19 Aralık 2020

, ,

Karakol


Emperyalistler, ekonomi ve siyaset alanında halklara zulmediyorlar, bu zulme yönelik itirazı ve inkârı her şeyden yalıtıp, onları “münferit” ya da “sapma” olarak göstermeye çalışıyorlar. Bir açıdan her itiraz ve inkâr, zulmün ve sömürünün münferit veya sapma olmadığını ortaya koymak için var.

ABD, devrimcileri aç bırakmak için Kamboçya köylerini bombalıyor, köylüler şehirlere kaçıyorlar, o devrimciler, açlığa mani olmak için bir politika yürürlüğe koyuyorlar, bu sefer emperyalistler, “komünistler, insanları zorla köylere sürdü, açlığa mahkûm etti, milyonları öldürdü” diyorlar. Solun bir bölümü kendi fikrini ve eylemini bu tür yalanlara göre inşa ediyor. “İyi çocuk” olmak için türlü taklalar atıyor.

Sömürü ve zulüm düzeninin devamı için çeşitli planlar devreye sokuluyor. Teori, ideoloji ve politika sahasına dört koldan saldırılıyor. Buralarda ezilenlerin ve sömürülenlerin dil bulmasına asla izin verilmiyor. Bu üç saha, tahakküm altına alınıyor.

Akademi (teori), medya (ideoloji) ve meclis (politika) diye üç karakol inşa ediliyor. Her şey, kontrol altına alınıyor. Onların dışındakiler, tehdit kategorisine kaydediliyor, insanlıkdışı olarak kodlanıyor. F-tipleri, bu kapatmanın resmi adı oluyor. Bu hapishane türü, her yanı ve her anı kuşatıyor.

Süreç içerisinde işi gücü teoriden, ideolojiden ve politikadan geçinmek olan kadrolar devşiriyorlar. Bunları o karakollara yerleştiriyorlar. Karakola hesap vermeyen tek bir söze ve eyleme izin verilmiyor. “Sözden dışlananlar”a kendi cümlelerini ezberletiyorlar. Derdin ve öfkenin dili kesilip atılıyor.

* * *

CIA, Truman Doktrini ve Marshall Planı ile birlikte gündeme geliyor. 26 Temmuz 1947 tarihli Ulusal Güvenlik Kanunu uyarınca kurulan teşkilât, Soğuk Savaş döneminde “Batı’yı komünist karanlıktan kurtarmak” için çalışıyor. Teorik ve pratik açıdan teşkilâta gerekli zemini ise geçmişte Hitler adına Sovyetler konusunda istihbarat toplayan Reinhard Gehlen temin ediyor.[2]

O CIA, süreç içerisinde kendisine bağlı, “komünist olmayan sol” inşa ediyor. Söze ve eyleme hüküm koyuyor. Anti-komünist faaliyetler, bu sol üzerinden yürütülüyor.[3] Sermaye ve devlet ile tarif edilmiş bir “özgürlük”, komünist hareketin karşısına çıkartılıyor. Akademi, medya ve meclis, bu özgürlük tanımına ve burjuvazinin çıkarlarına göre inşa ediliyor. Orada, ancak egemenlerin cümlelerine izin veriliyor.

* * *

Devlet ve sermayeyle ilişkili herhangi bir yapı, sömürülene ve ezilene asla alan açamaz. Açılmış bir alan varsa, orada sömürülen ve ezilen, yok demektir. Varsa bile o, sözsüz ve eylemsizdir.

Marksizmin akademiye bağlanma pratiğini, devlet ve sermayenin çıkarları düzleminde anlamak gerekir. Marksizmin ezilenin-sömürülenin sözü-eylemi olmasına izin verilemez. Marksizm, bu sebeple dönüştürülür, belirli bir kıvama çekilir. Felsefelerden bir felsefe, ekonomi teorilerinden bir teori, sosyolojilerden bir sosyoloji olarak okunmasına izin verilen Marksizm, o kürsüye zincirlenir.

Seksenlerin sonunda Sovyetler’deki glasnost tartışmalarına London School of Economics gibi yerlerde “sosyalist” teorisyenlerin Marksizmi “çürüttükleri”ne dair haberler eşlik etmiştir. Zaten teslim olmuş olanlar, teslimiyetlerinin teorik aklına da kavuşmuşlardır. “Marksizm”, bu kişiler eliyle “çürütülmüştür”.

Bugün sol örgütlerin neredeyse tamamı, Ekim Devrimi sonrası Lenin ve partisine cephe alan örgütler gibi konuşmaktadır. Çürütme işlemi, Ekim’in iradesiyle ilgilidir. Teorik, ideolojik ve politik karakollara alınanlar dışarı salınmış, bu kişiler, varolan imkânları yok etmeyi geçim kaynağı hâline getirmişlerdir.

