Emperyalistler, ekonomi ve siyaset alanında halklara
zulmediyorlar, bu zulme yönelik itirazı ve inkârı her şeyden yalıtıp, onları “münferit”
ya da “sapma” olarak göstermeye çalışıyorlar. Bir açıdan her itiraz ve inkâr,
zulmün ve sömürünün münferit veya sapma olmadığını ortaya koymak için var.
ABD, devrimcileri aç bırakmak için Kamboçya köylerini
bombalıyor, köylüler şehirlere kaçıyorlar, o devrimciler, açlığa mani olmak
için bir politika yürürlüğe koyuyorlar, bu sefer emperyalistler, “komünistler,
insanları zorla köylere sürdü, açlığa mahkûm etti, milyonları öldürdü”
diyorlar. Solun bir bölümü kendi fikrini ve eylemini bu tür yalanlara göre inşa
ediyor. “İyi çocuk” olmak için türlü taklalar atıyor.
Sömürü ve zulüm düzeninin devamı için çeşitli planlar
devreye sokuluyor. Teori, ideoloji ve politika sahasına
dört koldan saldırılıyor. Buralarda ezilenlerin ve sömürülenlerin dil bulmasına
asla izin verilmiyor. Bu üç saha, tahakküm altına alınıyor.
Akademi (teori),
medya (ideoloji) ve meclis (politika) diye üç karakol inşa
ediliyor. Her şey, kontrol altına alınıyor. Onların dışındakiler, tehdit
kategorisine kaydediliyor, insanlıkdışı olarak kodlanıyor. F-tipleri, bu
kapatmanın resmi adı oluyor. Bu hapishane türü, her yanı ve her anı kuşatıyor.
Süreç içerisinde işi gücü teoriden, ideolojiden ve
politikadan geçinmek olan kadrolar devşiriyorlar. Bunları o karakollara
yerleştiriyorlar. Karakola hesap vermeyen tek bir söze ve eyleme izin
verilmiyor. “Sözden dışlananlar”a kendi cümlelerini ezberletiyorlar. Derdin
ve öfkenin dili kesilip atılıyor.
* * *
CIA, Truman Doktrini ve Marshall Planı ile birlikte
gündeme geliyor. 26 Temmuz 1947 tarihli Ulusal Güvenlik Kanunu uyarınca kurulan
teşkilât, Soğuk Savaş döneminde “Batı’yı komünist karanlıktan kurtarmak” için
çalışıyor. Teorik ve pratik açıdan teşkilâta gerekli zemini ise geçmişte Hitler
adına Sovyetler konusunda istihbarat toplayan Reinhard Gehlen temin ediyor.[2]
O CIA, süreç içerisinde kendisine bağlı, “komünist
olmayan sol” inşa ediyor. Söze ve eyleme hüküm koyuyor. Anti-komünist
faaliyetler, bu sol üzerinden yürütülüyor.[3] Sermaye ve devlet ile tarif
edilmiş bir “özgürlük”, komünist hareketin karşısına çıkartılıyor. Akademi,
medya ve meclis, bu özgürlük tanımına ve burjuvazinin çıkarlarına göre inşa
ediliyor. Orada, ancak egemenlerin cümlelerine izin veriliyor.
* * *
Devlet ve sermayeyle ilişkili herhangi bir yapı,
sömürülene ve ezilene asla alan açamaz. Açılmış bir alan varsa, orada sömürülen
ve ezilen, yok demektir. Varsa bile o, sözsüz ve eylemsizdir.
Marksizmin akademiye bağlanma pratiğini, devlet ve
sermayenin çıkarları düzleminde anlamak gerekir. Marksizmin
ezilenin-sömürülenin sözü-eylemi olmasına izin verilemez. Marksizm, bu sebeple
dönüştürülür, belirli bir kıvama çekilir. Felsefelerden bir felsefe, ekonomi
teorilerinden bir teori, sosyolojilerden bir sosyoloji olarak okunmasına izin
verilen Marksizm, o kürsüye zincirlenir.
Seksenlerin sonunda Sovyetler’deki glasnost
tartışmalarına London School of Economics gibi yerlerde “sosyalist”
teorisyenlerin Marksizmi “çürüttükleri”ne dair haberler eşlik etmiştir. Zaten
teslim olmuş olanlar, teslimiyetlerinin teorik aklına da kavuşmuşlardır.
“Marksizm”, bu kişiler eliyle “çürütülmüştür”.
Bugün sol örgütlerin neredeyse tamamı, Ekim Devrimi
sonrası Lenin ve partisine cephe alan örgütler gibi konuşmaktadır. Çürütme
işlemi, Ekim’in iradesiyle ilgilidir. Teorik, ideolojik ve politik karakollara
alınanlar dışarı salınmış, bu kişiler, varolan imkânları yok etmeyi geçim
kaynağı hâline getirmişlerdir.
* * *
Şu artık görülmelidir: Sol akademinin Birikim dergisine
bağlanması, bir devlet operasyonudur. Sermayenin istediği budur. Onun gibi
olmak isteyen türevler, parsa peşindedir, çağrılmak, böylece özne olmak
derdindedirler. Onlara göre özne olmak, ancak devlet ve sermaye ile mümkündür.
Birikim, Tanıl
Bora eliyle, Fransa’daki banliyö isyanı ile ilgili yazıyı gerektiği şekilde,
gerektiği içerikte yazmaya mecburdur. 2005 yılıdır ve AKP’ye verilen gizli ve
açık sol desteğe halel getirilmemelidir. Çünkü sonuçta “Fanon varsa, politika
yoktur.”[4] Politika olacaksa, Fanon olmamalıdır. Birikim, bunun için
vardır.
“Fanon varsa, politika yoktur” lafının ilham kaynağı, Birikim’in
gözde düşünürü Hannah Arendt’tir. Arendt ise esasen şiddeti ezilene yasak etme
derdindedir. O, “ezenlerin şiddetini ezilenlerin şiddeti kadar eleştirmez.”[5]
Hatta Avrupa’nın ırkçı şiddeti, Afrika’daki “vahşiler”i ezerken onlardan
öğrendiğini söyler. Ona göre ırkçılık, yüce Avrupa değerlerine dışsaldır,
yabancıdır. Arendt, Marksist devrimciliğin tasfiyesi için bir silâhtır. Solu o
silâhta ustalaşanlar yönetmektedir.
* * *
Tanıl Bora’nın yazısında 2005’teki isyana yönelik
şaşkınlık hâkimdir. Bora, Hegel ile ilgili kırıntı malumat üzerine kurulu Fanon
değerlendirmesini onu tüketmek, buruşturup çöpe atmak için yapar. O, banliyö
isyanına şaşırdığından, kabullenemediğinden, bu olayı Fanon’u toprağa gömme,
solu bu konuda uyarma fırsatı olarak değerlendirir. Bora, emperyalistlerin,
sömürgecilerin ve kapitalistlerin politikası konuşsun diye Fanon’u susturur.
Yangını söndürmek için debelenir.
Bora’nın derdi, Fanon’u sırtını yasladığı efendilere
“tanınmak, kabul görmek” için yalvaran biri gibi göstermektir. Bora’nın amacı,
Fanon üzerinden kendisini aklamaktır, çünkü asıl diz çöküp yalvaran,
kendisidir. Bu amaç doğrultusunda ezilene dönüp ona sürekli, “sen o
eleştirdiğin zalimin yerini almak istiyorsun, hadi ordan!” der. Herkesi o
zalimi eleştirdiğine ikna etmek için uğraşıp durur. Bu uğraş, beyhudedir.
* * *
Banliyö isyanı, Fransa’nın ve Avrupa’nın 11
Eylül’üdür. İki “11 Eylül” sonrasında liberali, feministi, sosyalisti, herkes
devletin terörle mücadele harekâtına örgütlenmiştir. Pandemi süreci ise o
küresel terörle mücadelenin uzantısıdır.
Paris isyanı için de aynı durum geçerlidir, o da
solcuları devlete örgütlemiştir. Cumhuriyetçi, laik, modernist ve aydınlanmacı
eğilim hâkim hâle gelmiş, tüm sol, devlet eliyle yürütülen saldırıya asker ve
polis olarak katılmıştır. Sol, kurucu felsefesine geri dönmüş, sömürgeciliğin
ve emperyalizmin sol payandalarına sarılmıştır. Liberalizm, her yerde
devrimcilik ve komünistlik olarak pazarlanmaya başlanmıştır.
İsyanın yaşandığı günlerde aslen Türk olan, ama
gençken yerleştiği Paris’te Fransız Komünist Partisi içerisinde yükselen bir
isimle yapılan sohbette, bu kişinin ilk yorumu şu olmuştur: “Bu isyancı
gençler, faşist!” Hatırlansın: Devlet eliyle postkolonyalizm çalışıp akademiye
kapak atan, istihbaratın izniyle Fransa’ya “sığınmış” Engin Sustam da son Sarı
Yelekliler isyanındaki insanları “faşist” olarak nitelemişti.[5] Sustam, devlet
ağzıyla konuşmaya mecburdu.
Oysa Ekim 2005’te patlak veren isyan, hırsızlık
suçlamasıyla kovalanan iki gencin trafoya saklanması ve orada elektrik çarpması
sonucu gençlerden birinin ölmesi ardından patlak vermişti. Bahsi geçen FKP’li
ve Sustam gibi içişleri bakanı Sarkozy de gençlere “ayaktakımı” dedi. Bir eylem
sırasında camiye gaz bombası atılmasıyla olaylar daha da büyüdü.
Polisin kovaladığı gençler, medyada “araba hırsızı”
olmakla suçlanmışlardı. Ertesi gün başlayan isyanda gençler, "lanet olsun
arabanıza da!" diyerek, önlerine çıkan tüm arabaları yaktılar. Sarkozy,
“biz bunlara diploma verdik, daha ne yapalım” dedi. Ertesi gün o gençler, bu
küfre ve aşağılayıcı dile karşı diplomalarını yaktılar.
