“Komünistler
olarak bizler, hiçbir şeyden korkmuyoruz. Üstelik, Partimiz bizi ölüme meydan
okuma ve hayatımızı uçurumun kenarında sürdürme noktasında eğitti, öyle ki
devrim, canımızı talep ettiğinde ona canımızı verebilelim.”
[Başkan Gonzalo, El
Diario Röportajı, 1988)
“Nükleer
silahlar ve nükleer savaş konusunda ise, ÇKP’ye saldıranlar ile bizim
aramızdaki ikinci fark, insanlığın geleceğinin kötümserlikle ya da devrimci
iyimserlikle ele alınmasıdır.”
[Renmin Ribao gazetesi,
31 Aralık 1962)
Komünistler
ve devrimciler, kitlelere duydukları sarsılmaz inanç aracılığıyla, devrimci
olmak için iyimser olmanın elzem bir gerçek olduğunu kavramışlardır. Bu demek
değildir ki devrimciler, körü körüne işleyen ve o an mevcut olan şartları ve
çelişkileri göz ardı eden burjuva iyimserliğin herhangi bir çeşidine
kapılırlar. Devrimcinin sarsılmaz inancı, yenilmezliği ve eşsizliği, onun,
geniş kitlelere, özellikle de proletaryaya duyduğu derin sevgiden ve inançtan
kaynaklanır. Herhangi bir bireyin ya da grubun isteği ne olursa olsun, halk tarihi
yapma noktasında muzaffer olacaktır. Buradaki hedefimiz ve amacımız, hayatî bir
ilke olan devrimci iyimserlik konusuna bir açıklık getirmek ve olumsuz bir tesire
sahip olan bazı burjuva akımlara karşı durmaktır.
Devrimci
iyimser olmak, hayal âleminde yaşamak ya da idealist olmak değildir, dünyayı
tozpembe görmek hiç değildir. Devrimci iyimser olmak, hiçbir şeyden korkmamaktır, tarihi
yapanın kitleler olduğu ve insanın isteği ne olursa olsun Komünizm’e varılacağı
gerçeğiyle silahlanmış olarak, büyük bir azimle halkın hizmetinde olmaktır. Sınıf
savaşı sürdükçe, bu savaşın komünistler yaratacağı da su götürmez bir
gerçektir. Komünistler, devrimin gerekliliğini anlarlar ve ne yapmaları
gerekiyorsa onu yaparlar.
Hem
yenilgiyi hem de kendini küçümsemeyi teşvik eden, burjuva toplumu ve küçük
burjuvazinin ideolojik eğilimleridir; bunlar, aynı anda hem kitlelerin
zihnine direniş karşıtlığı fikrini yerleştirir hem de acımasız yabancılaşmayla baş etme
mekanizması olarak kapitalizm tarafından teşvik edilen ve öne sürülen çifte saldırı olarak varolurlar. Devrimciler olarak bu tür hamlelere ve araçlara, önce kendi
toplumsal alışkanlıklarımızla savaşarak, sonra da arkadaşlarımızın ve
yoldaşlarımızın karamsar düşüncelerine meydan okuyarak karşı durmalıyız.
Önemli Olan, İyimser Olmaktır
Gezegendeki
her devrimci çabaya uygulanabilir olan Gonzalo Düşüncesi’nin evrensel
katkılarından birisi de, devrimci iyimserliktir. Başkan Gonzalo; halka hizmet
etmek, fedakârlıktan korkmamak ve ömrünü namuslu bir asker olarak geçirmek
şiarlarının merkezinde konumlanan Mao’nun öğretilerine dayanarak şu açıklamayı
yapmıştı:
“Korkmak mı? Bence korku
ve korkusuzluk arasında belirli bir çelişki söz konusudur. Mesele, ideolojimizi
benimsemek ve içimizdeki cesaretin zincirlerini kırmaktır. Bizi cesur kılan,
bize cesaret veren, ideolojimizdir. Kanaatimce kimse cesur doğmaz. İnsanları ve
komünistleri cesur kılan, sınıf mücadelesidir. Proletaryadır, partidir,
ideolojimizdir.
Peki en büyük korku nedir?
Ölüm mü? Bir materyalist olarak hayatın bir gün sona ereceğini biliyorum. Asıl
önemli olan, iyimser olmak, başkalarının bağlı olduğumuz işi sürdüreceğine,
nihai hedef olan komünizme ulaşacaklarına inanmaktır. Asıl korku, bu davayı
kimsenin yürütmeyeceğini düşünmekle ilgilidir. Kitlelere inancınız varsa sizde
korkudan eser kalmaz.
Bence sonuçta en kötü korku, kitlelere inanmamak değil, kendinin vazgeçilmez olduğuna, dünyanın merkezi olduğuna inanmaktır. Bence en kötü korku budur. Piştiğin, şekil aldığın yer, parti, proleter ideoloji, temelde Maoizm denilen tav ocağıysa tarihi kitlelerin yaptığını, devrimin partinin eseri olduğunu, tarihin kesin olarak ilerleyeceğini, devrimin ana yönelimi ifade ettiğini bilince çıkartırsın. İşte korku, o an silinir gider. Geride ise ileride komünizm güneşi doğsun, tüm dünyayı aydınlatsın diye bugünden başkalarıyla birlikte gerekli temeli atmanın verdiği hoşnutluk kalır.”
Devrimci
iyimserliğin gücünü ve önemini anlamak için bunu sımsıkı bir şekilde kavramak
önemlidir. Başkan Gonzalo, bize yalnızca korkunun ve çekincenin üstünden nasıl
geleceğimize dair açık bir talimat vermekle kalmadı, aynı zamanda nasıl bir
devrimci olarak yaşanabileceğinin örneğini de sundu. Gonzalo bu örneği
tekrardan, çürüyen Peru devletinin kafesinden bu muazzam beyanıyla önümüze
getirdi. Daha sonra da bu beyanın doğruluğunu kendi örneğiyle kanıtlayacaktı. O,
dünyanın yaşayan en büyük komünisti ve Marksizmin dördüncü direği olarak sahip olduğu sarsılmaz konumuyla, on yıllardır süren tecride rağmen boyun eğmeyi
reddediyor. Gonzalo, Callao deniz üssündeki hapishaneyi, savaşın en aydınlık
siperine dönüştürdü!
Şimdi
yukarıdaki sözlere daha dikkatli bakarak, meselenin biraz daha derinlerine
inelim. Çelişki yasasını uygulayan Gonzalo, korkunun (buradaki tartışmada
kötümserlik) ve cesaretin (buradaki tartışmada iyimserlik) nereden
kaynaklandığını tanımlamıştı. Korku ve kötümserlik, dünya görüşü, çoğunluğun tek
bir bireye boyun eğmesi üzerine kurulu olan küçük burjuvaziye has eğilimlerdir.
Küçük burjuvazi için tüm mesele, herkesin her şeyden ayrılarak bir birey olması
ve biricik dünyalarının merkezine oturtulmasıdır. Bu, burjuvazinin saflarına
münasip şekilde yükselmek isteyen sınıfın umutsuzluğunun ürünüdür. Her ne kadar
bunu gerçekleştirmeye muvaffak olamasalar bile, gerçekleştirdikleri vakit bunu
ancak sömürü aracılığıyla gerçekleştirebiliyorlar. Fakat hiç istisnasız, bunu kendi
“çok çalışmalarına” atfediyorlar. Pek çok küçük burjuva, kendilerinin bir üst
sınıfa yükselmelerinden çok proleter saflara düşmelerini muhtemel kılan ekonomik
yasalardan dolayı bir tür bireyci olumsuz sübjektivizm ya da tek kelimeyle
kötümserlik geliştiriyorlar. Küçük burjuvaların halk kitlelerine güveni yoktur
ve şartlar onları proleterleştirmeye yaklaştırdıkça, onlar da sonuç olarak
kendilerinden nefret etmeye başlıyorlar. Bir sınıf olarak küçük burjuvazi,
birilerinin kuyruğuna takılmaya mahkûmdur, asla liderlik edemez. Lenin’in
belirttiği üzere küçük burjuvazi, ya burjuvaziyi ya da proletaryayı takip
edecektir:
“Küçük-burjuva kitlelerin
açık bir çoğunluğu hiçbir şeye karar vermez, veremez. Bundan dolayı da kırda dağınık
hâlde bulunan milyonlarca mülk sahibi bir örgüte, eylem içinde politik
bilince ve eylem merkeziyetine (bunlar zafer için olmazsa olmazdır) kendilerine
ancak burjuvazi ya da proletarya tarafından liderlik edildiğinde sahip
olabilir.”[1]
Burada
Lenin’in söylediklerini değerlendirdiğimizde, küçük burjuvazinin proletaryanın
liderliğinden, Komünist bir dünya görüşünden mahrum kaldığında kötümser,
karşı-devrimci bir dünya görüşüne battığını görmemiz kolaylaşıyor. Dolayısıyla
da buradaki tavır, bireysel kişilik olarak değil, sınıf tutumu olarak
görülmelidir. Proleter sınıf tutumu Komünist dünya görüşünü geliştirir ve biz
de buradan devrimci tavrı geliştiririz. Öbürünün aksine bu tavır, kindar ya da
sığ değildir, kontrol edilemeyen bir duygu tarafından yönlendirilmez, her
şeyden önce tevazusu, kitlelere inancı ve Komünist liderliğe bağlılığıyla öne
çıkar.
Gonzalo’nun
ifade ettiği görüşe geri dönersek, o, bizi cesur yapanın ideolojimiz olduğunu
söylüyor. Bu anlayış, Maoizmi sağlam bir ideoloji olarak değil, fakat birkaç
fikrin gevşek bir koleksiyonu olarak gören kişiler tarafından reddediliyor.
Burjuva toplumunda hâlihazırda var olan korkuyu korkusuzluğa dönüştürmede
ideolojinin rolünü ele alırken, oportünistlerin karşıt ifadelerini de
incelememiz gerekiyor.
Gölgeler Dünyası
Bu
oportünistlerin faaliyet gösterdikleri koşulları incelediğimizde, onları ilk
etapta motive eden şeyin, olumlu sübjektivizmin birleşik zıttı olan, “olumsuz
sübjektivizm” dediğimiz, kötümser dünya görüşü olduğunu gözlemleyebiliriz.
Her iki sübjektivizm de gerçeğin küçük burjuvaca reddinde birbirlerine
benzer ve bu nedenle diyalektik materyalizme aykırıdır.
Bu
olgu, örneğin, örgütlü mücadelenin yokluğunda ve sadece internette Facebook
gibi alanlarda sosyalleşen küçük bir gruptaki diğerlerinin izleyicileri için
oluşturulan sloganlarda açıkça görülmektedir. Bu sloganlar mem biçiminde ortaya çıkıyor ve sosyal dışlanmışlığı ya da uyumsuz
olmayı, hatta sınıflandırılmamış bir kimliği kucaklamayı destekliyor. Yine bu
sloganlar, komünizm karşısında nihilizmi, sosyalizm karşısında antisosyal
davranışı teşvik ediyorlar. Bu her zaman, bir kişinin politik faaliyetini
geliştirmek veya o kişiyi harekete geçsin diye motive etmek için duygusal
düşünceler, utanç ve suç gibi şeyleri kullanan anarşistler arasında
görülmüştür. Gerçekte insanlar kendi sınıf çıkarlarına göre hareket ederler, bu
yüzden bunu değiştirebilecek tek şey, proleter sınıf duruşunu benimsemektir. Hiç
kimseyi mazlumların etrafında toplanmıyor diye suçlayamazsınız. Onları
proletaryanın yanında durmanın doğru olduğuna ikna edecek olan şey,
proletaryanın kaçınılmaz olarak iktidara gelecek sınıf olduğu gerçeğinin yanı
sıra tarihin dalgasına karşı çıkmanın gerici olduğu gerçeğini ve tüm gerici
ideolojinin, mirasıyla birlikte gömüleceği gerçeğini kavramaktır. Bu, insanları
uzun vadeli çıkarlarına odaklamak ve kısa vadeli çıkarlar tarafından
saptırılmalarının önüne geçmek, kısacası, algılanan çıkarın yerine pratik
yoluyla rasyonel çıkarı koyma meselesidir.
Olumlu
sübjektivizm, sınıf mücadelesinin komünistleri ürettiğini ve komünistler de
devrimi yaptıkları için, belirli bireylerin üstlenmeleri gereken herhangi bir
yükümlülüğe veya bir göreve sahip olmadıklarını varsayarlar. Bu, silahlı
mücadelenin bir yadsınması ve sınıf mücadelesinin talep ettiği ve belirlediği gereksinimleri
inatla reddetmektir, özünde olumsuzdur. “Solcu” internet altkültürü bu fikre
dayanır ve bu fikri yeniden üretir. Bu fikir, uygun bir şekilde yönetici sınıfa
hizmet için kullanılır.
Kitlelere
inanmayanlar, proleter dünya görüşüne sahip olmayanlar, kulaktan dolma
bilgilere ve hatta sınıf düşmanlarının yaydığı yalanlara bile inanmaya
meyillidirler. Devrimi bir spor müsabakası olarak gören hareketsiz bireyler, dedikodu
çıkarmak ve yaymak gibi iğrenç faaliyetlere girişirler. Maoizm üzerine yapılan
basit bir Twitter araştırması bile, tarihsel olarak iflas etmiş revizyonist
projeleri fetişleştiren, örgütsüz bireylere ait hesapların bolluğunu ve bu
kişilerin dedikoduları yaymaktan başka bir işe yaramadıklarını ortaya koyacaktır. Bu kişiler, komünistlerin yürüttüğü herhangi bir faaliyete ve genel anlamda tüm
pratik örgütleme faaliyetlerine dair derin bir kötümserliğe düşmüşlerdir.
Onlar, kitlelere gitmek yerine, kendilerini internetin yankı odalarındaki sahte
gerçekliğe hapsetmişlerdir. Onların kendi nefslerini, benliklerini yüceltme
faaliyetleri, daha fazla kötümserliği, daha fazla küstahlığı ve daha fazla
dedikoduyu içerir. Bu ortamda bulunmanın bu bireyler üzerinde kuvvetli bir
aşındırıcı etkisi olduğu muhakkaktır.
Devrime dair kötümser küçük burjuva yaklaşımların en açık örneklerinden birisi de revizyonistlerin daha önce hiç olmadıkları kadar yoğun bir biçimde seçimleri
desteklemeleridir. Revizyonistler devrimi imkânsız olarak görürlerken, bir
yandan da kitlelere inançsızlıklarıyla halkı, hâkim sınıfın kendisini
meşrulaştırmak için kullandığı en güçlü yöntemlerden biri olan seçim tuzağına
doğru sürüklerler.
Devrimci
dönüşümün peşinde olanların arasında da morali zedeleyen örgütlü ve teorik
yaklaşımların örnekleri mevcuttur. Joshua Moufawad-Paul meselesi, bizim
“Aşağıdan Maoizm” adlı yayınımızla ve ardından onun kendi oportünist çizgisini
savunmadaki başarısızlığı ile çözülmüş olsa da, yine de onun, hem kötümserliğe
hem de iyimserliğe karşı çıktığı “devrimci gerçekçilik” konumundan metafiziği
yayma girişimlerine bakmalıyız (bir, üçe mi bölünüyor?!). Biz, bu makalede esas
olarak, JMP’nin “ayaklanmayı yürütmesi için bir hizbe duyulan irrasyonel inanç”
dediği şeyi ele alacağız, “sosyalist örgütlenmenin gelişiminin bu hizbe bağlı
olduğu”na ilişkin eleştirisini inceleyeceğiz.
Aslında
burada kastedilen, devrimci iyimserlik değildir. JMP’nin tarif ettiği şey,
öznel faktörleri doğru değerlendiremeyen burjuva iyimserliğidir. Onun burjuva
ve proleter görüşleri bir araya getirmesinde şaşılacak bir yan yok. JMP, iyimserlik noktasında kızıl ve beyaz çizgi arasındaki ayrımı göremeyecek bir
isim. Ondaki cehaletin dediklerinin aksine devrimci iyimserlik, kitlelere ve
tabii ki sınıf mücadelesine dönük inançtan kök alan güçlü bir ideolojiye
dayanır. Bu inanç ve ideoloji öznelci değil, diyalektik materyalist yaklaşımın
birer ürünüdür. Her şeyden önce kötü öznel koşulların iyi olana evrilmesini
sağlayacak olan, ideolojidir. Sınıf mücadelesi dâhilinde proletaryanın en iyi
evlatlarını komüniste dönüştürecek olan da odur. Bu konuda, birilerinin uluslararası
komünist hareket içerisinde görev alıp ölüme meydan okuma cüretini kuşanacakları
konusunda iyimser olmak gerekir. Fakat JMP bize şunları söylemektedir:
“Tersten, devrimci
iyimserlik de başka bir tür miyopluktur: mevcut hataların tamamının giderilmesi
gerektiği fikrini reddeden bu yaklaşım, sekterlere has bir yanılsama ile
devrimin illaki gerçekleşeceğini düşünür. Her iki konum da mevcut gidişatın
devrimci anlamda altüst edilmesinin yegâne çözüm yolu olduğunu anladığı için
devrimcidir. Onlardaki sorun, gerçekçi bir konum almıyor olmalarıdır. Devrimci
kötümserlik de devrimci iyimserlik de devrimci gerçekçilikten uzak duran bir
tür hezeyandır.”[2]
Özünde
olumsuz olan revizyonizm, özünde olumlu olan Marksizme tabii kalmalıdır.
Moufawad-Paul, devrimci iyimserliğin “miyopluk” olduğunu söyleyerek, kendi alaycı
dünya görüşünü sergiliyor. “Miyopluk” kelimesini yanlış kullanıyor oluşunu bir
yana bırakalım ve bu mesele hakkında Mao ne öğretiyor, ona bakalım:
“Marksist-Leninistler,
proleter devrim davasının geleceğine ilişkin olarak her zaman devrimci iyimser
tavır içinde olmuşlardır. Bizler içtenlikle inanıyoruz ki proletarya diktatörlüğünün,
sosyalizmin ve Marksizm-Leninizmin parlak ışığı, Sovyet topraklarının ötesinde
de parlayacaktır. Proletarya, yeryüzünde tam ve nihai zafere erişeceğinden
emindir.”[3]
Yukarıdaki
alıntılar birbirleriyle çelişmektedir. Sınıf savaşının komünistler üreteceğine
inancı olmayan, emperyalizmin daha ileri gidemeyeceğine dair anlayışı noksan
olan, komünist liderlik altındaki kitlelerin somut objektif şartlara cevap
verebileceklerine inanmayan Moufawad-Paul’ün bizzat kendisi miyopluktan muzdariptir.
Öte yandan Mao ise, proletaryanın kesin olarak zaferi elde edeceği noktasında
gayet nettir. Üstelik bu, sırf laf olsun diye dile getirilmiş bir iddia da değildir;
bilâkis, dünya şartlarının açık bir tahlili ve sınıf mücadelesinin yörüngesini
temel alır. Marx ve Lenin gibi Mao da gelecekte sosyalizm ve komünizm denilen
dönemlerin insanın iradesinden bağımsız olarak gerçekleşeceğini, üzerine basa
basa vurgular.
Moufawad-Paul,
Marksizm-Leninizm-Maoizm'den koparken, kendisini Mao'dan uzakta, revizyonist
Bob Avakian'ın konumuna daha yakın buluyor. Şöyle diyor Avakian:
“Dolayısıyla toplumu, bir
aşamasından diğerine (erken komünalden köleciliğe, feodale, kapitalizme ve
sonra sosyalist topluma - oradan da komünizme) götüren ‘görkemli ve düzenli bir
süreç’ yoktur. Toplum bir şekilde kaçınılmaz olarak komünizme doğru ilerlerken,
ortaya çıkan ‘tarihin büyük valsi’ (bir, iki, üç; bir, iki, üç) veya hoş,
zarif, düzenli bir ‘feodal menüet’. Kaçınılmaz olarak komünizme giden ‘büyük
süreç’ diye bir şey yoktur. Dinî bir bakış açısına (aslında 'yasayı ihlal
etmiyorsa' ve ‘çizmeyi aşmıyorsa!’) sınırlanan bu tür düşünme eğilimleriyle (ki
bu eğilimler örneğin Stalin'de de belirgindir) mücadele etmeliyiz. Ancak tüm
karmaşıklığı ve çeşitliliği ile tüm dünyada ve binlerce yıl boyunca insanlık
tarihinin gelişimi, aslında - 'tasarımla' olmasa da -tarihî komünizm
sıçramasının temelini attı ve onu mümkün kıldı; kaçınılmaz değil, mümkün.”[4]
Hem
Moufawad-Paul hem de Avakian, bu konumu paylaşıyor ve her ikisi de Stalin'e
tekrar tekrar saldırarak, bu konumlarını sürdürüyorlar. İlki kendisini Maoist
olarak adlandırsa bile, Mao'nun tam tersini öğrettiğini söyleyen o rahatsız
edici ve apaçık gerçeğe sırtını dönüyor.
Ölmekte Olan Sınıfın Olumsuz
Görüşleri
1986'daki
bir felsefi konferansta Başkan Gonzalo, Heidegger'in ortaya koyduğu burjuva
varoluşçuluk felsefesine saldırırken, varoluşçu felsefeyi şu şekilde
özetliyordu:
“Varoluşun tahlili,
yaratıcı Tanrı. Felsefe, eşyanın varlığına odaklanmalıdır. İnsan, varoluşun
ifadesidir, hiçten gelir ve hiçe gider. İnsan, kendi varlığı, nereden geldiği
hakkında hiçbir şey bilmiyor. Bu geçişte ızdırap var. Bu olduğunda ise iki
tavır ortaya çıkıyor: bu ızdırapla yüzleşmek veya ondan kaçmak. Mesele, insanın
kendi acısıyla yüzleşmesi, ölümüyle yüzleşmesi, ölüm için varolması, yani
insanın kimliği budur, ölüm için yaşamaktır. Bu görüş, Nazizme hizmet etti. O,
ölmekte olan bir sınıfın, felsefi çürümenin bir ifadesidir.”
Ve
faşizmin atası Nietzsche ve onun üstinsan teorisine gelince:
“Emperyalizme çıkış arayan
teoriler. Ahlâkî teori, en iyiye ve onların etki alanına dayanır. Ayrıcalıklı
adamlar ve sersem beyinler, beyefendilerin ahlakını yeniden tesis etmeye
çalışırken, Hıristiyanlığa yönelirler. Hıristiyanlık, iyiliği erdemle
karıştırır. Hıristiyanlar en güçlü olanlardır. Bu, saf ırkçılıktır.”
Gonzalo'nun
ele aldığı iki eğilim, çoğunlukla, ilerici amaçlara bağlılık numarası yapacak
ve hatta devrimci sınıf mücadelesine katılma iddiasında bulunacak kadar ileri
giden, sınıfsızlaştırılmış kişiler ve küçük burjuva gençler arasında kök
buluyor. Esasen varoluşçuluk ve nihilizm, çağdaş kötümserliğin omurgasını
oluşturur. Kötümser kişi, merkezine ölümü ve bireyi alsa bile, burjuva
ideolojisine kucak açarak anti-komünist kinayeleri iyi bir şeymiş gibi
benimseyebilir, bu da ona bir kimlik ve amaç verir.
Bütün Dünyayı Aydınlat
Marksizm
ve onun tüm üst aşamaları, tek temel yasa olarak karşıtların mücadelesini
merkeze alırken, çok daha olumlu bir felsefi ruhu muhafaza ediyor. Devrimci
iyimserliğin ve dünyanın Halk Savaşı yoluyla dönüşümünün temelini oluşturan, işte
bu mücadeledir. Gonzalo, diyalektik materyalizmi açıklayarak devam ediyor:
“Savaş, her şeyin
kökenidir, iki zıttın mücadelesidir ve biz, bu mücadeleden sürekli bir gelişim
sürecine sahip oluruz, her şey sürekli bir akış hâlindedir, kimse aynı suda iki
kez yıkanmaz. İşte diyalektik budur.”
Mao'yu
izleyen Gonzalo, dünyanın, dünya proleter devriminin stratejik saldırı aşamasına
girdiğini, önümüzdeki 50 ila 100 yıllık dönemin, emperyalizmin (özellikle
ABD'nin) nihai yenilgisini destekleyen çarpıcı ayaklanmalara ve gelişmelere
tanık olacağını savunuyor. Bu, ekonomik bir tahlildir ve uluslararası komünist hareketin
öznel yönleriyle pek alakalı değildir. Bu tahlil, komünistlerin tarih boyunca
öğrenmiş oldukları derslere göre emperyalizmin başka bir yöne sapamayacak
olmasına dairdir. Bu tez, devrimci iyimserlikle nefes alır. Kötümserler,
taraftarlarını motive etmek için korku tüccarlığını ve suçluluk duygusunu
kullanacak olsalar da, Komünistlerin gerçeklerden başka bir şeye ihtiyaçları yoktur.
Bu gerçekler; devrim için objektif şartların daha önce hiç bu kadar müsait
olmadığı ve bunu takiben sübjektif faktörlerin bu koşullar vesilesiyle, MLM’nin
sağlam ve sarsılmaz ideolojisi rehberliğinde komünist partileri yeniden inşa
ederek meydana çıkabilecek ve kitlelerin daha da derinine inebilecek olmasıdır.
Bizzat Lenin, kötümserliğin, devrimci çabaları yolundan saptırmaya çalışan bir
burjuva ideolojisi olduğunu ve yine kötümserliğin sübjektivist oportünizmin
belli bir çeşidi olduğunu söylüyordu:
“Unutulmaması gerekir ki,
yığınlarla olan bağlarımız konusundaki yaygın kötümserlik, çoğu kez,
proletaryanın devrimdeki rolü açısından, burjuva düşünceler için bir paravan
rolü görür.”[5]
1905'in
“mevcut karamsarlığı”, özellikle de “kitle tabanının yokluğu” hakkında gevezelik
edenler arasında, bu “yokluğu” bir bahane olarak kullanıp, bir kitle tabanını kazanabilecek
olan tüm taktikleri ve eylemleri bir kenara atan yaklaşımlar nezdinde varlığını
sürdürüyor.
Kötümserin
gerçekte söylediği şey, kitlelerin cahil ve kayıtsız oldukları, devrimi şiddete
ya da militanlığa olumlu cevap vermeyecekleridir. Hatta kötümsere göre kitleler,
isyanın doğruluğunu kavrayamazlar ve isyankâr olan her şey, onları doğalında,
geriye dönüşsüz olarak mücadeleden uzaklaştırır. Kendi komünist partilerini yeniden
kurmaya çalışan dünyadaki devrimci örgütlere yönelik saldırı, tam da bu
kötümser hattı takip etmektedir.
Kitlelere ve devrimci iyimserliğe karşı yapılan bu
saldırıların ortak yanı, ölmekte olan sınıfın ideolojisine, kökleri metafiziğe
dayanan eski burjuva fikirlere dayanıyor olmalarıdır. Nihilizm,
varoluşçuluk, revizyonizm, sağ-oportünizm ve benzerlerinin tümü, felsefî olarak
çürümüştür, kitlelere karşı güvensizliği ve korkuyu besler; bu fikirler, kendi
taraftarlarını, sınıf mücadelesinin susturulabileceği türünden yalanlara inandırarak
harekete geçirirler. Onların olumsuzlukları ve kötümserlikleri karşısında
Komünistin tek bir silahı vardır, o da gerçeğin MLM’de ifadesini bulan ışığıdır.
Düşman tüm asalaklığıyla ölüm için yaşarken Komünist, ölüme meydan okumak için ayağa
kalkar.
Struggle
Sessions
24 Kasım 2018
Dipnotlar
[1]
V. I. Lenin, “Constitutional Illusions”, 8 Ağustos 1917, Marxists.
[2]
Joshua Moufawad-Paul, “Against Revolutionary Pessimism and Optimism:
Revolutionary Realism”, 25 Ekim 2016, Mayhem.
[3]
Mao Tse-Tung, “Refutation of the So-called Party of the Entire People”, Temmuz
1964, Marxists.
[4]
Bob Avakian, “Views on Socialism and Communism”, 2005, BA.
[5]
V. I. Lenin, Two Tactics, Önsöz,
Temmuz 1905, Marxists.
0 Yorum:
Yorum Gönder