* * *

Şu artık görülmelidir: Sol akademinin Birikim dergisine bağlanması, bir devlet operasyonudur. Sermayenin istediği budur. Onun gibi olmak isteyen türevler, parsa peşindedir, çağrılmak, böylece özne olmak derdindedirler. Onlara göre özne olmak, ancak devlet ve sermaye ile mümkündür.

Birikim, Tanıl Bora eliyle, Fransa’daki banliyö isyanı ile ilgili yazıyı gerektiği şekilde, gerektiği içerikte yazmaya mecburdur. 2005 yılıdır ve AKP’ye verilen gizli ve açık sol desteğe halel getirilmemelidir. Çünkü sonuçta “Fanon varsa, politika yoktur.”[4] Politika olacaksa, Fanon olmamalıdır. Birikim, bunun için vardır.

“Fanon varsa, politika yoktur” lafının ilham kaynağı, Birikim’in gözde düşünürü Hannah Arendt’tir. Arendt ise esasen şiddeti ezilene yasak etme derdindedir. O, “ezenlerin şiddetini ezilenlerin şiddeti kadar eleştirmez.”[5] Hatta Avrupa’nın ırkçı şiddeti, Afrika’daki “vahşiler”i ezerken onlardan öğrendiğini söyler. Ona göre ırkçılık, yüce Avrupa değerlerine dışsaldır, yabancıdır. Arendt, Marksist devrimciliğin tasfiyesi için bir silâhtır. Solu o silâhta ustalaşanlar yönetmektedir.

* * *

Tanıl Bora’nın yazısında 2005’teki isyana yönelik şaşkınlık hâkimdir. Bora, Hegel ile ilgili kırıntı malumat üzerine kurulu Fanon değerlendirmesini onu tüketmek, buruşturup çöpe atmak için yapar. O, banliyö isyanına şaşırdığından, kabullenemediğinden, bu olayı Fanon’u toprağa gömme, solu bu konuda uyarma fırsatı olarak değerlendirir. Bora, emperyalistlerin, sömürgecilerin ve kapitalistlerin politikası konuşsun diye Fanon’u susturur. Yangını söndürmek için debelenir.

Bora’nın derdi, Fanon’u sırtını yasladığı efendilere “tanınmak, kabul görmek” için yalvaran biri gibi göstermektir. Bora’nın amacı, Fanon üzerinden kendisini aklamaktır, çünkü asıl diz çöküp yalvaran, kendisidir. Bu amaç doğrultusunda ezilene dönüp ona sürekli, “sen o eleştirdiğin zalimin yerini almak istiyorsun, hadi ordan!” der. Herkesi o zalimi eleştirdiğine ikna etmek için uğraşıp durur. Bu uğraş, beyhudedir.

* * *

Banliyö isyanı, Fransa’nın ve Avrupa’nın 11 Eylül’üdür. İki “11 Eylül” sonrasında liberali, feministi, sosyalisti, herkes devletin terörle mücadele harekâtına örgütlenmiştir. Pandemi süreci ise o küresel terörle mücadelenin uzantısıdır.

Paris isyanı için de aynı durum geçerlidir, o da solcuları devlete örgütlemiştir. Cumhuriyetçi, laik, modernist ve aydınlanmacı eğilim hâkim hâle gelmiş, tüm sol, devlet eliyle yürütülen saldırıya asker ve polis olarak katılmıştır. Sol, kurucu felsefesine geri dönmüş, sömürgeciliğin ve emperyalizmin sol payandalarına sarılmıştır. Liberalizm, her yerde devrimcilik ve komünistlik olarak pazarlanmaya başlanmıştır.

İsyanın yaşandığı günlerde aslen Türk olan, ama gençken yerleştiği Paris’te Fransız Komünist Partisi içerisinde yükselen bir isimle yapılan sohbette, bu kişinin ilk yorumu şu olmuştur: “Bu isyancı gençler, faşist!” Hatırlansın: Devlet eliyle postkolonyalizm çalışıp akademiye kapak atan, istihbaratın izniyle Fransa’ya “sığınmış” Engin Sustam da son Sarı Yelekliler isyanındaki insanları “faşist” olarak nitelemişti.[5] Sustam, devlet ağzıyla konuşmaya mecburdu.

Oysa Ekim 2005’te patlak veren isyan, hırsızlık suçlamasıyla kovalanan iki gencin trafoya saklanması ve orada elektrik çarpması sonucu gençlerden birinin ölmesi ardından patlak vermişti. Bahsi geçen FKP’li ve Sustam gibi içişleri bakanı Sarkozy de gençlere “ayaktakımı” dedi. Bir eylem sırasında camiye gaz bombası atılmasıyla olaylar daha da büyüdü.

Polisin kovaladığı gençler, medyada “araba hırsızı” olmakla suçlanmışlardı. Ertesi gün başlayan isyanda gençler, "lanet olsun arabanıza da!" diyerek, önlerine çıkan tüm arabaları yaktılar. Sarkozy, “biz bunlara diploma verdik, daha ne yapalım” dedi. Ertesi gün o gençler, bu küfre ve aşağılayıcı dile karşı diplomalarını yaktılar.

Tanıl Bora, işte bu isyanda bir öcü olarak “Fanon” buluyor, ezilenin ezenden kabul görmek istediği sonucuna ulaşıyor, ezen adına konuşuyor, ezileni aşağıda, ezeni yukarıda konumlandırıyor. Bora’nın çabası, isyanı ve Fanon’u, yalıtık, münferit ve sapma olarak gösterme yönündedir. Aslında isyan ve Fanon, kendi tarihselliği ve toplumsallığı üzerinden buluşmaktadır.

* * *

Kara Panter Partisi’nin önemli isimlerinden Kathleen Neal Cleaver, Fanon’un siyah hareketinin genel yönelimini ve pusulasını değiştirdiğini söylüyor. Vietnam Savaşı ile birlikte siyahî askerlere ihtiyaç duyan ABD, siyahlara yönelik ırkçılığı “güya” yasaklıyor. Bu dönemin insan hakları hareketi, hükmünü yitiriyor. Siyah hareketi, Fanon’la tam da bu momentte tanışıyor:

“Fanon’un analizinin ülkeye uyarlanması sayesinde eskiden kullanılan ifadelerin üzerini örttüğü, hâkim Beyazlarla boyun eğdirilmiş bir kesim olarak Siyahlar arasındaki tarihsel ilişkinin netleştirilmesi mümkün hâle geldi. ‘İkinci sınıf yurttaş’ demek yerine Siyahları sömürge olarak gören anlayış, Kara Panter Partisi’nin politik yönelimini tarif etti.”[7]

“Sömürge” kelimesi, Tanıl Bora’nın böğrüne diken gibi batıyor. İşinin, kendisine verilen görevin o dikeni söküp atmak olduğunu, bu görevi varlık sebebi olarak üstlendiğini iyi biliyor. Zevcesi, tam da bu sebeple, o sömürgecilik pratiği gereği, Diyarbekir’de sendikalara ve STK’lara feminizm dersleri veriyor. Sendikalar ve STK’lar, sömürgeciye bağlı akıncı birlikleri olarak sahaya sürülüyorlar.

* * *

Havalimanında zengin bir kadının omzundaki kürkü gören başka bir kadın, kürkü eleştirince kürkün sahibi, şu cevabı veriyor: “Kıskanıyorsun beni, o yüzden eleştiriyorsun!” Onca allı pullu lafa karşın, esasen Tanıl Bora da bundan başka bir şey söylemiyor. Ezilene diyor ki “sen bu şiddeti, seni ezeni kıskandığın, onun yerine geçmek istediğin için uyguluyorsun.” Bora, ezileni paylıyor, ufak çocuk derekesine düşürüyor, ezeni ise yüceltiyor, “onun gibi olunmak istenen güç” mertebesine taşıyor. Onu övüyor. Tanıl Bora, ezenin-zalimin iradesinden başka bir iradeyi tanımıyor. Kabul görme tespiti ile anarşistlerin "devletle mücadele edersek onu tanır, kabul eder, onu beslemiş oluruz" düsturu, aynı akıldan türüyor.

Tanı’l Bora, arabalara yönelen şiddeti kasten yanlış okuyor ve bunun sebebinin kapitalizmin, yani şiddetin kendisi olduğunu söylüyor. O, olur olmaz her şeye “virüs” diyenler gibi konuşuyor. Antikapitalistleri şiddetten uzak tutmanın yollarını arıyor. “Şiddet” kelimesi karşısında tir tir titriyor. Kendi arabasının ve diplomasının yanma ihtimalinden korkuyor. O nedenle ezilenlere şiddetten arındırılmış bir politika emrediyor. Bunu tam da F-tipleri sürecinde yapıyor. Çünkü teorinin, ideolojinin ve politikanın karakolları, yoksulların, ezilenlerin çığlıklarını boğmak için kuruluyor.

Eren Balkır
19 Aralık 2020

Dipnotlar:
[1] David Talbot, Allen Dulles, the CIA, and the Rise of America’s Secret Government, HarperColling Publishers, 2015.

[2] Frances Stonor Saunders, The Cold War, New Press, 1999, s. 63.

[3] Tanıl Bora, “Paris Vesilesiyle, Frantz Fanon ve Şiddet Sorunu”, Aralık 2005, Birikim.

[4] Kathryn T. Gines, Hannah Arendt and the Negro Question, Indiana University Press, 2014, s. 99.

[5] Aktaran: Eren Balkır, “Ortepedik Yatak”, 8 Aralık 2018, İştiraki.

[6] Kathleen Neal Cleaver, “Back to Africa: The Evolution of the International Section of The Black Panther Party (1969-1972)”, The Black Panther Party Reconsidered içinde, Yayına Hazırlayan: Charles E. Jones, Black Classic Press, 1998, s. 215. İlgili alıntının bulunduğu bölümün çevirisi için bkz. İştiraki.