19 Ağustos 2014

,

Ferguson Dersleri


Ferguson Ateş Altında

Birkaç gün önce 18 yaşındaki Michael Brown’un katledilmesi sonrası başlayan gösteriler, St. Louis’in 20 mil kuzeyindeki bu küçük kasabayı manşetlere taşıdı. Ayaklanma giderek yoğunlaştı, polisle çatışmalar daha da yaygınlaştı. Uçuşa yasak bölge ilân edilen kasabayla ilgili yayın yasağı kararı çıkartıldı, iki muhabir gözaltına alındı, görüntülere bakılacak olursa, polis mevcut durumu haber yapmaya çalışan diğer gazetecilere de gaz bombaları atıyor.

Ferguson, Missouri bugün sıkıyönetim altında. Obama dâhil tüm siyasetçiler, devlet destekli “fikirler”ini dile getirdikçe, ağır silâhlarla donanmış insanlar öfkeli kalabalığa daha çok saldırıyorlar.

Medya hâlâ gösterilere katılanların niyetlerini sorguluyor ve esas olarak isyanın kendisine odaklanıyor. Kimileri “ne faydası var bu şiddetin?” diyor. Arkasından şu soru geliyor: “Bu şiddetten kim istifade ediyor?” Ferguson’daki kalabalıklar adalet istiyorlar. Bu mazlum halk “yanlış zamanda yanlış yerde” bulunmak ve siyah olmak sebebiyle, yolda yürürken vurulup vurulmayacaklarını bilmek istiyor.

Amerika Birleşik Devletleri bu öfkeli taleplere nasıl cevap veriyor? Gaz bombaları, zırhlı araçlar ve küçük bir ordu ile.

Eğer tarih bize bir şey öğretmişse, o da şudur: ABD, mazlumları tahkir etmekten başka bir şey yapmaz. Küba’dan Vietnam’a, Oakland’dan Bronx’a, Ferguson’dan Gazze’ye, halkların kendi kaderlerini tayin hakkını ve toplumsal devrimi sabote etme noktasında ABD’nin ortaya koyduğu gayretleri detaylandırmak için saatlerce uğraşabiliriz. ABD, mazlumların düşmanıdır ve her zaman da öyle olmuştur.

İktidar kolayca feragat edilen bir şey değildir. Eğer Ferguson’daki göstericiler ve tüm ülke genelindeki mazlum kitleler bu Beyaz İktidarı’nı gerçekten parçalamak istiyorlarsa, o vakit bizim bunun için mücadele etmeye hazır olmamız gerekir. Pasif direniş veya statükoya karşı çıkmak için barışçıl yollara meyletmek cazip gelebilir. Kimse canının yanmasını istemez. Birçok insan için başkasına zarar verme fikri hafife alınabilecek bir mesele değildir. Ancak barışçıl direniş yolu mazlumlara asla özgürlük getirmez. Bu, Mike Brown ya da polis terörizmine kurban gitmiş herhangi bir kişi için adalet talebinde bulunmak noktasında da geçerlidir. Barışçıl direniş karşı tarafın bir vicdanı olduğunu varsayar. Masum bir genç olan Mike Brown’u vuran poliste sizce vicdan var mı? Sizce o polis, sosyal koşulların derinliğini ya da ahlâkî zorunlulukları hiç aklına getirmiş midir? Polis zalim devletin bükülen koludur; onlarda vicdan namına bir şey yoktur, eğer olsaydı bile, stratejik açıdan bu vicdana bel bağlamak mümkün değildir. Barışçıl direniş ayrıca bir seyirci talep eder. Polis aktif biçimde muhabirleri ve gazetecileri gözaltına almaktadır. Alınmayanlarsa şüphesiz ki sindirilmiş durumdadırlar ya da kimi görüntülerin de gösterdiği üzere, saldırıya uğramaktadırlar. Ferguson’ı seyreden seyirciler ana medya ortamlarında değil, sosyal medyada toplaşmaktadırlar; Bu seyirci, olayları kitlelerle arasındaki alternatif iletişim biçimleri üzerinden izlemekte ve o kitlelerle organik bir ilişki kurmaktadır. Söz konusu seyircinin polisi durdurması mümkün müdür? Kesinlikle değil.

Ferguson seyircisi, biz ne kadar ona sempati duyarsak duyalım, onun varlığı bizi ne denli heyecanlandırırsa heyecanlandırsın, hâlâ liberal eylemsizliğin söz konusu sembolik evrenine mahkûmdur. Çekilen ıstırapla ilişki kurabiliriz. Yaşanan yıkımla ilişki kurabiliriz. Maruz kalınan zulümle ilişki kurabiliriz. Ama bu ilişkiyi ifade etme yöntemlerimiz en iyi hâliyle düşünceye sırtını yaslar ve (en azından yaygın biçimde uygulanan yöntemler dâhilinde) Ferguson’daki mazlum halka hiçbir somut yardım sunmaz.

Ferguson halkının liberal eylemsizliğe ihtiyacı yoktur. Ona lazım gelen, pasif bir sempati de değildir. Bu halkın ihtiyaç duyduğu şey asla barışçıl direniş değildir. Ferguson halkı, tıpkı Gazze halkı gibi, bir Halk Ordusu’na muhtaçtır.