Tanıl Bora, işte bu isyanda bir öcü olarak “Fanon” buluyor,
ezilenin ezenden kabul görmek istediği sonucuna ulaşıyor, ezen adına konuşuyor,
ezileni aşağıda, ezeni yukarıda konumlandırıyor. Bora’nın çabası, isyanı ve
Fanon’u, yalıtık, münferit ve sapma olarak gösterme yönündedir. Aslında isyan
ve Fanon, kendi tarihselliği ve toplumsallığı üzerinden buluşmaktadır.
* * *
Kara Panter Partisi’nin önemli isimlerinden Kathleen
Neal Cleaver, Fanon’un siyah hareketinin genel yönelimini ve pusulasını
değiştirdiğini söylüyor. Vietnam Savaşı ile birlikte siyahî askerlere ihtiyaç
duyan ABD, siyahlara yönelik ırkçılığı “güya” yasaklıyor. Bu dönemin insan
hakları hareketi, hükmünü yitiriyor. Siyah hareketi, Fanon’la tam da bu
momentte tanışıyor:
“Fanon’un
analizinin ülkeye uyarlanması sayesinde eskiden kullanılan ifadelerin üzerini
örttüğü, hâkim Beyazlarla boyun eğdirilmiş bir kesim olarak Siyahlar arasındaki
tarihsel ilişkinin netleştirilmesi mümkün hâle geldi. ‘İkinci sınıf yurttaş’
demek yerine Siyahları sömürge olarak gören anlayış, Kara Panter Partisi’nin
politik yönelimini tarif etti.”[7]
“Sömürge” kelimesi, Tanıl Bora’nın böğrüne diken gibi
batıyor. İşinin, kendisine verilen görevin o dikeni söküp atmak olduğunu, bu
görevi varlık sebebi olarak üstlendiğini iyi biliyor. Zevcesi, tam da bu
sebeple, o sömürgecilik pratiği gereği, Diyarbekir’de sendikalara ve STK’lara
feminizm dersleri veriyor. Sendikalar ve STK’lar, sömürgeciye bağlı akıncı
birlikleri olarak sahaya sürülüyorlar.
* * *
Havalimanında zengin bir kadının omzundaki kürkü gören
başka bir kadın, kürkü eleştirince kürkün sahibi, şu cevabı veriyor:
“Kıskanıyorsun beni, o yüzden eleştiriyorsun!” Onca allı pullu lafa karşın,
esasen Tanıl Bora da bundan başka bir şey söylemiyor. Ezilene diyor ki “sen bu
şiddeti, seni ezeni kıskandığın, onun yerine geçmek istediğin için
uyguluyorsun.” Bora, ezileni paylıyor, ufak çocuk derekesine düşürüyor, ezeni
ise yüceltiyor, “onun gibi olunmak istenen güç” mertebesine taşıyor. Onu
övüyor. Tanıl Bora, ezenin-zalimin iradesinden başka bir iradeyi tanımıyor.
Kabul görme tespiti ile anarşistlerin "devletle mücadele edersek onu
tanır, kabul eder, onu beslemiş oluruz" düsturu, aynı akıldan türüyor.
Tanı’l Bora, arabalara yönelen şiddeti kasten yanlış
okuyor ve bunun sebebinin kapitalizmin, yani şiddetin kendisi olduğunu
söylüyor. O, olur olmaz her şeye “virüs” diyenler gibi konuşuyor. Antikapitalistleri
şiddetten uzak tutmanın yollarını arıyor. “Şiddet” kelimesi karşısında tir tir
titriyor. Kendi arabasının ve diplomasının yanma ihtimalinden korkuyor. O
nedenle ezilenlere şiddetten arındırılmış bir politika emrediyor. Bunu tam da
F-tipleri sürecinde yapıyor. Çünkü teorinin, ideolojinin ve politikanın
karakolları, yoksulların, ezilenlerin çığlıklarını boğmak için kuruluyor.
Eren Balkır
19 Aralık 2020
Dipnotlar:
[1] David Talbot, Allen Dulles, the CIA, and the Rise of America’s Secret
Government, HarperColling Publishers, 2015.
[2] Frances Stonor Saunders, The Cold War, New
Press, 1999, s. 63.
[3] Tanıl Bora, “Paris Vesilesiyle, Frantz Fanon ve
Şiddet Sorunu”, Aralık 2005, Birikim.
[4] Kathryn T. Gines, Hannah Arendt and the Negro
Question, Indiana University Press, 2014, s. 99.
[5] Aktaran: Eren Balkır, “Ortepedik Yatak”, 8 Aralık
2018, İştiraki.
[6] Kathleen Neal Cleaver, “Back to Africa: The Evolution of the International Section of The Black Panther Party (1969-1972)”, The Black Panther Party Reconsidered içinde, Yayına Hazırlayan: Charles E. Jones, Black Classic Press, 1998, s. 215. İlgili alıntının bulunduğu bölümün çevirisi için bkz. İştiraki.