02 Aralık 2020

,

Devrimci İyimserlik


Komünistler olarak bizler, hiçbir şeyden korkmuyoruz. Üstelik, Partimiz bizi ölüme meydan okuma ve hayatımızı uçurumun kenarında sürdürme noktasında eğitti, öyle ki devrim, canımızı talep ettiğinde ona canımızı verebilelim.

[Başkan Gonzalo, El Diario Röportajı, 1988)

Nükleer silahlar ve nükleer savaş konusunda ise, ÇKP’ye saldıranlar ile bizim aramızdaki ikinci fark, insanlığın geleceğinin kötümserlikle ya da devrimci iyimserlikle ele alınmasıdır.

[Renmin Ribao gazetesi, 31 Aralık 1962)

 

Komünistler ve devrimciler, kitlelere duydukları sarsılmaz inanç aracılığıyla, devrimci olmak için iyimser olmanın elzem bir gerçek olduğunu kavramışlardır. Bu demek değildir ki devrimciler, körü körüne işleyen ve o an mevcut olan şartları ve çelişkileri göz ardı eden burjuva iyimserliğin herhangi bir çeşidine kapılırlar. Devrimcinin sarsılmaz inancı, yenilmezliği ve eşsizliği, onun, geniş kitlelere, özellikle de proletaryaya duyduğu derin sevgiden ve inançtan kaynaklanır. Herhangi bir bireyin ya da grubun isteği ne olursa olsun, halk tarihi yapma noktasında muzaffer olacaktır. Buradaki hedefimiz ve amacımız, hayatî bir ilke olan devrimci iyimserlik konusuna bir açıklık getirmek ve olumsuz bir tesire sahip olan bazı burjuva akımlara karşı durmaktır.

Devrimci iyimser olmak, hayal âleminde yaşamak ya da idealist olmak değildir, dünyayı tozpembe görmek hiç değildir. Devrimci iyimser olmak, hiçbir şeyden korkmamaktır, tarihi yapanın kitleler olduğu ve insanın isteği ne olursa olsun Komünizm’e varılacağı gerçeğiyle silahlanmış olarak, büyük bir azimle halkın hizmetinde olmaktır. Sınıf savaşı sürdükçe, bu savaşın komünistler yaratacağı da su götürmez bir gerçektir. Komünistler, devrimin gerekliliğini anlarlar ve ne yapmaları gerekiyorsa onu yaparlar.

Hem yenilgiyi hem de kendini küçümsemeyi teşvik eden, burjuva toplumu ve küçük burjuvazinin ideolojik eğilimleridir; bunlar, aynı anda hem kitlelerin zihnine direniş karşıtlığı fikrini yerleştirir hem de acımasız yabancılaşmayla baş etme mekanizması olarak kapitalizm tarafından teşvik edilen ve öne sürülen çifte saldırı olarak varolurlar. Devrimciler olarak bu tür hamlelere ve araçlara, önce kendi toplumsal alışkanlıklarımızla savaşarak, sonra da arkadaşlarımızın ve yoldaşlarımızın karamsar düşüncelerine meydan okuyarak karşı durmalıyız.

Önemli Olan, İyimser Olmaktır

Gezegendeki her devrimci çabaya uygulanabilir olan Gonzalo Düşüncesi’nin evrensel katkılarından birisi de, devrimci iyimserliktir. Başkan Gonzalo; halka hizmet etmek, fedakârlıktan korkmamak ve ömrünü namuslu bir asker olarak geçirmek şiarlarının merkezinde konumlanan Mao’nun öğretilerine dayanarak şu açıklamayı yapmıştı:

“Korkmak mı? Bence korku ve korkusuzluk arasında belirli bir çelişki söz konusudur. Mesele, ideolojimizi benimsemek ve içimizdeki cesaretin zincirlerini kırmaktır. Bizi cesur kılan, bize cesaret veren, ideolojimizdir. Kanaatimce kimse cesur doğmaz. İnsanları ve komünistleri cesur kılan, sınıf mücadelesidir. Proletaryadır, partidir, ideolojimizdir.

Peki en büyük korku nedir? Ölüm mü? Bir materyalist olarak hayatın bir gün sona ereceğini biliyorum. Asıl önemli olan, iyimser olmak, başkalarının bağlı olduğumuz işi sürdüreceğine, nihai hedef olan komünizme ulaşacaklarına inanmaktır. Asıl korku, bu davayı kimsenin yürütmeyeceğini düşünmekle ilgilidir. Kitlelere inancınız varsa sizde korkudan eser kalmaz.

Bence sonuçta en kötü korku, kitlelere inanmamak değil, kendinin vazgeçilmez olduğuna, dünyanın merkezi olduğuna inanmaktır. Bence en kötü korku budur. Piştiğin, şekil aldığın yer, parti, proleter ideoloji, temelde Maoizm denilen tav ocağıysa tarihi kitlelerin yaptığını, devrimin partinin eseri olduğunu, tarihin kesin olarak ilerleyeceğini, devrimin ana yönelimi ifade ettiğini bilince çıkartırsın. İşte korku, o an silinir gider. Geride ise ileride komünizm güneşi doğsun, tüm dünyayı aydınlatsın diye bugünden başkalarıyla birlikte gerekli temeli atmanın verdiği hoşnutluk kalır.”

Devrimci iyimserliğin gücünü ve önemini anlamak için bunu sımsıkı bir şekilde kavramak önemlidir. Başkan Gonzalo, bize yalnızca korkunun ve çekincenin üstünden nasıl geleceğimize dair açık bir talimat vermekle kalmadı, aynı zamanda nasıl bir devrimci olarak yaşanabileceğinin örneğini de sundu. Gonzalo bu örneği tekrardan, çürüyen Peru devletinin kafesinden bu muazzam beyanıyla önümüze getirdi. Daha sonra da bu beyanın doğruluğunu kendi örneğiyle kanıtlayacaktı. O, dünyanın yaşayan en büyük komünisti ve Marksizmin dördüncü direği olarak sahip olduğu sarsılmaz konumuyla, on yıllardır süren tecride rağmen boyun eğmeyi reddediyor. Gonzalo, Callao deniz üssündeki hapishaneyi, savaşın en aydınlık siperine dönüştürdü!

Şimdi yukarıdaki sözlere daha dikkatli bakarak, meselenin biraz daha derinlerine inelim. Çelişki yasasını uygulayan Gonzalo, korkunun (buradaki tartışmada kötümserlik) ve cesaretin (buradaki tartışmada iyimserlik) nereden kaynaklandığını tanımlamıştı. Korku ve kötümserlik, dünya görüşü, çoğunluğun tek bir bireye boyun eğmesi üzerine kurulu olan küçük burjuvaziye has eğilimlerdir. Küçük burjuvazi için tüm mesele, herkesin her şeyden ayrılarak bir birey olması ve biricik dünyalarının merkezine oturtulmasıdır. Bu, burjuvazinin saflarına münasip şekilde yükselmek isteyen sınıfın umutsuzluğunun ürünüdür. Her ne kadar bunu gerçekleştirmeye muvaffak olamasalar bile, gerçekleştirdikleri vakit bunu ancak sömürü aracılığıyla gerçekleştirebiliyorlar. Fakat hiç istisnasız, bunu kendi “çok çalışmalarına” atfediyorlar. Pek çok küçük burjuva, kendilerinin bir üst sınıfa yükselmelerinden çok proleter saflara düşmelerini muhtemel kılan ekonomik yasalardan dolayı bir tür bireyci olumsuz sübjektivizm ya da tek kelimeyle kötümserlik geliştiriyorlar. Küçük burjuvaların halk kitlelerine güveni yoktur ve şartlar onları proleterleştirmeye yaklaştırdıkça, onlar da sonuç olarak kendilerinden nefret etmeye başlıyorlar. Bir sınıf olarak küçük burjuvazi, birilerinin kuyruğuna takılmaya mahkûmdur, asla liderlik edemez. Lenin’in belirttiği üzere küçük burjuvazi, ya burjuvaziyi ya da proletaryayı takip edecektir:

“Küçük-burjuva kitlelerin açık bir çoğunluğu hiçbir şeye karar vermez, veremez. Bundan dolayı da kırda dağınık hâlde bulunan milyonlarca mülk sahibi bir örgüte, eylem içinde politik bilince ve eylem merkeziyetine (bunlar zafer için olmazsa olmazdır) kendilerine ancak burjuvazi ya da proletarya tarafından liderlik edildiğinde sahip olabilir.”[1]

Burada Lenin’in söylediklerini değerlendirdiğimizde, küçük burjuvazinin proletaryanın liderliğinden, Komünist bir dünya görüşünden mahrum kaldığında kötümser, karşı-devrimci bir dünya görüşüne battığını görmemiz kolaylaşıyor. Dolayısıyla da buradaki tavır, bireysel kişilik olarak değil, sınıf tutumu olarak görülmelidir. Proleter sınıf tutumu Komünist dünya görüşünü geliştirir ve biz de buradan devrimci tavrı geliştiririz. Öbürünün aksine bu tavır, kindar ya da sığ değildir, kontrol edilemeyen bir duygu tarafından yönlendirilmez, her şeyden önce tevazusu, kitlelere inancı ve Komünist liderliğe bağlılığıyla öne çıkar.

Gonzalo’nun ifade ettiği görüşe geri dönersek, o, bizi cesur yapanın ideolojimiz olduğunu söylüyor. Bu anlayış, Maoizmi sağlam bir ideoloji olarak değil, fakat birkaç fikrin gevşek bir koleksiyonu olarak gören kişiler tarafından reddediliyor. Burjuva toplumunda hâlihazırda var olan korkuyu korkusuzluğa dönüştürmede ideolojinin rolünü ele alırken, oportünistlerin karşıt ifadelerini de incelememiz gerekiyor.

Gölgeler Dünyası

Bu oportünistlerin faaliyet gösterdikleri koşulları incelediğimizde, onları ilk etapta motive eden şeyin, olumlu sübjektivizmin birleşik zıttı olan, “olumsuz sübjektivizm” dediğimiz, kötümser dünya görüşü olduğunu gözlemleyebiliriz. Her iki sübjektivizm de gerçeğin küçük burjuvaca reddinde birbirlerine benzer ve bu nedenle diyalektik materyalizme aykırıdır.

Bu olgu, örneğin, örgütlü mücadelenin yokluğunda ve sadece internette Facebook gibi alanlarda sosyalleşen küçük bir gruptaki diğerlerinin izleyicileri için oluşturulan sloganlarda açıkça görülmektedir. Bu sloganlar mem biçiminde ortaya çıkıyor ve sosyal dışlanmışlığı ya da uyumsuz olmayı, hatta sınıflandırılmamış bir kimliği kucaklamayı destekliyor. Yine bu sloganlar, komünizm karşısında nihilizmi, sosyalizm karşısında antisosyal davranışı teşvik ediyorlar. Bu her zaman, bir kişinin politik faaliyetini geliştirmek veya o kişiyi harekete geçsin diye motive etmek için duygusal düşünceler, utanç ve suç gibi şeyleri kullanan anarşistler arasında görülmüştür. Gerçekte insanlar kendi sınıf çıkarlarına göre hareket ederler, bu yüzden bunu değiştirebilecek tek şey, proleter sınıf duruşunu benimsemektir. Hiç kimseyi mazlumların etrafında toplanmıyor diye suçlayamazsınız. Onları proletaryanın yanında durmanın doğru olduğuna ikna edecek olan şey, proletaryanın kaçınılmaz olarak iktidara gelecek sınıf olduğu gerçeğinin yanı sıra tarihin dalgasına karşı çıkmanın gerici olduğu gerçeğini ve tüm gerici ideolojinin, mirasıyla birlikte gömüleceği gerçeğini kavramaktır. Bu, insanları uzun vadeli çıkarlarına odaklamak ve kısa vadeli çıkarlar tarafından saptırılmalarının önüne geçmek, kısacası, algılanan çıkarın yerine pratik yoluyla rasyonel çıkarı koyma meselesidir.

Olumlu sübjektivizm, sınıf mücadelesinin komünistleri ürettiğini ve komünistler de devrimi yaptıkları için, belirli bireylerin üstlenmeleri gereken herhangi bir yükümlülüğe veya bir göreve sahip olmadıklarını varsayarlar. Bu, silahlı mücadelenin bir yadsınması ve sınıf mücadelesinin talep ettiği ve belirlediği gereksinimleri inatla reddetmektir, özünde olumsuzdur. “Solcu” internet altkültürü bu fikre dayanır ve bu fikri yeniden üretir. Bu fikir, uygun bir şekilde yönetici sınıfa hizmet için kullanılır.

Kitlelere inanmayanlar, proleter dünya görüşüne sahip olmayanlar, kulaktan dolma bilgilere ve hatta sınıf düşmanlarının yaydığı yalanlara bile inanmaya meyillidirler. Devrimi bir spor müsabakası olarak gören hareketsiz bireyler, dedikodu çıkarmak ve yaymak gibi iğrenç faaliyetlere girişirler. Maoizm üzerine yapılan basit bir Twitter araştırması bile, tarihsel olarak iflas etmiş revizyonist projeleri fetişleştiren, örgütsüz bireylere ait hesapların bolluğunu ve bu kişilerin dedikoduları yaymaktan başka bir işe yaramadıklarını ortaya koyacaktır. Bu kişiler, komünistlerin yürüttüğü herhangi bir faaliyete ve genel anlamda tüm pratik örgütleme faaliyetlerine dair derin bir kötümserliğe düşmüşlerdir. Onlar, kitlelere gitmek yerine, kendilerini internetin yankı odalarındaki sahte gerçekliğe hapsetmişlerdir. Onların kendi nefslerini, benliklerini yüceltme faaliyetleri, daha fazla kötümserliği, daha fazla küstahlığı ve daha fazla dedikoduyu içerir. Bu ortamda bulunmanın bu bireyler üzerinde kuvvetli bir aşındırıcı etkisi olduğu muhakkaktır.

Devrime dair kötümser küçük burjuva yaklaşımların en açık örneklerinden birisi de revizyonistlerin daha önce hiç olmadıkları kadar yoğun bir biçimde seçimleri desteklemeleridir. Revizyonistler devrimi imkânsız olarak görürlerken, bir yandan da kitlelere inançsızlıklarıyla halkı, hâkim sınıfın kendisini meşrulaştırmak için kullandığı en güçlü yöntemlerden biri olan seçim tuzağına doğru sürüklerler.

Devrimci dönüşümün peşinde olanların arasında da morali zedeleyen örgütlü ve teorik yaklaşımların örnekleri mevcuttur. Joshua Moufawad-Paul meselesi, bizim “Aşağıdan Maoizm” adlı yayınımızla ve ardından onun kendi oportünist çizgisini savunmadaki başarısızlığı ile çözülmüş olsa da, yine de onun, hem kötümserliğe hem de iyimserliğe karşı çıktığı “devrimci gerçekçilik” konumundan metafiziği yayma girişimlerine bakmalıyız (bir, üçe mi bölünüyor?!). Biz, bu makalede esas olarak, JMP’nin “ayaklanmayı yürütmesi için bir hizbe duyulan irrasyonel inanç” dediği şeyi ele alacağız, “sosyalist örgütlenmenin gelişiminin bu hizbe bağlı olduğu”na ilişkin eleştirisini inceleyeceğiz.

Aslında burada kastedilen, devrimci iyimserlik değildir. JMP’nin tarif ettiği şey, öznel faktörleri doğru değerlendiremeyen burjuva iyimserliğidir. Onun burjuva ve proleter görüşleri bir araya getirmesinde şaşılacak bir yan yok. JMP, iyimserlik noktasında kızıl ve beyaz çizgi arasındaki ayrımı göremeyecek bir isim. Ondaki cehaletin dediklerinin aksine devrimci iyimserlik, kitlelere ve tabii ki sınıf mücadelesine dönük inançtan kök alan güçlü bir ideolojiye dayanır. Bu inanç ve ideoloji öznelci değil, diyalektik materyalist yaklaşımın birer ürünüdür. Her şeyden önce kötü öznel koşulların iyi olana evrilmesini sağlayacak olan, ideolojidir. Sınıf mücadelesi dâhilinde proletaryanın en iyi evlatlarını komüniste dönüştürecek olan da odur. Bu konuda, birilerinin uluslararası komünist hareket içerisinde görev alıp ölüme meydan okuma cüretini kuşanacakları konusunda iyimser olmak gerekir. Fakat JMP bize şunları söylemektedir:

“Tersten, devrimci iyimserlik de başka bir tür miyopluktur: mevcut hataların tamamının giderilmesi gerektiği fikrini reddeden bu yaklaşım, sekterlere has bir yanılsama ile devrimin illaki gerçekleşeceğini düşünür. Her iki konum da mevcut gidişatın devrimci anlamda altüst edilmesinin yegâne çözüm yolu olduğunu anladığı için devrimcidir. Onlardaki sorun, gerçekçi bir konum almıyor olmalarıdır. Devrimci kötümserlik de devrimci iyimserlik de devrimci gerçekçilikten uzak duran bir tür hezeyandır.”[2]

Özünde olumsuz olan revizyonizm, özünde olumlu olan Marksizme tabii kalmalıdır. Moufawad-Paul, devrimci iyimserliğin “miyopluk” olduğunu söyleyerek, kendi alaycı dünya görüşünü sergiliyor. “Miyopluk” kelimesini yanlış kullanıyor oluşunu bir yana bırakalım ve bu mesele hakkında Mao ne öğretiyor, ona bakalım:

“Marksist-Leninistler, proleter devrim davasının geleceğine ilişkin olarak her zaman devrimci iyimser tavır içinde olmuşlardır. Bizler içtenlikle inanıyoruz ki proletarya diktatörlüğünün, sosyalizmin ve Marksizm-Leninizmin parlak ışığı, Sovyet topraklarının ötesinde de parlayacaktır. Proletarya, yeryüzünde tam ve nihai zafere erişeceğinden emindir.”[3]

Yukarıdaki alıntılar birbirleriyle çelişmektedir. Sınıf savaşının komünistler üreteceğine inancı olmayan, emperyalizmin daha ileri gidemeyeceğine dair anlayışı noksan olan, komünist liderlik altındaki kitlelerin somut objektif şartlara cevap verebileceklerine inanmayan Moufawad-Paul’ün bizzat kendisi miyopluktan muzdariptir. Öte yandan Mao ise, proletaryanın kesin olarak zaferi elde edeceği noktasında gayet nettir. Üstelik bu, sırf laf olsun diye dile getirilmiş bir iddia da değildir; bilâkis, dünya şartlarının açık bir tahlili ve sınıf mücadelesinin yörüngesini temel alır. Marx ve Lenin gibi Mao da gelecekte sosyalizm ve komünizm denilen dönemlerin insanın iradesinden bağımsız olarak gerçekleşeceğini, üzerine basa basa vurgular.

Moufawad-Paul, Marksizm-Leninizm-Maoizm'den koparken, kendisini Mao'dan uzakta, revizyonist Bob Avakian'ın konumuna daha yakın buluyor. Şöyle diyor Avakian:

“Dolayısıyla toplumu, bir aşamasından diğerine (erken komünalden köleciliğe, feodale, kapitalizme ve sonra sosyalist topluma - oradan da komünizme) götüren ‘görkemli ve düzenli bir süreç’ yoktur. Toplum bir şekilde kaçınılmaz olarak komünizme doğru ilerlerken, ortaya çıkan ‘tarihin büyük valsi’ (bir, iki, üç; bir, iki, üç) veya hoş, zarif, düzenli bir ‘feodal menüet’. Kaçınılmaz olarak komünizme giden ‘büyük süreç’ diye bir şey yoktur. Dinî bir bakış açısına (aslında 'yasayı ihlal etmiyorsa' ve ‘çizmeyi aşmıyorsa!’) sınırlanan bu tür düşünme eğilimleriyle (ki bu eğilimler örneğin Stalin'de de belirgindir) mücadele etmeliyiz. Ancak tüm karmaşıklığı ve çeşitliliği ile tüm dünyada ve binlerce yıl boyunca insanlık tarihinin gelişimi, aslında - 'tasarımla' olmasa da -tarihî komünizm sıçramasının temelini attı ve onu mümkün kıldı; kaçınılmaz değil, mümkün.”[4]

Hem Moufawad-Paul hem de Avakian, bu konumu paylaşıyor ve her ikisi de Stalin'e tekrar tekrar saldırarak, bu konumlarını sürdürüyorlar. İlki kendisini Maoist olarak adlandırsa bile, Mao'nun tam tersini öğrettiğini söyleyen o rahatsız edici ve apaçık gerçeğe sırtını dönüyor.

Ölmekte Olan Sınıfın Olumsuz Görüşleri

1986'daki bir felsefi konferansta Başkan Gonzalo, Heidegger'in ortaya koyduğu burjuva varoluşçuluk felsefesine saldırırken, varoluşçu felsefeyi şu şekilde özetliyordu:

“Varoluşun tahlili, yaratıcı Tanrı. Felsefe, eşyanın varlığına odaklanmalıdır. İnsan, varoluşun ifadesidir, hiçten gelir ve hiçe gider. İnsan, kendi varlığı, nereden geldiği hakkında hiçbir şey bilmiyor. Bu geçişte ızdırap var. Bu olduğunda ise iki tavır ortaya çıkıyor: bu ızdırapla yüzleşmek veya ondan kaçmak. Mesele, insanın kendi acısıyla yüzleşmesi, ölümüyle yüzleşmesi, ölüm için varolması, yani insanın kimliği budur, ölüm için yaşamaktır. Bu görüş, Nazizme hizmet etti. O, ölmekte olan bir sınıfın, felsefi çürümenin bir ifadesidir.”

Ve faşizmin atası Nietzsche ve onun üstinsan teorisine gelince:

“Emperyalizme çıkış arayan teoriler. Ahlâkî teori, en iyiye ve onların etki alanına dayanır. Ayrıcalıklı adamlar ve sersem beyinler, beyefendilerin ahlakını yeniden tesis etmeye çalışırken, Hıristiyanlığa yönelirler. Hıristiyanlık, iyiliği erdemle karıştırır. Hıristiyanlar en güçlü olanlardır. Bu, saf ırkçılıktır.”

Gonzalo'nun ele aldığı iki eğilim, çoğunlukla, ilerici amaçlara bağlılık numarası yapacak ve hatta devrimci sınıf mücadelesine katılma iddiasında bulunacak kadar ileri giden, sınıfsızlaştırılmış kişiler ve küçük burjuva gençler arasında kök buluyor. Esasen varoluşçuluk ve nihilizm, çağdaş kötümserliğin omurgasını oluşturur. Kötümser kişi, merkezine ölümü ve bireyi alsa bile, burjuva ideolojisine kucak açarak anti-komünist kinayeleri iyi bir şeymiş gibi benimseyebilir, bu da ona bir kimlik ve amaç verir.

Bütün Dünyayı Aydınlat

Marksizm ve onun tüm üst aşamaları, tek temel yasa olarak karşıtların mücadelesini merkeze alırken, çok daha olumlu bir felsefi ruhu muhafaza ediyor. Devrimci iyimserliğin ve dünyanın Halk Savaşı yoluyla dönüşümünün temelini oluşturan, işte bu mücadeledir. Gonzalo, diyalektik materyalizmi açıklayarak devam ediyor:

“Savaş, her şeyin kökenidir, iki zıttın mücadelesidir ve biz, bu mücadeleden sürekli bir gelişim sürecine sahip oluruz, her şey sürekli bir akış hâlindedir, kimse aynı suda iki kez yıkanmaz. İşte diyalektik budur.”