“Halk Ordusu Olmayan Bir Halk Hiçtir”

Bu söylenenler, halk enerjisini farklı bir biçimde maddîleştiriyor diye, onun ortaya koyduğu enerjiyi küçümsüyoruz anlamına gelmez. Aksine bizim bu enerjiyi övmemiz ve polis terörizmine karşı ayağa kalkan kitlelerin bizatihi belirledikleri tavrı desteklememiz gerekir.

Halk Ordusu, kitlelerin polis terörüne yeterli cevap üretmesini ve faşist saldırılara karşı kendisini savunmasını sağlar. Halk, bir halk ordusunu hakketmektedir. Güvende olmak ve polisin misillemesi ya da ölüm korkusu olmaksızın mücadeleyi sürdürmeleri, halkın hakkıdır. Halk ordusu, devlet destekli olmayan bir yoldan, Ferguson’ın safında, tüm mazlumların ülke genelinde mücadele etmesini ve onunla ilişki kurmasını sağlar. Burada mesele, geçmişte kalmış kimi kavramlara yönelik nostaljik ya da maceracı bir başvuru yapmak değildir. Bizim meseleye doğal yoldan yaklaşarak, Mao ya da Lenin’e başvurmamız gerekmemektedir. Mevcut duruma dair tüm cevaplar bugündeki anlayışımız içinde mevcutturlar. Asıl güçlük, hangi fikirlerin destekleneceği ve bu fikirlerin, kitleler içindeki en geniş temsiliyet üzerinden, nasıl aktarılacağıdır.

İşte partinin de devreye girdiği yer burasıdır. Bu parti ne bir burjuva politik partidir ne de her türden “Marksist”in kullandığı köhnemiş ve retoriğe dönüşmüş bir aygıttır. Biz en insanî ve en kapsamlı olan partiyi kastediyoruz. Bu parti, mazlumlardan oluşan, mazlumların politik açıdan en ileride olan kesiminin oluşturduğu, mevcut ırkçı emperyalist devlete karşı direnişi örgütlemede liderlik yapan ve belirleyici olan bir partidir. Bu parti, sömürenlere karşı sömürülenlerin çıkarlarını savunmaya hazır aynı ölçüde radikal bir halk ordusu ile birleştirilmiş olan bir yapıdır. Ferguson’daki zulmü sistematize edilmiş, kudretli bir güce dönüştürecek olan da işte bu partidir.

İktidar bir yanılsamadır. Eğer içinde yaşadığımız toplumu dönüştürmek, koşullara gerçek manada karşı koymak istiyorsak, birincil önceliğimiz iktidarın alınması olmalıdır. Burada iktidar derken kastedilen, tüm amorf biçimleri dâhilinde iktidar ama daha kesin bir ifadeyle, müesses devlet iktidarıdır; bugün yönetici sınıf tarafından yönetilenlere karşı kullanılan politik iktidardır. Bu iktidarı ele geçirmek ve onunla bizim hâkim olduğumuz bir ilişki tesis etmek, sınıfsal açıdan onu parçalayan bir mücadeleye ihtiyaç duyacaktır.

Mike Brown’un ailesi ve dostlarının talep ettikleri adalet, mevcut toplumsal düzende mümkün değildir. Para insandan daha önemli oldukça, insanlar para için bir araç olmaktan başka bir şey olmayacaklardır. Toplumumuzun ve kapitalizm dâhilinde sahip olduğumuz mevcut varoluşumuzun temel sorunu, birkaç reform yapmak ya da gösterişli yeni bir hukuk tesis etmek değildir. Sorun, toplumumuzun tüm işleyişinde mündemiçtir. Doğruyu söylemek gerekirse, aslında bu bir “sorun” da değildir. Bir insan, bir grubun soykırıma tabi tutulması ve başkasının köleleştirilmesi üzerine kurulu bir toplumda yaşıyorsa, süregiden bu sistemsel zulüm ne türden bir “sorun”la yüzleşmektedir?

Henüz mücadele bitmemiş olsa da, Ferguson’dan alınacak kimi dersler vardır. Bize bir parti gerekmektedir. Bize halk ordusu gerekmektedir. Bizim ihtiyacımız olan, yeni bir toplumdur. Michael Brown için adalet temel bir gerekliliktir. Bize hükmeden sistemle anlamlı ve sistematik bir tarz dâhilinde mücadele etmeye hazır olana dek, adalet sadece kısa süreli bir umut olarak kalacaktır; o güne dek akşam haberlerinde o âlimler, “temiz” ve liberal anlayışları ile gülmeye devam edebilirler.

Ferguson halkı için ülke ve dünya genelinde gerçekleşen tüm gösteri ve yürüyüşlerle dayanışma içinde olalım. Gazze’den Missouri’ye dek uzanan, halkları kucaklayan mazlum dayanışmasını büyütelim ve onu tek bir mücadele hâline getirelim. Ferguson ile dayanışma içinde olalım. Kahrolsun polis! Michael Brown için adalet herkes için adalettir.

Zak Brown
14 Ağustos 2014
Kaynak

0 Yorum: