Börklüce Mustafa ile Yehuda
Muhtadi Torlak Kemal, öğrendikleri radikal sosyalist fikirleri Anadolu insanına
yaymaya çalıştı. Bu isimlerin sosyalizme meyil vermelerinin sebebi, Moğol
fetihleri, Timur saldırıları ve bereketli toprakları çöle döndüren, geriye
kalan az sayıda insanın evsiz, aşsız oradan oraya savrulmasına neden olan
savaşlar, yargılamalar ve yaşanan felâketlerdi.
Toprakların ve mülkün büyük bölümü sultanlara ve
şehzadelere aitti. Sadece kendilerini düşünen bu insanlar, yoksulun,
köleleştirilmiş halkın sırtından kazandıkları servetleri biriktirmekten başka
bir şey yapmıyorlardı. Yoksulun mevcut durumunu dikkate alan Bedreddin ve
müritleri, camilerde ve sokaklarda tepkilerini sert bir dille ortaya koydular. Sözleri
yoksula ve ezilene tesir etti. Bedreddin ve müritleri etrafında toplaşan
yoksullar ve ezilenler onların yanında saf tuttular. Cümle âleme, “din millet
ayırt etmeksizin herkes için adalet ve eşitlik talep ettiklerini, servetin
insanlar arasında eşitçe dağıtılmasını istediklerini” haykırdılar. Çağrı tüm
ülkede yankılandı. Bu çağrı üzerinden o dönemin ekonomik ve toplumsal
durumundan memnun olmayanlar, Bedreddin ve müritlerini silâhla desteklemeye
karar verdiler. Devletle bir dizi çatışma yaşandı. Üç yıl süren bu çatışma
sürecinde sosyalist parti, kendisini ve ilkelerini yiğitçe savundu. Ama zamanla
gücü tükendi. Erzak bitti, silâhları kalmadı. Sultan Çelebi Mehmed’in ordusu,
onları İzmir yakınlarında mağlup etti. Hareketin liderlerinden olan Mustafa
Börklüce ele geçirildi. Börklüce, Manisa yakınlarında çarmıha gerilerek
öldürüldü.
Sonra Osmanlı askeri,
hareketin büyük lideri ve kahramanı Simavnalı Bedreddin’in peşine düştü. Onu Makedonya
dağlarında yakalayıp öldürdüler. Bedreddin müritleri sağa sola dağıldılar.
Hareket, hedefine ulaşamadan sönümlendi.[4]
Bendeli Cevzi
Ağustos 1928
[Kaynak:
Tamara Sonn, Interpreting Islam: Bandali
Jawzi’s Islamic Intellectual History, Oxford University Press, 1996, s.
169-171.]
●Bendeli Cevzi, 1872’de Kudüs’te dünyaya geldi. Aynı
şehirde Ortodoks kilisesinde ve Trablus yakınlarındaki bir manastırda rahiplik
eğitimi aldı. 1891’de Rusya’ya gitti. 1899’da Kazan Üniversitesi’ni bitirdi. Mutezile
üzerine tez kaleme aldı. Üniversitede hukuk eğitimi alan Cevzi, Arapça ve Fransızca
öğrendi, tarih ve edebiyat derslerine girdi. 1920’de Bakû Üniversitesi’nde Doğu
Çalışmaları bölümünde hoca oldu. 1925 yılında aynı üniversitede dekan olarak
görev yapmaya başladı. Yazı, Cevzi’nin “İslamî düşüncenin gelişiminin ilk
Marksist yorumu” kabul edilen çalışması İslam’da
Fikir Akımlarının Tarihi’nden alınmıştır.
Dipnotlar
[1] Doğu’da esnafın tarihi konusunda bkz. H.
Thorning, Beitrage zur Kenntniss d.
islamischen Vereinwesens (Berlin: Mayer and Muller], 1913).
[2] Anadolu’daki ahiler konusunda İbni Battuta’nın
günlüklerine (2:260—360, Paris baskısı) ve İstanbul Üniversitesi edebiyat
fakültesi dekanı Prof. Mehmed Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar eserine (İstanbul: Matbai
Amire, 1918) bakılabilir.
[3] Muhtemelen Hülagü Han’ın İran’a girmesi
sebebiyle Anadolu’ya birçok İsmailî örgütü göç etti, bunların büyük bir kısmı
Nakşibendi tarikatına katıldı.
[4] Bu hareketle ilgili olarak Türk vakanüvislerin çalışmalarına ve Köprülü’nün yukarıda adı geçen kitabının 234. sayfasında yer alan beşinci dipnota bakılabilir.
0 Yorum:
Yorum Gönder