Mao'yu izleyen Gonzalo, dünyanın, dünya proleter devriminin stratejik saldırı aşamasına girdiğini, önümüzdeki 50 ila 100 yıllık dönemin, emperyalizmin (özellikle ABD'nin) nihai yenilgisini destekleyen çarpıcı ayaklanmalara ve gelişmelere tanık olacağını savunuyor. Bu, ekonomik bir tahlildir ve uluslararası komünist hareketin öznel yönleriyle pek alakalı değildir. Bu tahlil, komünistlerin tarih boyunca öğrenmiş oldukları derslere göre emperyalizmin başka bir yöne sapamayacak olmasına dairdir. Bu tez, devrimci iyimserlikle nefes alır. Kötümserler, taraftarlarını motive etmek için korku tüccarlığını ve suçluluk duygusunu kullanacak olsalar da, Komünistlerin gerçeklerden başka bir şeye ihtiyaçları yoktur. Bu gerçekler; devrim için objektif şartların daha önce hiç bu kadar müsait olmadığı ve bunu takiben sübjektif faktörlerin bu koşullar vesilesiyle, MLM’nin sağlam ve sarsılmaz ideolojisi rehberliğinde komünist partileri yeniden inşa ederek meydana çıkabilecek ve kitlelerin daha da derinine inebilecek olmasıdır. Bizzat Lenin, kötümserliğin, devrimci çabaları yolundan saptırmaya çalışan bir burjuva ideolojisi olduğunu ve yine kötümserliğin sübjektivist oportünizmin belli bir çeşidi olduğunu söylüyordu:

“Unutulmaması gerekir ki, yığınlarla olan bağlarımız konusundaki yaygın kötümserlik, çoğu kez, proletaryanın devrimdeki rolü açısından, burjuva düşünceler için bir paravan rolü görür.”[5]

1905'in “mevcut karamsarlığı”, özellikle de “kitle tabanının yokluğu” hakkında gevezelik edenler arasında, bu “yokluğu” bir bahane olarak kullanıp, bir kitle tabanını kazanabilecek olan tüm taktikleri ve eylemleri bir kenara atan yaklaşımlar nezdinde varlığını sürdürüyor.

Kötümserin gerçekte söylediği şey, kitlelerin cahil ve kayıtsız oldukları, devrimi şiddete ya da militanlığa olumlu cevap vermeyecekleridir. Hatta kötümsere göre kitleler, isyanın doğruluğunu kavrayamazlar ve isyankâr olan her şey, onları doğalında, geriye dönüşsüz olarak mücadeleden uzaklaştırır. Kendi komünist partilerini yeniden kurmaya çalışan dünyadaki devrimci örgütlere yönelik saldırı, tam da bu kötümser hattı takip etmektedir.

Kitlelere ve devrimci iyimserliğe karşı yapılan bu saldırıların ortak yanı, ölmekte olan sınıfın ideolojisine, kökleri metafiziğe dayanan eski burjuva fikirlere dayanıyor olmalarıdır. Nihilizm, varoluşçuluk, revizyonizm, sağ-oportünizm ve benzerlerinin tümü, felsefî olarak çürümüştür, kitlelere karşı güvensizliği ve korkuyu besler; bu fikirler, kendi taraftarlarını, sınıf mücadelesinin susturulabileceği türünden yalanlara inandırarak harekete geçirirler. Onların olumsuzlukları ve kötümserlikleri karşısında Komünistin tek bir silahı vardır, o da gerçeğin MLM’de ifadesini bulan ışığıdır. Düşman tüm asalaklığıyla ölüm için yaşarken Komünist, ölüme meydan okumak için ayağa kalkar.

Struggle Sessions
24 Kasım 2018
Kaynak

Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Constitutional Illusions”, 8 Ağustos 1917, MIA.

[2] Joshua Moufawad-Paul, “Against Revolutionary Pessimism and Optimism: Revolutionary Realism”, 25 Ekim 2016, Mayhem.

[3] Mao Tse-Tung, “Refutation of the So-called Party of the Entire People”, Temmuz 1964, MIA.

[4] Bob Avakian, “Views on Socialism and Communism”, 2005, BA.

[5] V. I. Lenin, Two Tactics, Önsöz, Temmuz 1905, MIA.

0 Yorum: